ZELLETÜ’l-KĀRÎ

(زلّة القارىء)

Namazda okunan âyetlerde dil sürçmesi ve okuma hatası anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte zelle “hata, kasıtsız işlenen günah, dil sürçmesi” gibi anlamlara gelmekte olup zelletü’l-kārî tamlaması “okuyanın yanılması/dilinin sürçmesi” mânasındadır. Fıkıhta ise bu terkip, namazın rüknü olan kıraat esnasında dil sürçmesini ve okuma hatalarını ifade eden bir terim olmuştur. Namazda okuma hataları konusuna Hanefî fıkıh eserlerinde “namazı bozan şeyler”, “namazda kıraat” konuları içerisinde ayrı bir bahis halinde yer verildiği ve mezhebin ilk dönemine nisbetle sonraki fıkıh literatüründe konunun oldukça ayrıntılı ve muhtemel okuma hatalarını kuşatacak biçimde ele alındığı görülmektedir. Temel fıkıh metinlerine şerh yazıldığı dönemlerde bu meseleye yer verilmeye başlanmasının sebebi, özellikle ana dili Arapça olmayan çeşitli milletlerin namaz kılarken muhtemel dil sürçmeleri ve okuma hatalarının namazı bozup bozmadığının yahut nasıl telâfi edileceğinin bir kurala bağlanması çabası olarak düşünülebilir.

Hanefî Fıkhı. Bu mezhepte zelletü’l-kārî meselesinde iki temel yaklaşım vardır. Ebû Hanîfe, İmâmeyn ve onların talebelerinden oluşan, kendilerine “mütekaddimîn” denilen fakihler zelletü’l-kārî konusunu kurallar çerçevesinde ele almaya öncelik veren ve ihtiyatı esas alan bir yaklaşım sergilerken İbn Mukātil, Muhammed b. Selâm, İsmâil ez-Zâhid, Ebû Bekir el-Belhî, Hinduvânî, İbn Fazl, Hulvânî gibi IV. (X.) yüzyıl ve sonrasına ait Hanefî fakihlerinin temsil ettiği müteahhirîn, mükellef/kıraatte bulunan kişi lehine dinde kolaylık ve genişlik prensibini esas almışlardır.

Mütekaddimîn görüşü. Okuma hataları konusundaki prensiplerin oluşmasına temel teşkil edecek ilk fıkhî ihtilâfın Ebû Hanîfe, İmam Muhammed ile Ebû Yûsuf arasında namazda kıraat haricinde dua etme, namazda iken alınan bir habere tepki verme gibi meselelerle başladığını, bunun zamanla kıraatteki hataları içerisine alacak biçimde genişlediğini söylemek mümkündür. Şöyle ki: Namaz kılan bir kimse Kur’an’da geçen veya bunlara benzeyen, “Allahım, bizi rızıklandır, sen hayırlı rızık ver, beni cehennemden koru!” şeklindeki ifadelerle dua etse bu sözleriyle namazı bozulmaz. Fakat, “Allahım, beni giydir, falancayla evlendir!” gibi duaları dünyaya yönelik insan sözü olduğundan namazı bozulur. Yine namaz kılana üzüleceği yahut sevineceği bir haber verilse ve o da, “Sübhânellah, elhamdü lillâh; innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” gibi Kur’an’da yer alan sözler söylese, bununla haberi getirene cevap vermeyi hedeflese, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre bu sözler bir çağrı, tepki ve insan sözüne dönüştüğü için bu kişinin namazı bozulur. Ebû Yûsuf, bu sözler cevap olarak söylense de Kur’an’da yer aldığından namazın bozulmayacağını söyler. Bu ihtilâftan hareketle kıraatte okuma hatalarına ışık tutacak şu genel kural ortaya çıkmıştır: Kur’an’da olsun olmasın, unutma ve hatadan kaynaklanan okuma hataları Kur’an’daki anlamdan uzaklaşmışsa Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre namaz bozulur. Ebû Yûsuf’a göre ise i‘rab ve hareke yanlışlıklarıyla anlam değişse bile yapılan hatalı okumanın benzeri Kur’an’da yer aldığı sürece namaz bozulmaz. Bu kuralın bir sonucu olarak, yapılan hatalı okuma Kur’an’da bulunuyor ve anlam da fahiş sayılacak ölçüde değişiyorsa adı geçen üç âlime göre de namaz bozulur. Meselâ namazda, “hâze’l-gurâb” (bu karga) (el-Mâide 5/31) yerine “hâze’l-gubâr” (bu toz) veya “es-serâir” (sırlar) (et-Târık 86/9) yerine bir anlamı olmayan “es-serâil” demek namazı bozar. Fakat, “kavvâmîn” (en-Nisâ 4/135) kelimesinin “kayyâmîn” şeklinde okunması anlamı değiştirmediği için Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre namaz bozulmazken bu hatalı kelime Kur’an’da bulunmadığından Ebû Yûsuf’a göre namaz bozulur. Ancak Ebû Hanîfe ile talebelerine göre, unutma ve hata eseri değil kasıten okuma hatası yapılır ve bununla anlam değişirse namazın bozulacağında ihtilâf yoktur.

Müteahhirîn görüşü. Ana dili Arapça olmayan milletlerin İslâm’a girmesiyle birlikte kıraatte i‘rab ve hareke yanlışlığı, mahreçleri yakın harfleri birbirine karıştırma, kelimeleri bölme, yer değiştirme ve yanlış telaffuz etme gibi okuma hatalarının artması müteahhirîn âlimlerini, zaman zaman mütekaddimînin prensiplerine atıflar yapmakla beraber bazı esaslar belirlemeye yöneltmiştir. Bunlar zorluğu kaldırma, kolaylaştırma, yaygın yanlışlıklara müsamaha gösterme gibi esaslardır. Son dönem Hanefî fıkıh eserleri ve fetva mecmualarında yaygın olan ve olması muhtemel okuma hatalarına çokça yer verilmiş, namazda okuma hatası yapanların


namazlarının sıhhati konusuna bir açıklık getirilmeye çalışılmıştır. Hanefî fıkıh eserlerinde belli başlı okuma hatalarının şu başlıklar altında toplandığı görülmektedir:

a) İ‘rabda Hata. Arapça’da cümlenin özne, nesne gibi unsurlarını kelimelerin sonundaki hareke belirler. Arapça bilmeyenler kelimelerin harekelerini de bilemedikleri ve onları bunu öğrenmeye zorlamanın sıkıntı oluşturacağı düşüncesiyle müteahhirîn, hareke hatası cümlenin anlamını tamamen tersine çevirse de namazın bozulmayacağında görüş birliğine varmışlardır. Onlar düşüncelerini bu prensiple birlikte Ebû Yûsuf’un yaklaşımı üzerine bina etmişlerdir. Meselâ “ve izi’btelâ İbrâhîme rabbuhû” (rabbi İbrâhim’i sınadığı zaman) (el-Bakara 2/124) âyeti “ve izi’btelâ İbrâhîmu rabbehû” (İbrâhim rabbini sınadığı zaman) şeklinde okunsa, hatalı okunan bu kelimelerin Kur’an’da lafız olarak mevcut olması ve zorluğu kaldırma prensibi sebebiyle namaz bozulmaz. Yine, “er-rahmânu ale’l-arşi’stevâ” (O rahmân arşa istivâ etmiş-kurulmuştur) âyetindeki (Tâhâ 20/5) “er-rahmânu” lafzının “er-rahmâne” şeklinde okunması da anlamı değiştirmediği ve Kur’an’ın içinde yer aldığı için namazı bozmaz. Şeddeli harfin şeddesiz, uzatılarak okunacak bir harfin kısa okunması, idgamlı harfin idgamsız okunması veya bunların tersi hatalı okumalar bu prensip çerçevesinde namazı bozmaz.

b) Vakf ve İbtidâda Hata. Arapça’da cümle bütünlüğünün ve anlamın bozulmaması için kıraatte bulunan kişinin, vakf (durma) yerlerini gözetme ve nefesin yetmemesi yahut unutma gibi durumlarda yarıda bırakılan kelimeyi okumaya yeniden başlama (ibtidâ) hususunda dikkatli olması gerekir. Fakat bu sadece âyetlerin ezberlenmesiyle değil anlamlarının da bilinmesiyle mümkün olur. Bunu sağlamak ana dili Arapça olmayanlar için oldukça zordur. Bu tür okuma hatası anlamı değiştirmiyorsa mütekaddimîn ve müteahhirîne göre namaz bozulmaz; müteahhirîn anlam değişse de namazın bozulmayacağını belirtir. Çünkü insanlardan buna dikkat ederek okumalarını istemek sıkıntıya sebep olur. Meselâ Âdiyât sûresini okumaya başlayan bir kişi “ve’l-âdiyâti” kelimesini bir çırpıda söyleyemeyip “ve’l-â” dese, nefesi yetmediği veya gerisini getirememe gibi sebeplerle okumaya devam etmese, bir anlık duraklamadan sonra devamı hatırına gelip sûreyi tamamlasa yahut onun yerine başka bir âyet okusa namaz bozulmaz. Çünkü bu yaygın bir okuma hatası olup kaçınılması zordur.

c) Harf Değişikliği. Kıraatte bulunan kişinin bazan kelimeyi oluşturan harflerden birinin yerine başka bir harf koyarak okuması durumudur. Harf yanlışlığı yapılan okuma Kur’an lafzı olmaktan çıkmaz ve anlam da değişmezse namazın bozulmayacağında görüş birliği vardır; meselâ “inne’z-zâlimîne” yerine “inne’z-zâlimûne” okunsa namaz bozulmaz. Fakat “kavvâmîne bi’l-kıst” yerine (en-Nisâ 4/135) “kayyâmîne bi’l-kıst” şeklinde okunsa anlam değişmediği için Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre namaz bozulmazken hatalı okunan kelime Kur’an’da bulunmadığından Ebû Yûsuf’a göre namaz bozulur.

d) Kelime Ekleme. Okuyan kişinin âyette olmayan bir iki kelimeyi âyete ekleyerek okuması durumudur. Meselâ “ve amile sâlihan felehüm ecruhum inde rabbihim” (ve sâlih amel işleyenlere, rableri katında ecir vardır) âyeti (el-Bakara 2/62) “sâlihan”dan sonra “ve kefere” (ve kâfir olursa) fiili eklenerek okunsa anlam tamamıyla değiştiği için namaz bozulur. Buna karşılık “ve bi’l-vâlideyni ihsânen” âyeti (en-Nisâ 4/36), “ihsânen”den sonra yakın anlama sahip “ve birran” kelimesi ilâve edilerek okunsa anlam değişmediğinden Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre namaz bozulmaz, Ebû Yûsuf’a göre ise hatalı okunan metin Kur’an metni olmaktan çıktığı için namaz bozulur.

e) Kelimelerin Yerini Değiştirme. Okuyanın cümleyi oluşturan kelimelerin yerini tersyüz etmesidir. Bu değiştirme ile cümlenin anlamı değişmiyorsa namaz bozulmaz, ancak mâna tamamen değişiyorsa namaz bozulur. Meselâ “lehüm fîhâ zefîrun ve şehîkun” (onların orada bir soluk almaları ve hırıldamaları vardır ki!) âyeti (Hûd 11/106) “lehüm fîhâ şehîkun ve zefîrun” şeklinde okunsa anlam değişmediğinden namaz bozulmaz. Fakat “inne’l-ebrâre lefî naîm ve inne’l-füccâre lefî cahîm” (İyiler nimet içerisinde, kötüler ise yakıcı ateş içerisindedir) âyetlerinde (el-İnfitâr 82/13-14) “naîm” ve “cahîm” kelimeleri yanlışlıkla yer değiştirecek olursa mâna bütünüyle değiştiği için namaz bozulur.

f) Harflerin Telaffuzunda Hata. Kur’an okurken yapılan yaygın hatalardan biri de kişinin mahreç birliği veya yakınlığı olmayan harfleri telaffuz ederken birbirine karıştırmasıdır. Arapça’ya nüfuzu az olanların harflerin hakkını vererek telaffuz etmeleri zor olduğundan bu tür hatalı okumaların namazı bozmayacağı ifade edilmiştir. Meselâ “zel” yerine “zâ”, “dâd” yerine “zı”, “se” ve “sâd” yerine “sîn” harflerini telaffuz etmek böyledir. Bu sebeple Fâtiha sûresindeki “es-sırât” kelimesi “es-sirât” şeklinde okunsa namaz bozulmaz.

Diğer fıkıh mezhepleri. Namazdaki okuma hataları konusunun diğer fıkıh mezheplerinde Hanefî mezhebindeki sistematik ve genişlikte ele alınmadığı, meseleye “zelletü’l-kārî” yerine “lehhân/lâhin” (okumada dil bilgisi ve i‘rab hatası yapan) kavramı çerçevesinde yer verildiği görülmektedir. Hanefî mezhebi dışındaki mezhepler, Fâtiha sûresini okumanın farz olduğunu kabul ettikleri için okuma hatası bakımından Fâtiha sûresinde yapılan hata ile zamm-ı sûrede yapılan hatayı namazın sıhhatine etkisi bakımından ayrı değerlendirmişlerdir. Meselâ Şâfiî mezhebinde Fâtiha sûresi okunurken “en‘amte” (nimet verdiğin) fiili kasten “en‘amtü” veya “en‘amti” şeklinde okunsa anlam değiştiğinden kıraat ve namaz sahih olmaz. Kasıtsız olarak bu şekilde okunsa sadece kıraatin tekrar edilmesi gerekir. Yine, “iyyâke na‘büdü” lafzındaki “yâ” harfi şeddesiz olarak “iyâke na‘büdü” okunsa bu hatalı okuma yüzünden namaz geçerli olmaz. Fakat “na‘büdü” fiili “na‘büde” , “nesteînü” fiili “nesteîne” şeklinde okunsa anlam değişmediği için mekruh olmakla birlikte kıraat sahihtir ve namaz bozulmaz. Zamm-ı sûrelerde hatalı okuma anlamı değiştirmez veya lafza eklemede bulunulmazsa yine mekruhtur, ancak namaz bozulmaz; fakat kasten anlamı değiştirecek şekilde okuma veya şâz kıraatlerde namaz bozulur. Meselâ “innemâ yahşellāhe min ibâdihi’l-ulemâu” (Kulları içinden ancak bilginler Allah’tan gereğince korkar) âyeti (Fâtır 35/28), “innemâ yahşellāhu min ibâdihi’l-ulemâe” şeklinde ve “ve’s-sâriku ve’s-sârikatü fe’kta‘û eydiyehümâ” (el-Mâide 5/38) şâz kıraat olarak “ve’s-sâriku ve’s-sârikatü fe’kta‘û eymânehümâ” şeklinde okunsa, önceki âyette anlam değiştiği ve şâz kıraatte de lafza eklemede bulunulduğu için namaz bozulur.

Hanbelî mezhebinde de namazda Fâtiha sûresini okumak farz olduğundan Fâtiha’nın yanlışsız öğrenilmesi ve harflerin doğru telaffuz edilmesi konusunda hassas davranılmıştır. Meselâ “ve le’d-dâllîn” lafzı hata ile “ve le’z-zâllîn” okunsa anlam değiştiğinden namaz sahih değildir. Fakat dili peltek olanlarda görüldüğü gibi âcizliği sebebiyle Fâtiha’nın bir harfini çıkaramama, bir harfini başka bir harf ile değiştirme vb. hatalar yapan kişi “ümmî” kabul edilmiş, Fâtiha’yı yanlışsız okuyanın bu kişiye uyamayacağı belirtilmiştir.


Zamm-ı sûrelerin okunuşunda anlamı değiştirmeyecek hatalar yapan kimsenin bu hataları yapmayanlara imameti ise mekruh olmakla birlikte geçerlidir ve namaz da sahihtir. Zira bu kişi Fâtiha’yı yanlışsız okuduğundan farz olan kıraati yerine getirmiştir. Fakat zamm-ı sûreleri kasıtlı olarak yanlış okuyan kişinin kendisinin de kendisine uyanların da namazı bozulur.

Mâlikî mezhebinde konunun, özellikle okuma hatası yapan birine uymanın namazın sıhhatine etkisi bakımından ele alındığı ve bu anlamda dört ayrı görüşün ortaya çıktığı görülmektedir. 1. Okuma hatası açısından Fâtiha ile zamm-ı sûreyi birbirinden ayırmayan bu görüşe göre Fâtiha sûresini hatasız okusa da zamm-ı sûreyi hatalı okuyanların arkasında namaz câiz değildir. 2. Zamm-ı sûreyi hatasız, Fâtiha’yı ise hatalı okuyanın arkasında da namaz kılmak da câiz olmaz. 3. Anlamı değiştirecek şekilde okuyanın arkasında namaz sahih olmaz. Meselâ “iyyâke na‘büdü” lafzı “iyyâki na‘büdü” veya “en‘amte” fiili “en‘amtü” şeklinde okunsa anlam tamamen değiştiği için namaz bozulur. Fakat “el-hamdü lillâhi” (hamd Allah’adır) lafzı hatayla “el-hamdi lillâhü” şeklinde okunsa anlam değişmediğinden namaz sahihtir. 4. Prensip olarak okuma hatası yapan kişinin arkasında kılınan namazın iade edilmesi gerekmese de bu kişilere uymak mekruhtur. Çünkü hatalı okuyanın maksadı da sahih anlamı korumak ve onu ifade etmektir. Bunların dışında bazı harfleri telaffuz edemediği için okuduğu çok net anlaşılmayan, dilindeki pelteklik sebebiyle “sîn” harfini “peltek sâ” ve “râ” harfini “gayn” şeklinde telaffuz eden yahut “tâ” harfiyle “dâd” , “sîn” harfiyle “sâd” vb. harfleri birbirinden ayıramayanlara uyanların namazı geçerli olup yeniden kılınması gerekmez. Fakat bu hataları yapmadan namaz kıldırabilecek biri varken hatalı okuyana uymak mekruhtur. İbn Rüşd bu son görüşün sahih ve uygulanabilir olduğunu söyler.

Zâhirî mezhebinde İbn Hazm’ın bu tartışmalara şu şekilde katıldığı görülmektedir: Fâtiha ve Fâtiha’dan başka âyet ve sûrelerin Arapça dışındaki herhangi bir dile tercüme edilerek namazda okunması namazı geçersiz kılar. Ayrıca kasıtlı olarak âyetler indirildiği lafızların dışında anlamca aynı, fakat başka Arapça lafızlar şeklinde veya bir âyette yer alan kelimelerin yeri değiştirilerek okunsa hem namaz geçersizdir hem de bu şekilde okuyan günahkâr olur. Çünkü bu yanlış okumaların hepsi Allah’ın kelâmını değiştirmek anlamına gelir ki bu durum, “Kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar” âyetine göre (el-Mâide 5/13) doğru bulunmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “zelle” md.; Lisânü’l-ǾArab, “zll” md.; Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “zelle” md.; Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-Aśl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Beyrut 1410/1990, I, 193-196; İbn Hazm, el-Muĥallâ, III, 254; İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Nihâyetü’l-maŧlab fî dirâyeti’l-meźheb (nşr. Abdülazîm Mahmûd ed-Dîb), Beyrut-Cidde 1428/2007, II, 139; Serahsî, el-Mebsûŧ, I, 198-201; Abdülvâhid b. İsmâil er-Rûyânî, Baĥrü’l-meźheb (nşr. Ahmed İzzû İnâyet ed-Dımaşkī), Beyrut 1423/2002, II, 135; İbn Rüşd, el-Beyân ve’t-taĥśîl (nşr. Muhammed Haccî), Beyrut 1404/1984, I, 448-451; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, İstanbul 1986, I, 61-62; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1987, III, 31-32; a.mlf., el-Kâfî (nşr. Züheyr eş-Şâvîş), Beyrut 1402/1982, I, 131; Nevevî, el-MecmûǾ, III, 392-393; Şehâbeddin el-Karâfî, eź-Źaħîre (nşr. Saîd A‘râb), Beyrut 1994, II, 245-246; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr (nşr. Abdürrezzâk Gālib el-Mehdî), Beyrut 2003, I, 331-333; Mevkūfâtî Mehmed, Mevkūfât, İstanbul 1290, s. 85-88; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 79-82; Abdurrahman Şeyhîzâde, MecmaǾu’l-enhur, İstanbul 1284, s. 60; Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, Ĥâşiye Ǿalâ Merâķı’l-felâĥ, İstanbul 1985, s. 275-277; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), I, 630-634; Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, İstanbul 1320, s. 552-555; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıķhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1989, III, 20-22; İbrahim Kâfi Dönmez, “Zelletü’l-kârî”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997, IV, 575-578.

Menderes Gürkan