ZÂRİYÂT SÛRESİ

(سورة الذاريات)

Kur’ân-ı Kerîm’in elli birinci sûresi.

Adını “savuran rüzgârlar” anlamındaki ilk kelimesinden alır; “Ve’z-zâriyât” diye de anılır (Buhârî, “Tefsîr”, 51). Nübüvvetin Mekke döneminin ortalarında nâzil olmuştur. Altmış âyet olup fâsılası ” ا، ع، ف، ق، ك، م، ن“ harfleridir. Zâriyât sûresi İslâm akaidinin üç temel esasını teşkil eden Allah’ın birliği, âhiret hayatı ve risâlet konularını içerir. Bu muhtevayı iki bölüm halinde özetlemek mümkündür. Birinci bölüm âhiretin vukuu hakkındadır ve toz haline getirip aşılayan, bir yerden başka bir yere savuran rüzgâra, yoğunlaşıp yağmur yükünü taşıyan bulutlara, denizde süzülüp giden gemilere, tabiatın işleyişini (yahut Allah’ın nimetlerini) düzenleyenlere yeminle başlar; yeminin konusu da ceza ve mükâfat gününün mutlaka vuku bulacağı gerçeğidir. Sûrenin ilk dört âyetini teşkil eden “zâriyât, hâmilât, câriyât, mukassimât” kelimeleri âlimlerin çoğu tarafından rüzgârlar, bulutlar, gemiler, melekler (yahut nimetler) diye yorumlanmışsa da (Taberî, XXVI, 239-242; Mâtürîdî, XIV, 125-126) “zâriyât”tan sonra gelen kelimeleri “rüzgârın tesirleri” mânasında veya pozitif ilim alanına giren başka etkenlerle de açıklamak mümkündür (Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, XXVII, 5-7; Elmalılı, VI, 4527). İmam Mâtürîdî, burada üzerine yemin edilen nesne ve olayların bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın birliğini, kudret ve azametini kanıtlarken diğer taraftan tabiata hâkim olan düzenin insan türünün dünyada üreyip yaşamasını sağlamaya işaret ettiğine dikkat çekmiş ve söz konusu hususların ifadeyi pekiştiren yeminin vasıtaları kabul edilebileceğini öne sürmüştür. Bu tür âyetlerde yeminin tabiata ait nesne ve olaylara değil onları yaratana yönelik olduğunu söylemek de mümkündür (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, XIV, 126-129). Daha sonra inkârcılara hitap edilerek vahiy ürünü olan Kur’an’ın haber verdiği âhiret ve Hz. Muhammed’in nübüvveti konusunda tutarsızlık içinde bulundukları belirtilir. İnkârcıların alay etmek amacıyla ceza gününün ne zaman vuku bulacağına dair sorularına “ateşe atılacakları gün” diye cevap verilir. Öte yandan Allah’a karşı gelmekten sakınanların cennetlerde ve pınar başlarında bulunacakları bildirilir, ardından da sakınanların dünyadaki nitelikleri şöyle sıralanır: Daima iyi ve faydalı işler yapanlar, teheccüd namazı kılanlar, tövbe edenler, mallarında hem dilenen hem de durumunu açığa vuramayan yoksulların haklarının olduğunu kabul edenler. Daha sonra zihnini ve gönlünü ilâhî gerçeklere açanlar için hem tabiatta hem de insanın kendi varlığında gerçeğe ulaştıracak işaretlerin bulunduğu belirtilir. Yine yeminle pekiştirilen bir ifade ile Kur’an’ın, nübüvvet ve âhiret gibi bütün iman konularının -tıpkı insanın konuşma yeteneğinin varlığı gibi- gerçek olduğu bildirilir. Ardından önceki peygamberlerin muhataplarından inkâr yoluna sapanların feci âkıbetlerine değinilir: Lût kavmini helâk etmek için gönderilen meleklerin onları çamurdan taşlarla, Mûsâ ile mücadele eden Firavun ve taraftarlarının denizde boğulmakla, Hûd’un kavmi Âd’ın kasıp kavuran rüzgârla, Sâlih’in kavmi Semûd’un yıldırımla ve Nûh kavminin suda boğulmakla helâk edilişi anlatılır (âyet: 1-46).

Sûrenin ikinci bölümünde gökyüzünün ilâhî kudretle inşa edildiği, yeryüzünün insan hayatına elverişli biçimde döşenip düzenlendiği, öğüt ve ibret almak için her şeyin çift (karşıt) yaratıldığı ifade edilir; kendisinden başka hiçbir tanrının bulunmadığı tek Allah’a sığınmanın gerekliliği ve Hz. Muhammed’in O’nun tarafından gönderildiği belirtilir. Daha önce de ilâhî emirleri tebliğ eden resullere inkârcıların aynı şekilde karşı çıktıkları, onlara büyücü veya mecnun dedikleri beyan edildikten sonra şöyle buyurulur: “Ey resul! İnkârcıların sana karşı direnip iman etmemesine önem verme, zira bu konuda kınanacak değilsin. Sen öğütlerine devam et, zira öğüt gönlü ilâhî gerçeklere açık olanlara fayda verir” (âyet: 54-55). Zâriyât sûresinin son âyetlerinde Cenâb-ı Hak bütün cinleri ve insanları yalnız kendisine ibadet etmeleri için yarattığını, onlardan rızık talep etmediğini, bütün canlıların ihtiyaçlarını kendisinin karşıladığını bildirir. Müfessirler, 56. âyette geçen ibadet (kulluk) kavramını kulların Allah’ı tanıyıp bilmesi ve O’na şer‘î mânada ibadet etmesi biçiminde yorumlamışlardır. Allah’ın cinlerden ve insanlardan rızık talep etmediği yolundaki beyanı da kendisi için değil kulları için rızık talep etmediği şeklinde anlaşılmıştır (Mâtürîdî, XIV, 156-159; Elmalılı, VI, 4546). Sûrenin sonunda küfür, inkâr ve zulüm yolunu tercih edenlerin daha öncekiler gibi dünyada da âhirette de gerekli karşılığı bulacakları bildirilir (âyet: 57-60).

Zâriyât, Resûlullah’ın diğer peygamberlerden üstün olmasına vesile teşkil eden “mufassal” sûreler grubu içinde yer alır. Ayrıca Zâriyât, Resûl-i Ekrem’in gece


namazlarında aralarında benzerlik bulunan Rahmân-Necm, Müzzemmil-Müddessir gibi sûrelerden ikisini bir rek‘atta okuduğu (Tûr ile birlikte) sûrelerden biridir (Buhârî, “Eźân”, 106; Tirmizî, “CumǾa”, 69; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 306-308, 318). Bazı tefsir kitaplarında yer alan, “Cenâb-ı Hak, Zâriyât sûresini okuyan kimseye dünyada esen her bir rüzgârın on misli sevap verir” meâlindeki hadis (Zemahşerî, V, 622; Beyzâvî, IV, 194) mevzû kabul edilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 722). Muhammed Osman Ebû Semüre Sûretü’ź-Źâriyât: Tefsîruhâ ve iǾrâbühâ (Mansûre 1987) ve Abdülkādir Hüseyin Ađvâǿ belâġıyye Ǿalâ cüzǿi’ź-Źâriyât (Kahire 1991) adıyla birer eser kaleme almışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Tefsîr”, 51; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXVI, 239-242; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. M. Masum Vanlıoğlu), İstanbul 2009, XIV, 125-129, 156-159; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, V, 622; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1410/1990, XXVIII, 232; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 194; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 722; Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî (nşr. M. Ahmed el-Emed-Ömer Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1421/2000, XXVII, 5-7; Elmalılı, Hak Dini, VI, 4527, 4546; Ca‘fer Şerefeddin, el-MevsûǾatü’l-Ķurǿâniyye, Beyrut 1420/1999, s. 3-26; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eĥâdîŝ ve’l-âŝârü’l-vâride fî feżâǿili süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 306-308, 318.

Bekir Topaloğlu