YEŞİLİMARET CAMİİ

Tire’de XV. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen cami.

Yahşi Bey Camii adıyla da bilinir. 1935-1971 yılları arasında Tire Müzesi olan yapı bugün cami olarak kullanılmaktadır. İnşa kitâbesi bulunmayan yapının mevcut vakfiyesinden 845 (1441) yılında II. Murad’ın emîrlerinden Tire sancak beyi Halil Yahşi Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. 1915’te yanarak tamamen ortadan kalkan Tire Mevlevîhânesi’nin semâhânesi olduğuna dair kaynaklarda bilgi yer alır; nitekim Evliya Çelebi de mevlevîhâneden dönüştürüldüğünü söyler. En son 1996’da onarım gören yapı, aynı eksen üzerinde yan odaların açıldığı bir kubbeli mekânla buna bağlanan aynı genişlikteki, dışarıya beşgen şeklinde çıkıntı yapan yarım kubbeli bölüm ve giriş cephesini kaplayan son cemaat yerinden meydana gelir. Doğu tarafından yapıya köşeli bir kaide üzerinde yükselen tuğla minare bitişir. Yapım malzemesi moloz taş-tuğla karışımıdır. Beden duvarlarının tuğla ile çevrili, kaba taş sıralı örgüsüne karşılık son cemaat yerinin tamamında daha özenli bir işçilik görülür. Burayı, yatay ve dikey olarak bir ya da iki sıra tuğla ile çevrilmiş düzgün taşlardan meydana gelen bir örgü kaplar. Beden duvarlarının üzerini çepeçevre çift sıra halinde kirpi saçak dizisi dolaşır. Üst örtüyü oluşturan kubbelerin üzeri kurşunla kaplıdır. Yandaki kubbeli mekânlarda birer pencere, güney yönündeki yarım kubbeli mekânda ise dört adet pencere yapının dışa


açıklığını sağlar. Tuğladan sivri kemer örülü, söve ve lentoları beyaz mermerden olan pencerelerde farklı düzenlemeler göze çarpar. Çift sıralı ya da kademeli sivri kemerleri düz silmeli veya kademeli silmeli birer bant kuşatır. Üst pencereler sivri kemerli, dıştan şebekeli küçük açıklıklardır. Merkezî kubbenin sekizgen kasnağının her yüzünde yine sivri kemerli, dıştan şebekeli pencereler yer alır.

Son cemaat yeri beş bölümlü olup köşelerde pâye, aralarda dört granit sütuna oturan tuğladan sivri kemerlerle dışa açılır. Girişe ayrılan ortadaki kemerin daha dar olduğu revak cephesinde yan yüzlerdekiler dahil bütün kemerler dıştan kalın silmeli tuğla bir bantla kuşatılmıştır. Son cemaat yerinde kaidesiz olarak zemine oturan sütunlarla sütun başlıkları ve kemer ayakları devşirme parçalardır; batıdaki başlıkla kemer ayaklarının süslemesi dikkat çeker. Yan bölümler girişe ayrılan orta kısımdan bir seki ile yükseltilmiştir. Bölümleri sekizgen kasnaklara oturan kubbeler örter. Minareye geçişten dolayı son cemaat yerinin doğu tarafındaki derinliği batı tarafına göre daha azdır ve bu kısımda mevcut iki kubbe daha küçüktür. Son cemaat yerinde giriş ekseninin iki tarafının asimetrik oluşu dikkat çekicidir; bu durum buranın sonradan yapıldığını göstermektedir. Yandaki dört kubbede geçişler pandantifle, ortadaki kubbede ise üçgenli bir kuşak üzerine oturan üçgenlerle sağlanmıştır. Cephede minare giriş koridorunun yer aldığı, doğu kısmındaki daha kalın olan duvar yüzeyinde pencere ya da niş yoktur, girişin sağına düşen batı tarafında ise altta iki, üstte bir pencere ile mukarnas kavsaralı bir mihrap görülür. Cephenin ortasında bulunan ana kapıda giriş açıklığının üzerini iki renk mermerden geçmeli basık bir kemer örter, üst kısım yedi sıralı mukarnaslı kavsara şeklinde devam eder. Kavsaranın orta kısmına bir pencere açılmıştır. Kapının yanlarında karşılıklı üç sıra mukarnaslı birer niş yer alır. İki kanatlı ahşap kapı rûmîli, kıvrık dallı bordürlerle sınırlanan üçer panoya ayrılmıştır. Daha geniş olan ortadakilerde içleri bitkisel dolgulu sekiz kollu yıldızlar, daha küçük olan alt ve üst bölümlerde ise kıvrık dallı girift bir bitkisel ağ vardır.

Harimde ortadaki kare mekân düz geçişler üzerine oturan üçgenli bir kuşakla geçilen kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin oturduğu sekizgen kasnağın yüzeyine yedi adet sivri kemerli pencere açılmıştır. Ana mekânın iki yanında kubbeli birer mekân bulunur. Pandantiflerle geçilen kubbelerin örttüğü mekânların ana mekâna bağlantısını altlı üstlü birer pencere ve kapı sağlar. Mekânlardan batıdakinin güney duvarında yarım daire planlı bir ocak nişi, doğu duvarında altlı üstlü pencere, kuzey duvarında dikdörtgen planlı bir niş, doğudakinde yine güney duvarında ocak nişi, batı duvarında altlı üstlü pencere, kuzey duvarında son cemaat yerine açılan bir pencere yer alır. Doğudaki odanın kuzeydoğu köşesine minarenin beşgen planlı kaidesi bitişir. Mekânların ana mekâna açılan pencereleri Bursa kemerli derin nişler içine yerleştirilmiştir. Nişleri taçlandıran kemerler mukarnaslı ayaklara oturur. Mekân girişlerinde ahşaptan zengin oyma işçilikli, iki kanatlı kapılar görülür. Kapı kanatlarında yüzey ana girişte olduğu gibi ortadaki daha büyük üç panoya ayrılmıştır. Ortadaki panoda girift bitkisel, alt ve üst panolarda ise rûmî-palmet dolgulu geometrik geçmeli kompozisyonlara yer verilmiştir. Yarım kubbeli kısım bir seki yardımıyla ana mekândan yükseltilmiştir. Mukarnaslı konsollara oturan bir kemer yardımıyla ana mekâna bağlanan bu kısımda köşegen alt yapının üzeri üçgen şeklinde kesilmiş yivlerin teşkil ettiği yirmi iki dilimli bir yarım kubbe ile örtülmüştür. Yivlerin alt yapıya oturduğu kısımda oldukça yüzeysel iri bir mukarnas sırası göze çarpar. Bu mekânda kıble duvarının ortasında derin bir niş içinde bulunan mihrap dış yapıda bir kütle halinde çıkıntı yapar. Bir hücre şeklinde gelişen derin mihrap nişinin üzerini on üç keskin dilimin oluşturduğu bir kemer örter. Mihrap, derinliği 1 metreden fazla olan, tavanı ve köşeleri mukarnaslarla bezenmiş bir niş içine alınmış, nişin üst kısmına ufak bir pencere açılmıştır. Mihrabın dilimli kemeri mekânın dört köşesine gelecek şekilde duvarlardaki nişlerde de tekrarlanmış, alınlık kısımlarını bitkisel dolgulu kalem işinden madalyonların süslediği nişlerin alt kısımlarına birer pencere açılmıştır. Bu kısımda süsleme özelliği olarak ana mekâna bağlanan kemerin iç yüzeyi ile yarım kubbenin alt kısmı, mihrap nişi ve yan duvarlardaki nişlerin yüzeyi üzerinde XIX. yüzyılın karakteristiğini veren kalem işi dekorasyon göze çarpar.

Yapının doğu duvarına bitişik durumda yükselen minareye giriş ana mekânın kuzeydoğu köşesine açılmış uzun koridorlu bir kapı ile sağlanır. Beşgen tuğla, taş sıralı bir kaideye doğrudan oturan minare tamamıyla yenilenmiş, bu sebeple özgün dokusunu ve yapısal bazı özelliklerini büyük ölçüde yitirmiştir. Günümüzde silindirik gövde kısmı dıştan iki sıra kirpi dişi dizisinin sınırladığı kaideye oturur. Eski resimlerden kaideden gövdeye, alt bölümüne sivri kemerli nişlerin açıldığı, üst kısmında prizmatik üçgenlerin sıralandığı pabuçluk kısmı ile ulaşıldığı görülür. Onarım sonucunda bu kısım yok olmuştur. Bütün gövdeyi kapladığı anlaşılan fîrûze ve mor renk sırlı tuğlalarla oluşturulmuş baklavalı kaplamanın bir kısmı tamamen dökülmüştür. Şerefe altı dört sıra mukarnaslıdır. Yapının içinden minareye geçişi sağlayan uzun koridor alışılmışın dışında bir uygulamadır ve bazı araştırmacılar bu uygulamadan minarenin sonradan eklendiği sonucunu çıkarmıştır. Evliya Çelebi’nin eserinde mevlevîhâne kökenli, kalabalık cemaatli bir cami olarak geçen, ayrıca bir aşevi imareti fonksiyonu gördüğünden de bahsedilen Tire Yeşilimareti’nin zamanında kompleks bir yapıya ait bulunduğu anlaşılmaktadır. Esasen yapının hem ismi


hem plan özellikleri orijinal halinde bir zâviye olduğunun açık kanıtıdır. Yapının tarihçesini aydınlatan belge Yahşi Bey’in 845 (1441) tarihli vakfiyesidir; burada onun inşa ettirdiği zâviye için vakfettiği çeşitli yapılarla arazi ve bahçe gibi taşınmazların kaydına rastlanmaktadır.

Cami, mimari özellikleri itibariyle Osmanlı bölgesindeki imaretlerin tipolojisini devam ettiren bir örnektir. Yapıda mihrabın yer aldığı kısmın yarım bir kubbe ile örtülmesi 833 (1429-30) tarihli Edirne Beylerbeyi Camii’nde görülen bir uygulamanın tekrarıdır. Edirne Beylerbeyi Camii’nin mihrap önündeki küçük yivli yarım kubbesi burada daha büyük ölçülerde ve ana kubbeye bağlı biçimde ele alınmıştır. İstanbul Beylerbeyi Camii’nde dışa taşma yapmayan mihrabın aksine bu camide dış kütlede çıkıntı oluşturan, bir hücre gibi derin niş halindeki mihrabın önemle vurgulanması dikkat çekicidir ve bu belki de taşıdığı fonksiyonel nitelikle ilgilidir. Tire Yeşilimaret Camii’nde ilk defa ana kubbeye bağlanan yarım kubbe ile sağlanan gelişme, Osmanlı cami mimarisinde merkezî kubbenin yarım kubbelerle birlikte çeşitli denemeler halinde uygulandığı plan şemalarıyla daha ileri bir aşamaya taşınmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 164, 166; R. M. Riefstahl, Cenubu Garbî Anadolu’da Türk Mimarisi (trc. Cezmi Tahir Berktin), İstanbul 1941, s. 26-27; Semavi Eyice, İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimaî Bir Müessesesi: Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler, İstanbul 1963, s. 41, 72; Ayda Arel, “Batı Anadolu’dan Birkaç Yapının Tarihlendirilmesi ve XV. Yüzyıl Osmanlı Mimarisi Hakkında”, Anadolu Sanatı Araştırmaları, İstanbul 1970, II, 82-95; G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London 1971, s. 37-38; Ayverdi, Osmanlı Mi‘mârîsi II, s. 542-548; İnci Aslanoğlu, Tire’de Camiler ve Üç Mescit, Ankara 1978, s. 36-39; a.mlf., “Tire Beylik Dönemi Camileri”, Türk Kültüründe Tire (haz. Mehmet Şeker), Ankara 1994, s. 89-96; Yıldız Demiriz, Osmanlı Mimarisi’nde Süsleme I: Erken Devir 1300-1453, İstanbul 1979, s. 642-651; Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, s. 72-73; Şakir Çakmak, Erken Dönem Osmanlı Mimarîsinde Taçkapılar: 1300-1500, Ankara 2001, s. 134, 226; Yıldıray Özbek, Osmanlı Beyliği Mimarisinde Taş Süsleme: 1300-1453, Ankara 2002, s. 441-448; Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, İstanbul 2008, s. 64, 120-121; Aydın Seçkin, “Türkiye’de Önemli Mevlevîhâneler ve Mevlevîhânelerin Yaşatılmasında Vakıflar Genel Müdürlüğünün Rolü”, Dünyada Mevlâna İzleri Uluslararası Sempozyumu (13-15/12/2007) Bildiriler, Konya 2010, s. 1-45; Halim Baki Kunter, “Tire Minareleri”, Arkitekt, VI/12, İstanbul 1936, s. 337-339; Suut Kemal Yetkin, “Beylikler Devri Sanatından Klasik Türk Sanatına”, TTK Bildiriler, V (1960), s. 257-267.

Selda Kalfazade