VELÎD b. UKBE

(الوليد بن عقبة)

Ebû Vehb el-Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt el-Ümevî el-Kureşî (ö. 61/680-81)

Sahâbî.

Mekke’de doğdu. Babası Ukbe b. Ebû Muayt, Mekke döneminde Hz. Peygamber’e ve ilk müslümanlara eziyet eden müşriklerdendi. Annesi Ervâ bint Küreyz, Resûl-i Ekrem’in halası Ümmü Hakîm Beyzâ bint Abdülmuttalib’in kızı ve Hz. Osman’ın annesidir. Bir rivayette Velîd’in Resûlullah henüz hayatta iken doğduğu, Mekke’nin fethi sırasında (8/630) küçük bir çocuk iken dua etmesi için Peygamber’in yanına getirildiği, başına hoş olmayan bir koku sürüldüğü için Resûl-i Ekrem’in ona dokunmadığı şeklinde bilgiler nakledilmişse de bu rivayet, Velîd’in Bedir Gazvesi sonrasında (2/624) ve Hudeybiye Antlaşması günlerinde (6/628) görüşme yapmak için Medine’ye geldiğini, fetih sırasında evli ve yaklaşık yirmi yaşında bulunduğunu, fetihten kısa bir süre sonra zekât âmili sıfatıyla görevlendirildiğini bildiren rivayetlerle çelişmekte, bazı âlimler tarafından da münker ve muztarib olarak değerlendirilmektedir (Mizzî, XXXI, 56).

Çocukluk ve gençlik yıllarını Mekke’de geçiren Velîd babasının yanında yetişti. Bedir Gazvesi’nde müslümanlara esir düşen akrabası Hâris b. Ebû Vecze’yi kurtarmak amacıyla savaştan sonra Medine’ye gitti ve 4000 dirhem fidye ödeyerek Hâris’i kurtardı. Hudeybiye Antlaşması günlerinde müslüman olup Medine’ye hicret eden kız kardeşi Ümmü Külsûm’u geri almak üzere tekrar Medine’ye gittiyse de Ümmü Külsûm geri dönmek istemedi, Resûl-i Ekrem de onun dönmesini uygun görmedi. Mekke’nin fethi esnasında Velîd de İslâmiyet’i kabul etti. Fetihten sonra Mekkeli gençlerin gönüllerini kazanma düşüncesiyle onlara çeşitli görevler veren Resûlullah, Velîd b. Ukbe’yi Mustaliķoğulları’na zekât âmili olarak gönderdi (9/630). Ancak Velîd görev yerine zamanında gidemediğinden bir kısım kabile halkı onun neden gelmediğini öğrenmek için Medine’ye gitmek üzere hazırlık yaptı. Öte yandan Velîd, kabileye yaklaştığı sırada uzaktan onları silâhlı vaziyette görünce kendisine tuzak kurulduğu düşüncesiyle Medine’ye geri döndü ve Hz. Peygamber’e Mustaliķoğulları’nın irtidad ettiklerini, hatta kendisini öldürmek için harekete geçtiklerini söyledi. Fakat yapılan araştırma sonunda gerçek durum anlaşılınca şu âyet nâzil oldu: “Ey iman edenler! Fâsıkın biri size bir haber getirirse onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete kötülük edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz” (el-Hucurât 49/6; Müsned, IV, 279).

Resûl-i Ekrem’in vefatına kadar Mekke’de kalan Velîd b. Ukbe, Hz. Ebû Bekir halife olunca Kudâa kabilesinin zekâtlarını toplamakla görevlendirildi. Daha sonra küçük bazı birliklerin başında Irak taraflarına gönderildi ve Mezâr ile Aynüttemr gibi merkezlerin fethine katıldı. Görevini başarıyla tamamlaması üzerine bu defa Ürdün istikametine yollandı. Hz. Ömer döneminde birliğiyle Suriye ve Şam taraflarının ordu kumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın emrine verildi; bu sırada Kınnesrîn ve el-Cezîre’yi fetheden bazı kuvvetlere kumandanlık yaptı. Ardından kısa aralıklarla Rebîa ve Benî Tağlib gibi kabilelere zekât âmili olarak gönderildi. Velîd en hareketli dönemini Hz. Osman’ın hilâfeti sırasında yaşadı. 25 (645) yılında Hz. Osman onu yaklaşık beş yıl devam edecek olan Kûfe merkezli Irak genel valiliğine tayin etti. Bu sırada, daha önce fethedilip elden çıkan Azerbaycan ile Ermenistan taraflarını yeniden ele geçirmek için yola çıkan orduların başında bulundu ve bu bölgelerin tekrar fethedilmesinde önemli rol oynadı. Valiliğinin beşinci yılında içki içtiğine dair haberlerin yayılması ve bu durumun şahitlerle ispat edilmesi üzerine kendisine had cezası uygulandı ve görevden alındı. Medine’ye dönen ve Hz. Osman’ın öldürülmesine kadar (35/655) burada yaşayan Velîd daha sonra Irak’a geçerek bir müddet Basra’da kaldı, ardından Suriye’deki Rakka şehrine yerleşti. Fitne dönemi boyunca olaylara fiilen katılmadığı bilinmekteyse de Hz. Ali’ye karşı Muâviye b. Ebû Süfyân’ı desteklediği nakledilmektedir. Velîd b. Ukbe Rakka’da vefat etti. İslâm’a girdikten sonra daha çok siyaset, yöneticilik ve cihadla geçen görevleri sırasında insanlara güzel muamele yapan ve halkın dertlerine çare bulmaya çalıştığı bilinen Velîd kaynaklarda güçlü bir şair, cesur ve cömert bir kişi olarak tanıtılır. Hadis rivayet etmemişse de iki olay hakkındaki nakli kaynaklarda yer almıştır.

Velîd b. Ukbe bir kısmı şahsî hatalarından kaynaklanan, bir kısmı zanna ve iftiraya dayanan çeşitli eleştirilere mâruz kalmıştır. Bu eleştiriler daha çok Hişâm b. Muhammed el-Kelbî, Ma‘mer b. Müsennâ, Asmaî ve Ebü’l-Ferec el-İsfahânî gibi hadis ilminde fazla ihtisası olmayan, buldukları her bilgiyi derleyen kimselere, ayrıca Şiî müelliflerin abartarak naklettikleri bazı rivayetlere dayanmaktadır. Bu rivayetler, Hz. Peygamber’in Ukbe b. Ebû Muayt’a çocuklarının cehennemlik olduğunu haber vermesi sebebiyle Velîd’in de cehenneme gideceği (İbn Kesîr, III, 305), onun muhacirlerden ve ensardan olmayıp tulekā* arasında yer aldığı, Kûfe valisi iken içki içtiği, Muâviye b. Ebû Süfyân’ı Hz. Ali’ye karşı savaşması için şiirleriyle tahrik ettiği, kendisi hakkında inen Hucurât sûresinin 6. âyetinde fâsık diye nitelendirildiği şeklinde özetlenebilir. Resûl-i Ekrem’in, Bedir Gazvesi’nde esir düşen Ukbe b. Ebû Muayt’a kendisinin ve çocuklarının cehenneme gideceğini söylemesi İslâmiyet’i henüz benimsemedikleri o güne ait bir durum olmalıdır. Ayrıca müslümanlığın önceki günahları silip yok ettiği bilinmektedir. Velîd’in tulekādan olması sebebiyle eleştirilmesi de isabetli görülmemektedir. Zira Mekke fethinden sonra İslâmiyet’i kabul ederek dine büyük hizmetler yapan pek çok müslüman vardır.

Velîd içki içmesi yüzünden cezalandırılmıştır. Ancak bu olayı farklı senedlerle


nakleden İbn Cerîr et-Taberî konu üzerinde ayrıntılı biçimde durmuş, Velîd’in aslında içki içmediği, kendisine düşman olan bazı kimselerin iftiralarına kurban gittiği ve yalancı şahitler marifetiyle ona had cezası uygulandığı sonucuna varmıştır (Târîħu’l-ümem ve’l-mülûk, II, 608-612). Hadiseden sonra bu konu Kûfe’de uzun süre tartışılmış ve halkın büyük bir kısmı Velîd’e haksızlık yapıldığına inanmıştır. Olayın gerçekleştiği konusunda kuşku uyandıran hususları dikkate alan İbn Hacer el-Askalânî, Velîd’le ilgili her rivayeti nakleden İbn Abdülberr’in tutumunu tenkit etmiş, şüphe emâresi taşıyan bu tür olaylara ve rivayetlere karşı susmanın daha doğru olacağını söylemiştir (Tehźîbü’t-Tehźîb, XI, 127).

Kaynaklarda Velîd b. Ukbe’ye nisbet edilen bazı şiirler onun Muâviye b. Ebû Süfyân’ı Hz. Ali’ye karşı tahrik ettiğini göstermekteyse de hadis âlimleri, Velîd’in tövbe etmesi ihtimali bulunan, ayrıca rivayetle doğrudan ilgili olmayan bu davranışını bir sahâbînin adâletini sorgulamayı gerektirecek nitelikte kabul etmemişlerdir. Velîd üzerinde en çok, Mustaliķoğulları’na gönderildiğinde yanlış davranması ve bu olaydan hemen sonra inen âyette fâsık diye nitelendirilmesi sebebiyle durulmuştur. Bazı fırkalar ve şahıslar onun sahâbîliğinin ve adâletinin sorgulanması gerektiğini, rivayetlerinin ancak araştırıldıktan sonra alınabileceğini, bundan hareketle bütün ashabın adâlet açısından tekrar incelenmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Ancak muhaddisler ve Ehl-i sünnet âlimleri, Velîd’in fâsık şeklinde nitelendirildiği olaydan sonra da Hz. Peygamber’in yanında bulunduğunu, müslümanlar arasında hayatını sürdürdüğünü, kumandanlık ve zekât memurluğu gibi görevlerde titiz davranan Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in kendisine görev verdiğini, gerçekleştirdiği fetihlerle İslâm’a önemli katkılar sağladığını dikkate almışlar, bu hususların onun mümin olduğuna ve hatasından döndüğüne işaret ettiğini, dolayısıyla sahâbîliğinin sorgulanmasına gerek görülmediğini belirtmişlerdir. Ayrıca Velîd’in hadis uydurmadığı, kendisinden nakledilen ve zayıf olduğu söylenen iki rivayetin başkaları tarafından da nakledildiği ifade edilmiştir (geniş bilgi için bk. Efendioğlu, s. 407-413). Velîd b. Ukbe hakkında Adem Dölek “el-Velîd b. Ukbe’nin Hayatı ve Sahâbe Adâleti Açısından Değerlendirilmesi” (Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VI/1, Sivas 2002, s. 93-110), Ahmed Abdüllatîf Hanefî Muhammed “el-Velîd b. ǾUķbe b. Ebî MuǾayt ĥayâtühû-velâyetühü’l-Kûfe” (el-Mecelletü’t-Târîħiyyetü’l-Mıśriyye, sy. 43 [Kahire 2005], s. 351-441) adıyla birer makale kaleme almışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, IV, 199, 204, 279; Vâkıdî, el-Meġāzî, I, 130, 139, 278-279, 631; II, 980-981; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, VI, 24-25; VII, 476-477; Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî, Nesebü Ķureyş (nşr. E. Lévi-Provençal), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 138-140; Buhârî, et-Târîħu’l-kebîr, VIII, 140; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 318-320; Taberî, Târîħu’l-ümem ve’l-mülûk, Beyrut 1411/1991, II, 608-612; İbn Hibbân, eŝ-Ŝiķāt, III, 429-430; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1405/1984, XXII, 149-151; İbn Hazm, Esmâǿü’ś-śaĥâbeti’r-ruvât (nşr. Seyyid Kesrevî Hasan), Beyrut 1412/1992, s. 291; İbn Abdülber, el-İstîǾâb (Bicâvî), IV, 1552-1557; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), LXIII, 218-250; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (nşr. Ali M. Muavvaz v.dğr.), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), V, 420-422; Mizzî, Tehźîbü’l-Kemâl, XXXI, 53-61; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, III, 412-416; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 305; VII, 149-151, 155; VIII, 214; İbn Hacer, el-İśâbe (Bicâvî), VI, 614-618; a.mlf., Tehźîbü’t-Tehźîb, Beyrut 1404/1984, XI, 125-127; Mehmet Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, İstanbul 2011, s. 403-413.

Mehmet Efendioğlu