YÛSUF SÛRESİ

(سورة يوسف)

Kur’ân-ı Kerîm’in on ikinci sûresi.

Nübüvvetin 8-10. yılları arasında nâzil olmuştur. İlk üç âyetiyle 7. âyetinin Medine’de nâzil olduğu yolundaki rivayet isabetli görülmemiştir. Nüzûl sebebi, sahâbîlerin Hz. Peygamber’den kıssa niteliğinde âyetler okumasını talep etmeleridir. Sûrenin geliş hikmetini Resûl-i Ekrem’i teselli etme şeklinde açıklayanlar da vardır. Zira burada kardeşlerinin Yûsuf’a eziyet ettiği anlatılmaktadır; dolayısıyla Resûlullah’a da kendi kavminin eziyet ettiğine, fakat sonunda Yûsuf’un üstün gelmesi gibi Resûlullah’ın da inanmayanlara karşı zafer kazanacağına işaret vardır (Taberî, XII, 195-196, 201, 221; Âlûsî, XII, 500-501). Yûsuf sûresi 111 âyet olup fâsılası “ر، ل، م، ن” harfleridir. Son âyetinde de belirtildiği üzere sûre kıssadan hisse alma hedefine yöneliktir. Yûsuf sûresinin başında muhtevasının apaçık Kur’an’ın âyetlerinden olduğu vurgulanır ve ilk muhataplarınca anlaşılabilmesi için Arap diliyle indirildiği bildirilir. 3. âyette Hz. Peygamber’e hitap edilerek kendisine daha önce bilmediği “ahsen-i kasas”ın anlatılacağı ifade edilir. Müfessirler bu terkibe “geçmiş zamanlarda vuku bulmuş en güzel olaylar bütünü” veya “geçmişte cereyan etmiş bir olayın en güzel şekilde anlatılması” mânasını vermiş, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ahsen-i kasası “en doğru kıssa” diye yorumlamıştır (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, VII, 269). Şehâbeddin el-Âlûsî, Yûsuf kıssasının en güzel oluşunu şöyle açıklar: Kıssa haset edenle edilen, efendi ile köle, şahitle hakkında şehâdet edilen, âşıkla mâşuk, hapiste kalanla serbest bırakılan, bollukla kıtlık, günahla bağışlanma, ayrılıkla vuslat, hastalıkla sıhhat, zilletle izzet gibi zıtlıklar içermekte ve hasedin mahrumiyet doğurduğu, sabrın kurtuluşun anahtarı olduğu, aklın duygulara galip gelmesinin hayatın düzenini sağladığı bildirilmektedir (Rûĥu’l-meǾânî, XII, 507; ayrıca bk. AHSENÜ’l-KASAS).

Yûsuf rüyasında on bir yıldızla güneşin ve ayın kendisine secde ettiğini görür ve bunu babası Ya‘kūb’a anlatır. Ya‘kūb ona, şeytanın tahrikiyle kendisine kötülük yapabileceklerini belirttiği kardeşlerine bu rüyayı söylememesini tembih eder; Cenâb-ı Hakk’ın kendisini seçkin bir konuma getirip rüyaları tabir etme bilgisini öğreteceğini, daha önce ataları İbrâhim ve İshak’a lutfettiği nimetleri ona ve Ya‘kūb soyuna da lutfedeceğini müjdeler. Öte yandan Yûsuf’un üvey kardeşleri, babalarının Yûsuf’a aşırı düşkünlüğünden duydukları rahatsızlığı dile getirerek onu öldürmeyi veya uzak bir yere götürüp bırakmayı müzakere ederken içlerinden birinin teklifiyle Yûsuf’u bir kuyuya atmaya karar verirler. Daha sonra babalarının yanına gelerek kırda beraber gezinip eğlenmeleri için Yûsuf’u kendileriyle göndermesini isterler. Ya‘kūb, oyuna daldıkları bir sırada Yûsuf’u bir kurdun kapmasından endişe ettiğini söylerse de onlar böyle bir şeyin asla mümkün olamayacağını ifade ederek Yûsuf’u alıp götürürler ve kararlaştırdıkları gibi bir kuyuya atarlar. Akşam ağlayarak babalarının yanına dönerler; Yûsuf’u kurdun yediğini ileri sürüp kanla boyadıkları gömleğini ona gösterirler. Ya‘kūb, oğullarının sözlerine inanmadığı gibi kanlanmış gömlekte herhangi bir yırtık da göremez (Taberî, XII, 213-214) ve sabırla, tevekkülle Allah’a sığındığını belirtir. Diğer taraftan Yûsuf’un atıldığı kuyunun civarından geçen bir kervanın mola vermesi esnasında su bulmaya giden su taşıyıcısı kovasını kuyuya salınca kovaya tutunan Yûsuf’u yukarı çeker. Taberî’nin rivayetine göre o yörede bekleyen kardeşleri Yûsuf’u kervan mensuplarına az bir bedelle köle olarak satarlar (a.g.e., XII, 221-223, 227).

Kervan mensupları Yûsuf’u Mısır’a götürüp üst konumdaki saray mensuplarından birine (aziz) (bk. Safedî, vr. 214a-b) satarlar. Aziz, hanımına Yûsuf’a iyi bakmasını tembihler ve onu evlât edinebileceklerini söyler. Sûrenin bu âyetinde (âyet 21), Yûsuf’un, kendisine hayat tecrübesi kazandırmak ve gördüğü rüyanın gerçekleşmesine başlangıç teşkil etmek üzere Mısır’a yerleştirildiği beyan edilir (Taberî, XII, 229-230). Yûsuf ergenlik çağına gelince azizin karısı (Züleyha) ondan murat almak ister, zira bir hadiste belirtildiğine göre (Müsned, III, 286; a.e. [Arnaût], XX, 441) Yûsuf çok yakışıklı bir gençti. Daha sonra kadının şiddetli arzusu karşısında -eğer rabbinin kesin uyarısı (burhan) olmasaydı- Yûsuf’un


da ona meyledeceği ifade edilir; ancak Allah ihlâslı kullarından olan Yûsuf’u kötü ve çirkin şeylerden kurtardığını belirtir (âyet 24). Taberî burada Yûsuf’a nisbet edilen meyil ve rabbinden gelen burhanla ilgili birçok rivayeti naklettikten sonra bu hususta kesin bir şeyin söylenemeyeceğini vurgular (CâmiǾu’l-beyân, XII, 239-250); Mâtürîdî de benzer bir görüş zikreder (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, VII, 290-293). Ardından, Züleyha’nın bu olanlara kocasının vâkıf olması üzerine Yûsuf’u suçladığı, fakat Züleyha’nın yakınlarından birinin hakemliğiyle onun suçluluğunun ortaya çıktığı belirtilir. Bu sırada şehirdeki bazı kadınların Züleyha gibi soylu bir hanımın kendi kölesinden murat alma sevdasına düşmesini kınayınca Züleyha onları evine yemeğe davet edip Yûsuf’u karşılarına çıkarır. Kadınlar gördükleri güzellik karşısında şaşkına dönerler ve sofraya konan meyvelerin yerine bıçakla ellerini keserler; bu güzellikteki birinin beşer değil üstün bir melek olabileceğini söylerler. Züleyha da kendisinin Yûsuf’tan murat almak istediğini ve onun buna karşı çıktığını itiraf eder. Buna rağmen dedikoduları önleyip olayı unutturabilmek için Yûsuf hapse atılır. Hapiste melikin hizmetkârlarından iki kişi ile karşılaşır, onların gördükleri rüyaları dinler; önce kendilerini tek Allah inancına davet eder, ardından da rüyalarını yorumlar ve rüyalar Yûsuf’un söylediği gibi gerçekleşir. Bir süre sonra melik de bir rüya görür. Kendi tabircilerinin bir türlü yorumlayamadığı ve kâbus diye nitelediği bu rüyayı, Yûsuf’un hapisten çıkan ve cezalandırılmayan arkadaşının kendisini hatırlayıp ondan bahsetmesiyle gönderildiği hapishanede Yûsuf yorumlar. Rüyada yedi bolluk yılından sonra gelecek yedi kıtlık yılı için alınacak tedbirler anlatılır. Bunun üzerine melik Yûsuf’u huzuruna getirmelerini emreder. Ancak Yûsuf kendisine yapılan suçlamanın açıklığa kavuşturulmadan hapisten çıkmayacağını belirtir. Melik daha önce Yûsuf’u gören kadınları çağırıp işin aslını sorar; onlar da Yûsuf’un kötü bir davranışını görmediklerini söylerler. Bu sırada Züleyha da kendisinin Yûsuf’tan kâm almak istediğini, onun bir suçunun olmadığını söyler. Bu haber Yûsuf’a ulaşınca Yûsuf’un şu meşhur cümleyi söylediği bildirilir: “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum, çünkü nefis rabbimin acıyıp korudukları müstesna alabildiğine kötülüğü emreder. Şüphe yok ki rabbim çok bağışlayan ve çok merhamet edendir” (âyet 53).

Melik Yûsuf’u tanıyıp şahsiyetini takdir ettikten sonra Yûsuf kendisine ülkedeki malî işlerin sorumluluğunu vermesini ister, melik de bunu kabul eder. Melikin rüyasında gördüğü gibi yedi bolluk yılı gelip geçer ve yedi yıl süren kıtlık dönemi başlar. Bu dönemde insanlar Yûsuf’un yanına gelerek erzak talep ederler. Yûsuf’un kardeşleri de aynı amaçla Ken‘an diyarından gelip Yûsuf’un huzuruna çıkarlar. Yûsuf kendilerini tanıdığı halde onlar Yûsuf’u tanıyamazlar. Yûsuf kardeşlerini ağırlar, istedikleri erzağı verir, ikinci gelişlerinde üvey kardeşlerini de (kendi öz kardeşi Bünyâmin) getirmelerini ister, aksi halde kendilerine erzak verilmeyeceğini söyler ve ödedikleri bedeli de yüklerinin içine koydurur. Kardeşleri memleketlerine dönünce durumu babalarına anlatırlar ve erzak bedelinin de iade edildiğini belirtirler. İkinci defa gidecekleri sırada babalarından âdeta zorla izin alıp Bünyâmin’le birlikte Mısır’a varırlar. Huzura çıktıklarında Yûsuf kendini öz kardeşine tanıtır. Kardeşlerinin erzak yüklerini hazırlatır, bu arada melike ait bir su kabının öz kardeşinin yükünün içine yerleştirilmesini emreder. Ardından hareket etmek üzere olan kafile mensupları hırsızlıkla suçlanır, onlar böyle bir şeyin mümkün olamayacağını, aksi takdirde yükünde su kabı bulunan kişinin ceza olarak köle sayılacağını söylerler. Aslında Mısır kanunlarında böyle bir ceza yoktur ve Yûsuf’un öz kardeşini yanında bırakabilmek için başvurduğu bu taktik Cenâb-ı Hakk’ın böyle murat etmesiyle gerçekleşmiştir. Arama sonunda su kabı Bünyâmin’in yükünde bulununca çaresiz kalan kardeşlerin en büyüğü -daha önce Yûsuf’un öldürülmeyip kuyuya atılmasını teklif eden Rûbîl (Ruben; Taberî, XIII, 46)- diğerlerine Yûsuf’a yapmış oldukları muameleyi hatırlatır ve babasının izni yahut Allah’ın bir hükmü olmadıkça Mısır’dan ayrılmayacağını bildirir. Diğer kardeşler ise gidip durumu babalarına anlatırlar. Ya‘kūb, Bünyâmin’in hırsızlık yapmayacağını bildiğinden oğullarının daha önce yaptıkları gibi bunun da onların bir oyunu olabileceğini düşünür. Kendisinden alınan evlâtlarını Cenâb-ı Hakk’ın geri göndereceği yolundaki ümidini tekrarlar ve sabırla bekleyeceğini söyler. Bu arada derin üzüntüsünden dolayı gözlerine ak düşer. Oğullarına da Mısır’a dönüp Yûsuf ile kardeşini aramalarını ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini tavsiye eder. Kardeşler Mısır’a varınca tekrar Yûsuf’un huzuruna çıkar ve yiyecek sıkıntısı çektiklerini belirterek ondan yardım isterler. Bu defa Yûsuf, cahilliklerinden dolayı Yûsuf ile öz kardeşine yaptıkları muameleyi hatırlayıp hatırlamadıklarını sorar; nihayet onlar da Yûsuf’u tanırlar. Yûsuf’un kardeşleri Allah’ın onu kendilerinden üstün kıldığını kabul ederler; Yûsuf ise kendilerine herhangi bir sitemde bulunmayacağını ve Allah’tan bağışlanmalarını dileyeceğini bildirir. Kardeşlerinden ülkelerine dönüp anne ve babalarını Mısır’a getirmelerini, gömleğini babalarının yüzüne sürdüklerinde onun gözlerinin tekrar göreceğini söyler. Sonunda bütün aile Mısır’a gelir. Yûsuf annesini ve babasını tahtına oturtur; onlar da Yûsuf’a tâzimde bulunur (a.g.e., XIII, 89-90; Mâtürîdî, VII, 363); böylece Yûsuf’un rüyası gerçekleşmiş olur. Kıssa Yûsuf’un şu duasıyla sona erer: “Rabbim! Gerçekten sen bana nüfuz ve iktidardan büyük bir pay lutfettin, olayların varacağı sonucu önceden keşfetme ilmini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan Allahım! Dünyada da âhirette de beni koruyup destekleyen sensin. Canımı, bütün varlığıyla kendini sana adamış biri olarak al ve beni sâlih kullarının arasına koy!” (âyet 101).

Sûrenin Resûl-i Ekrem’e hitap eden bundan sonraki kısmında Yûsuf kıssasında anlatılanların vahiy ile gelen gayb haberlerinden olduğu, kıssada geçen hadiselerin hiçbirine şahit olmayan kendisinin onları başka bir yolla bilemeyeceği, bu gerçeğe ve onun bütün çabalarına rağmen insanların çoğunun iman etmediği ifade edilir. Esasen göklerde ve yerde gönlünü ilâhî gerçeklere açanlar için birçok işaretin bulunduğu, buna karşılık inananların ekserisinin Allah’a ortak koştuğu ve O’na iman etmediği belirtilir. İmam Mâtürîdî buradaki ortak koşmanın imanda, ibadette veya ilâhî nimetlere şükretmede olabileceğini kaydeder (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, VII, 371). Ardından, son peygamberin ve Kur’an’ın hitap ettiği toplulukların tarihte gelip geçmiş kavimlerin âkıbetinden neden ibret almadıkları sorulur ve kendilerinden nefislerinin arzularına uymamaları istenir. Sûrenin sonunda Hz. Yûsuf ile kardeşlerinin ve önceki peygamberlerle kavimlerinin kıssalarında aklını kullananlar için çeşitli ibretlerin bulunduğu, Kur’an’ın önceki vahiyleri tasdik edip gerekli her şeyi açıklayan, iman eden toplumlar için hidayet ve rahmet kaynağı teşkil ettiği beyan edilir.

Resûl-i Ekrem’den rivayet edilen bir hadiste Yûsuf’un kendisinin, babası Ya‘kūb’un, onun babası İshak’ın ve onun babası İbrâhim’in asil ve kerim insanlar olduğu ifade edildikten sonra şöyle buyurulur: “Yûsuf’un hapiste kaldığı süre kadar ben hapiste kalsaydım oradan çıkma emrini getiren kişiye hemen icâbet ederdim.”


Resûlullah bu sözünün ardından şu meâldeki âyeti okur: “Elçi Yûsuf’a gelince o dedi ki, ‘Efendine dön ve ona ellerini kesen kadınların zoru neydi?’ diye sor” (Yûsuf 12/50; Müsned, II, 326; Buhârî, “Tefsîr”, 12/1, 5; Tirmizî, “Tefsîr”, 12/1). Mecdüddin İbnü’l-Esîr, Yûsuf’un asil oluşunu nübüvveti, ilmi, güzelliği, iffeti, iyi ahlâkı, adaleti, dünyevî ve dinî riyasetin kendisinde toplanmasıyla açıklamıştır (en-Nihâye, “krm” md.). İbn Abbas yoluyla Resûl-i Ekrem’den nakledildiği belirtilen, “Yûsuf hapisten çıkan arkadaşından kendisini efendisinin yanında anmasını isteyip Allah’tan başka birinden medet umduğu için hapiste uzun süre kalmıştır” anlamındaki rivayet (Taberî, XII, 291-293) isnadında zayıf ve güvenilmez râviler bulunduğundan muteber sayılmamıştır (İbn Kesîr, IV, 28; Heysemî, VII, 40). Yûsuf sûresi Resûlullah’a Zebûr yerine verilen ve Hz. Ömer’in sabah namazlarında okuduğu sûrelerden biridir (İbrâhim Ali, s. 256-257). Bazı tefsir kitaplarında yer alan, “İnce duygulu ve yufka yürekli olanlarınıza Yûsuf sûresini öğretin. Cenâb-ı Hak bu sûreyi okuyan, aile fertleriyle hizmetçilerine öğreten kimsenin ölüm ağrılarını hafifletir, ona müslümana haset etmeme gücü verir” meâlindeki hadisin (Zemahşerî, III, 331; Beyzâvî, II, 331) mevzû olduğu kabul edilmiştir (Zemahşerî, neşredenlerin notları, bk. I, 684-685; III, 331; Trablusî, II, 499).

Yûsuf sûresine tefsirlerde özel bir yer verilmiş, hakkında müstakil kitaplar ve makaleler yazılmış, tezler hazırlanmıştır. Sûrenin İbn Ebû Hâtim er-Râzî’nin Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm içindeki tefsiri, Muhammed b. Abdülkerîm el-Bencâbî tarafından yüksek lisans tezi olarak neşre hazırlanmıştır (1404-1405, Câmiatü Ümmi’l-kurâ). Hanefî fakihi ve kelâm âlimi Sadrüşşerîa Risâletü teǿvîli ķıśśati Yûsuf adlı Farsça eserinde (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1980, vr. 94b-104a) Yûsuf kıssasının edebî ve tasavvufî yorumunu yapmıştır. Muîn el-Miskîn de Aĥsenü’l-ķaśaś (Tefsîr-i Sûre-i Yûsuf) ismiyle Farsça bir eser kaleme almış, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî CâmiǾu’s-sittîn adıyla kaydedilen tasavvufî bir tefsir yazmıştır. Ebû Bekir Tâceddin Ahmed b. Muhammed b. Zeyd et-Tûsî’ye ait CâmiǾu leŧâǿifi’l-besâtîn, Altıparmak Mehmed Efendi tarafından Yûsuf Sûresi Tefsiri adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 94). Şeyh Ya‘kūb b. Şeyh Mustafa el-Celvetî Netîcetü’t-tefâsîr (İstanbul 1318), Giritli Sırrı Paşa Ahsenü’l-kasas Tefsîr-i Sûre-i Yûsuf aleyhisselâm (I-III, İstanbul 1309; bu eser kısaltılarak Tahir Galip Seratlı tarafından sadeleştirilmiştir: Hikâyelerin En Güzeli, Ahsenü’l-Kasas, Güzel İnsan Yusuf Yusuf Sûresi Tefsiri, İstanbul 2005), Seyyid Ferecullah Mûsevî Tefsîr-i Sûre-i Yûsuf (a.s.) ber Nažm-ı Fârisî (Tahran 1382), Seyyid Murtazâ Hüseynî Nücûmî, Şemîm-i KenǾânî: Tefsîr ber Sûre-i Yûsuf (a.s.) (Kum 1383 [sûrenin ahlâkî açıdan tefsiri]) ve Ahmed Nevfel Sûretü Yûsuf: Dirâse taĥlîliyye (Amman 1420/1999) adlı eserleri kaleme almış, Refîka Ömer Bekr Sabbâğ el-Ǿİbre min ķıśśati Yûsuf Ǿaleyhisselâm (1405, Câmiatü Ümmi’l-kurâ) ve Osman Irmak Yusuf Sûresi Işığında İnsan Eğitimi (1994, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ismiyle yüksek lisans tezi hazırlamıştır. Ramazan es-Seyyid “Ađvâǿ cedîde Ǿalâ tefsîri sûreti Yûsuf” adlı makalesinde sûrede geçen elli civarındaki kelimeyi eski Mısır diliyle karşılaştırmış (Dirâsâtü ǾArabiyye ve İslâmiyye, sy. 8 [Kahire 1989], s. 14-57), Abdülhakîm b. İbrâhim el-Matrûdî, “el-Ķarîne ve’l-ĥîle fî sûreti Yûsuf”unda bu iki kavramı sûredeki konumları ve müfessirlerin yorumları açısından ele almıştır (Mecelletü’d-dirâsâti’l-Ķurǿâniyye, IX/1 [2007], s. 199-235). J. Hameen-Anttila Yûsuf, Yûsuf sûresini edebî yönden değerlendirdikten sonra İslâm dünyasında ve Batı’da Hz. Yûsuf ve Yûsuf sûresi hakkında yapılan çalışmaların bir listesini vermiş, Sufia Uddin, Yûsuf sûresinde Yûsuf ve Züleyha ile ilgili anlatımlara nefis terbiyesi açısından Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin yaptığı yorumları konu alan bir makale yazmıştır (bk. bibl.). Hollandalı şarkiyatçı Thomas Erpenius, Sûretü Yûsuf ve tehecci’l-ǾArab/Historia Josephi Patriarchae adı altında Arapça eğitimine yönelik bir eser kaleme almıştır (Leiden 1617).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, II, 326; III, 286; a.e. (Arnaût), XX, 441; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XII, 195-196, 201, 213-214, 221-223, 227, 229-230, 239-250, 291-293; XIII, 46, 89-90; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Hatice Boynukalın), İstanbul 2006, VII, 269, 290-293, 363, 371; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Kahire 1424/2003, s. 208; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, neşredenlerin notları, I, 684-685; III, 331; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, II, 331; Yûsuf b. Hilâl es-Safedî, Keşfü’l-esrâr ve hatkü’l-estâr, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 157, vr. 214a-b; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1385/1966, IV, 28; Heysemî, MecmaǾu’z-zevâǿid, VII, 40; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 499; Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî (nşr. M. Ahmed el-Emed-Ömer Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1420-21/1999-2000, XII, 500-501, 507; Ca‘fer Şerefeddin, el-MevsûǾatü’l-Ķurǿâniyye ħaśâǿiśü’s-süver, Beyrut 1420/1999, IV, 117-182; Ahmed Nevfel, Sûretü Yûsuf: Dirâse taĥlîliyye, Amman 1420/1999; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eĥâdîŝ ve’l-âŝârü’l-vâride fî feżâǿili süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 256-257; J. Hameen-Anttila, “‘We Will Tell You the Best of Stories’, A Study on Surah XII”, SO, LXVII (1991), s. 7-32; S. Uddin, “Mystical Journey of Misogynist Assault?: Al-Qushayri’s Interpretation of Zulaikha’s Attempted Seduction of Yusuf”, Journal for Islamic Studies, XXI, South Africa 2001, s. 113-135; Seyyid Muhammed Hüseynî, “Sûre-i Yûsuf”, DMT, IX, 345-346; Abdurrahman Küçük, “Bünyâmin”, DİA, VI, 490-491.

Bekir Topaloğlu