VÂDİLKURÂ

(وادي القرى)

Medine’nin kuzeybatısında eski bir ziraat bölgesi.

Günümüzde Suudi Arabistan sınırları içinde yer almaktadır. Bölge ismini Medine’nin kuzeybatısında Teymâ ile Medine arasında halkı tarımla uğraşan birkaç köyün sıralandığı vadiden (Vâdilkurâ = köyler vadisi) almıştır (Yâkūt, IV, 338). İslâm coğrafyacılarının farklı zamanlarda çeşitli yerleşim birimlerinden hareketle yerini tarif ettikleri Vâdilkurâ, İbn Hurdâzbih’e göre Ruhaybe’nin kuzeyinde ve Hicr’in (Medâinüsâlih) güneyinde, Hasan b. Abdullah el-İsfahânî’ye göre Sukyâ’nın kuzeyinde ve Avâlî’nin (günümüzdeki Ulâ) güneyinde bulunmaktadır. Medine’ye yedi, Teymâ’ya üç-dört ve Hicr’e bir günlük uzaklıktadır. Bilinen en eski tarihi Âd ve Semûd kavimleriyle ilişkilendirilen Vâdilkurâ milâttan önce VI. yüzyıldan itibaren bölgede hüküm süren Dedân, Lihyân, Maîn ve Nabatîler gibi devletlere bağlı şekilde gelişmişti; ziraata elverişli bölge olmasının yanı sıra yarımadanın güneyinden Suriye ve Mısır’a giden eski ticaret yolunun belli başlı duraklarından biriydi ve bu sebeple ayrı bir önem kazanmıştı. Günümüzde aynı adlı idarî birimin (muhafaza) merkezi olan Ulâ’nın (33.637; 2010 tahmini) yakınında Hıraybe diye bilinen Dedân’ın kalıntıları arasındaki çok sayıda kitâbe bölgenin bir zamanlar gelişmiş olduğunu göstermektedir.

İslâm’ın zuhuru sırasında Vâdilkurâ’nın başlıca sakinleri yahudilerdi; bunların Buhtunnasr döneminde Beytülmakdis’in işgalinden sonra bölgeye geldikleri tahmin edilmektedir (Belâzürî, Fütûh, s. 19-20; Taberî, I, 539). Kaynaklara göre Semûd kavminin izlerinin bulunduğu bölgeye yerleşen yahudiler yer altı su kuyularını onardı, bölgeyi hurma ve hububat yetiştiriciliğine dayalı önemli bir ziraat merkezi haline getirdi. Zamanla Kudâa kabilesinin Hicaz, Suriye ve Filistin bölgelerine yerleşmesiyle bu kabilenin alt kollarından Uzre ile Vâdilkurâ’nın yahudi sakinleri arasında bir antlaşma yapıldı. Buna göre Vâdilkurâ’nın Kudâa’nın diğer kollarına karşı korunmasına mukabil Uzre kabilesi yahudilerin yetiştirdikleri ürünün bir kısmını alacaktı. Uzre kabilesi bölgeyi muhafaza ettiği gibi Gassânî Hükümdarı Nu‘mân b. Münzir b. Hâris’e karşı savunarak işgaline engel oldu.

Hicretin 2. yılında (624) Medine’den sürülen Benî Kaynukā‘ yahudileri bir ay kadar Vâdilkurâ’da kaldıktan sonra Suriye bölgesine gidip Ezriât’a yerleşti. 6 (627) yılında Zeyd b. Hârise başkanlığındaki ticaret kervanı Vâdilkurâ’da Gatafânlılar’a ait bölgede bu kabilenin kollarından Benî Fezâre’nin saldırısına uğradı. Arkadaşları öldürülen ve mallarına el konulan Zeyd, Medine’ye döndükten sonra Hz. Peygamber tarafından Benî Fezâre üzerine gönderildi (Ramazan 6 / Ocak-Şubat 628). Bölgede İslâm’a düşmanlığı ile bilinen, Resûl-i Ekrem’e ve müslümanlara karşı insanları kışkırtan Ümmü Kırfe ve Fezâre’nin


bazı ileri gelenleri katledildi (Vâkıdî, II, 564). Bu seriyye kumandanının Hz. Ebû Bekir olduğu ve Ümmü Kırfe’nin kızıyla birlikte esir alınıp Medine’ye getirildiği de nakledilir (Müslim, “Cihâd”, 46; Taberî, II, 643-644).

Hz. Peygamber, Cemâziyelâhir 7 (Ekim 628) tarihinde Hayber’in ardından savaşla fethettiği Vâdilkurâ’da dört gün kaldı, ganimetleri savaşçılar arasında paylaştırdı; ganimet hukukuna göre taksim edilen (Fayda, s. 23, 25) toprak ve hurmalıkların işletilmesi yahudi sakinlerine bırakıldı. Resûlullah Amr b. Saîd b. Âs’ı bölgeye vali tayin etti. Resûl-i Ekrem’in kendisine Vâdilkurâ topraklarından iktâ verdiği Benî Uzre’nin reisi Cemre b. Nu‘mân b. Hevze el-Uzrî, Hicaz halkından Hz. Peygamber’e kabilesinin zekâtını getiren ilk kişi olarak bilinir (İbn Sa‘d, IV, 356). 7 (629) yılında Benî Gatafân’ın Medine’ye saldırı planı haber alındığında yola çıkan Beşîr b. Sa‘d kumandasındaki 300 kişilik askerî birlik düşmanla Vâdilkurâ yakınlarındaki Cinâb’da karşılaştı.

Hicaz’ın sınırlarının belirlenmesi veya Hz. Ömer döneminde yahudilerin Hicaz’dan çıkarılmasıyla ilgili olarak ilk dönem kaynaklarında Vâdilkurâ’dan bahsedilmekte ve bu hususta farklı rivayetler aktarılmaktadır. Bir kısım rivayetlerde, Hz. Ömer’in Fedek ve Hayber gibi bölgelerden yahudileri çıkarmasına karşılık Suriye topraklarından kabul ettiği Vâdilkurâ yahudilerini çıkarmadığı bildirilirken (a.g.e., II, 711; Belâzürî, Fütûh, s. 48) bazı rivayetlerde halifenin bölge yahudilerini topraklarından sürdüğünden bahsedilir (Belâzürî, Fütûh, s. 48). Yaygın kanaat, Hz. Ömer’in kendi döneminde aralarında Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Ömer b. Ebû Seleme, Âmir b. Rebîa, Amr b. Sürâka ve Abdullah b. Erkam’ın da bulunduğu sahâbîlere Vâdilkurâ topraklarından iktâ vermesine rağmen (Vâkıdî, II, 720-721; İbn Şebbe, I, 185) Suriye topraklarından saydığı bölgede oturan yahudilerin tamamını oradan uzaklaştırmadığı şeklindedir (Vâkıdî, II, 711). Daha sonra Vâdilkurâ’dan bahseden İslâm coğrafyacılarından Makdisî’nin (IV./X. yüzyıl) yahudileri bölgenin başlıca sakinleri diye zikretmesi (Aĥsenü’t-teķāsîm, s. 84), V. (XI.) yüzyılda Bekrî’nin Hz. Peygamber döneminden itibaren bölgede oturmaya devam eden yahudi ailesinden söz etmesi (MuǾcem, I, 44) Hz. Ömer döneminde yahudilerin bölgeden tamamen sürülmediği görüşünü desteklemektedir. Dolayısıyla Grohmann’ın Vâdilkurâ’da artık hiçbir yahudinin kalmadığına dair ileri sürdüğü iddia (İA, XIII, 137) ihtiyatla karşılanmalıdır.

Emevîler’in ilk döneminde Muâviye’nin Vâdilkurâ’nın ziraî gelişimine özel ilgi gösterdiği anlaşılmaktadır. Kaynaklara göre Muâviye Kur’an’da bahçeleri, kuyuları ve tarımıyla kendisinden söz edilen (eş-Şuarâ 26/146-148) bir bölge olması dolayısıyla Vâdilkurâ’nın pek çok eski kuyusunu yeniden ortaya çıkardı ve bölgenin su kaynaklarını arttırdı (Yâkūt, IV, 338). Oğlu Yezîd’in halifeliği devrinde Vâdilkurâ’da bir zamanlar önemli gelir sağlayan Muâviye’ye ait araziler isteği üzerine Abdülmelik b. Mervân’a iktâ edildi. Mekke ile Dımaşk arasında yer alması, Hicaz’a kuzeyden gelen desteğin kontrol edilebildiği bir konuma sahip bulunması sebebiyle Vâdilkurâ, Emevîler döneminde Hicaz-Suriye siyasî mücadelesinde önemli stratejik bölgelerden birini teşkil etti. Abdullah b. Zübeyr ile Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân arasındaki mücadelede tarafların birbirine karşı ordu gönderdikleri bölge olan Vâdilkurâ, II. Mervân’ın halifeliği devrinde Ebû Hamza eş-Şârî liderliğindeki Hâricîler’le Abdülmelik b. Muhammed b. Atıyye kumandasındaki Emevî orduları arasındaki savaşa da (130/748) sahne oldu (Taberî, VII, 397-400).

Ziraî öneminin yanı sıra Vâdilkurâ ticaret ve sanat bakımından da önemli bir bölgedir. Vâdilkurâ Medine, Tâif, Hayber, Dûmetülcendel ve Yemâme ile birlikte Arap mûsikisinin gelişiminde önemli rol oynayan altı merkezden biridir (İbn Abdürabbih, VII, 29). Hz. Osman’ın mühendis olarak bilinen kölesi Ömer b. Dâvûd b. Zâzân el-Vâdî meşhur müzisyen Hakem el-Vâdî’nin mûsiki hocasıdır (Yâkūt, V, 345). Meşhur sahâbî Selmân-ı Fârisî’nin Vâdilkurâlı bir yahudiden satın alındığı bilinmektedir.

Mısır ve Suriye’den Mekke’ye giden hac yolu üzerindeki Vâdilkurâ’nın ticarî ve ziraî önemi daha sonraki asırlarda da devam etti. İstahrî IV. (X.) yüzyılda Vâdilkurâ’yı Hicaz’da Mekke, Medine ve Yemâme’nin ardından dördüncü büyük yerleşme yeri olarak zikretmekte, hurmalıkları ve kuyularının şöhretinden bahsetmektedir (Mesâlik, s. 19). Hasan b. Abdullah el-İsfahânî, Vâdilkurâ hurmalıklarının Uzre, Belî, Cüheyne ve Sa‘dullah kabilelerine ait olduğunu, bütün sakinlerinin altın ve gümüş madenlerinden yararlandığını söylemektedir (Bilâdü’l-ǾArab, s. 397-399). Makdisî IV. (X.) yüzyılda zirve dönemini yaşayan Vâdilkurâ’yı nüfus, ticaret ve zenginlik bakımından Hicaz’da Mekke’den


sonraki ikinci yerleşim yeri diye tanıtır (Aĥsenü’t-teķāsîm, s. 83-84). V. (XI.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fâtımîler’in bölgede nüfuzunu arttırması sonucunda yol güvenliği ve genel asayişin bozulması gibi sebeplerle Hicaz’daki diğer bazı şehirler gibi Vâdilkurâ da zamanla önemini yitirdi; yerini Vâdilkurâ’nın en dar ve en yüksek mahallinde yer alması dolayısıyla doğal koruması bulunan ve Suriyeli hacılar için önemli duraklardan birini teşkil eden Ulâ’ya bıraktı. Hicaz Demiryolu’nun Vâdilkurâ bölgesindeki önemli istasyonlarından biri Medine’ye 300 km. uzaklıkta bulunan Ulâ’da, diğeri de Ulâ’nın 20 km. kuzeydoğusundaki Medâinüsâlih’te inşa edilmiştir. Yâkūt kendi döneminde (VII./XIII. yüzyıl) Vâdilkurâ’nın önceki ihtişamını kaybettiğini, köylerin kalıntılarının harap durumda olduğunu, sularının boşa aktığını, bunlardan kimsenin yararlanmadığını belirtir (MuǾcemü’l-büldân, IV, 338). 1877’de bölgeyi ziyaret eden İngiliz seyyahı Doughty’nin (Travels in Arabia Deserta, I, 161) sadece bedevîlerin değil okumuş yerli halkın da Vâdilkurâ ismini hatırlamadığını kaydetmesi, klasik kaynaklarda kendisinden sıkça bahsedilen Vâdilkurâ adının daha sonraki yüzyıllarda bölge halkının da hâfızasından silindiğini göstermektedir. Tarihî Vâdilkurâ’nın Mibyât (Mâbiyyât) diye adlandırılan kalıntıları Ulâ şehrinin güneyinde kalmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Vâkıdî, el-Meġāzî, I, 180; II, 564, 711, 720-721, 727-728; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, II, 90; IV, 356; İbn Şebbe, Târîħu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 185; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 19-20, 41-42, 48-49, 50, 59; a.mlf., Ensâb, V, 145-151; İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, s. 150; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), I, 204, 226-227, 539; II, 642-644; VI, 71-73; VII, 397-400; İbn Abdürabbih, el-Ǿİkdü’l-ferîd (nşr. Abdülmecîd et-Terhînî - Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1404/1983, VII, 29; İstahrî, Mesâlik (de Goeje), s. 19, 24; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 265; Hemdânî, Śıfatü Cezîreti’l-ǾArab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva‘ el-Hivalî), Riyad 1397/1977, s. 131; Makdisî, Aĥsenü’t-teķāsîm, s. 83-84, 250; Bekrî, MuǾcem, I, 43-44; Hasan b. Abdullah el-İsfahânî, Bilâdü’l-ǾArab (nşr. Hamed el-Câsir - Sâlih el-Ali), Riyad 1388/1968, s. 397-400; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, IV, 338; V, 345; C. M. Doughty, Travels in Arabia Deserta, London 1923, I, 151, 161; Abdullah al-Wohaibi, The Northern Hijaz in the Writings of the Arab Geographers: 800-1150, Beirut 1973, s. 293-300; Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul 1989, s. 23, 25; Ufuk Gülsoy, Hicaz Demiryolu, İstanbul 1994, s. 118, 134-135, 141, 234, 248, 255; İstanbul’dan Medine’ye Bir Tarih Belgeseli Hicaz Demiryolu: Fotoğraf Albümü (ed. İbrahim Usul), İstanbul 1999, s. 218-230; Adolf Grohmann, “Vâdi’l-kurâ”, İA, XIII, 136-137; C. E. Bosworth, “al-ǾUlā”, EI² (İng.), X, 800; M. Lecker, “Wādī’l-ķurā”, EI² (İng.), XI, 18-19.

Elnure Azizova