UZZÂ

(العزّى)

İslâm öncesi Arap toplumundaki putlardan biri.

Sözlükte “çok yüce, azize” anlamındaki uzzâ kelimesi azîzin mübalağalı şekli olan eazzenin müennes halidir. Bilhassa Kureyş ve Kinâne kabilelerine ait bir put, aynı zamanda Gatafânlılar tarafından tapınılan dikenli bir ağaç (semüre) karşılığında kullanılmıştır (Lisânü’l-ǾArab, “Ǿuzz” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “Ǿuzz” md.). Lihyânlılar’da han-uzza, Nabatîler’de uzzaya, el-uzza, Sâbiîler’de uzzayan biçiminde yer alır (Winnett, XXX [1940], s. 116). Câhiliye döneminin önde gelen putlarından Uzzâ’ya Lât ve Menât’la birlikte Allah’ın kızları ve aracıları olarak tapınılmıştır (İbnü’l-Kelbî, s. 19; Taberî, XXVII, 34-35). Taberî, eski Araplar’da putlara Allah’ın isimlerini verme âdetine uygun şekilde el-Lât’ın Allah (el-Lâh) lafzından, Uzzâ’nın da azîz isminden türetilmiş müennes kelimeler olduğunu söylemiş, Uzzâ’nın beyaz bir taşla veya bir ağaçla yahut Tâif ya da Nahle’deki bir mâbedle özdeşleştirildiğini kaydetmiştir (CâmiǾu’l-beyân, XXVII, 34-35). Wellhausen de bilhassa Lât ve Uzzâ’nın adlarına birlikte yemin edilen iki ilâhe sayıldığını, el-Lât’ın ilâhe sıfatıyla Allah’ın müennes yönüne, “çok güçlü” mânasındaki el-Uzzâ’nın da Allah’ın azîz sıfatına karşılık geldiğini belirtmiştir (Reste Arabischen Heidentums, s. 44-45). “Uzzateyn” diye anılan Lât ve Menât Uzzâ’nın kızları olarak da kabul edilmiştir.

Tarihsel ve arkeolojik bulgulara göre bu putlara tapınma âdeti Arap yarımadasında milâttan önceki dönemlerden (muhtemelen m.ö. VI-V. yüzyıllardan) itibaren mevcuttu (Winnett, XXX [1940], s. 116). İbnü’l-Kelbî’nin verdiği bilgiye göre özellikle Kureyş kabilesi mensupları tarafından tâzim edilen bu putlara Kâbe’yi tavaf sırasında şu şekilde dua edilirdi: “el-Lât, el-Uzzâ ve diğer üçüncüsü Menât hürmetine; çünkü bu üçü yüce kuğulardır ve şüphesiz şefaatleri umulan varlıklardır” (Kitâbü’l-Eśnâm, s. 19). Bu tapınmaya Kur’an’da da atıf yapılmıştır: “Gördünüz mü Lât ve Uzzâ’yı ve üçüncüleri olan diğerini, Menât’ı? Demek erkekler sizin, kızlar Allah’ın öyle mi?” (en-Necm 53/19-21). Bu üçlü panteon içinde Uzzâ en son ortaya çıkmışsa da Kureyş için en önemli put haline gelmiştir. Putun yer aldığı mekâna kutsal ziyaretler düzenlenmiş, ona hediyeler ve kurbanlar sunulmuş, adına yıllık bayram düzenlenmiştir (İbnü’l-Kelbî, s. 18; Wellhausen, s. 39; Doughty, II, 511). Hz. Peygamber’in, bu puta bağlılığıyla tanınan amcası Ebû Leheb’in asıl adı Abdüluzzâ’dır (Lisânü’l-ǾArab, “Ǿuzz” md.). Ayrıca Resûl-i Ekrem’in dedesi Abdülmuttalib’in su kullanım haklarıyla ilgili bir anlaşmazlığın çözümü için Uzzâ kâhinine başvurduğu nakledilmiştir (İbn Habîb, s. 98-99).

Uzzâ’ya Kureyş kabilesi dışında ve çoğu zaman başka tanrı veya tanrıçalarla beraber Gatafân, Kinâne, Huzâa, Sakīf, Ganî, Belî ve Ganem kabileleri de tapınmıştır (Wellhausen, s. 39; EI² [İng.], X, 968). Bu kabileler Mekke’ye hacca giderken yolda telbiye okurlar, bu telbiyelerde Allah’a Lât, Menât ve Uzzâ’nın yüce tanrısı ve Kâbe’nin rabbi diye yakarırlardı. Bundan da anlaşıldığı üzere Câhiliye döneminde yerel tanrı ve tanrıçalara tapınılsa da bunların arkasında yüce bir tanrı anlayışı yer almaktaydı (Kister, II [1980], s. 36). Bu durum Dirhem b. Zeyd el-Evsî’nin “Mübarek Uzzâ’nın rabbi olan Allah’a yemin ederim ki ...” şeklindeki yemininde de görülmektedir (İbnü’l-Kelbî, s. 19).

Uzzâ’ya tapınmanın kökeni hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Uzzâ eski Mısır’ın bereket tanrıçası İsis, eski Yunanlılar’ın gök tanrıçası Afrodit, Venüs gezegenini temsil eden eski Mezopotamya’nın bereket tanrıçası İştar / Astarte’nin yanı sıra ay kültüyle bağlantılı görülen ve İslâm öncesinde Kuzey Arabistan kabileleri tarafından tapınıldığı bilinen tanrı(ça) Rudâ ile özdeşleştirilmiştir (EI2 [İng.], X, 967-968). Araplar arasında iki Uzzâ adına yemin âdeti, bu ilâheye Venüs kültüyle bağlantılı olarak sabah ve akşam yıldızı diye tapınılmasıyla ilişkilendirilmiştir (ERE, I, 660).


Uzzâ’nın kitâbelerde yer alan tek temsiline Nabatîler’de rastlanmaktadır. Burada Uzzâ sade ve dikdörtgen bir sütun şeklinde ve biçimlendirilmiş gözlerle tasvir edilmiştir. Bu temsil tarzı, Arabistan yarımadasının batısında kutsal semboller ve mezar taşları için kullanılan yaygın bir tarz olup aynı zamanda Nabatîler’in başşehri Petra’da Kutbâ (Nabatîler’in kâtip ve kâhin tanrısı), İsis ve Atargatis (Suriye kökenli aşk, bereket ve hayat tanrıçası) gibi tanrı ve tanrıçaları temsilen de kullanılmıştır (EI2 [İng.], X, 968).

Milâdın ilk yüzyıllarında Petra dışında Suriye’nin güneybatı bölgesinde yer alan Havran’da, Vâdiiram’da, Sînâ’da ve Medine ile Tebük arasındaki Dedân’da Uzzâ tapınmasına rastlanmıştır (a.g.e., a.y.; Winnett, XXX [1940], s. 118). V. yüzyılda yaşayan Süryânî şair-papaz Antakyalı Aziz İshak, Araplar’ın Uzzî diye adlandırılan bir tanrıçaya taptıklarını söylemiştir (EI2 [İng.], X, 968). VI. yüzyılda bu tanrıçaya, günümüzde Irak bölgesine denk gelen Hîre ve civarında krallık kuran Arap kökenli Lahmîler tarafından tapıldığı, Uzzâ’ya sabah yıldızı olarak kurban sunulduğu, özellikle son Hîre kralı Münzir b. Nu‘mân’ın Lât ve Uzzâ adına yemin edip göreve başladığı ve Uzzâ adına çok sayıda esir rahibeyi kurban ettiği nakledilmiştir (a.g.e., a.y.; ERE, I, 660). Ayrıca ilk dönem kilise babalarından Jerome (ö. 420), Araplar’ın Elusa’daki (muhtemelen el-Uzzâ’nın Latince şekli) Venüs mâbedinde merasim düzenlediklerinden ve bu tanrıçaya Lucifer adına taptıklarından bahsetmiştir (Winnett, XXX [1940], s. 122-123; yazara göre Herodot’un Alitta ismiyle bahsettiği tanrıça da el-Uzzâ’dır).

Hz. Peygamber döneminde Mekke ve civarında Uzzâ’ya tapınma geleneği ve ritüeli yerleşmiş durumdaydı. İbnü’l-Kelbî’nin verdiği bilgiye göre Uzzâ’yı ilk defa Gatafân kabilesinden Zâlim b. Es‘ad put edinmişti. Bu put, Mekke’den Irak’a giderken sağda kalan Nahleişâmiye bölgesindeki Hurâd vadisinde bulunuyordu. İbn Es‘ad buraya Bus denilen bir mâbed inşa etmişti ve burada -kehanet kabilinden- birtakım sesler duyuluyordu (Kitâbü’l-Eśnâm, s. 18). İbnü’l-Kelbî ayrıca Kureyş kabilesinin Uzzâ’ya, Kâbe’nin haremine benzer biçimde Hurâd vadisinde Sukâm adıyla özel bir bölgeyi tahsis ettiğini ve şeytan olarak nitelenen Uzzâ’nın buradaki üç ağaçta (semüre) barındığını söyler (a.g.e., s. 19, 25-26; krş. Tâcü’l-Ǿarûs, “bss” ve “Ǿuzz” md.leri). Bunun dışında Uzzâ’ya adakların sunulduğu Gabgab denilen bir sunak yerinden ve Süleym ailesinden gelen görevlilerin / kâhinlerin Nahle’deki Uzzâ kültünün hizmetini yürüttüklerinden bahseder (Kitâbü’l-Eśnâm, s. 20-22; Wellhausen, s. 39). İbnü’l-Kelbî’nin naklettiği bu bilgilerle ilgili olarak Wellhausen, Bus’un Kureyşliler’in Nahle’deki kültüyle bir ilgisinin bulunmadığını, bunun Gatafânlılar’ın kâbesine karşılık geldiğini belirtmiş; müslüman âlimlerin Bus’u Nahle’yle eşleştirmelerinin sebebini Nahle yakınlarındaki, Huneyn Savaşı’nın geçtiği yere yakın bir bölge için de Bus isminin kullanılmasıyla açıklamıştır (Reste Arabischen Heidentums, s. 37-38). Biri Huneyn yakınındaki dağ, diğeri Gatafânlılar’ın mâbedi olmak üzere iki ayrı Bus’tan Tâcü’l-Ǿarûs yazarı da söz etmektedir (“bss” md.).

İslâm kaynaklarında Uzzâ kültünün iki ayrı zamanda ortadan kaldırıldığına dair rivayetler vardır. Bir rivayete göre Uzzâ kültü -Gatafân’ın kâbesi diye bilinen Bus kültü- Câhiliye döneminde Züheyr b. Cenâb’ın buraya mâbed inşa eden Zâlim’i öldürmesi ve mâbedi yıkmasıyla sona ermiştir. Diğer rivayete göre ise Mekke’nin fethi sırasında Hz. Peygamber’in görevlendirdiği Hâlid b. Velîd, Nahle’ye gidip söz konusu üç ağacı kesmeye başlamış, üçüncü ağaca geldiğinde kendisini vazgeçirmek isteyen çıplak bir kadınla (kadın biçimindeki şeytan) karşılaşmış, onun başını kopardıktan sonra üçüncü ağacı da kesmiş ve ardından mâbed görevlisi Dübeyye es-Sülemî’yi de öldürmüştür. Böylece Uzzâ tapınmasına son verilmiştir (Tâcü’l-Ǿarûs, “bss” ve “Ǿuzz” md.leri; İbnü’l-Kelbî, s. 25-26; ayrıca bk. GARÂNÎK; LÂT; MENÂT).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Eśnâm (nşr. Ahmed Zeki Paşa), Kahire 1924, s. 17-27; İbn Habîb, el-Münemmaķ, s. 98-99; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1972, XXVII, 34-35; J. Wellhausen, Reste Arabischen Heidentums, Berlin 1897, s. 37-39, 44-45; C. M. Doughty, Travels in Arabia Deserta, London 1923, II, 511; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 235-245; Hashim al-Tawil, Early Arab Icons: Literary and Archaeological Evidence for the Cult of Religious Images in Pre-Islamic Arabia (doktora tezi, 1993), University of Iowa; F. V. Winnett, “The Daughters of Allah”, MW, XXX (1940), s. 113-130; M. J. Kister, “On a Monotheistic Aspect of a Jahiliyya Practice”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, II, Jerusalem 1980, s. 33-57; T. Nöldeke, “Arabs (Ancient)”, ERE, I, 660; M. C. A. Macdonald - Laila Nehmé, “al-ǾUzzā”, EI² (İng.), X, 967-968.

Şevket Yavuz