VECHÜ’l-HAK

(وجه الحقّ)

Bir şeye varlık ve gerçeklik kazandıran Hakk’ın yüzü anlamında tasavvuf terimi.

Sözlükte “yüz, çehre, zât” gibi anlamlara gelen vech Kur’ân-ı Kerîm’de Allah veya rab kelimeleriyle tamlama halinde (vechu’llah, vechü rab) kullanılmıştır (el-Bakara 2/115, 272; er-Ra‘d 13/22; el-Kasas 28/88; er-Rûm 30/38, 39; er-Rahmân 55/27; el-İnsân 76/9). Müfessirler “Allah’ın/rabbin yüzü” mânasındaki bu ifadeyi müteşabihattan kabul etmiş ve “Allah’ın zâtı, kendisi, varlığı, muradı, rızası, hoşnutluğu ve kıblesi” gibi mânalar vermiştir.

Gazzâlî’ye göre varlık iki türlüdür; biri kendi kendine, diğeri başkası sayesinde var olan varlıktır. Başkası sayesinde varlık kazanan varlık aslı itibariyle yoktur, hiçtir. Hakiki varlık ise sadece Allah’ın varlığıdır. Gazzâlî, “Allah’ın vechinden başka her şey yok olacaktır” meâlindeki âyeti (el-Kasas 28/88), “Allah’tan başka her şey ezelde de ebedde de zaten yoktur” şeklinde yorumlamıştır (Mişkâtü’l-envâr, s. 55, 56, 92). Hak’tan başka bütün varlıklar varlıklarını Allah’tan aldıkları için varlıkları mecazi ve iğretidir. Her şeyin biri kendine, diğeri rabbine bakan iki yüzü vardır. Kendine dönük yüzü bakımından yokluktan ibaret bulunan eşya Allah’ın vechine dönük yüzü bakımından mevcuttur. Şu halde mevcut olan sadece Allah ve O’nun vechidir. Bunu kavrayanlar mülkün Allah’a ait olduğunun (el-Mü’min 40/16) bilincine varmıştır. Allah’la birlik (maiyet) şeklinde hiçbir varlık yoktur, ancak Allah’a tebaiyet yoluyla vardır. Allah bütün varlıktır ve O’ndan başka hiçbir şeyin hüviyeti ve kendi başına varlığı yoktur. Her şeyin varlığı (yüzü) Allah’a yöneliktir. “Nereye yönelirseniz yönelin Allah’ın vechi oradadır” âyeti (el-Bakara 2/ 115) bu anlamdadır. Allah’tan başka ilâh bulunmadığı gibi O’ndan başka “O” (hüve) denilebilecek bir şey de yoktur. Bu sebeple “lâ ilâhe illâ hû” havassın tevhididir (a.g.e., s. 60). Hz. Ali’ye nisbet edilen, “Hiçbir şeye bakmadım ki o şeyden evvel Allah’ı görmemiş olayım” şeklindeki sözü, “Nereye yönelirseniz yönelin Allah’ın vechi oradadır” âyetiyle açıklayan Gazzâlî, Bâyezîd-i Bistâmî’nin, “Sübhânî mâ a‘zame şânî” (Tesbih ederim zâtımı ki şânım ne yücedir) ve Hallâc-ı Mansûr’un “enelhak” (Ben Hakk’ım) şathiyelerini de bu çerçevede yorumlar. İbnü’l-Arabî’ye göre Hak Teâlâ’nın zâtına dönük vechi O’nun ahadiyetidir,


eşyaya dönük vechi ise O’nun yarattıklarıdır. Özleri bakımından sırf yokluktan ibaret olan nesneler ancak Hak sayesinde kāim ve mevcuttur. Allah’ın “kayyûm” ismi bu hususu ifade eder. Her şeyin Hak ile kāim ve mevcut olduğunu görenler her şeyde Hakk’ın vechini görürler (Fuśûś, s. 113-114; Kâşânî, s. 48-49; Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, s. 35).

Hakk’ın zâtının biri mutlak, diğeri mukayyet iki vechi vardır. Hakk’ın zâtı tek ve hakiki varlıktır. O’nun varlığının yanında başka hiçbir şeyin varlığı söz konusu olmadığından O’ndan başkasına varlık izâfe edilemez; her şey O’nunla, O ise zâtıyla mevcuttur. “O’nunla birlikte başka şeyler de vardır” denilerek mukayyet varlıklardan bahsedilecek olursa O, söz konusu mukayyet varlıkların “ayn”ıdır. Çünkü O’nunla varlık kazanan mukayyet varlıklar O’nsuz düşünüldüğünde hiçtir. Hak o şeylerin sûretinde tecelli ettiğinden onlara varlık izâfe edilmiştir. Bu izâfet düşürüldüğünde yokluğa mahkûm olurlar. Bu sebeple tevhid “izâfetleri ortadan kaldırmaktır” şeklinde tarif edilmiştir. “Vücûd (varlık) vâcibin (zorunlu) hakikatinin aynı, mümkünün hakikatinin gayridir” ifadesi de bu anlama gelir.

“Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye yönelirseniz Allah’ın vechi oradadır” âyetindeki (el-Bakara 2/115) vech kelimesi kıble ve Kâbe olarak yorumlanmıştır. Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî âyeti, “Kul nereye yönelirse yönelsin Hakk’ın vechi ve muradı oradadır, tıpkı her taraftan görülen dolunay gibi” şeklinde açıklamıştır (Ĥaķāǿiķu’t-tefsîr, I, 63). İbnü’l-Arabî’ye göre genel anlamda Allah’ın vechi her yerde, özel anlamda sadece Kâbe’de bulunduğundan müminlerin namazda kıbleye yönelip kulluk görevlerini yerine getirmeleri edebe uymanın bir icabıdır. Fakat kıbleye yönelmede veya kıbleyi belirlemede zorluk çekenlerin, tahminlerine göre kıble cihetine yönelip ibadet etmesi de mümkündür. Çünkü Allah’ın vechi her yerdedir (Fuśûś, s. 113-114). Bu âyet, her bölgeden her mekândan Kâbe’ye yönelip namaz kılmanın gerekliliğini ifade ettiği gibi hareket halindeki bir araçta namaz kılanların, havanın bulutlu veya gece olması sebebiyle kıble cihetini keşfedemeyenlerin kendi kanaatlerine göre tesbit ettikleri tarafa yönelip namaz kılmalarının mümkün olduğunu gösterir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vch” md.; et-TaǾrîfât, “Vechü’l-ĥaķ” md.; Kāmus Tercümesi, IV, 843; Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî, Ĥaķāǿiķu’t-tefsîr: Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm (nşr. Seyyid Umrân), Beyrut 2001, I, 63; Gazzâlî, Mişkâtü’l-envâr (nşr. Ebü’l-Alâ el-Afîfî), Kahire 1383/1964, s. 55, 56, 60, 92; Baklî, Şerĥ-i Şaŧĥiyyât (nşr. H. Corbin), Tahran 1360 hş./1981, s. 374, 430; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 2005, II, 18-23; X, 101-103; İbnü’l-Arabî, Fuśûś (Afîfî), s. 113-114; a.mlf., el-Fütûĥâtü’l-Mekkiyye, Kahire 1293, I, 130, 518-520; Kâşânî, Iśŧılâĥâtü’ś-śûfiyye, s. 48-49; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Kahire 1952, I, 157, 192; Abdurrahman-ı Câmî, Nefeĥâtü’l-üns (nşr. Mahmûd Abîdî), Tahran 1370 hş., s. 413, 486; Reşehât Tercümesi, s. 43; Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, CâmiǾu’l-uśûl, Kahire 1298, s. 35.

Süleyman Uludağ