ZARÛRÂT-ı DÎNİYYE

(الضرورات الدينيّة)

Sübûtu ve delâleti kesin nasla sabit olan dinî hususlar.

Zarûrât sözlükte “zarar vermek; mecbur etmek, gerekli kılmak” anlamındaki çarr kökünden türeyen ve “çaresizlik; ihtiyaç, gereklilik” anlamına gelen zarûretin çoğul şeklidir. Zarûrât-ı dîniyye terim olarak “dinden oldukları sübût ve delâlet açısından kesin bir delille belirlenmiş hususlar” şeklinde tanımlanabilir. Zarûrât-ı dîniyye dinin temel ilkelerine işaret ettiğinden daha çok kelâm ilminin konuları arasında yer almakla beraber “şâriin hüküm koyarken murat ettiği kesinlikle bilinen ilkeler” anlamında fıkhın “makāsıd” alanıyla da doğrudan ilgilidir. Din açısından bir şeye inanmanın zorunlu olması için onun hem sübûtunun hem delâletinin kesin, yani Kur’ân-ı Kerîm veya mütevâtir sünnetle sabit olması gerekir. Bu niteliği taşıyan her türlü bilginin kabul edilmesi gerekir. Amelî ve ahlâkî hükümlerin sübût ve delâlet açısından zarûrât-ı dîniyye kapsamına alınması onların bilfiil eda edilmesi değil benimsenmesi anlamına gelir. Bu hükümlere iman ettiği halde edasında kusurları bulunan kişi yine müslüman sayılır.

İslâm âlimleri zarûrât-ı dîniyye kapsamına giren hususları “âmentü, usûlü’d-dîn, usûl-i selâse” ve “usûl-i hamse” gibi başlıklar altında ele almışlardır. Dinin bilinmesi ve inanılması gereken diğer hususları da bu başlıklardan birinin kapsamına girmektedir. Ehl-i sünnet âlimleri, “Cibrîl hadisi” diye meşhur olan rivayet doğrultusunda (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1) İslâm dininin temel prensiplerini altı ilke halinde sıralamış, ilmihal kitaplarında bunlara “âmentü esasları/şartları” denilmiştir. Buna göre iman esasları Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmaktır. Âmentü metninde sadece altı şartın sayılması iman edilmesi gereken hususların bunlardan ibaret olduğu anlamına gelmez. Nitekim söz konusu şartların ulûhiyyet, nübüvvet ve meâd olarak üçe (usûl-i selâse), ulûhiyyet ve nübüvvet şeklinde ikiye ve sadece tevhid (aslü’l-usûl) olarak bire indirgendiği de görülür (bk. ÂMENTÜ). Mu‘tezile âlimlerine göre âmentü beş esastan (usûl-i hamse) ibarettir: Tevhid, adl, va‘d ve vaîd, menzile beyne’l-menzileteyn, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker (Kādî Abdülcebbâr, s. 67); Şîa ise bu esasları tevhid, nübüvvet, imâmet, meâd ve adâlet şeklinde sıralar (M. Hüseyin Kâşifülgıtâ, s. 61-76; Fığlalı, s. 335 vd.). İmâm-ı Rabbânî zarûrât-ı dîniyyeyi üç gruba ayırmıştır. 1. Tevhid, nübüvvet ve meâd gibi inanılması zorunlu olan esaslar. 2. Namaz, zekât, oruç, hac gibi farziyeti kesin olan ibadetler. 3. Zina, içki, kumar gibi haramlığı sabit olan hususlar (Mektûbât, III, 22). Burada söz konusu edilen şey amelî ve ahlâkî hükümleri ifa etmek olmayıp onların İslâm dininin birer hükmü olduğuna inanmaktır.

Zarûrât-ı dîniyye kesinlik arzettiğinden bunların varlığı ictihada konu teşkil etmez (Karaman, s. 216). Dolayısıyla te’vil ve ictihad yoluyla usûlü’d-dîn kapsamına alınan hususların sübûtu tartışmalıdır ve bunları dinin değil mezhebin usulü olarak kabul etmek daha isabetlidir. Bundan dolayı Şîa âlimleri “zarûrât-ı dîniyye” ve “zarûretü’l-mezheb” ayırımına gitmişler, kendilerince benimsenen imâmet ve adâlet prensiplerini -diğer İslâm mezhepleri tarafından kabul edilmediğinden- “usûlü’l-mezheb”; tevhid, nübüvvet ve meâdı ise “usûlü’d-dîn” şeklinde adlandırmış, böylece kendilerine yöneltilecek eleştirileri ortadan kaldırmaya çalışmışlardır (M. Hâdî Âl-i Râzî, XXI/83-84 [1426], s. 93 vd.). Fetva literatüründe, zarûrât-ı dîniyye kapsamındaki hususlardan birini inkâr eden kimsenin dinden çıkacağı belirtilmiştir (Burhanpurlu Şeyh Nizam, IV, 310-340). İnkâr edilen şeyin imanın esaslarından birini teşkil etmesi şart olmayıp namaz ve oruç gibi bir ibadetin farziyetini, içki ve zina gibi bir mâsiyetin haramlığını inkâr etmek de aynı hükme tâbidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 1112; Bâkıllânî, el-İnśâf (nşr. İmâdüddin Ahmed Haydar), Beyrut 1407/1986, s. 14-21; Kādî Abdülcebbâr, el-Uśûlü’l-ħamse (nşr. Faysal Büdeyr Avn), Küveyt 1998, s. 67; İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, İstanbul, ts. (Fazîlet Neşriyat), III, 22; M. Hüseyin Kâşifülgıtâ, Aślü’ş-ŞîǾa ve uśûlühâ (nşr. Murtazâ el-Askerî), Beyrut 1402/1982, s. 61-76; Burhanpurlu Şeyh Nizam, el-Fetâvayi Hindiyye (Fetâvâyi Alemgiriyye) (trc. Mustafa Efe), Ankara, ts. (Akçağ Yayınları), IV, 310-340; Hayreddin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, Ankara 1985, s. 216; Diyanet İslâm İlmihali, Ankara 2006, I, 71; II, 85; E. Ruhi Fığlalı, Günümüz İslâm Mezhepleri, İzmir 2008, s. 335 vd.; Bekir Topaloğlu-İlyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2010, s. 345; M. Hâdî Âl-i Râzî, “Çarûriyyâtü’d-dîn ve’l-meźheb”, Türâŝünâ, XXI/83-84, Kum 1426, s. 93-183.

Mahmut Çınar