ZEMMÜ’l-KELÂM

(ذمّ الكلام)

Kelâm yöntemini ve kelâmcıları eleştiren eserlerin ortak adı ve Hâce Abdullah-ı Herevî’nin (ö. 481/1089) bu konudaki eseri.

III. (IX.) yüzyılın sonlarından itibaren muhaddis ve fakih Ahmed b. Hanbel sonrası dönemde güçlenen ashâbü’l-hadîsin Bağdat grubundan Ebû Bekir el-Hallâl, Hasan b. Ali el-Berbehârî ve İbn Batta el-Ukberî gibi âlimlerin yanı sıra onların Horasan’daki temsilcileri Ebû Süleyman el-Hattâbî ve Ebû Abdullah İbn Mende’nin yalnız Selef metodunu meşrû kabul eden görüşlerinin etkisiyle IV. (X.) yüzyıldan itibaren kelâm ilminin zararlı olduğunu ileri süren ve bu alanda eser verenleri tenkit eden bir yazım türü ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Şîa ve Mu‘tezile başta olmak üzere bütün kelâm ekollerine karşı sert bir mücadele veren Şerĥu Kitâbi’s-Sünne’nin müellifi Berbehârî kelâma yakın hiçbir eğilimi tasvip etmemiş; hatta Mu‘tezile’den ayrıldığını, Ehl-i sünnet’in ve Ahmed b. Hanbel’in yoluna girdiğini bildiren Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’ye de kelâmcı kimliği dolayısıyla olumlu yaklaşmamıştır (İbn Ebû Ya‘lâ, II, 18-45). İbn Batta da, el-İbâne Ǿan şerîǾati’l-fıraķı’n-nâciye adlı eserinde Mu‘tezile ile başlayan kelâm hareketi mensuplarının sünnete başvurmadan Kur’an’la yetinmelerine karşı çıkmış, bunun İslâm’ı belirsiz ve teorik bir sistem durumuna getirdiğini öne sürmüştür. Kelâmcıların ayrıca bazı felsefî konularla meşgul olarak bunları dinî esaslar haline getirdiklerini, bu konuda ihtilâfa ve çelişkiye düştüklerini ve dinde problem çıkardıklarını belirtmiştir. Özellikle Hattâbî, nüshaları henüz ele geçmeyen, ancak Celâleddin es-Süyûtî’nin Śavnü’l-manŧıķ içinde iktibas ettiği kadarıyla günümüze ulaşan el-Ġunye Ǿani’l-kelâm ve ehlih adlı eserinde kelâmcıları hedef almış, onların Kitap ve Sünnet’te bulunmayan konuları ele almak suretiyle bid‘at çıkardıklarını ve itikada zarar verdiklerini söylemiştir (Süyûtî, s. 91-101). Yine Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’nin nüshaları tesbit edilemeyen er-Red Ǿalâ Ehli’l-kelâm adlı eserinin (Takıyyüddin İbn Teymiyye, Derǿü teǾârużi’l-Ǿaķl, VII, 145) muhtasarı olan Ebü’l-Fazl er-Râzî’ye ait, Eĥâdîŝ fî źemmi’l-kelâm ve ehlih başlıklı hadis rivayetlerini toplayan risâle de bu türdendir.

Bu görüşle Źemmü’l-kelâm ve ehlih adlı eser de Hanbelî âlimi, mutasavvıf ve şair Hâce Abdullah-ı Herevî tarafından kaleme alınmıştır. Herevî, eserinde Mu‘tezile’nin yanında Ehl-i sünnet kelâmcılarını da şiddetle eleştirerek itikadî konularda münazara yapılamayacağını savunmuştur. Bir mukaddime ile on dokuz ana başlıktan meydana gelen kitapta sistematik bir iç plan bulunmayıp büyük çapta âyet ve hadislere dayanan delillere yer verilmiştir. Girişte, Allah tarafından dinin tamamlandığını bildiren âyet (el-Mâide 5/3) delil gösterilerek İslâm’da gerekli her konunun aydınlatıldığı, dolayısıyla ilâve bilgi ve açıklamalara ihtiyaç duyulmadığı vurgulanmıştır (I, 269-297). Ana başlıklar sınıflandırmaya tâbi tutulduğu takdirde ilk bölümde diğer din mensuplarının zorlama yorumlar ve aralarındaki ihtilâf yüzünden yoldan çıktıkları belirtilmiş, Hz. Peygamber’in, kendi ümmetinin önceki din mensupları gibi sapkınlığa düşmemesi için gösterdiği hassasiyete ve dinî konularda konuşma şeklinin önemine temas edilmiştir (I, 299-431). Daha sonraki bölümde cedelin yanlışlığı ve doğurduğu zararlar üzerinde ayrıntılı biçimde durulmuş (II, 5-120), bu


yaklaşımı destekleyen hadis rivayetleri nakledilmiştir. Ayrıca cedelin önceki ümmetler gibi müslümanların da fesada uğramalarına yol açacağı, dolayısıyla bundan kesinlikle sakınılması gerektiği vurgulanmıştır. Naklin üstünlüğünü ve aklî çıkarımların yanlışlığını konu edinen bölümde ise (II, 121-III, 150) Kur’an’ın hadislere ihtiyaç bırakmadığı düşüncesi ve hadislerle ictihad görüşlerinin karşı karşıya getirilmesi anlayışı eleştirilmiş, akaidin temellerini araştırmanın ve Ehl-i kitabın sözleriyle uğraşmanın müslümanları doğru yoldan saptıracağı ileri sürülmüştür. Kelâmcıların çıkardığı bid‘atlar ve bunların yanlışlığı hakkında sahâbe ve tâbiîn sözlerinin ele alındığı son bölümde (III, 151-V, 200) Selef âlimlerinin kelâm ilmi aleyhine söyledikleri sözler kronolojik sırayla nakledilmiş ve çeşitli rivayetlerde yer alan kelâmcılardan ilim alınamayacağına dair ifadelere yer verilmiştir. Eserin sonunda Eş‘arî’nin felsefe ve bid‘at yoluna girdiği, özellikle haberî sıfatların ve müteşâbih âyetlerin te’vili konusunda sünnet yolundan ayrıldığı belirtilmiş, hatta onun şahsına karşı bazı karalamalar aktarılmıştır.

Źemmü’l-kelâm oldukça sert ve dışlayıcı üslûbuyla öne çıkmaktadır. Kelâmla ilgili tartışmalar Kitap ve Sünnet’e aykırı kabul edildiğinden bütün kelâmcılara karşı menfi bir tavır sergilenmiş, bu yönde Selef’ten ve mezhep imamlarından nakledilen ifadeler delil olarak kullanılmış, ancak eleştiriler aklî delillerle desteklenmemiştir. Öte yandan Selef âlimleriyle mezhep imamlarının şiddetle tenkit ettiği kelâm yöntemi, büyük ölçüde Cehmiyye ile Basra’da doğup güçlenen, daha sonra Bağdat’a yayılan bir i‘tizâl hareketidir (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, I, 453-454, 462-463, 470). Tâbiîn devrinde ve hemen onu izleyen dönemde ilk devir Selef âlimlerinin bazı kelâmcılara olumsuz bakışı, daha sonra ashâbü’l-hadîs âlimleri ve zemmü’l-kelâm türü eserlerin müellifleri tarafından genelleştirilmiş, Ehl-i sünnet kelâmcıları dahil bizzat kelâm ilmine yöneltilmiştir. Ayrıca Herevî’nin bu eserinde hadislerdeki bazı kelimelerden, hadis diye zikredilen rivayetlerden, ashabın bir kişi veya olayla ilgili tutumundan kelâma dair menfi hükümler çıkarma yoluna gidilmiştir (III, 315-IV, 77). Eserde, gösteriş ve böbürlenme amacıyla yapılan zamansız ve gereksiz konuşmaları kötüleyen hadislerin de kelâmcıların aleyhinde delil olarak kullanılması dikkat çekicidir. Diğer bir husus da fıkhî ahkâmın ötesinde dinin bütünü ve temel inanç konuları hakkında akıl yürütmeye cevaz verilmemesi, cedel ve münazaranın kelâmla özdeşleştirilmesidir. Halbuki Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde tefekküre ve akletmeye sıkça vurgu yapılmış, insanları Allah inancına yöneltilirken onların çevrelerindeki varlık ve olaylar üzerinde düşünmeleri, başkalarını taklit etmemeleri istenmiştir. Öte yandan zemmü’l-kelâm ve ashâbü’l-hadîs geleneğine bağlı eserlerde de kelâm metoduna karşı çıkılıp sert itirazlar yapılırken inanç konuları ele alınıp aynı terminoloji kullanılmış, tartışma üslûbu yerilirken daha sert tartışmalara girilmiştir. Dolayısıyla sözü edilen müellifler konuları bakımından kelâm eserlerine benzer kitaplar üretmekten kurtulamamış, kelâmcılar gibi itikadî meselelerle ilgilenip görüş bildirmek durumunda kalmışlardır. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (nr. 7614/1-2) ve Zâhiriyye (nr. 337) kütüphanelerinde birer nüshası bulunan Źemmü’l-kelâm’ın Semîh Dugaym tarafından yapılan neşri (Beyrut 1994) emek mahsulü bir çalışma değildir. Daha sonra eseri Ebû Câbir Abdullah b. Muhammed el-Ensârî, özellikle ayrıntılı hadis tahrîcleriyle birlikte daha ciddi bir çalışmayla beş cilt halinde yayımlamıştır (bk. bibl.). Mücteba Uğur, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, British Library ve Zâhiriyye kütüphaneleri nüshalarına dayanarak kitabı yayıma hazırlamışsa da bu çalışma neşredilememiştir.

Kelâm ilmi aleyhindeki tutum, VI. (XII.) yüzyılda Bağdat’ta Ebü’l-Vefâ İbn Akīl ve Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî gibi mûtedil Hanbelîler tarafından yumuşatılmaya çalışılmışsa da sonraki dönemde Dımaşk’ta Muvaffakuddin İbn Kudâme ile tekrar canlanmış ve onun Źemmü’t-teǿvîl ile Taĥrîmü’n-nažar fî kütübi ehli’l-kelâm adlı eserleriyle münazaracı ve dışlayıcı bir hüviyete büründürülmüştür. Bu iki eserde İbn Akīl gibi âlimlerin haberî sıfatların te’viliyle ilgili yaklaşımına bile karşı çıkılmış, bütünüyle kelâm eserlerine ve itikadî konulardaki aklî izahlara cephe alınmıştır. Dımaşk’taki ashâbü’l-hadîs ekolü, bir asır sonra İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’nin eserleriyle daha sistematik bir içeriğe ve naslara dayalı bir Selef akılcılığına dönüşmüştür (Özervarlı, s. 115-118, 163-170). Ashâbü’l-hadîsin kelâm ilmine yönelttiği eleştirilere Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, İbn Asâkir, Taşköprizâde, Beyâzîzâde Ahmed Efendi gibi kelâmcılar tarafından cevaplar verilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Hâce Abdullah el-Herevî, Źemmü’l-kelâm ve ehlih (nşr. Ebû Câbir Abdullah b. Muhammed el-Ensârî), Medine 1419/1998; Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Risâle fi’stiĥsâni’l-ħavż fî Ǿilmi’l-kelâm (nşr. R. J. McCarthy), Beyrut 1952, s. 87-97; Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 3-7; İbn Batta, el-İbâne Ǿan şerîǾati’l-fıraķı’n-nâciye (nşr. Rızâ b. Na‘sân el-Mu‘tî), Riyad 1409/1988,


I, 221-227, 420-421; II, 531-536, 554-555; Ebü’l-Fazl er-Râzî, Eĥâdîŝ fî źemmi’l-kelâm ve ehlih (nşr. Nâsır b. Abdurrahman el-Cüdey‘), Riyad 1417/1996; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Menâķıbü’ş-ŞâfiǾî (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1390/1970, I, 453-454, 462-463, 470; İbn Ebû Ya‘lâ, Ŧabaķātü’l-Ĥanâbile, II, 18-45; İbn Asâkir, Tebyînü keźibi’l-müfterî, Beyrut 1416/1995, s. 149-166; Muvaffakuddin İbn Kudâme, Źemmü’t-teǿvîl (nşr. Bedr b. Abdurrahman el-Bedr), Küveyt 1416/1995; a.mlf., Taĥrîmü’n-nažar fî kütübi ehli’l-kelâm (nşr. G. Makdisi), Norfolk 1985; Takıyyüddin İbn Teymiyye, Derǿü teǾârużi’l-Ǿaķl ve’n-naķl (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1399-1403/1979-83, II, 82; VII, 145, 185; a.mlf., Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), Kahire 1409/1989, V, 358; İbn Kayyim el-Cevziyye, eś-ŚavâǾiķu’l-mürsele (nşr. Ali Muhammed ed-Dahîl), Riyad 1408, IV, 1267; Süyûtî, Śavnü’l-manŧıķ ve’l-kelâm (nşr. Alî Sâmî en-Neşşâr), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 91-101; Taşköprizâde, Mevzûâtü’l-ulûm, I, 597-615; Keşfü’ž-žunûn, I, 828; İbnü’l-İmâd, Şeźerât, V, 111-112; Beyâzîzâde Ahmed Efendi, İşârâtü’l-merâm min Ǿibârâti’l-İmâm (nşr. Yûsuf Abdürrezzâk), Kahire 1368/1949, s. 34-37, 47-48; Saîd el-Efgānî, Şeyħü’l-İslâm ǾAbdullāh el-Enśârî el-Herevî: Mebâdiǿühû ve ârâǿühü’l-kelâmiyye ve’r-rûĥiyye, Kahire 1388/1968, s. 104-105, 185-214; Talat Koçyiğit, Kelamcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşalar, Ankara 1984, s. 251-271; M. Sait Özervarlı, İbn Teymiyye’nin Düşünce Metodolojisi ve Kelâmcılara Eleştirisi, İstanbul 2008, s. 115-118, 163-170; Ahmed Ateş, “Abdallah al-Ansârî’nin Kitab Damm al-Kalam wa Ahlih Adlı Eseri”, ŞM, V (1963), s. 45-60; Muhit Mert, “Kelâm İlminin Zemmi Üzerine Bir Araştırma”, İslâmî Araştırmalar, XIV/1 (2001), s. 194-206.

M. Sait Özervarlı