ZÂHİD KEVSERÎ

(1879-1952)

Son devir Osmanlı âlimlerinden.

Muhammed Zâhid Kevserî 16 Eylül 1879 tarihinde Düzce’nin Hacıhasan (ardından Çalıcuma, bugün Karaçalı) köyünde doğdu. Dedelerinden Gûser (Kevser) adlı birine nisbetle anılan Çerkez asıllı bir aileye mensuptur. Babası müderris Hasan Hilmi Efendi 1831’de Kafkasya’da Şebzer’de doğdu. Bu yörede tahsilini tamamladıktan sonra ülkesinin 1863’te Rusya tarafından işgal edilmesi üzerine ailesi ve talebeleriyle birlikte Düzce’ye hicret edip kendi adına izâfetle kurulan Hacıhasan köyüne yerleşti. Düzce’de Nakşibendiyye tarikatı halifelerinden Şeyh Devlet’e bağlandı ve 1865’te hilâfet mansıbını elde etti. 1867’de köyünde inşa edilen medresede müderrislik yapmaya başladı. 1870’te İstanbul’a giderek Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin sohbetlerine katıldı ve bazı tarikat mensuplarının evrad olarak çokça okuduğu Delâilü’l-hayrât*tan icâzet aldı. Ertesi yıl gittiği Hicaz’da Nakşî şeyhlerinden Mûsâ el-Mekkî’nin yanında bulundu ve ondan da hilâfet icâzeti aldı. Hac görevini ifa edip Düzce’ye geldi. 1887’de İstanbul’da Gümüşhânevî’nin yanında dört defa halvete girdi ve hilâfet mansıbını elde etti. Düzce’ye döndükten sonra vefatına kadar Yenicami’nin yanında yaptırılan medresede pek çok talebe yetiştirdi, tarikat dersleri verdi. Hasan Hilmi Efendi yaklaşık 100 yaşında iken 20 Eylül 1926 tarihinde Düzce’de vefat etti ve Hacıhasan köyünde defnedildi.

Zâhid Kevserî temel İslâmî bilgileri babasından aldıktan sonra girdiği Düzce’deki rüşdiye mektebinde müftü Üsküplü Hüseyin Vecih Efendi gibi hocalardan ders aldı ve mezun oldu. 1893’te İstanbul’a gidip Kazasker Hasan Efendi Dârülhadis Medresesi’nde öğrenimini sürdürdü. Bir taraftan amcası Mûsâ Kâzım Kevserî’den Arap dili ve edebiyatı okurken diğer taraftan Fâtih Camii’nde çeşitli hocaların verdiği derslere devam etti. Burada ders halkalarına katıldığı hocalar arasında Çekmeceli İsmâil Zühdü Efendi, Yûsuf Ziyâeddin Efendi, Karinâbâdlı Halil Efendi, Alasonyalı Ali Zeynelâbidin Efendi, Hacı Hâfız diye bilinen Eğinli İbrâhim Hakkı Efendi, Ali Rızâ Fakrî Efendi ve Şeyh Mehmed Esad Dede gibi âlimler yer alır. Kendi ifadesine göre ilmî şahsiyetinin teşekkülünde en çok Alasonyalı Ali Zeynelâbidin Efendi ile Eğinli İbrâhim Hakkı Efendi etkili oldu. Bu arada babasının dostu Kastamonulu Şeyh Hasan Hilmi Efendi’den tarikat dersi aldı ve tasavvuf yoluna intisap etti. İstanbul’da on yıl süren medrese tahsilini 1904’te tamamlayıp 1906’da girdiği ruûs imtihanını kazandı ve dersiâm unvanını elde etti.

Fâtih Camii’nde müderrislik yapmaya başlayan Zâhid Kevserî bu sırada medreselerin ıslahı için kurulan komisyonda görevlendirildi; İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne muhalefetine rağmen öğretime ilişkin yeni kararların alınmasını sağladı. 1913’te İstanbul müderrisliği ruûsu imtihanını kazandı. Dârülfünun’da açılan fıkıh müderrisliği imtihanında da başarı göstermesine rağmen tayini İttihatçılar tarafından engellenince Kastamonu’da yeni açılan medresenin kuruluşu ile görevlendirildi. Burada üç yıl kaldıktan sonra deniz yoluyla İstanbul’a dönerken bindiği teknenin alabora olması yüzünden boğulma tehlikesi atlattı. I. Dünya Savaşı’nın ardından Dârüşşafaka’daki bir aylık müderrisliğinden sonra Süleymaniye’de Medresetü’l-mütehassısîn müderrisliğine getirildi. Bu arada Süleymaniye Medresesi temsilcisi sıfatıyla Meclis-i Vekâlet-i Ders’e üye seçildi. 15 Ağustos 1919 tarihinde şeyhülislâm vekilliği makamı olan ders vekâleti görevine tayin edildi. Sultan III. Mustafa’nın yaptırdığı medresenin Sadrazam Ahmed Tevfik Paşa’nın başkanlığındaki bir cemiyet tarafından yıkılmasına karşı çıkıp Ders Vekâleti’ne bağlı medreselerin kendi izni alınmadan yıkılamayacağı gerekçesiyle mahkemede dava açtığı için bir süre sonra ders vekâleti görevinden uzaklaştırıldı, fakat meclis üyeliği devam etti.

Zâhid Kevserî hayatı boyunca İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne mensup devlet, siyaset ve fikir adamlarına muhalif kaldı. 1922 yılının sonlarına doğru bir dostunun, hakkında tutuklama emrinin çıkarıldığını sokakta kendisine söylemesi üzerine ailesine bile haber vermeden deniz yoluyla Mısır’a hareket etti, önce İskenderiye’ye, birkaç gün sonra da Kahire’ye ulaştı. İskenderiye’den Beyrut’a, oradan Şam’a geçti (1923). Şam’da Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye’deki yazma eserler üzerinde incelemeler yaptı. 1926’da Kahire’ye döndü ve Ezher’de okuyan Türk talebelerinin kaldığı Tekiyyetü’l-Etrâk Ebü’z-Zeheb adlı tekkede ikamet etmeye başladı. 1928’de ilmî seyahat maksadıyla ikinci defa Şam’a gittiyse de burada kendisine uygun bir çevre bulamadığından ertesi yıl Kahire’ye döndü. Kahire’de Dicvî, Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, Ahmed Râfi‘ et-Tahtavî gibi âlimlerden de İslâmî ilimlerden icâzet aldı. Herhangi bir geliri olmadığından maddî sıkıntı çekmesine rağmen yardım tekliflerini kabul etmedi. Bazı Türkçe belgeleri Arapça’ya çevirtmek amacıyla Dârü’l-mahfûzâti’l-Mısriyye idaresince açılan imtihanı


kazanıp maaşla çalışmaya başladı. Bu sırada ailesini İstanbul’dan getirtti. Oğlu ile bir kızı kendisi İstanbul’da iken vefat ettiğinden Kahire’ye eşi ve iki kızı geldi; kızlarından Seniha 1934’te, Meliha 1947’de Kahire’de vefat etti.

Kevserî, Kahire’de bulunduğu yıllarda bir taraftan evini medrese haline getirerek talebe yetiştirirken bir taraftan da çok sayıda İslâmî eserin ilmî neşrini sağladı. Çoğunluğu Mısırlı olmak üzere Yemen, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Malezya, Suriye, Irak ve Türk uyruklu öğrencilere icâzet verdi. Abdülhamîd el-Kütübî el-Mısrî, Ahmed Avang Hüseyin, Alasonyalı Büyük Cemal Öğüt, Abdülfettâh Ebû Gudde, Ahmed Hayri Paşa, Muhammed Reşad Abdülmuttalib, Ebü’l-Fazl İbnü’s-Sıddîk, Ali Ulvi Kurucu, Mehmed İhsan Efendi, Mustafa Runyun ve Muhammed Hüseyin onun yetiştirdiği talebelerdendir. Bu arada Mısır basınında yayımlanan reformist görüşlere karşı çıkması yüzünden sınır dışı edilmesi için girişimlerde bulunulduysa da Şeyh Abdülmecîd es-Sindûnî ve bir süre Evkaf Bakanlığı da yapan Ezher Şeyhi Mustafa Abdürrâzık’ın müdahalesiyle bundan kurtuldu. Faaliyetleri ve yayınları ile büyük takdir toplayan Zâhid Kevserî, Mısır’daki ilim erbabı üzerinde etkili oldu. Ezher’de okuyan öğrencileri vasıtasıyla Hindistan ve Pakistan’da yaşayan âlimlerle irtibat kurarak geniş bir ilmî çevre edindi (Nu‘mânî, s. 175-198). 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Türkiye’ye dönme ümidi taşıdığı, bunun için fırsat gözettiği bir zamanda çeşitli hastalıklarla mücadele etti ve hastalıklardan kurtulamayarak vatan hasretiyle 11 Ağustos 1952 tarihinde Kahire’de vefat etti. Ardından eşi hastalanarak Türkiye’ye döndü ve beş yıl sonra o da öldü (Ahmed Hayrî, s. 5-32).

Görüşleri. Son devirde İslâmî ilimlere hizmeti geçmiş, velûd, tenkitçi ve araştırmacı bir âlim olan Zâhid Kevserî mezhebe bağlılıkta ve muhalif mezhep mensuplarını eleştirmede katı davranmış, bazan da aşırıya kaçmıştır. İlmî birikiminde kelâm, fıkıh, hadis ve tasavvuf önemli yer işgal eder. Mısır’da kaleme aldığı kitaplarında ve özellikle makalelerinde İslâm’a aykırı saydığı yenilik düşüncelerine ve mezheplerin telfîkine karşı çıkmış, dinî ve sosyal konularla ilgilenip bu alanda mücadele vermiştir. Ehl-i sünnet kelâmcılarının görüşlerine eleştirel bakış yapılmasına muhalefet etmiş ve kendi görüşlerini katı bir üslûpla savunmuştur. Mâtürîdiyye’ye mensup olan Zâhid Kevserî’nin kelâma dair temel görüşleri şöyledir: Ehl-i sünnet’e dahil Mâtürîdiyye ile Eş‘ariyye büyük çoğunlukla ortak görüşler benimsemiştir, aralarındaki farklılıklar çok azdır; bu sebeple mezhepleri birbirine yaklaştırmaya çalışmanın bir anlamı yoktur; mezhepsizlik ise dinsizliğe götüren bir yoldur. Dinî emirleri hayata geçirebilmek için bir mezhebe bağlanmak zorunludur. Selefiyye (Haşviyye) ise Selef mezhebine intisap iddiasında bulunan ve kelâm ilmine vâkıf olmayan ehl-i hadîs zümresinin mezhebidir. Bu mezhep teşbih ve tecsîme götüren inançlar içerdiğinden Ehl-i sünnet’e dahil değildir (İbn Asâkir, neşredenin girişi, s. 17). İsbât-ı vâcib konusunda Kur’ân-ı Kerîm’de üzerinde durulan deliller tercih edilmelidir. Çünkü bu delillerde müşahedeye önem verilir, şuurlu ve şuursuz bütün varlıkların kendi kendine vücut bulmasının imkânsızlığına dikkat çekilir (Hâmid İbrâhim Muhammed, s. 105-119). Ehl-i sünnet kelâmcılarıyla Mu‘tezile mensupları arasında ilâhî sıfatlara ilişkin görüş ayrılıkları izâfîdir ve önemli değildir. İbn Teymiyye’nin ilâhî kelâmı kadîm, harf ve seslerden oluşan kelâmı ise hâdis ve zâtıyla kāim kabul etmesi hâdislerin Allah’ın zâtına nisbet edilmesi anlamına gelir ki bu imkânsızdır. Allah’ın dünya göğüne nüzûlü, bir melek gönderip insanları dua etmeye çağırması veya dua ve istiğfarı kabul etmesi demektir (bk. NÜZÛL). Naslarda Allah’a izâfe edilen ve O’na hareket, mekân, cihet, yaratılmış varlıklara ait nitelikler nisbet eden lafızları mutlaka te’vil etmek gerekir. Bunları te’vil etmeyenler müşrik sayılır. Bu sebeple İbn Huzeyme’nin Kitâbü’t-Tevĥîd’i bir şirk kitabıdır. Ahmed b. Hanbel Selefiyye’nin iddia ettiği gibi teşbih ve tecsîmi benimsememiş, aksine haberî sıfatlara dair bazı nasları Selef’in yaptığı gibi icmâlî bir te’vile tâbi tutmuştur (Kevserî, Maķālât, s. 33, 62-63, 148-153, 335, 355-378, 409). Kadere iman insanın eylemlerini icbar altında yapması anlamına gelmez. Aksi takdirde insanın iradesi sorumlu kılındığı fiillerde kaderin bir parçası haline gelir (Kevserî, el-İstibśâr, s. 22; Cüveynî, s. 38). Tevessül naslara dayanan bir uygulama olup şirk kabul edilmesi sapıklıktır. İnsanın, fiillerini iradesiyle yapamadığını ifade eden bazı hadisler fiillerin iradî olduğunu açıklayan âyetlerle çeliştiğinden zayıftır. Zâhid Kevserî’nin İbn Teymiyye’ye ve onun şahsında Selefiyye’ye karşı çıkmasında İbn Teymiyye’nin Hz. Peygamber ve evliya ile tevessülde bulunanları müşrik saymasının etkisinin bulunduğunu söylemek mümkündür.

Hadis alanında da temayüz eden Zâhid Kevserî yirmiye yakın hadis kitabını üstatlarından okuyarak rivayet icâzeti almıştır. Ebû Hanîfe’nin hadis anlayışına yönelik eleştirilere cevap olarak kaleme aldığı Teǿnîbü’l-Ħaŧîb ve en-Nüketü’ŧ-ŧarîfe adlı eserleri büyük yankı uyandırmış, haklarında reddiyeler yazılmış, kendisi bunların bir kısmına cevap vermiştir. Hadise dair diğer eserleri onun ricâl ilmindeki dirayetini kanıtlayıcı niteliktedir. Ona göre âhâd seviyesindeki bir rivayet Kur’an’ın umumuna ve akla aykırı bir muhteva taşıyorsa terkedilir. Kevserî hadislerin içerik yönünden, İslâm dininin ana ilkeleri ve naklî delillerin bütünlüğü açısından incelenip değerlendirilmesinin gerektiğini benimseyen ehl-i re’y mektebine bağlı bulunmasına ve mutlak müctehid gibi davranmasına rağmen Selefiyye’nin haberî sıfatlara ilişkin inançlarını temellendirmek için dayandıkları rivayetleri eleştirmiş, fakat kendi mezhebinin dayandığı rivayetleri aynı yöntemle değerlendirmeyip bu seviyede nakledilen haber-i vâhidi delil kabul etmiştir. Nüzûl-i Îsâ’ya dair rivayetleri metin açısından tenkit eden Mahmud Şeltût’a karşı bu rivayetleri yalnızca isnad açısından değerlendirmeye tâbi tutması da bunu kanıtlamaktadır. Onun Kur’an’ı tefsir ederken de mezhebî bir bakış açısına sahip olduğu ve âyetleri bu doğrultuda yorumlamak için zaman zaman uzak te’viller yaptığı anlaşılmaktadır (Kevserî, Nažra Ǿâbire, s. 93-114).

Zâhid Kevserî’nin ilmî şahsiyetinde tasavvufun önemli bir yeri vardır. Babası Nakşî şeyhleri arasında yer aldığı gibi kendisi de Kastamonulu Nakşî şeyhi Hasan Hilmi Efendi’ye intisap etmiştir. Her iki şeyh de dönemin müceddidi kabul edilen Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin dergâhına mensuptur. Ona göre nefsin ve


hevânın baskısına mâruz kalan kişiler kutsî âlemle irtibatı olan kâmil mürşidlerin irşad ve yardımına muhtaçtır (İrġāmü’l-merîd, s. 61). Tevessül câizdir, çünkü tevessül edilen kâmil insanlar ruhlarını arındırıp temizlediklerinden mânevî tasarrufta bulunma melekesine sahiptir, onların bu nitelikleri ölümlerinden sonra da devam eder. XX. yüzyılın Mâtürîdiyye müceddidi olarak nitelendirilen Zâhid Kevserî’nin görüşleri Mısır’da ve diğer İslâm ülkelerinde dinî tartışmalara zemin hazırlamıştır, kendisini eleştirenler bulunduğu gibi savunanlar da vardır. Mısır müftüsü Muhammed Bahît onun görüşlerini en çok benimseyenlerden biridir. Kevserî’nin insanın irade hürriyetine sahip olduğuna dair görüşlerini eleştirenlerin başında, kendisi gibi İstanbul’dan Mısır’a gitmek mecburiyetinde kalan Osmanlı şeyhülislâmı Mustafa Sabri Efendi yer alır (Hâmid İbrâhim Muhammed, s. 238, 254, 326).

Eserleri. Zâhid Kevserî’nin belli başlı eserleri şunlardır: 1. el-İstibśâr fi’t-teĥaddüŝ Ǿani’l-cebr ve’l-iħtiyâr (Kahire 1370/1951). İnsanın irade hürriyetine sahip kılındığını kanıtlamak amacıyla yazılan eserde, Mustafa Sabri Efendi’nin Mevķıfü’l-beşer taĥte sulŧâni’l-ķader adlı kitabında insan fiillerinin cebir altında gerçekleştiğini savunan görüşleri eleştirilmiş, Mustafa Sabri Efendi’nin bu inancı benimsemesi, kendisinin Mısır’a hicret etmek mecburiyetinde kalması gibi psikolojik sebeplere bağlanmıştır. 2. Nažra Ǿâbire fî mezâǾimi men yünkiru nüzûle ǾÎsâ Ǿaleyhi’s-selâm ķable’l-âħire. Bu eserde de Mahmud Şeltût’un, Hz. Îsâ’nın öldüğü ve kıyametin kopmasından önce yeryüzüne inmeyeceği yolundaki görüşü reddedilmektedir (Kahire 1943). 3. Maķālâtü’l-Kevŝerî. Müellifin öğrencileri tarafından derlenen değişik makalelerinden meydana gelmiştir (Kahire 1952; nşr. Râtib Hâkimî, Humus 1388). 4. İrġāmü’l-merîd fî şerĥi’n-nažmi’l-Ǿatîd li-tevessüli’l-mürîd. Kevserî’nin tasavvufa dair görüşlerini ve Nakşibendiyye tarikatına mensup Mâverâünnehir bölgesinden otuz üç sûfînin ve kendisinin biyografisini içermektedir (İstanbul 1328). Esere ed-Dürrü’n-nađîd adıyla bir şerh yazılmıştır. 5. Maĥķu’t-teķavvül fî mesǿeleti’t-tevessül. Tevessülün meşrûluğunu kanıtlamaya yönelik bir risâledir (nşr. Vehbî Süleyman Gāvecî, baskı yeri yok, 1417/1997). 6. Teǿnîbü’l-Ħaŧîb Ǿalâ mâ sâķahû fî tercemeti Ebî Ĥanîfe mine’l-ekâźîb. Hatîb el-Bağdâdî’nin İmam Ebû Hanîfe hakkında ileri sürdüğü asılsız isnatlara karşılık vermek amacıyla kaleme alınmıştır (Kahire 1942). Râvi ve rivayetlerle ilgili bazı kriterlerin ortaya konduğu esere birkaç reddiye yazılmıştır. Bunlardan Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî’nin TalîǾatü’t-tenkîl limâ verede fî Teǿnîbi’l-Kevŝerî mine’l-ebâŧîl adlı reddiyesine (Kahire 1942) Kevserî et-Terhîb bi-naķdi’t-Teǿnîb adlı risâlesiyle cevap vermiş (Kahire 1949) ve Yemânî’yi yeni türeyen mezhepsizlik akımına nisbet etmiştir. Yemânî’nin buna karşı yazdığı et-Tenkîl limâ verede fî Teǿnîbi’l-Kevŝerî mine’l-ebâŧîl adlı eser Kevserî’nin vefatından sonra Nâsırüddin el-Elbânî ve Muhammed Abdürrezzâk Hamza tarafından bazı dipnotlar ve ta‘liklerle beraber yayımlanmıştır (Kahire 1386; Riyad 1403/1983, 1406/1986). Muhammed Abdürrezzâk Hamza, Kevserî’nin Yemânî için kaleme aldığı reddiyeye el-Muķābele beyne’l-hüdâ ve’đ-đalâl: Ĥavle Terhîbi’l-Kevŝerî bi-naķdi Teǿnîbihî adlı bir kitapla karşılık vermiştir (Kahire 1370). 7. en-Nüketü’ŧ-ŧarîfe fi’t-teĥaddüŝ Ǿan Rudûdi İbn Ebî Şeybe Ǿalâ Ebî Ĥanîfe. İbn Ebû Şeybe’nin, 125 ana meselede Ebû Hanîfe’nin sahih hadislere muhalefet ettiğine ilişkin iddiasına karşı yazılmıştır (Kahire 1365). 8. Târîħu’l-fıraķı’l-İslâmiyye: Menşeǿühâ ve’ħtilâfühâ ve esbâbü taǾaddüdihâ ve teŧavvurihâ ve eŝeru źâlik fi’l-müctemaǾ (Hâmid İbrâhim Muhammed, s. 64). 9. et-Taĥrîrü’l-vecîz fî-mâ yebtaġīhi’l-müstecîz. Müellifin mensup olduğu ilim silsilesinde yer alan âlimlerin ve icâzet verdiği talebelerinin isimlerini içeren bir eserdir (sebet) (Kahire 1941; nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, Halep 1413/1993). 10. Min Ǿiberi’t-târîħ. Başından beri İslâm’a düşmanlık yapanlara dair bilgiler içerir (Hâmid İbrâhim Muhammed, s. 65). 11. İĥķāķu’l-ĥaķ bi-ibŧâli’l-bâŧıl fî Muġīŝi’l-ħalķ fî tercîhi’l-ķavli’l-ĥaķ. İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’ye ait Muġīŝü’l-ħalķ adlı eserde savunulan, İmam Şâfiî’nin en büyük müctehid ve en iyi mezhebin kurucusu olduğu, Ebû Hanîfe ile mezhebinden daha üstün kabul edilmesi gerektiği yolundaki iddiaya karşı yazılmıştır. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in veziri Amîdülmülk el-Kündürî’nin girişimleriyle Nîşâbur’dan ayrılmaya mecbur bırakılan Cüveynî eserini, kendisini Hanefî mezhebi konusunda olumsuz bir düşünceye sevkeden bu olayın etkisiyle yazmıştır (Kahire 1360, 1988; Beyrut 2003). 12. el-İşfâķ Ǿalâ aĥkâmi’ŧ-ŧalâķ. Ahmed Muhammed Şâkir’in Nižâmü’ŧ-ŧalâķ fi’l-İslâm adlı eserinde yer alan talâka dair hükümlerin eleştirisidir (Kahire, ts.). 13. el-İfsâĥ Ǿan ĥükmi’l-ikrâh fi’ŧ-ŧalâķ ve’n-nikâĥ. Ebû Hanîfe’nin cebir altında vuku bulan talâk ve nikâh hakkında çağındaki âlimlerin değerlendirmelerine cevap verdiği bir risâledir (Hâmid İbrâhim Muhammed, s. 67). 14. ŚafaǾâtü’l-burhân Ǿalâ śafaĥâti’l-ǾUdvân. Muhibbüddin el-Hatîb’in Mecelletü’l-Ezher’de yazdığı “ǾUdvânü Ǿulemâǿi’l-İslâm yecibü en yekûne lehû ĥad yeķıfu Ǿindeh” adlı makalesinde hadis âlimlerine yönelttiği eleştirilere cevaptır (Dımaşk 1348).

Kevserî’nin diğer bazı eserleri de şunlardır: Aķvemü’l-mesâlik fî baĥŝi rivâyeti Mâlik Ǿan Ebî Ĥanîfe ve rivâyeti Ebî Ĥanîfe Ǿan Mâlik (küçük bir risâle olup İĥķāķu’l-ĥaķ adlı eserle birlikte yayımlanmıştır; Kahire 1360, 1988); el-İmtâǾ bi-sîreti’l-imâmeyn Ĥasan b. Ziyâd ve śâĥibihî Muĥammed b. ŞücâǾ (Kahire 1368; Beyrut 2004); Ĥüsnü’t-teķāđî fî sîreti’l-İmâm Ebî Yûsuf el-Ķāđî (İmam Ebû Yûsuf’un biyografisi yanında İmam Ebû Hanîfe’nin kendisine yaptığı vasiyeti içerir; Kahire 1948; Humus 1968; Beyrut 2004); Bülûġu’l-emânî fî sîreti’l-İmâm Muĥammed b. el-Ĥasan eş-Şeybânî (Humus 1388/1969; Beyrut 2004); Lemeĥâtü’n-nažar fî sîreti’l-İmâm Züfer (Kahire 1368; Karaçi 1983; Beyrut 2004); el-Ĥâvî fî sîreti’l-İmâm Ebî CaǾfer eŧ-Ŧaĥâvî (Beyrut 2004); el-Buĥûŝü’s-seniyye Ǿan baǾżı ricâli esânîdi’ŧ-ŧarîķati’l-Ħâlidiyye (Halvetî-Şâbânî silsilesinde yer alan on üç şeyhin biyografisine dairdir; Kahire 1944); el-Cevâbü’l-vefî fi’r-red Ǿale’l-vâǾiži’l-Ofî (vaazlarında tasavvuf aleyhinde konuşmalar yapan Oflu bir hocaya yönelik reddiyedir; Muslu, s. 698); Fıķhü ehli’l-ǾIrâķ ve ĥadîŝühüm (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, Beyrut 1390/1970; T. trc. Abdülkadir Şener-M. Cemal Sofuoğlu, Hanefî Fıkhının Esasları, Ankara 1991); Nibrâsü’l-mühtedî fi’ctilâǿi en-bâǿi’l-Ǿârif Demirdâş el-Mehdî (Kahire 1364; nşr. M. Abdülkādir Nassâr, Kahire 1429/2008).

Bunların dışında Zâhid Kevserî neşrettiği, takriz yazdığı veya tanıttığı çok sayıda esere takdim yazısı ve mukaddime yazmış, dipnotlar eklemiştir. Önemli değerlendirmeler içeren ve büyük değer atfedilen bu yazılardan elli yedisi Muķaddimâtü’l-İmâm el-Kevŝerî adlı eserde toplanmıştır (Dımaşk-Beyrut 1418/1997). Kevserî’nin yayımladığı başlıca eserler de şunlardır: Ebû Hanîfe, el-ǾÂlim ve’l-müteǾallim; İbn Tayfûr, Kitâbü Baġdâd; İbn Kuteybe, el-İħtilâf fi’l-lafž; İbn Ebü’d-Dünyâ,


el-ǾAķl ve fażluhû; Malatî, et-Tenbîh ve’r-red; Bâkıllânî, el-İnśâf; Dârekutnî, Eĥâdîŝü’l-Muvaŧŧaǿ; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Farķ beyne’l-fıraķ; Beyhakī, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât; Cüveynî, el-ǾAķīdetü’n-Nižâmiyye; İbn Hazm, en-Nübeź; Gazzâlî, Ķānûnü’t-teǿvîl; İsferâyînî, et-Tebśîr fi’d-dîn; Kayserânî, Şürûŧü’l-eǿimmeti’s-sitte; Hâzimî, Şürûŧü’l-eǿimmeti’l-ħamse; İbn Meymûn, el-Muķaddimâtü’l-ħams ve’l-Ǿişrûn min Delâleti’l-ĥâǿirîn; İbnü’s-Sîd el-Batalyevsî, Kitâbü’l-Ĥadâǿiķ; Ebû Şâme el-Makdisî, eź-Źeyl Ǿale’r-Ravżateyn; İbn Kutluboğa, Münyetü’l-elmaǾî; Sirâcüddin el-Gaznevî, el-Ġurretü’l-münîfe; Devvânî, Ĥaķīķatü’l-insân ve’r-rûĥi’l-cevvâl; Hammâdî, Keşfü esrâri’l-Bâŧıniyye; İbrâhim b. Mustafa el-Halebî el-Mezârî, el-LümǾa. Zâhid Kevserî ayrıca kendi kitaplarında verdiği bilgilere göre Mısır’a gitmeden önce İstanbul’da yirmi üç eser yazmış, fakat kütüphane kayıtlarında bunların nüshalarına rastlanmamıştır.

Kevserî’ye dair çeşitli monografiler yazılmıştır: Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevŝerî (Kahire 1373); Hâmid İbrâhim Muhammed, eş-Şeyħ Muĥammed, Zâhid b. Ĥasan b. ǾAlî el-Kevŝerî ve cühûdühü’l-kelâmiyye (1988, doktora tezi, Câmiatü’l-Ezher); Mehmet Emin Özafşar, Muhammed Zahid Kevseri Hayatı Eserleri Fikirleri ve Hadisçiliği (1989, yüksek lisans tezi, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Dayfullah Hamed Necî el-Manâsır, Cühûdü’l-Kevŝerî fî Ǿilmi’l-ĥadîŝ (1993, yüksek lisans tezi, Câmiatü Ürdün), Muhammed Saîd Havvâ, el-Kevŝerî ve cühûdühû fî Ǿilmi’l-ĥadîŝ (Amman 1996); Ebü’l-Feyz İbnü’s-Sıddîk el-Gumârî, Beyânü telbîsi’l-müfterî Muĥammed Zâhid el-Kevŝerî (Reddü’l-Kevŝerî Ǿale’l-Kevŝerî) (Riyad 1413); Muhammed Behcet el-Baytâr, el-Kevŝerî ve taǾlîķātühû (Kahire 1938; nşr. Muhammed Hamed el-Hamûd, Tâif 1410/1990). Zâhid Kevserî hakkında iki sempozyum düzenlenmiştir. Bunların ilki Düzce’de yapılmış ve sunulan bildiriler Muhammed Zâhid el-Kevserî: Hayatı-Eserleri-Tesirleri adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1996). Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nin öncülüğünde yine Düzce’de gerçekleştirilen ikinci sempozyumun bildirileri ise Uluslararası Düzceli M. Zâhid Kevserî Sempozyumu Bildirileri adıyla neşredilmiştir (Düzce 2007).

BİBLİYOGRAFYA:

M. Zâhid Kevserî, Maķālâtü’l-Kevŝerî (nşr. Râtib Hâkimî), Humus 1388, s. 33, 62-63, 148-153, 335, 355-378, 409, 476; a.mlf., el-İstibśâr fi’t-teĥaddüŝ Ǿani’l-cebr ve’l-iħtiyâr, Kahire 1370/1951, s. 22; a.mlf., Nažra Ǿâbire fî mezâǾimi men yünkiru nüzûle ǾÎsâ Ǿaleyhi’s-selâm ķable’l-âħire, Kahire 1943, s. 93-114; a.mlf., İrġāmü’l-merîd, İstanbul 1328, s. 26-45, 61, 110-112; a.mlf., et-Taĥrîrü’l-vecîz fîmâ yebteġīhi’l-müstecîz, Kahire 1341, s. 26, 75-78; İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, el-ǾAķīdetü’n-Nižâmiyye (nşr. M. Zâhid Kevserî), Kahire 1367/1948, neşredenin notu, s. 38; İbn Asâkir, Tebyînü keźibi’l-müfterî, neşredenin girişi, s. 17; Ahmed Hayrî, el-İmâm el-Kevŝerî, Kahire 1372, s. 5-32; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İstanbul 1981, IV, 128-138; Hâmid İbrâhim Muhammed, eş-Şeyħ Muĥammed Zâhid b. Ĥasan b. ǾAli el-Kevŝerî ve cühûdühü’l-kelâmiyye (doktora tezi, 1988), Câmiatü’l-Ezher, s. 37-84, 105-119, 162-163, 238, 244, 254, 326; Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî, et-Tenkîl limâ verede fî Teǿnîbi’l-Kevŝerî mine’l-ebâŧîl (nşr. M. Nâsıruddin el-Elbânî-M. Abdürrezzâk Hamza), neşredenin girişi, Kahire, ts. (Dârü’l-kütübi’s-selefiyye), I, s. b; Mehmet Emin Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî: Hayatı”, Muhammed Zâhid el-Kevserî: Hayatı-Eserleri-Tesirleri, İstanbul 1996, s. 29-54; a.mlf., “Muhammed Zâhid el-Kevserî: Hadis Yönü”, a.e., s. 83-105; Yakup Çiçek, “Muhammed Zâhid Kevserî’nin Tasavvufî Görüşleri”, a.e., s. 127-141; Muhammed b. Abdullah Âlü Reşîd, el-İmâm Muĥammed Zâhid el-Kevŝerî ve ishâmâtühû fî Ǿilmi’r-rivâye ve’l-isnâd, Amman 1430/2009; M. Abdüşşehîd en-Nu‘mânî, “Śılatü’l-İmâm el-Kevşerî bi Ǿulemâǿi şibhi’l-ķārreti’l-Hindiyyeti’l-Bâkistâniyye”, Uluslararası Düzceli M. Zâhid Kevserî Sempozyumu Bildirileri, Düzce 2007, s. 175-198; Pehlül Düzenli, “Allâme Kevserî’nin Fetvâ Usûlü Anlayışı”, a.e., s. 420-428; Ramazan Altıntaş, “Kevserî’nin Ta’lîk Yöntemine Bir Bakış”, a.e., s. 545; Mehmet Özşenel, “Kevserî’ye Göre Haber-i Vâhidin İtikadî Konularda Delil Olma Meselesi”, a.e., s. 567; Ramazan Muslu, “Muhammed Zâhid el-Kevserî ve Tasavvuf”, a.e., s. 698-699; Ali Ulvî Kurucu, Hatıralar (haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 2007, II, 180-188; Ebü’l-Hüseyin Mahbûb Ali Şâh-Abdurrahman Şâh Velî, “eş-Şeyħ Muĥammed Zâhid el-Kevşerî: Ĥayâtüh ve aǾmâlüh”, ed-Dirâsâtü’l-İslâmiyye, VI/3, İslâmâbâd 1971, s. 73-90.

Yusuf Şevki Yavuz




FIKIH. Mısır’ın hareketli ilmî ortamında bir taraftan Muhammed Abduh ekolüne mensup ıslahat yanlısı âlimler, diğer taraftan İbn Teymiyye ekolünden gelen Selefîler ile ateşli tartışmalara giren, yazdığı makale ve kitaplarda bu çevrelere karşı eleştirilerini açıkça dile getirip cevap veren Zâhid Kevserî fıkıh alanındaki telif ve neşirlerinde bu tavrını yoğunlaştırarak sürdürmüştür. Kevserî’nin bu alandaki temel görüşleri şöyledir: Fıkıh, şeriat ve din kavramları birbirinden ayrı düşünülemez, çünkü fıkıh din bilgisi olup din bilgisi dine aykırı olamaz. Muâmelâta ilişkin dinî hükümleri diğerlerinden ayrı tutup değişebilirliğini ileri sürmek tutarsızlıktır. İyi özümsenip dirayetle tatbik edildiğinde İslâm ahkâmı müslümanların problemlerini her zaman ve her yerde çözmeye yeterlidir. Sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn fukahasının Kitap ve Sünnet’ten Arap dili kurallarına göre anladığı şey ne ise dinî ahkâm odur. Sonraki asırlarda yaşayan fakihler (müteahhirîn) öncekilerin Kitap ve Sünnet’ten çıkardıkları şeylere muhalefet edemez, sadece onların hüküm vermediği veya sonradan ortaya çıkan hususlarda hüküm verebilir; onların ihtilâf ettiği meselelerde tercihte bulunabilir. Bu çerçevede örf ya da maslahat hükümlerin değişmesine gerekçe yapılamaz. Bu gerekçelerle bazı şer‘î hükümleri yürürlükten kaldırmak ise ahkâm neshetmektir, bu ise insanın teşrî‘ alanına müdahalesi anlamına gelir. Teşrî‘ alanı münhasıran Allah’a aittir (Maķālâtü’l-Kevŝerî, s. 108, 111, 113-116). Fakihlerin, sadece genel geçer hale gelmiş olan ve şer‘î hükümlerle çatışmayan örfün kıyas ve eseri (sahâbe ve tâbiîn görüşleri) tahsis edebileceği, hususi örfün ise ancak kıyas ve eserle çatışmadığı sürece o yöreye mahsus hüküm bildireceği yönündeki görüşünü benimseyen Kevserî’ye göre akılla tesbit edilen dünyevî maslahatın şer‘î delillerle çatışabileceğini söylemek Allah’ın kulların maslahatını bilmediği anlamına gelecektir. Bu sebeple nas ve icmâın maslahatla çatıştığı durumlarda maslahatın tercih edileceğini söyleyen (et-TaǾyîn, s. 238 vd.) Hanbelî âlimi Süleyman b. Abdülkavî et-Tûfî bu yanlış görüşün kapısını ilk açan kişi olmuştur. İbn Kayyim el-Cevziyye de eŧ-Ŧuruķu’l-ĥükmiyye ve İǾlâmü’l-muvaķķıǾîn adlı eserlerinde nasmaslahat ilişkisi konusunda benzer bir yanlış içindedir (Maķālâtü’l-Kevŝerî, s. 119, 319, 331). İbadetlere dair olanların aksine muâmelâta dair hükümlerin zamanın gereği doğrultusunda değişebileceği de söylenemez; çünkü bu doğrudan doğruya insana teşrî‘ yetkisi tanımak demektir. Esasen muâmelâta dahil hükümlerin kulların dünyevî maslahatları için vazedildiği fikri de hiçbir temele dayanmaz (a.g.e., s. 118-119). Bu bağlamda savaşla ele geçirilen arazileri gaziler arasında taksim etmemek, müellefe-i kulûbdan bazı kimselere zekât verilmesi uygulamasını durdurmak, zifafa girilmiş eşe bir mecliste tek lafızla söylenen üç talakı üç talak saymak gibi icraatlarında Hz. Ömer’in nassa aykırı olsa da maslahatı esas aldığını söylemek mümkün değildir. Bu bağlamda İbn Receb’in Hz. Ömer’in icraatlarıyla ilgili bir tasnifini aktaran Kevserî, onun bu uygulamasının ve benzeri hususlardaki uygulamalarından her birinin


ayrı bir izahı bulunduğunu ileri sürer (a.g.e., s. 13 vd.; el-İşfâķ Ǿalâ aĥkâmi’ŧ-ŧalâķ, s. 43-44). Kevserî müctehid imamların birbirinden istifadede bir aile gibi olduğunu, fıkhî meselelerin dörtte üçünde ittifak ettiğini, farklı görüşlerinin delillerin yapısından ve anlaşılma tarzının farklılığından kaynaklandığını, fukahanın cüz’î meselelerde ihtilâfının dinde ayrılığa düşmek değil aksine dini ikame etmek anlamına geldiğini söyler (Maķālâtü’l-Kevŝer, s. 109, 138-139, 151; Teǿnîbü’l-Ħaŧîb, s. 7, 9). Şehâbeddin Mercânî’ye (Nâžûretü’l-ĥaķ, s. 58) muvafakat ederek Hanefî mezhebi imamlarından Ebû Yûsuf, Züfer ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin mutlak müctehid olduğunu savunur ve Şeyhülislâm İbn Kemal’in bu imamları mezhepte müctehid mertebesinde saymasını isabetli bulmaz (Ĥüsnü’t-Teķāđî, s. 25; Lemeĥâtü’n-nažar, s. 24). Hanefî mezhebine taassup derecesinde bağlılığı, bid‘at ehli kabul ettiği mezheplere ve özellikle Şîa’ya karşı sert bir tutum sergilediği bilinen Kevserî, Sünnî imam ve âlimleriyle Ehl-i beyt imamlarına karşı saygı ve minnettarlık ifade eden üslûbunu da her zaman korumuştur. Muhammed Âbid es-Sindî’nin Tertîbü Müsnedi’l-İmâmi’ş-ŞâfiǾî’si, Beyhakī’nin İmam Şâfiî’nin ictihadlarına dayanak olan âyetlerden teşkil ettiği Aĥkâmü’l-Ķurǿân’ı, Takıyyüddin es-Sübkî’nin Fetâvâ’sı, İbn Hazm’ın fıkıh usulüne dair en-Nübeź’i, İbn Ebû Hâtim’in Âdâbü’ş-ŞâfiǾî’si, Zeydî âlimi Şerefeddin es-Seyyâgī’nin İmam Zeyd b. Ali’ye nisbet edilen el-Müsned’ine (el-MecmûǾ) er-Ravżü’n-nađîr adıyla yazdığı şerh gibi farklı mezheplere mensup pek çok müellifin eserinin neşrine ön ayak olması, bunlara takdim yazıları yazması bunun bir göstergesidir. İmam Ebû Hanîfe’nin ve diğer mezhep imamlarının -son derece sınırlı sayıda da olsa- bazı meselelerde, delillerini tam anlamıyla araştırmadan kendilerinden önceki âlimlere uyarak şâz görüşler benimsediklerini söylemesi (Maķālâtü’l-Kevŝer, s. 253), hatta İbn Ebû Şeybe’nin İmam Ebû Hanîfe’nin hadise aykırı görüşler ileri sürdüğünü iddia ettiği 125 meselenin onda birinde haklı olabileceğini söylemesi de bu durumu teyit eder (en-Nüketü’ŧ-ŧarîfe, s. 5).

Zâhid Kevserî özel olarak İmam Ebû Hanîfe’nin, genel olarak da Hanefî mezhebinin hadisi esas alma noktasında diğer mezheplerden geri kalmadığını sıkça dile getirerek Ebû Hanîfe’nin hadis müktesebatının özellikle hadis kökenli bazı âlimlerin zannettiğinin aksine yeterli olduğunu ve onun en az diğer imamlar kadar ictihadlarında hadisi esas aldığını, esasen o dönemde Kûfe’nin hadis birikimi bakımından diğer İslâm merkezlerinden ileri seviyede bulunduğunu ileri sürmüştür (Teǿnîbü’l-Ħaŧîb, s. 296 vd.; Fıķhü ehli’l-ǾIrâķ ve ĥadîŝühüm, s. 32 vd., 51, 52, 60 vd.). Hanefî mezhebinin hükümlerinin diğer mezheplere göre daha kuvvetli olduğunu savunan Kevserî, İmam Ebû Hanîfe’nin kırk kadar fakih talebesinin teşkil ettiği fıkıh heyetinin istişaresiyle meseleleri çözüme bağlamasını buna delil gösterir (Fıķhü ehli’l-ǾIrâķ ve ĥadîŝühüm, s. 55-56). Sünnî mezheplerin tamamının delile dayanmada aynı hassasiyeti gösterdiğini söylemeyi de ihmal etmez (en-Nüketü’ŧ-ŧarîfe, s. 8). Bir makalesine başlık olarak koyduğu, “Mezhepsizlik dinsizliğin köprüsüdür” sözünü (Maķālâtü’l-Kevŝer, s. 161) sıkça kullanır, fıkhî meselelerde ictihad edecek seviyeye erişemeyenlerin bir mezhebe bağlanması gerektiğini söyler ve taklide karşı çıkan İbn Hazm ile Şevkânî gibi müelliflere sert eleştiriler yöneltir. Bu çerçevede, müslümanların tarih boyunca tâbi olageldiği mezhepleri terketme çağrısının kökeninin İslâm düşmanı çevrelerde aranması gerektiğini ileri sürer. Bir imamı taklit etme durumunda bulunanların belli bir mezheple sınırlı kalmadan diledikleri meselelerde diledikleri mezheplerin hükmüyle amel edebileceği şeklindeki görüşün müctehidlerin bütün ictihadlarında isabet ettiğini savunan Mu‘tezile’ye ait olduğunu belirten Kevserî’ye göre telfik (mezheplerin hükümleriyle karma bir şekilde amel etmek) câiz değildir; bu meselede doğru olan, ictihad ehliyeti bulunmayanların bir mezhebi tercih edip o mezhebin görüşleriyle amel etmesidir. Ruhsatların ardına düşmek de dindarlıkla bağdaşmayan, hevâ ve hevese uymak anlamına gelen bir tutumdur (a.g.e., s. 147, 168-170). Dinin tamamlandığını, beyan edilmesi gereken bütün hükümlerin Kitap ve Sünnet’te beyan edildiğini, dolayısıyla kıyasla ictihadın bâtıl sayıldığını iddia eden İbn Hazm’ın (en-Nübeź, s. 44) bu görüşünü eleştirir. Hz. Peygamber’in Kur’an’ı açıklama fonksiyonunun nassı olduğu gibi nakletmekten daha geniş bir anlam ifade ettiğini vurgular (a.g.e., a.y.). İbn Hazm gibi taklidi reddeden Şevkânî hakkında da benzer bir tavır sergiler; hatta Şevkânî’yi icmâı delil kabul etmemesi dolayısıyla daha ağır biçimde eleştirir. Aynı şekilde İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’yi de birtakım itikadî görüşleri yanında icmâa aykırı hüküm vermeleri sebebiyle sert biçimde tenkit eder (Maķālâtü’l-Kevŝer, s. 418; el-İşfâķ, s. 74-75).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hazm, en-Nübeź fî uśûli’l-fıķhi’ž-Žâhirî (nşr. M. Zâhid Kevserî), Kahire 1360/1940, s. 44; Tûfî, et-TaǾyîn fî şerĥi’l-ErbaǾîn (nşr. Ahmed Hâc M. Osman), Beyrut-Mekke 1419/1998, s. 238 vd.; Mercânî, Nâžûretü’l-ĥaķ fî farżiyyeti’l-Ǿişâǿ ve in lem yeġibi’ş-şafaķ, Kazan 1287/1870, s. 58; M. Zâhid Kevserî, Maķālâtü’l-Kevŝerî (nşr. Râtib Hâkimî), Humus 1388, tür.yer.; a.mlf., el-İşfâķ Ǿalâ aĥkâmi’ŧ-ŧalâķ, Kahire, ts. (el-Mektebetü’l-Ezheriyye), s. 43-44, 74-75; a.mlf., Fıķhü ehli’l-ǾIrâķ ve ĥadîŝühüm (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1390/1970, s. 32 vd., 51, 52, 55-56, 60 vd., 94 vd.; a.mlf., en-Nüketü’ŧ-ŧarîfe fi’t-taĥaddüŝ Ǿan rudûdi İbn Ebî Şeybe Ǿalâ Ebî Ĥanîfe, Karaçi 1407/1987, s. 5, 8; a.mlf., Teǿnîbü’l-Ħaŧîb Ǿalâ mâ sâķahû fî tercemeti Ebî Ĥanîfe mine’l-ekâźîb, [baskı yeri yok] 1410/1990, s. 7, 9, 296 vd.; a.mlf., Muķaddimâtü’l-İmâm el-Kevŝerî, Beyrut 1418/1997; a.mlf., Ĥüsnü’t-teķāđî fî sîreti’l-İmâm Ebî Yûsuf el-Ķāđî, Kahire 1368/1948, s. 25; a.mlf., Lemeĥâtü’n-nažar fî sîreti’l-İmâm Züfer, Humus 1388/1969, s. 24; Mehmet Ali Yargı, “Muhammed Zâhid el-Kevserî (1863-1952), Hayatı, Eserleri ve Fıkhî Görüşleri”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 6, Konya 2005, s. 313-330.

Ebubekir Sifil