UBEYDULLAH el-MEHDÎ

(عبيد الله المهدي)

Ebû Muhammed Ubeydullāh b. Hüseyn b. Ahmed el-Mehdî el-Fâtımî (ö. 322/934)

İlk zâhir İsmâilî imamı ve Fâtımîler’in kurucusu (909-934).

259 (873) veya 260 (874) yılında Bağdat, Kûfe yahut Askerimükrem’de doğduğu söylenirse de 260’ta Suriye’nin Selemiye şehrinde dünyaya geldiğine dair rivayet daha çok kabul görmüştür. Kimliği ve nesebi geniş tartışmalara konu olmuş, İsmâilî kaynaklarında verilen yukarıdaki isim zinciri yanında soy kütüğüyle ilgili farklı iddialar da ileri sürülmüştür. Bu çerçevede Ubeydullah b. Ahmed b. İsmâil es-Sânî b. Muhammed b. İsmâil b. Ca‘fer es-Sâdık, Saîd b. Hüseyin b. Ahmed b. Muhammed b. Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh ve diğer bazı isim zincirlerine yer verilmiştir. Sonuncu iddia IV. (X.) asır ortalarına doğru vefat eden İbn Rizâm’a aittir. Buna göre Ubeydullah el-Mehdî aslen Mecûsî olan, nur ve zulmet ilâhlarına inanan Ahvazlı Deysân b. Saîd’in neslindendir. Bu nesep zincirinin sonunda yer alan ve Şîa bünyesindeki aşırı fırkalardan Meymûniyye’nin kurucusu olan Meymûn el-Kaddâh’ın oğlu Abdullah, zâhirde insanları Ca‘fer es-Sâdık’a çağırmakla birlikte aslında İslâm düşmanı ve hilekâr bir kişidir. Ayrıca yahudi asıllı olduğu iddia edilmiştir (İbnü’n-Nedîm, s. 238-239; İbn Hammâd es-Sanhâcî, s. 35; İbnü’l-Esîr, VIII, 36-37; Zehebî, XV, 141-143). Ubeydullah’ın Yemen’e gönderdiği bir mektupta soyunun İsmâiliyye kaynaklarında belirtildiğinin aksine İsmâil b. Ca‘fer’e değil Abdullah b. Ca‘fer el-Eftah’a dayandığını ifade etmesi de (DİA, XII, 229) kendisiyle ilgili ihtilâflara yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu arada Abbâsî Halifesi Kādir-Billâh’ın 402 (1011-12) yılında Bağdat’ta topladığı, içlerinde o devrin nakîbüleşrafı Şerîf Ebû Ahmed Hüseyin, oğulları Şerîf er-Radî, Şerîf el-Murtazâ ve seçkin bir ulemâ grubunun yer aldığı toplantı sonunda imzalanan bir zabıtta Mısır’da hüküm süren Fâtımî ailesinin nesebinin Hz. Peygamber’in soyundan gelmediği belirtilmiştir (İbnü’l-Esîr, IX, 236; Makrîzî, İttiǾâžü’l-ĥunefâǿ, s. 47-49). Bu toplantıdan önce Fâtımîler’in nesebinin tartışılmadığı, bu tartışmayı Kādir-Billâh’ın Hâkim-Biemrillâh’a karşı duyduğu intikam hissinden dolayı başlattığı şeklindeki iddialar doğru görülmemektedir. Zira


345 (956) yılında vefat eden Mes‘ûdî, İbn Rizâm’ın daha önce belirtilen ifadesini nakletmekle (et-Tenbîh ve’l-işrâf, s. 359) meselenin Bağdat toplantısından önce de tartışıldığını ortaya koymuştur. Ubeydullah el-Mehdî’nin nesebi konusunda günümüz tarihçileri arasında da önemli görüş ayrılıkları bulunmaktadır (Brett, s. 29-48; Reşâd el-İmâm, XXII/40-43 [1975], s. 57-90).

Ubeydullah, geleneksel İsmâilî silsilesine göre babası diye gösterilen Hüseyin b. Ahmed’in vefatından sonra sekiz yaşlarında imam oldu. Abbâsîler’le diğer muhaliflerinin baskısından kaçan ve Selemiye’de yerleştiği anlaşılan Hüseyin b. Ahmed Suriye, Irak, Mağrib ve Yemen’deki İsmâilî teşkilâtı ile irtibatını sürdürmüş, özellikle Ali b. Fazl el-Ceyşânî ve İbn Havşeb’i Yemen’de, Ebû Abdullah eş-Şiî’yi Kuzey Afrika’da devlet kurmakla görevlendirmişti. Selemiye’de bulunduğu süre içinde mensupları tarafından kendisine getirilen humus ve hediyelerle büyük servet kazanan Ubeydullah bu gücü sayesinde bazı Abbâsî valilerini kendisine bağladı. Türk asıllı bir vali ile ihtilâfı ve Selemiye’ye yönelik bir Karmatî hareketi dolayısıyla rahatsızlık duyan Ubeydullah (Muhammed b. Muhammed el-Yemânî, s. 187-189) büyük ihtimalle 290 (903) yılında kendisi için en uygun yer olan Yemen’e gitmek amacıyla, diğer bir rivayete göre ise Ağlebîler’e karşı zafer kazanan Ebû Abdullah eş-Şiî’nin kendisini Mağrib’e davet için bir heyet göndermesi üzerine Selemiye’den ayrıldı. Abbâsîler’e yakalanmamak için büyük gayret sarfederek Trablusşam yoluyla Kahire’ye ulaştı ve buradaki baş dâîsi Fîrûz’la buluştu. Fîrûz, onun Yemen’i tercih etmeyip Kuzey Afrika’ya gideceğini öğrenince kendisinden ayrılarak Yemen’e gitti. Ubeydullah’ın Yemen’e gitmekten vazgeçip Kuzey Afrika’ya yönelmesi, büyük ihtimalle daha önce Yemen’e gönderilen ve iki ayrı devlet kuran İbn Havşeb ile Ali b. Fazl arasında başlayan mücadeleyi öğrenmesinden dolayıdır. Kahire’de kaldığı süre içinde mensuplarından ve özellikle Mısır valisi nezdinde büyük itibarı olan İbn Ayyâş’ın evinde ikametini sağlayan dâî Ebû Ali’den büyük destek gördü. Abbâsîler, Ubeydullah’ı ele geçirmek amacıyla büyük gayret gösterdilerse de mensuplarının çabaları sayesinde bu gerçekleşmedi. Hilâfet merkezinden Mısır Valisi Muhammed b. Süleyman el-Kâtib’e yollanan ve Ubeydullah’ın yakalanmasını isteyen emirlere karşı taraftarları onun ticaret maksadıyla Mısır’a gelen bir Hâşimî olduğunu, asıl aranan kişinin Yemen’e kaçtığını söyleyerek valiyi yanıltmaya çalıştılar. Vali de durumu kurtarmak için bazı İsmâilîler’i yakalatıp dövdürmekle yetindi. Bu konuda gevşek davrandığı hilâfet merkezine bildirilince vali azledildi ve yerine Îsâ b. Muhammed en-Nevşerî gönderildi. Bunun üzerine tüccar kıyafeti giydirilen Ubeydullah, Fustat’tan Mağrib’e doğru yola çıkınca yeni valinin takibatı sonucu yakalandı, fakat vali çok geçmeden aldığı yüklü bir rüşvet karşılığında onu serbest bıraktı.

Trablusgarp’a ulaşan Ubeydullah el-Mehdî dâîsi Ebû Abdullah eş-Şiî’ye elçiler gönderip geldiğini bildirdi. Bu arada elçilerinden Ebû Abdullah eş-Şiî’nin kardeşi Ebü’l-Abbas, Ağlebî Emîri III. Ziyâdetullah’ın adamları tarafından Kayrevan’da yakalandı; ancak yapılan bütün işkencelere rağmen imamın bulunduğu yeri söylemedi. Ziyâdetullah’ın Trablus valisine mektup yazarak kendisinin yakalanmasını istediğini öğrenen Ubeydullah, Kastîliye’ye doğru yola çıktı. Ubeydullah’ın daha önce görüp birçok mal ve hediye verdiği vali, Ziyâdetullah’a yazdığı mektupta aranan kişinin Trablus’tan ayrıldığını ve kendisine ulaşmanın mümkün olmadığını bildirdi. Kastîliye’ye ulaştığında Ebü’l-Abbas’ın durumunu öğrenen Ubeydullah, Ebû Abdullah eş-Şiî ile buluşmaktan vazgeçerek yolunu değiştirdi ve Sicilmâse’ye gitti. Buradaki ikameti sırasında çeşitli hediyeler sayesinde Vali Elyesa‘ b. Müntasır ile (II. Elyesa‘) yakın dostluk kurdu. Elyesa‘, Ağlebî Emîri Ziyâdetullah’ın Ubeydullah’la ilgili ihbar mektubunu alınca onu bir evde gözetim altında tuttu. Bu esnada Ağlebîler’in merkezi Rakkāde’yi ele geçirip (25 Cemâziyelâhir 296 / 21 Mart 909) hutbelerden Abbâsî halifesinin adını çıkaran Ebû Abdullah eş-Şiî, Midrârîler’in elindeki imamı kurtarmak için Sicilmâse’ye yöneldi. Şehre yaklaştığında Elyesa‘a mektuplarla elçiler göndererek maksadının savaş olmadığını bildirdiyse de vali elçileri öldürttü. Bunun üzerine çıkan savaşta Midrârî güçleri yenildi, vali ve adamları Sicilmâse’den kaçtı. Ebû Abdullah eş-Şiî şehre girdi ve Ubeydullah’ı bulunduğu yerden alıp kendisine bağlılık arzetti (6 Zilhicce 296 / 26 Ağustos 909). Aynı gün yatsı namazından sonra toplanan halka imamın ve ailesinin faziletlerini anlattı. Sicilmâse’nin ele geçirilmesinin ardından bütün yetkilerini Ubeydullah’a devreden Ebû Abdullah onunla birlikte yola çıktılar ve 20 Rebîülâhir 297’de (6 Ocak 910) Rakkāde’ye ulaştılar. Burada halk Ubeydullah’a biat etti. Ebû Abdullah eş-Şiî’nin kurduğu devleti teslim alan Ubeydullah “Mehdî-Lidînillâh” ve “emîrü’l-mü’minîn” unvanını aldı ve Kuzey Afrika’da Fâtımî hilâfetini tesis etti. Bu arada Ebû Abdullah ile kardeşi Ebü’l-Abbas’a devlet kademelerinde önemli görevler verdi. Bir süre, hutbelerde Abbâsî halifeleri yerine Ubeydullah el-Mehdî’nin adının anılmasından dolayı bazı karışıklıklar çıktıysa da muhalifler çok sert biçimde cezalandırıldı. Bu devrede yaklaşık 4000 muhalifin öldürüldüğü rivayet edilmektedir (Makrîzî, el-Muķaffa’l-kebîr, s. 88). Ubeydullah’ın mehdîliğini ilân etmesiyle birlikte İsmâiliyye tarihinde yaklaşık bir buçuk asır süren setr dönemi sona erip zuhur dönemi başladı; Ubeydullah hem ilk zâhir İsmâilî imam hem Fâtımî Devleti’nin ilk halifesi oldu. Doğu İslâm dünyasındaki İsmâilîler’in bir kısmı onu imam olarak tanırken bir kısmı bunu kabul etmedi (DİA, XXIII, 129).

Ubeydullah el-Mehdî, çeşitli vilâyetlerde görevlendirdiği valileri özellikle Kütâmeliler’den ve güvendiği Mağribliler arasından seçiyordu. Mağrib’in orta ve batı kısmında kendi idaresine girmeyen yerlerin zaptedilmesi işini Ebû Abdullah eş-Şiî’ye havale etti. Ebû Abdullah Tubne (Tobna), Melîle (Melilla), Tenes ve diğer bazı şehir ve bölgelerle Tâhert bölgesindeki Zenâte kabilesini itaat altına aldı. Ancak Ebû Abdullah’ın başarılarından rahatsızlık duyan Ubeydullah onu ortadan kaldırmayı düşünmeye başladı. İmamda aradığını bulamayan Ebû Abdullah da kardeşi Ebü’l-Abbas’ın tahrikleriyle Ubeydullah’ı bertaraf etmek için gizli faaliyetlere girişti. Durumu öğrenen Mehdî daha erken davranıp Ebû Abdullah ile kardeşini öldürttü (1 Zilhicce 298 / 31 Temmuz 911). Bazı İsmaîlî kaynaklarda Mehdî’nin aslında Ebü’l-Abbas’ın öldürülmesini istediği yerine yanlışlıkla Ebû Abdullah’ın öldürüldüğü ya da onun siyasî rakibi Urûbe b. Yûsuf tarafından katledildiği, Ubeydullah’ın Ebû Abdullah’ın öldürülmesine çok üzüldüğü ve cenaze namazını kendisinin kıldırdığı kaydedilir (meselâ bk. İdrîs İmâdüddin, s. 186-187). Ebû Abdullah’ın öldürülmesinden sonra Trablusgarp, Kayrevan ve diğer yerlerde çıkan isyanları şiddetle bastıran Ubeydullah el-Mehdî, memleketlerine dönen ve Ebû Abdullah’ın öldürülmediğini ileri sürerek bir çocuğu mehdî ilân eden Kütâmeliler üzerine veliaht tayin ettiği oğlu Ebü’l-Kāsım’ı gönderdi. Yapılan savaşta Kütâme ahalisi yenildi, mehdî ilân edilen çocuk da öldürüldü. Kütâmeliler’le arasını


düzeltmek isteyen Mehdî başta Hubâse b. Yûsuf ve Urûbe b. Yûsuf olmak üzere onlardan bazılarını vali tayin etti. Mağrib-i Aksâ’da (Fas) bulunan Sanhâce kabilelerini itaat altına almak ve Fas şehrindeki İdrîsîler’in hâkimiyetine son vermek için kumandanı Mesâle b. Habbûs’u İdrîsîler’in üzerine sevketti. Fâtımî güçleri, İdrîsî Emîri Yahyâ b. İdrîs (IV. Yahyâ) kumandasındaki ordu ile Miknâse yakınlarında karşılaştı. Yapılan savaşta Yahyâ b. İdrîs bir miktar tazminat ödeyip Mehdî’ye biat etmeye mecbur kaldı. Mesâle b. Habbûs onu Fas’a, Mûsâ b. Ebü’l-Âfiye’yi de Mağrib-i Aksâ’nın diğer bölümlerine vali tayin etti (305/917-18). Ubeydullah el-Mehdî ülkesinin orta kesiminde korunaklı bir kale, hücumlarını başlatacağı bir üs ve İsmâilî davetinin merkezi olmak üzere Mehdiye adını verdiği bir sahil şehri kurdu ve başkenti buraya taşıdı.

Rakkāde’ye geldiği günden itibaren doğuda Abbâsîler, Mağrib ve Endülüs’te Emevîler, Sicilya ve Calabria’da Bizanslılar’la mücadele eden Ubeydullah el-Mehdî, Mağrib’i topraklarına katmak için büyük çaba gösterdi. Fakat içeride Zenâte ve diğer kabilelerin etnik, Mâlikî ve Hâricîler’in dinî muhalefeti buna engel teşkil etti. Mehdî bu defa kendisi için daha az tehlikeli gördüğü Mısır’a çeşitli zamanlarda kuvvetler sevketti. Oğlu Ebü’l-Kāsım kumandasında gönderdiği güçlü ordu başlangıçta İskenderiye’yi zaptettiyse de daha sonra Fustat önlerinde yenildi. 307’de (919) yine Ebü’l-Kāsım kumandasında sevkedilen Fâtımî ordusu İskenderiye ve Feyyûm’u ele geçirdi, ancak tekrar mağlûp olarak geri çekildi. Her şeye rağmen bu iki askerî harekât Fâtımî gücünü Mısır’da hissettirmişti. Ubeydullah el-Mehdî’nin ölümünden önce Mısır için yaptığı üçüncü bir sefer hazırlığı halefi Ebü’l-Kāsım el-Kāim’in hilâfetinin ilk yıllarında gerçekleştirilebildi.

Hıristiyanlara karşı cihadı ihmal etmeyen Ubeydullah el-Mehdî, Sicilya ve Calabria’ya savaş ilân etti. 306 (918) yılının yaz aylarında İtalya yarımadasının güneyindeki ilk saldırıda Fâtımî güçleri Reggio’yu ele geçirip birçok ganimet ve esirle geri döndü. 310 (922) yılı yaz mevsiminde Mehdiye’den İtalya’ya doğru yola çıkarılan yirmi kadırgalık savaş filosunun komutanı Mes‘ûd b. Gālib el-Vâsûlî, Saint Agatha Kalesi’ni ele geçirdi. İki yıl sonra Su‘lûk diye anılan Hâcib Ca‘fer b. Ubeyd, Sicilya’da Palermo’yu hareket noktası yaparak üçüncü hücumu başlattı, Bruzzano ve Oria’yı zaptetti; ardından ele geçirdiği büyük miktarda mal ve esirle Mehdiye’ye döndü. Bu seferde elde edilen en büyük başarı Bizans’ın bir anlaşmaya zorlanmasıdır. Bu arada Calabria’nın yıllık vergiyi geciktirmesi düşmanlıkları yeniden canlandırdı (315/ 927). Sâbir kumandasındaki Fâtımî ordusunun 318’de (930) Tarento, Salerno, Napoli ve Termoli’yi ele geçirmesi üzerine vergiler ödendi; düşmanlıklar Ubeydullah el-Mehdî’nin halifeliği süresince yatıştı.

Fâtımî Devleti’nin kuruluş safhasının güçlü ve başarılı lideri Ubeydullah el-Mehdî 15 Rebîülevvel 322 (5 Mart 934) tarihinde Mehdiye’de vefat etti. Halefi Ebü’l-Kāsım babasının ölümünü bir müddet sakladıktan sonra ilân etti. Kendisi “Kāim-Biemrillâh” lakabıyla Fâtımî Devleti’nin ikinci halifesi oldu. Ubeydullah el-Mehdî, İfrîkıye’de kurduğu devleti İsmâilî inancına göre temellendirmiş ve bütün İslâm dünyasına yayılmayı hedeflemiştir. Bölge halkına kendi mezhebini ve imâmetini kabul ettirmek için büyük çaba göstermiş, özellikle bölgede Sünnîliği temsil eden Mâlikî ulemâsına karşı şiddetli baskı uygulamış, bir kısmını öldürtmüştür. Muhaliflerini ve diğer mezheplerden din âlimleriyle görevlilerini takip etmek üzere Dîvânü’l-keşf adıyla bir teşkilât kurmuştur. Kendi fıkhî görüşlerini uygulamış, Hz. Peygamber’in ashabına sebbetmeyi ve onları tekfiri şiar edinmiş, teravih namazını yasaklamıştır. Ezana “hayye alâ hayri’l-amel Muhammed ve Ali hayrü’l-beşer” ibaresini ekletmiş, ayrıca müezzinlerin kendisine övgü ve dua mahiyetinde bir ibareyi okumalarını emretmiştir. İsmâilî görüşlerini yaymak amacıyla Medârisü’d-da‘ve adı verilen eğitim kurumlarını açmıştır. Ubeydullah el-Mehdî’nin başkadı ve başdâîsi Ebû Hanîfe Nu‘mân b. Muhammed et-Temîmî, yazdığı eserlerle onun görüşlerinin sistemleştirilmesi ve yerleşmesinde rol oynayan âlimlerin başında gelir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh ve’l-işrâf, Beyrut 1981, s. 359; Nu‘mân b. Muhammed, İftitâĥu’d-daǾveti’z-zâhire ve ibtidâǿü’d-devle (nşr. Vedâd el-Kādî), Beyrut 1970, s. 149-282; Arîb b. Sa‘d, Śılatü Târîħi’ŧ-Ŧaberî (Taberî, Târîħ [Ebü’1-Fazl], XI içinde), s. 51-52; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 238-239; Muhammed b. Muhammed el-Yemânî, Sîrat Ja’far al-Hâjib (trc. W. Ivanow, Ismaili Tradition Concerning the Rise of the Fatimids içinde), Calcutta 1942, s. 184-223; İbn Hammâd es-Sanhâcî, Aħbâru mülûki Benî ǾUbeyd ve sîretühüm (nşr. Tihâmî Nakra - Abdülhalîm Uveys), Riyad, ts. (Dârü’l-ulûm), s. 33-52; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VIII, tür.yer.; IX, 236; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib, I, 158-208; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, XV, 141-151; İbn Haldûn, el-Ǿİber, IV, 360-366; Makrîzî, İttiǾâžü’l-ĥunefâǿ (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl - M. Hilmî M. Ahmed), Kahire 1416/1996, s. 22-73; a.mlf., el-Muķaffa’l-kebîr (nşr. Muhammed el-Ya‘lâvî), Beyrut 1407/ 1987, s. 53-99; İdrîs İmâdüddin, Târîħu’l-ħulefâǿi’l-Fâŧımiyyîn bi’l-Maġrib: el-Ķısmü’l-ħâś min kitâbi ǾUyûni’l-aħbâr (nşr. Muhammed el-Ya‘lâvî), Beyrut 1985, s. 143-241; Mohamed Talbi, L’émirat aghlabide, Paris 1966, s. 635-638, 640-641; Âdile Ali el-Hamed, Ķıyâmü’d-devleti’l-Fâŧımiyye bi-biIâdi’l-Maġrib, Kahire 1980, s. 183-248; A. Bel, el-Fıraķu’l-İslâmiyye fi’ş-şimâli’l-İfrîķī (trc. Abdurrahman Bedevî), Beyrut 1981, s. 159-162; Hasan İbrâhim Hasan, Târîħu’d-devleti’l-Fâŧımiyye, Kahire 1981, s. 46-88; Seyyid Abdülazîz Sâlim, Târîħu’l-Maġrib fi’l-Ǿaśri’l-İslâmî, İskenderiye 1982, s. 507-522; Abdülazîz el-Mecdûb, eś-ŚırâǾu’l-meźhebî bi-İfrîķıyye ilâ ķıyâmi’d-devleti’z-Zîriyye, Tunus 1985, s. 174-179; Ârif Tâmir, ǾUbeydullāh el-Mehdî, Beyrut 1410/1990; Hüseyin Mûnis, Târîħu’l-Maġrib ve ĥađâretüh, Beyrut 1412/1992, I/1, s. 469-490; M. Cemâleddin Sürûr, Târîħu’d-devleti’l-Fâŧımiyye, Kahire 1994, s. 21-27; Ferhad ed-Deşrâvî, el-Ħilâfetü’l-Fâŧımiyye bi’l-Maġrib (trc. Hammâdî es-Sâhilî), Beyrut 1994, s. 182-235; a.mlf., “al-Mahdī ǾUbayd Allāh”, EI² (İng.), V, 1242-1244; M. Brett, The Rise of the Fatimids: The World of the Mediterranean and the Middle East in the Fourth Century of the Hijra, Leiden 2001, s. 29-48, 100-175; Reşâd el-İmâm, “ǾUbeydullāh el-Mehdî ve müşkiletü’n-nesebi’l-Fâŧımî”, Mecelletü’t-Tûnisiyye li’l-Ǿulûmi’l-ictimâǾiyye, XXII/40-43, Tunus 1975, s. 55-96; Mehmet Azimli, “İlk Şii Halife Ubeydullah el-Mehdî ve Fatımî Halifeliği Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, DÜİFD, VII/1 (2005), s. 59-73; Aydın Çelik, “Fatımî Halifesi Ubeydullah el-Mehdî ve Dönemi”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XVI/1, Elazığ 2006, s. 395-418; Mustafa Öz, “Ebû Abdullah eş-Şiî”, DİA, X, 85-87; a.mlf. - Mustafa Muhammed eş-Şek‘a, “İsmâiliyye”, a.e., XXIII, 129; Eymen Fuâd Seyyid, “Fâtımîler”, a.e., XII, 228-230.

Mustafa Öz