VEHB el-HAYR

(وهب الخير)

Ebû Cühayfe Vehb b. Abdillâh b. Müslim es-Süvâî (ö. 74/693)

Sahâbî.

Muhtemelen milâdî 620 yılından kısa bir süre önce doğmuştur; Abdullah b. Abbas’ın akranı olması bunu göstermektedir. Âmir b. Sa‘saa kabilesinin Süvâe koluna mensuptur. Babasının adı bazı kaynaklarda Câbir ve Vehb diye de geçmektedir. Vehb’in Hz. Peygamber’le ne zaman görüştüğü ve İslâmiyet’i ne zaman kabul ettiği bilinmemekte, 9 (630) yılında Benî Âmir b. Sa‘saa heyetiyle Medine’ye geldiği ve on yaşında iken İslâm’a girdiği sanılmaktadır. O sırada henüz bulûğ çağına ermediği, ancak ok yontup işleyecek kadar akıllı ve becerikli (İbn Abdülber, IV, 1561) ve Resûl-i Ekrem’in şemâili hakkında gördüklerini zaptedip nakledecek kadar zeki ve dikkatli (Belâzürî, I, 396) olduğu belirtilmekte, Resûlullah’ı küçük yaşta gören sahâbîler arasında sayılmaktadır. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre Vedâ haccında bulunmuş ve Mekke ile Mina arasındaki Ebtah’ta Hz. Peygamber’in çadırında konaklamış, Bilâl-i Habeşî’nin ezan okuduğunu ve Resûlullah’ın abdest alıp öğle ve ikindi namazlarını seferî olarak kıldığını görmüştür (Müsned, IV, 308-309). Vehb, küçük yaşta iken Resûl-i Ekrem’in yanında bulunduğu bir sırada aşırı yemek yüzünden geğirince Resûlullah ona çok yememesini tavsiye etmiş, onun da bu tavsiyeye hayatı boyunca uyduğu belirtilmiştir (İbnü’l-Esîr, V, 48-49).

Vehb, 17 (638) yılında Kûfe şehrinin kurulması üzerine ailesiyle birlikte oraya göç etti. Burada Âmir b. Sa‘saa kabilesi mensuplarının oturduğu mahalleye yerleşti. 36’da (656) Hz. Ali Irak’a gelip Kûfe’ye yerleşinceye kadar burada sade ve sakin bir hayat yaşadı. Daha sonra Hz. Ali’nin yanında yer aldı; Sıffîn’de Emevîler’e (37/657), Nehrevan’da Hâricîler’e (38/658) karşı savaştı, onun diğer savaşlarına da katıldı. Hz. Ali cuma namazlarında ve diğer vakitlerde minberde konuşurken Vehb minberin yanında ayakta durup onu korurdu. Bu sebeple Hz. Ali kendisini çok sever, ona güvenir, Vehb el-Hayr ve Vehbullah diye hitap ederdi. Vehb el-Hayr diye şöhret bulması da bundan dolayıdır. Vehb, Kûfe’de bulunduğu dönemlerde kolluk kuvvetlerinin başına getirildi, beytülmâlin sorumluluğunu da üstlendi. Hz. Ali’den sonra yönetime gelen Emevîler zamanında siyasî olaylara karışmamaya özen gösterdi ve Kûfe’de yaşamaya devam etti, hayatının bu döneminde daha çok ilimle meşgul oldu. Ya‘kūbî onu Abdülmelik b. Mervân devri (685-705) fakihleri arasında saymaktadır (Târîħ, II, 282). Vehb’in 64 (683) veya 72 (691) yıllarında, hatta 80’den (699) sonra vefat ettiğine dair rivayetler varsa da onun Bişr b. Mervân’ın Irak valiliği sırasında 74 (693) yılında Kûfe’de öldüğü bilinmektedir. Vehb Kûfe’de en son vefat eden sahâbîdir.

Bizzat Hz. Peygamber’den, ayrıca Ali b. Ebû Tâlib ve Berâ b. Âzib’den hadis nakleden Vehb’in hadis kaynaklarında kırk beş rivayeti yer almıştır (İbn Hazm, s. 86). Kendisinden oğlu Avn b. Ebû Cühayfe dışında Ebû İshak es-Sebîî, Âmir b. Şerâhîl eş-Şa‘bî, Ali b. Akmer, Hakem b. Uteybe, Seleme b. Küheyl ve İsmâil b. Ebû Hâlid rivayette bulunmuş, rivayetleri Kütüb-i Sitte’de nakledilmiştir. Bu rivayetlerden altısı Buhârî ve Müslim tarafından tahriç edilmiş, üçü hem Śaĥîĥ-i Buħârî hem Śaĥîĥ-i Müslim’de yer almış, geri kalan üçü ise sadece Śaĥîĥ-i Buħârî’de nakledilmiştir (Yahyâ b. Ebû Bekir el-Âmirî, s. 276). Bazı Şîa kaynaklarında, Vehb’in Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde onunla birlikte hareket etmesinden dolayı Şîa taraftarı olduğu ileri sürülmüşse de Ali’nin vefatından sonra onun adına hareket edenler arasında adının zikredilmemesi, Hz. Ali’den Resûl-i Ekrem’in kendisine başkalarının bilmediği bir şey vasiyet etmediğine dair bilgi aktarması (Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, X, 529), Resûlullah’tan sonra ümmetin en hayırlılarının Hz. Ebû Bekir ile Ömer olduğu şeklinde rivayetlerinin bulunması (Müsned, I, 106) bu iddianın yanlışlığını ortaya koymaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 106; IV, 307-309; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, VI, 63-64; Belâzürî, Ensâb, I, 396; Ya‘kūbî, Târîħ, II, 282; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), III, 716; İbn Hazm, Esmâǿü’ś-śaĥâbeti’r-ruvât (nşr. Seyyid Kesrevî Hasan), Beyrut 1412/1992, s. 86; İbn Abdülber, el-İstîǾâb (Bicâvî), IV, 1561, 1619-1620; Hatîb el-Bağdâdî, Târîħu Medîneti’s-selâm (nşr. Beşşâr Avvâd Ma’rûf), Beyrut 1422/2001, I, 560-561; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), IV, 684-685; V, 48-49; Nevevî, Tehźîb, II, 201-202; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, III, 202-203; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1418/ 1997-98, IV, 563; VII, 558; VIII, 393, 414, 424, 453; X, 529; İbn Hacer, el-İśâbe (Bicâvî), VI, 626; a.mlf., Tehźîbü’t-Tehźîb, Beyrut 1404/1984, XI, 145; Yahyâ b. Ebû Bekir el-Âmirî, er-Riyâżü’l-müsteŧâbe (nşr. Ömer ed-Dirâvî Ebû Hacle - M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1409/1988, s. 276.

Mehmet Efendioğlu