YEĞEN

Türkçe’de “kardeş çocuğu” anlamına gelen ve yaygın biçimde amca, hala, dayı ve teyze çocukları için de kullanılan yeğen kelimesinin Arapça’da özel bir karşılığı bulunmayıp bunun yerine erkek veya kız kardeşin oğlu yahut kızı, ikinci grup yeğenler için de teyzeoğlu, amcaoğlu, teyze kızı, hala kızı gibi ifadeler kullanılır. İslâm hukukunda kişinin kardeşinin çocuğu ile olan bağı diğer grup yeğenleriyle olan bağından daha kuvvetlidir ve özellikle muharremât, hidâne, nafaka, nikâh, velâyet, miras gibi ahvâl-i şahsiyye konularında hak ve vazifeler doğurmaktadır. Kendisiyle evlenilmesi hiçbir şekilde câiz olmayan kimseler (muharremât) içerisinde kardeş çocukları da yer alır (en-Nisâ 4/23). Buna göre bir kişi kardeşinin çocuğu anlamındaki yeğeniyle evlenemeyeceği gibi yeğeninin fürûu ile de evlenemez. Bu hususta nesepten yeğenle sütten yeğen arasında fark yoktur. Birden fazla kadınla olan evliliklerde bir kadınla kardeşinin kızı aynı erkeğin nikâhı altında bir araya gelemez. Nitekim Hz. Peygamber bir kadının halası ve teyzesiyle beraber nikâhlanmasını yasaklamıştır (Buhârî, “Nikâĥ”, 27; Müslim, “Nikâĥ”, 37, 39; Ebû Dâvûd, “Nikâĥ”, 12).

Yakınlar arası görgü kurallarını düzenleyen, bir kişinin evlerinde çekinmeden yemek yiyebileceği kişilerin sayıldığı (en-Nûr 24/61) ve Hz. Peygamber’in eşlerinin arada perde olmaksızın görüşebilecekleri yakınlarından bahseden (el-Ahzâb 33/55) âyetlerde de kardeş çocuğunun evlenilmesi câiz görülmeyen mahrem özelliği teyit edilir. Kadınların örtünmesiyle ilgili sıkı kuralların geçerli olmadığı mahremler arasında yeğenlerden sadece kardeş çocukları zikredilmiş ve kadının onların yanında daha serbest giyinip dolaşabileceği belirtilmiştir (en-Nûr 24/31). Söz konusu âyette yalnızca hala ve teyzeden bahsedilmekteyse de İslâm âlimleri evlenme yasağını (en-Nisâ 4/23) ölçü aldıklarından tesettür yönünden amca ve dayının kız yeğenleri karşısındaki konumunu da aynı şekilde değerlendirmişlerdir.

Hidâne, velâyet, nafaka ve mirasla ilgili meselelerde kardeşin çocuğu, hısımların fıkıhtaki klasik üçlü tasnifi içinde yakınlığın derecesine ve cinsiyetine göre asabe yahut zevi’l-erhâm grubu içinde yer alır, hak ve yükümlülükleri de buna göre belirlenir. Birtakım sorumluluklar da içerdiğinden görev olarak değerlendirilebilecek olan hidâne hakkı anne, diğer yakın kadın akraba veya asabe derecesinde erkek hısım bulunmadığında zevi’l-erhâm grubuna intikal eder. Bu grubun içerisinde kız kardeşin kızları ile teyze ve hala da bulunmaktadır. Velâyet açısından amcanın yeğeni üzerinde önemli bir yetkisi mevcuttur. Buna göre “kāsır”ın babası veya baba tarafından dedesi yoksa velâyet hakkı “binefsihî asabe”den olan amcaya geçer. Fakihlerin çoğunluğu dayının küçük çocuk üzerinde velâyet hakkının olmadığı görüşündedir. Ebû Hanîfe’ye göre ise asabeden kimsenin bulunmaması halinde küçük üzerindeki velâyet hak ve görevi belli bir sıra dahilinde dayı, hala ve teyzenin de yer aldığı zevi’l-erhâma intikal eder. Bir kızın evliliği söz konusu olduğunda asabe grubundan velisi bulunmazsa bazı fakihlere göre hâkim, bazılarına göre ise aralarında bir öncelik sıralaması gözetilerek erkek tarafından akraba olan kadınlar onu evlendirme yetkisine sahiptir. Dolayısıyla bu grubun içindeki hala, şartları gerçekleştiğinde yeğenini evlendirme yetkisine sahip olur.

Nafaka mükellefiyeti açısından Hanefîler, zevi’l-erhâmdan olup evlenilmesine cevaz verilmeyen hısımların, bu çerçevede kişi ile yeğeninin karşılıklı nafaka hak ve mükellefiyetine sahip olduğu görüşündedir. Mâlikî ve Şâfiîler’e göre ise bu kişiler nafaka mükellefi değildir. Hz. Ömer, İbn Ebû Leylâ, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye ile bir rivayette Ahmed b. Hanbel’e göre de birbirleriyle evlenmeleri câiz olsun olmasın sıra kendilerine geldiğinde biri diğerine mirasçı olabilecek bütün hısımlar arasında karşılıklı nafaka yükümlülüğü vardır. Miras hukuku bakımından ölenin asabesi durumundaki oğlu (amca) yeğenlerini mirastan engellerken (hacb) kızı (hala) mutlak olarak engellemez; meselâ kız yeğen halasıyla birlikte dedesinin mirasından pay alabilir. Öte yandan amca, yeğenlerinin mirası açısından binefsihî asabe durumunda iken erkek yeğen de asabe grubunda yer alarak amcasına vâris olabilir. Gerek dayı, hala ve teyze yeğenlerinin mirası bakımından gerekse yeğenler bu akrabalarına nisbetle zevi’l-erhâm grubunda yer alırlar ve sahâbenin çoğunluğuna, Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre şartların gerçekleşmesi durumunda birbirlerine mirasçı olurlar. Yargılama hukuku açısından kişi ile yeğeninin birbirleri hakkında şahitlik yapabilecekleri hususunda görüş birliği vardır.

Yaygın kullanımda yeğen olarak anılan amca, hala, dayı ve teyze çocukları açısından mirasla ve bazı fakihlere göre bunun yanında nafakayla ilgili istisnaî durumlar


dışında yukarıda geçen mahremiyet, örtünme ve hidâne gibi hususlara dair hükümler geçerli değildir. Meselâ kişinin amca, dayı, hala ve teyze çocuklarıyla evlenmesi dinen câizdir (el-Ahzâb 33/50); dolayısıyla aralarında evlenme engeli bulunmadığı için bunlarla ilgili mahremiyet ve örtünme hükümleri kişinin yabancılara karşı olan durumundan farklı değildir. Müslümanlar arasında Balkanlar ve Kafkasya gibi bazı bölgelerde bu tür akrabalarla evlenilmemesi dinî olmaktan çok sosyal ve kültürel bir anlayıştan kaynaklanır. Benzer şekilde söz konusu akrabalar arasında hidâne ve nafaka yükümlülüğü bulunmaz. Hanefî mezhebinin tercih edilen görüşünü benimseyen Muhammed Kadri Paşa erkek çocuk için amcanın, halanın, dayının ve teyzenin kızlarını; kız çocuk için de bunların oğullarını hidâne bakımından ehil kabul etmemiştir; bunun istisnası amcasının oğlundan başka yakını bulunmayan kız çocuk meselesinde hâkime takdir hakkı tanınmasıdır (el-Aĥkâmü’ş-şerǾiyye, md. 386).

BİBLİYOGRAFYA:

Serahsî, el-Mebsûŧ, IV, 199; V, 133, 211; Kâsânî, BedâǿiǾ, II, 257, 262; IV, 41; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1388/1968, VI, 319-322; VII, 110, 115, 116-117; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr (Bulak), II, 358, 363, 413; III, 314, 315; Mahallî, Şerĥu Minhâci’ŧ-ŧâlibîn, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), III, 241; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr, Beyrut 1412/1992, III, 563; VI, 731, 776, 795; Kadri Paşa, el-Aĥkâmü’ş-şerǾiyye fi’l-aĥvâli’ş-şaħśiyye (nşr. Muhammed Ahmed Sirâc - Ali Cum‘a Muhammed), Kahire 1427/2006, md. 380-394; Azîmâbâdî, ǾAvnü’l-maǾbûd, Beyrut 1415, III, 189; VI, 50, 61; VIII, 70, 76; el-Ahkâmû’ş-şer‘iyye fi’l-ahvâli’ş-şahsiyye: Kitâbü’n-Nafakāt, İstanbul 1333, md. 554-573; Bilmen, Kamus2, V, 282, 295-308; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1974, I, 196, 258, 341-342, 351, 419; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıķhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1409/1989, VII, 722; VIII, 315.

Abdüssamet Bakkaloğlu