TÜTÜN

Yeni kıtanın 1492’de keşfiyle birlikte anavatanı Amerika’dan Avrupa’ya getirilen tütün XVI. yüzyılda dünyaya yayılarak Akdeniz üzerinden Osmanlı topraklarına girdi. İlk yıllarda tabaka/tabaga, sonraki dönemlerde resmî dilde duhân, halk arasında tütün diye adlandırıldı. Osmanlı topraklarına getiriliş tarihini Hezârfen Hüseyin Efendi 1598, Peçuylu İbrâhim 1600, Kâtib Çelebi 1601, Naîmâ 1606 olarak kaydeder. Mısırlı âlim İbrâhim el-Lekānî ise tütünün XVII. yüzyılın sonlarında ortaya çıktığını ve Anadolu’ya “Cil” adlı bir İngiliz tarafından getirildiğini belirtir. Halbuki söz konusu tarihler tütünün ilk ithal tarihi değil özellikle İstanbul’a yoğun biçimde getirilmeye başlandığı yılları gösterir. İlk getiriliş tarihi ise en geç 1570’ler olmalıdır.

Yabancı tüccarlar tarafından her hastalığa çare diye tanıtılan tütünün tüketiminin hızla yayılışı imparatorlukta dinî tartışmalara ve siyasal tepkilere yol açtı. Dinî tartışmalarda tütünün haram, mekruh veya mubah olup olmadığı, yasaklanıp yasaklanmayacağı konusu gündeme geldi. Siyasî tepki ise diğer devletlerde olduğu gibi üretim, ticaret ve tüketim meselelerinde yoğunlaşmıştı. 1609’da tütünün yasaklandığına dair ilk fermanda bir iki yıldan beri İngiltere’den “tabaga” adında bir yaprağın getirildiği, halk arasında içiminin giderek yaygınlaştığı, köy ve kasabalarda bu yaprağın ekilip pazarlarda satıldığı, insanların bu yaprağı içmekle meşgul oldukları ve işlerinden geri kaldıkları, hastalıkların ortaya çıktığı, ölümlerin arttığı, bu sebeple ülkede ekiminin, ticaretinin ve içiminin yasaklandığı, emre uymayanların şiddetle cezalandırılacağı bildiriliyordu. Bu yasaklama fermanını 1610, 1614, 1618 yıllarında yenileri takip etti. 1619’daki fermanda yasaklanmaya dair fetva da alındığı belirtiliyordu. Yasaklamanın temel sebeplerinden biri de bu yeni maddenin geleneksel üretim faaliyetini bozmasıydı. Ayrıca korumacı anlayışlar öne çıktı. Yasaklar IV. Murad döneminde daha da sıkı hale geldi. 1633’te İstanbul’da büyük tahribata yol açan yangının sebebi tütün olarak gösterilince kontroller arttırıldı. 1640’ta IV. Murad’ın ölümünün ardından yasağın etkisi azaldı. Tütün içtiği bahanesiyle Halep kadılığından azledilip Kıbrıs’a sürülen Bahâî Mehmed Efendi’nin şeyhülislâm olduktan (1649) sonra tütünün mubahlığına dair fetva vermesiyle yasaklama gevşedi; fakat kaldırılması konusunda ferman da yayımlanmadı. Devletin 1688’de tütünü resmen vergilendirmeye tâbi tutması onu kabullendiği anlamına geliyordu.

Giderek artan tütün kullanımı ve talep geleneksel Osmanlı çiftçisini daha kârlı olan bu bitkinin üretimine yönlendirdi. XVI. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Aydın, Saruhan (Manisa), Biga, Bursa, Edirne, Filibe, Sofya, Belgrad, Halep ve Şam bölgelerinde tütün üretiliyordu. 1609-1649 yıllarında yasağa rağmen Karaman, Çankırı, Adana, Payas ve Antakya ile Menteşe ve Makedonya bölgeleri tütün üretimi yapılan yerler arasına katıldı. Yasak sebebiyle tütün üretimi daha ziyade kontrolün olmadığı kasaba ve köylerdeki bağ, bahçe, hatta dağlık tepelik alanlarda yapılıyordu. 1649’da çıkan fetva ile yasak denetiminin azalması tütün tarımının kasaba ve köylerden kaza ve şehirlere doğru yayılımını sağladı. İlk ticarî amaçlı tütün tarımı 1583’te Milas’ta başladı. Tütün ekim alanlarını tesbit eden 1691 tarihli tahrire göre imparatorlukta toplam kırk bir kazanın 819 köyünde 10.273 çiftçi, 10.177 dönüm alanda tütün ekmekteydi. Kazaların % 66’sı Rumeli, % 34’ü Asya topraklarında olup köylerin % 80’i Rumeli, % 20’si Asya bölgesinde idi. XVIII. yüzyıl başında tütün ekilen kazaların sayısı imparatorluktaki toplam kazaların % 10’u oranındaki 180’e, 1700-1750 arasında 200’e, 1750-1800 arasında 300’e, 1800-1850 yılları arasında 367’ye ulaştı. Böylece tütün ekili toprak miktarı 50.000 dönüme çıktı. XIX. yüzyılın son çeyreğinde ise yaklaşık 1 milyon dönüme yükseldi.

Her iklime uyum sağlama özelliği olan tütün yetiştirildiği bölge ve yerlerin adını aldı, zamanla kalitesine göre sınıflandırıldı. XVII. yüzyılın sonlarında imparatorlukta yetişen altı farklı tütün cinsi bulunmaktaydı. Bunlar Makedonya bölgesinin Yenice ve Vardar Yenicesi, Filibe ovasının Kırcaali, Ege bölgesinin Milas, Halep ve Şam bölgesinin “imadiye” ve “cebeliye” adlı tütünleriydi. Yenice ile Vardar Yenicesi en kalitelisiydi. Vergilendirmede hepsi kendi içinde kalitesine göre âlâ, evsat ve ednâ olarak üç sınıfa ayrılmıştı. XVIII. yüzyıl boyunca tarımdaki gelişme ve profesyonelleşme ile birlikte tütün cinsleri çoğaldı; XIX. yüzyılın ortalarında birinci sınıf tütünler taşlık, aynalı ve halifeler idi. Bunlara göbek veya beyaz bez bohçaya sarıldıkları için “beyaz bohça” denirdi. Ayrıca XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren İran’dan ithal edilen nargile tütünü tömbeki de bu sınıf içindedir. İkinci sınıf tütünler ortaköyler, karşıyaka, kurudere, karacakoyun adıyla bilinip yapıldıkları denk bezinden dolayı “kenevir bohça” diye adlandırılırdı. Üçüncü sınıf tütünler dizi, basma, pürsıçan, demirlibasma, parçalık olup “dağ” tabir olunurdu. Dördüncü sınıf tütünler Kırcaali, kızıldeli, meştaniye, kamarlı, dombasar ve şâgur idi.

Tütün ticareti Avrupalı tüccarların getirdiklerini pazarlayan aracılarla başladı. Tarımın başlamasıyla profesyonel bir tüccar grubu meydana geldi. 1649’dan sonraki süreçte tüketim ve tarımının yayılmasına paralel olarak tüccar sayısı arttı. XVIII. yüzyıl başına gelindiğinde çoğunluğu müslüman olan, hem bölgesel hem de bölgeler ve şehirler arası tütün ticaretiyle uğraşan bir tüccar grubu vardı. Dirlik sahipleriyle vakıf toprak idarecileri daha çok bölgesel ticarette rol oynadılar. XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Ege, Tuna sahilleri ve merkezden uzak bölgelerdeki âyanlar tütün ticaretinde etkin hale gelirken yerli gayri müslim tütün tüccarının sayısı da artmaya başladı. Fakat hiçbir vakit sayıca çoğunluğu oluşturmadı. İstanbul Tütün Gümrüğü verilerine göre 1697’de İstanbul’a tütün getiren tüccar sayısı 172 olup bunların % 94’ü müslüman, % 6’sı gayri müslim; 1817’de tüccar sayısı 954 olup % 57’si müslüman, % 43’ü gayri müslimdi.


Selânik’te 1697’de 57 tüccarın % 95’i müslümanlardan, % 5’i gayri müslimlerden meydana geliyordu. 1773’te Selânik’te 235 tütün tüccarından % 80’i müslüman, % 20’si gayri müslimdi. Tütün ticaretinde yabancılar da faaliyet göstermekteydi. Bunlar daha çok Avrupa’ya tütün ihraç ediyordu. XVII. yüzyılın sonlarında Fransız ve Venedikli tüccarlar özellikle Selânik’te toplanmışlardı ve Makedonya bölgesinde üretilen tütünleri Avrupa’ya satıyorlardı. XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren yabancı tüccar arasına Basra ve Bağdat bölgesinden tömbeki getiren İranlı tüccarlar katıldı. 1793’ten itibaren Avusturyalı tüccarlarla Rus tüccarları Karadeniz’de, İngiliz tüccarları Bağdat-Halep-Şam güzergâhında tömbeki ticaretine giriştiler, ayrıca Amerikan tütününü Mısır’a ithal etmeye başladılar.

İmparatorlukta üretilen tütünün büyük bir kısmı içeride tüketilmekle birlikte önemli ölçüde Avrupa’ya da ihraç edilmekteydi ve Selânik en büyük ihraç gümrüğü idi. Lazkiye, Ortadoğu ve İran tömbekisini Akdeniz’e, İnoz ise (Enez) Filibe tütünlerini Mısır’a gönderen önemli merkezlerdi. Bunlara XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Kavala ile İzmir, XIX. yüzyılda Samsun ve Adriyatik’teki Draç katıldı. XVII. yüzyıl sonlarında Fransa ile Venedik tütün ihracatının yapıldığı iki ülke iken XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Avusturya ve Rusya da bu ülkeler arasına girdi. 1689’da Selânik’ten Avrupa’ya yapılan üç aylık tütün ihracatı 92.477 okka idi. Bu miktar 1722’de 717.728 okkaya, 1736’da 1.143.100 okkaya yükseldi. 1756-1764 yıllarında 2 milyon okkaya çıktı. 1764’ten yüzyılın sonuna kadar tütün ihracatı 1,5 milyon okka düzeyinde seyretti. Bu miktar Mısır’a gönderilenlerle birlikte 2,5-3 milyon okka arasındaydı. XIX. yüzyılın ilk yarısında ihracat, Fransız İhtilâli’nin ardından Avrupa’daki siyasî gelişmelerle XVIII. yüzyılın sonlarında Avrupa tütün üretimindeki artış yanında Amerikan tütünü gibi dış, Mora ayaklanması ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanı gibi iç sebeplere bağlı olarak düşüş gösterdi. İhracat 1810’da 406.000, 1811’de 23.000, 1816’da 75.000, 1817’de 226.000, 1818’de 35.000, 1819’da 80.000 ve 1820’de 339.000 okka oldu. Mora İsyanı yüzünden 1821’de 26.000 okkaya geriledi ve 1840 yılına kadar bu seviyede kaldı. 1838 Ticaret Antlaşması sonrasında tütün ihracatından alınan ek vergilerin kaldırılmasıyla ihracat artmaya başladı. 1861’de vergi alınmaması yanında Amerika iç savaşı yüzünden ihracatta patlama oldu. 1878 yılına gelindiğinde Mısır’a yollananlar dahil olmak üzere bu miktar 10 milyon okkaya çıktı ve imparatorluğun sonuna kadar 7-10 milyon okka seviyesinde seyretti. Başlangıçta Avrupa’dan kıyılmış olarak getirilen tütün kişiler ve esnaf tarafından perakende satılırken zamanla yerli ham tütünü kıyıp satan bir esnaf grubu ortaya çıktı. XVII. yüzyılın sonunda bunların tamamına yakını müslümandı. 1696’da İstanbul’da 366 tütüncü esnafı olup Suriçi, Galata, Tophane, Eyüp ve Üsküdar’da faaliyet gösteriyordu. Bunlar 1726’da lonca teşkilâtlarını kurdular. 1782’de sayıları 1709’a ulaştı ve tütüncü esnafı loncasının isteğiyle gedik uygulaması başlatıldı. Buna rağmen 1831’de sayıları 1744’e ulaştı. Gedik sahibi olanlar dışında kefilsiz kıyıcı denilen ve izinsiz şekilde sokak aralarında terbiyeli tütün diye adlandırılan, içine toprak ve yaprak karıştırılmış hileli tütün satan kişiler ortaya çıktı. XVII. yüzyılda tütüncü esnafının % 99’u müslüman, % 1’i yahudi iken XIX. yüzyılın ortalarında % 65’i müslüman, % 30’u hıristiyan ve % 5’i yahudilerden oluşuyordu.

Tütün sektöründeki diğer esnaf grubu lülecilerdi. Önceleri Avrupa’dan getirilen lüleleri örnek alıp testici, çanakçı, çömlekçi, kandilci esnafı lüle imal etmeye başladı. Tütün tüketiminin yayılmasına paralel olarak lüleci esnafı doğdu; XVIII. yüzyılın ilk yarısında Suriçi, Galata, Eyüp ve Üsküdar’da lüleciler vardı. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde loncalarını kurdular. Tophane’dekiler kalıp lüle, Kasımpaşa’dakiler harç lüle veya mıkras lüle, diğer kazadakiler çark lülesi denilen lüleler Vize, Davutpaşa, Fener ve Beyoğlu’nda bulunan topraktan imal edilirdi. 1860’larda sigara kâğıdının kullanılması, 1887’de Beykoz’daki Hamidiye Kâğıt Fabrikası’nda yerli tütün kâğıdı imaliyle yaygınlaşan sigara tüketimi kısa sürede lüleci esnafının ortadan kalkmasına yol açtı. Tütün sektöründeki önemli bir diğer esnaf grubu çubukçulardı. XVII. yüzyılın ikinci yarısında yoğun biçimde Galata ve Tophane’de faaliyet göstermeye başlamışlardı. 1723’te lonca kurdular. Tamamı müslüman olan çubukçu esnafı sigaranın ortaya çıkmasının ardından lüleciler gibi ortadan kalkmamış, varlığını ağızlıkçı olarak devam ettirmiştir.

1683’te İkinci Viyana bozgununun ardından devam eden savaşlar yüzünden maliyeye ek kaynak sağlamak için ilk defa Ağustos 1688’de devletçe “duhan resmi” adıyla tütün gümrük vergisi kondu. Vergi İsakça’dan Çanakkale’ye kadar Rumeli ile Hudâvendigâr bölgelerini kapsıyordu. Bu sınırlar, tütün gümrük vergisinin Nisan 1689’da alkollü içki vergisiyle birlikte “hamr ü arak ve resm-i duhân” adıyla mukātaa haline getirilmesinden sonra da değişmedi. Temmuz 1691’de bağımsız bir mukātaa oldu ve alanı Akdeniz iskeleleri, bazı adalarla Tuna boyunu kapsayacak şekilde genişletildi. 1697’de tütün gümrükleri yetmiş dördü Rumeli, yirmi dördü Anadolu ve Ortadoğu bölgelerinde olmak üzere yaygınlaştırıldı. Tütün tarımı ve ticaretinin XVIII ve XIX. yüzyıllarda genişlemesiyle sayıları artan bu gümrükler 1860’tan sonra Rüsûmat Emaneti gümrüklerine dahil edildi. Tütün gümrük ve dönüm mukātaaları başlangıçta İstanbul Gümrük Eminliği’ne bağlanıp kayıtları Maden Mukātaası tarafından tutuluyordu. 1759 yılına kadar mâlikâne sistemiyle idare edildi ve kayıtları yine Maden Mukātaası tarafından tutuldu. 1759’da “Mukātaa-i gümrük-i duhân-ı İstanbul ve tevâbii” adıyla Darphâne-i Âmire’ye intikal etti. 1775’te esham uygulamasına geçilmesiyle, 1776’da Şam valileri idaresindeki Arabistan tütün gümrükleriyle tütün tarımından alınan vergileri içeren duhan dönüm mukātaaları bir çatı altında birleştirilerek “yed-i vâhid” sisteminde yine Darphâne-i Âmire tarafından tek elden yönetilmeye başlandı. İdare Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından Ocak 1827’de Mukātaat Hazinesi’ne devredildi. 1838’de Maliye Nâzırlığı’na, 1839’da Mukātaat Hazinesi Defterdarlığı’na, Ocak 1840’ta tekrar Maliye Nâzırlığı’na, Mayıs 1840’ta Hazîne-i Celîle-i Mâliye Nezâreti’ne, 1861’de Rüsûmat Emaneti’ne bağlandı. Ocak 1880’de Rüsûm-ı Sitte, 1883’ten itibaren Reji İdaresi altına girdi.

Tarım ve ticaretinden olmak üzere tütünle ilgili iki temel vergi alınırdı. Tarımından alınanların ilki % 10 oranında aynî veya nakdî şekilde timar sahibine ödenen öşür vergisiydi. 1691-1697 yılları arasında ihtiyat amacıyla tütün ekim ve yayılımını önlemek için “nısf-ı dönüm-i duhân” adıyla yeni bir vergi kondu. Buna göre çiftçi ürettiği tütünün yarısını nakdî olarak devlete veriyordu. Devlete ödenen miktar içinden % 10 öşür timar sahibine aitti. Nısıf vergi çiftçi ve tüccarın tepkisi ve kaçakçılığın artması sebebiyle 1697’de kaldırıldı. Öşür vergisi bundan sonra dönüm başına 300 akçe, 1820 sonlarına doğru 4 kuruş nakden tahsil ediliyordu. Tanzimat’ın ardından tütünün rayiç fiyatı üzerinden % 10 öşür alınmaya başlandı. Tütün çiftçisinden


tahsil edilen diğer bir vergi, 1697’de nısıf verginin kaldırılmasından sonra konulan “resm-i dönüm-i duhân” adlı yıllık maktû vergidir. Tütün çiftçisi, öşüre ilâveten dönüm başına yıllık 336 akçelik bu maktû vergiyi Tanzimat’a kadar vermeye devam etti. 1838 Ticaret Antlaşması’na göre ihraç edilen tütünlerin % 12 oranında vergilendirmesiyle hazine gelir kaybına uğramıştı. Açığı kapatmak amacıyla Mart 1844’te tütün çiftçisine “ruhsat-ı zer‘iyye” adıyla kıyye başına 90 akçelik yeni bir vergi kondu. Öşür yanında konulan bu vergi hem çiftçi hem de yabancı devletlerin tepkisiyle kaldırıldı. 1850’de Avrupalı devletlerle yenilenen ticaret antlaşmalarıyla belirlenen tütün fiyatlarından % 16 indirim yapıldıktan sonra % 12 gümrük vergisinin alınmasına başlanması hazine kaybını daha da arttırdığı için ruhsat-ı zer‘iyye resmi Temmuz 1851’de tekrar uygulamaya konulduysa da Avrupalı devletlerin baskısıyla Nisan 1852’de kaldırıldı. Gelir kaybını telâfi etmede ısrarlı olan devlet, “humus öşür” adıyla öşür vergisini % 100 zamlandırarak oranını % 20’ye çıkardı. Ancak yine Avrupalı devletlerin baskıları sonucunda bu uygulama da kaldırıldı ve imparatorluğun sonuna kadar devam edecek olan % 10 oranındaki öşüre tekrar dönüldü.

Tütünün iç ticaretiyle ihraç ve ithal edilenler de vergiye tâbi idi. İç ticarette 1688’de gümrükler oluşturuluncaya kadar resmî bir vergi ve tarife yoktu, fakat gümrük vergisi alındığına dair bilgiler mevcuttur. İlk resmî vergilendirmeye 9 Ağustos 1688’de karar verildi. Tütün sektörünün XVIII. yüzyılın ilk yarısında gelişmesiyle hazine için önemli bir kaynak olduğunu anlayan devlet yeni bir gümrük tarifesini 1759’da uygulamaya koydu. Yeni tarifede vergi miktarları % 40 ile % 62,5 oranında kıyye başına 24, 15 ve 12 akçeye indirildi. Ardından tarifeler Rusya ile yapılan savaş sebebiyle 1791’de, reformlar sebebiyle 1803, 1813, 1826, 1835, 1840 ve 1844 yıllarında yükseltildi. 1852’de kıyye başına kalitesine göre yapılan klasik vergilendirmeden vazgeçilerek ihraç edilen tütünlerde uygulanan % 16 indirimli fiyat üzerinden % 12 oranında alınacak yeni vergi tarifesi uygulandı. Buna ilâveten 1853’te “ruhsatiye resmi” adıyla tütün kalitesine göre 180, 120 ve 60 akçelik ek vergi kondu. Bu ek verginin tarifesi 1856 ve 1859’da yükseltildi. 1861’de tütün gümrüklerinin Rüsûmat Emaneti’ne bağlanması üzerine Haziran 1864’te tütünden alınan iç gümrük vergilerinin tamamı kaldırılarak yerine “mürûriye resmi” adıyla kalite ve cinsine bakılmaksızın tarifesi kıyye başına 12 kuruş olan yeni bir vergi ihdas edildi. Bu vergi yeni gümrük sisteminde devlet memurları tarafından toplanıyor, devlet dolaysız vergi toplama sistemine geçerek malî tekelcilik temelini atmış oluyordu. Aynı tarihte seyyar ve perakende tütün satıcıları da “bey‘iyye resmi” adıyla ilk defa vergiye tâbi tutuldu. Bu verginin tarifesi dükkânda satılanlar için yıllık dükkân kirasının % 30’u oranında, seyyar satıcılar için yıllık 100 kuruş idi. 1868’de bu iki verginin tarifeleri yükseltildi. 11 Ocak 1874’te yayımlanan yeni bir nizamnâme ile üreticiden tüketiciye kadar bütün evreler birbirine bağımlı şekilde devlet kontrolü altına alınıp mürûriye resminin tarifesi kıyye başına 3 kuruş olarak belirlendi, ilk defa iç tüketim sarfiyat resmi adıyla vergiye tâbi tutuldu ve bu amaçla bandrol sistemine geçildi. Böylece Avrupa’da uygulanan tütün üzerindeki devlet tekeli Osmanlılar’da da başlamış oluyordu. Tütün ticaretinde alınan bir vergi de âmediye resmidir. Gümrük oluşturulamayacak kadar küçük çapta tütün ziraatı yapılan Sinop, İnebolu, Bartın, Ereğli, Bafra, Samsun kazaları ile Sivas, Karaman, Maraş eyaletleri ve Rodos, İstanköy adalarında 1702-1864 yılları arasında tahsil edildi. Miktarı kalitesine göre kıyye başına 6,4 ve 2,5 akçe idi.

Tütünün ilk defa vergiye tâbi tutulması Avrupa’dan ithaliyle başlamıştı. Ahidnâmeler gereği fiyatı üzerinden % 3 gümrük vergisi alındı. Yasaklama döneminde de tütün ithali merkeze uzak gümrüklerde devam edip aynı tarife üzerinden tahsil edildi. Yasak sonrası tütün tarımındaki artış sebebiyle 1794 yılına kadar İran tömbekisi dışında yabancı ülkelerin tütünü ithal edilmedi. 1750’lerde Basra bölgesinden, Bağdat-Halep-Şam-Lazkiye hattından Osmanlı topraklarına yayılmaya başlayan tömbekiden girişte anlaşmalar gereği % 4 oranında vergi alınıp alınmadığı konusunda bilgi bulunmamaktadır. Fakat ilk defa 24 Mayıs 1761’de tütünün iç gümrüklerdeki gibi kalitesine göre 24, 15 ve 12 akçe olarak tarifesi kondu. Tömbeki ise iyi kaliteli kabul edilip 24 akçe üzerinden vergilendirildi. Bu tarife 1791’de 30, 1803’te 45, 1813’te 48 akçeye yükseltildi. 1794’ten itibaren ithal edilen Rus, Amerikan ve İtalyan tütünleri yine % 3 oranında vergiye tâbi tutuldu. Bu sebeple 1830’dan itibaren Osmanlı topraklarına tütün getiren İranlı tüccardan tömbekinin fiyatı üzerinden % 4 oranında vergi alınmaya başlandı. 1838 Ticaret Antlaşması gereğince ithal edilen tütünlerden alınacak % 3 oranındaki vergiye ilâveten % 2 ek bir vergi konarak ardından % 5’e yükseltildi. Bu tarife 1850 Ticaret Antlaşması’yla % 20 indirimli fiyatın % 5’i oranında belirlendi ve 1861 Ticaret Antlaşması’nda ham tütünün Osmanlı topraklarına ithalinin yasaklanmasıyla son buldu. Fakat 4 Mayıs 1862’de tütün hakkında çıkan kararnâme ile sigara, puro, enfiye vb. mâmul tütün maddelerinin ithali serbest bırakılarak fiyatı üzerinden % 70 oranında gümrük vergisi kondu. 1875’te bu tarife % 75’e yükseltildi. Ayrıca enfiyenin, kıyyesi 25 kuruşa kadar olanından kıyye başına 25 kuruş, bu fiyattan yukarı olanından fiyatının bir misli vergi alınmasına karar verildi. Eflak-Boğdan ve Sırbistan’dan getirilen mâmul tütünlerden % 67, enfiyeden ise Avrupalılar’dan alınan verginin % 8’i oranında düşük tarife uygulanıyordu. Mısır’dan gelen tütün % 75 vergiye tâbi tutuluyordu. Aynı tarihlerde Avrupa’dan ithal edilen tütün mâmullerine bandrol uygulaması başlatıldı. İhracat kaleminde ise 1689’da Selânik tütün gümrüğünden yapılan dış satımda % 3 vergi alınıyordu. 24 Mart 1728’de diğer bazı maddeler gibi “resm-i mîrî-i duhân” adıyla kıyye başına 6 akçe ek vergi kondu. 1803’te Rumeli kesiminde vergi miktarı 9 akçe oldu; 1826’da 18 akçeye yükseldi. Anadolu-Ortadoğu’da ise 10 akçe idi. 1838 Ticaret Antlaşması’nın ardından 1839’da vergi kaldırıldı. İhraç edilen tütün için % 9 ameliye, % 3 reftiye toplam % 12 vergi yeniden kondu. 1861’de ise ihraç edilen tütünden alınan vergi kaldırıldı.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, D.MMK, nr. 41, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 59, 60, 75, 80, 82, 304, 335, 340, 345; D.MMK.DHN, nr. 1-610; D.MMK.İGE, nr. 73/ 9; DH. İD, nr. 95-2/20; BA, KK, nr. 71, 4465, 4466, 4467, 4468, 4469, 4517, 5036, 5160, 5176, 5178, 5179, 5200, 5201, 5258, 7457; D. BŞM, nr. 592, 1874, 3623, 3797, 4044, 4854, 7641, 23097, 41868; D.BŞM.MLK, nr. 14105; D.BŞM.SHM, nr. 19541; D.MMK, nr. 2383, 2830, 22714, 22731, 22757; D.MMK.İGE, nr. 23381; ML.VRD.TMT, nr. 1405; ML.MKT.UM, nr. 152/22; ML.VRD.UM, nr. 150/2; Y.PRK.ML, nr. 29/41, s. 7-8; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 196-197; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 154; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 208-209; Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân (haz. Sevim İlgürel), Ankara 1998, s. 274-275; Naîmâ, Târih, İstanbul 1304, II, 195-198; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekaiyât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 298-299, 344-345; Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Salnâmesi (1280, 1294, 1296, 1297, 1301); Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin İthâlât ve İhrâcaat İstatistiği,


İstanbul 1295-1308; Düstur, Birinci tertip, İstanbul 1289, II, 621-682; a.e., Birinci tertip, İstanbul 1293, III, 326-369; Ahmed Cemâleddin, Tütüncülük, İstanbul 1340, s. 12-13; Sâlih Zeki, Türkiye’de Tütün, İstanbul 1928; E. C. Corti, Tütün Keyfi: Tütün İçmenin Menşei, Mücadele ve Zaferi (trc. Cemal Çağlar), İstanbul 1946, s. 46; Reşad Ekrem Koçu, Osmanlı Tarihinde Yasaklar, İstanbul 1950, s. 6-10; N. G. Svoronos, Le commerce de Salonique au XVIIIe siècle, Paris 1956, s. 262; B. C. Akehurst, Tobacco, New York 1981; J. Baudry, Jean Nicot: à l’origine du tabac en France, Lyon 1988; J. Goodman, Tobacco in History: The Cultures of Dependence, London 1993, s. 4-8; Osmanlı Dönemi Tarım İstatistikleri: 1909, 1913 ve 1914 (haz. Tevfik Güran), Ankara 1997, tür.yer.; İstanbul Ahkâm Defterleri: İstanbul Esnaf Tarihi I (haz. Ahmet Kal’a v.dğr.), İstanbul 1997, s. 335-336; a.e. II, İstanbul 1998, s. 302-304; İstanbul Esnaf Tarihi Tahlilleri: İstanbul Esnaf Birlikleri ve Nizamları I (haz. Ahmet Kal’a), İstanbul 1998, s. 17-68; Fatma Doğruel - A. Suut Doğruel, Osmanlı’dan Günümüze Tekel, İstanbul 2000; P. Schmidt, “Yeni Çağ Avrupa’sında Tütün Ticareti ve Tütün Tüketimi” (trc. Aysel Uzuntaş), Tütün Kitabı (ed. Emine Gürsoy Naskali), İstanbul 2003, s. 485-494; Rüsuhi Baykara, “Osmanlı Devletinde İlk Tütün İçme Yasağı ve İktisadî Sebebi”, Ehlikeyfin Kitabı (haz. Fatih Tığlı), İstanbul 2004, s. 301-304; Müjgân Üçer, “Folklorumuzda Tütün ve Sivas’ta Tütün Etnografyası”, a.e., s. 319-333; Fehmi Yılmaz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Tütün: Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Tahlili (1600-1883) (doktora tezi, 2005), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü; Çağatay Uluçay, “Tütün ve Kahveye Dair”, Gediz, sy. 45, Manisa 1941, s. 11-13; E. Birnbaum, “Vice Triumphant: The Spread of Coffee and Tobacco in Turkey”, Durham University Journal, XLIX, Durham 1957, s. 21-27; Mübahat S. Kütükoğlu, “Tütün ‘Zer’iyye Resmi’ ve Dış Tesirlerle Kaldırılması”, TTK Bildiriler, VIII (1981), II, 1429-1434; R. Murphey, “Tobacco Cultivation in Northern Syria and Conditions of Its Marketing and Distribution in the Late Eighteenth Century”, Turcica, XVII, Paris 1985, s. 205-226.

Fehmi Yılmaz




Tütün Protestosu. 1891-1892’de İran’da yabancı bir şirkete verilen tütün imtiyazına karşı yapılan protesto dinî liderlerin öncülüğünde gerçekleştirilen bir toplumsal hareket niteliği taşır. Protestoya sebep olan olay, Nâsırüddin Şah’ın Avrupa’ya gerçekleştirdiği seyahatlerinin üçüncüsünde İngiltere’de iken 8 Mart 1890’da İngiliz Major Gerald Talbot’e İran’da tütün ekimi, alım ve satımı tekelini içeren elli yıllık bir imtiyaz vermesidir. İmtiyaz, 27 Receb 1307 (20 Mart 1890) tarihinde İmtiyâznâme-i Duhâniyyât adlı on beş maddelik bir protokolü her iki tarafın imzalamasıyla gerçekleşmiştir. Antlaşmanın girişinde yer alan, “İran ülkesi sınırlarında üretilen tütün ve tütün mâmullerinin içeride ve dışarıda alım satım ve üretim tekeli, bu imtiyaznâmenin imzalandığı tarihten itibaren elli yıl boyunca Major Gerald Talbot ve ortaklarına aşağıdaki şartlarda verilmiştir” ibaresi imtiyazın kapsamını ortaya koyar. İmtiyazın bu derece kapsamlı oluşundan zarar görecek olan tüccar iktidar muhaliflerinin desteğiyle bunun kaldırılması yönünde ilk ciddi tepkiyi gösterdi. Özellikle imtiyazı alan şirketin bunun karşılığında İran devletine yıllık 15.000 sterlin gibi çok az miktarda bir ödeme yapması tekeli daha tartışılır duruma getirdi ve diğer sebeplerle birlikte imtiyaza karşı güçlü bir cephenin oluşmasına yol açtı. İngiliz şirketinin İran’a ödediği para, İran’dan daha az tütün üreten Osmanlılar’a verdiği meblağa göre çok düşük seviyelerdeydi. Şirket, bu tartışmalara rağmen 1891 yılının baharından itibaren İran’da imtiyaz gereği çalışmalarını başlattı. Tütün imtiyazına ilk tepki bundan doğrudan etkilenen Tahran’daki pazar (Tahran Kapalı Çarşısı) tüccarından geldi ve tütün hareketi çarşı kaynaklı bir tepki şeklinde ortaya çıktı.

Tütün protestosu hareketi ilk defa, Ramazan 1308’de (Mayıs 1891) Fars eyaletinde tütün tüccarlarının önde gelenlerinden Hacı Abbas Urdûbâdî’nin tütün tekeline karşı Şîraz çarşısının kapatılmasına ön ayak olmasıyla başladı. Bu esnada Hacı Seyyid Ali Ekber Felâsîrî, Mescid-i Vekîl Camii’nin minberinde genelde hükümet politikalarının ve özelde tütün tekelinin aleyhine konuşma yaparak halkı protestoya katılmak için teşvik etti. Ancak hükümet Felâsîrî’yi önce Bûşehr’e, ardından Basra’ya sürdü. Onun sürgüne gönderildiğini öğrenen Şîraz halkı hükümete karşı direndiyse de hükümet kuvvetleri karşısında dağıldı. Tütün protestosu hareketi boyunca Şîraz’da devam eden ulemâ ile tüccar arasındaki iş birliği diğer şehirlere de yayıldı ve dinî liderlerin öncülüğünde sürdürüldü. Hareketi destekleyen dinî önderlerin başında Tebriz’de Hacı Mirza Cevâd, İsfahan’da Âgā Necefî, Tahran’da Mirza Muhammed Hasan Âştiyânî geliyordu. Irak Sâmerrâ’dan Müctehid Mirza Muhammed Hasan Şîrâzî’nin şaha, tekel imtiyazının yol açtığı zararın karşılanmasını ve imtiyazın kaldırılmasını isteyen bir telgraf göndermesi harekete ivme kazandırdı. Bütün şehirlere yollanan bu telgraf ilk gösterilerin de habercisi oldu. Toplumsal bir protesto ile karşı karşıya kalan Nâsırüddin Şah, Âkā Ali Âştiyânî’yi hareketin en etkili lideri Mirza Cevâd ile görüşmesi için Tebriz’e gönderdiyse de bir sonuç alınamadı. Bu defa imtiyazın bazı maddelerini değiştirerek protestoları durdurmaya çalıştı ve şirketin İran içinde tütün satışını yasaklayıp sadece yabancı ülkelere satışına izin verdi. Ancak tüccar ve ulemâ bu değişikliği yetersiz görüp protestolarını sürdürdü. Protesto ülke dışındaki İranlı aydın ve gazeteciler tarafından da desteklendi.

Tütün imtiyazını protesto hareketi boyunca en etkili rolü ulemânın fetvaları oynadı; böylece harekete büyük katkı yapan din âlimleri hareketin kontrolünü tamamen ellerinde tuttu. Tütün protestosunda asıl dönüm noktasını, 1891 Kasımında Kerbelâ’daki Şiî müctehidlerinin lideri Mirza Muhammed Hasan eş-Şîrâzî’nin yayımladığı meşhur fetva teşkil etti. Hasan eş-Şîrâzî fetvasında, “Bugün her ne şekilde olursa olsun tütün kullanılması İmam Mehdî el-Muntazar’a karşı savaş yapmakla aynı anlamı taşımaktadır” diyordu. Bu fetva kısa zamanda etkisini gösterdi. Tahran’da ve büyük şehirlerde sigara içimi hızla terkedilmeye başlandı. Tahran Kapalı Çarşısı esnafı dükkânlarını kapatarak eyleme destek verdi. Halk, kendi işlediği geleneksel çubuk ve galyân şeklinde tütün kullanım âdetlerini terketti. Bu arada hükümet, Tahran Meliküttüccarı Hacı Muhammed Hasan’ı dükkânların kapatılmasından sorumlu tutarak Kazvin’e sürgüne gönderdi. Fakat bu önlem de protesto eylemlerini durduramadı. Neticede Nâsırüddin Şah, 1892 yılında İngiliz şirketine antlaşma gereği 500.000 sterlin ödeyip tütün imtiyazını feshetmek zorunda kaldı. Bunun ardından Nâsırüddin Şah, iktidarı için tehlikeli gördüğü her yeniliğe karşı tavır alıp halka yönelik politikalarını sertleştirdi. Aslında tütün protestosunun başlangıçta tütün imtiyazının kaldırılmasından başka bir hedefi yoktu. Bununla beraber protesto eylemleri önemli kazanımları da beraberinde getirdi; bir taraftan şah ve istibdat yönetimine karşı halkın gücünü gösterirken diğer taraftan dinî liderlerin halk kitlelerini meydanlara toplama gücünü ortaya koydu.

BİBLİYOGRAFYA:

N. Keddie, Religion and Rebellion in Iran: The Tabacco Protest of 1891-1892, London 1966; Hamid Algar, Religion and State in Iran, 1785-1906: The Role of the Ulama in the Qajar Period, Berkeley-Los Angeles 1969, s. 207; Yahyâ Devletâbâdî, Târîħ-i MuǾâśır yâ Ĥayât-ı Yaĥyâ, Tahran 1362 hş., I, 105-111; Gulâm Rızâ Verehrâm, Târîħ-i Siyâsî ve Sâzmanhâ-yı İctimâǾî-yi Îrân der ǾAśr-ı Ķācâr, Tahran 1369 hş., s. 286-300; J. Afary, The Iranian Constitutional Revolution: 1906-1911, New York 1996, s. 29-33; Stephen C. Poulson, Social Movements in Twentieth-Century Iran: Culture, Ideology and Mobilizing Frameworks, Lanham 2006, s. 85-102; Rıza Kurtuluş,


1906-1911 İran Meşrutiyet Hareketinde Osmanlı Etkisi (doktora tezi, 2010), MÜ Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü; Ali Rızâ Cevâdzâde, “MevziǾ-i Fuķahâ-yı ŞîǾa der Ķıbâl-ı Temeddün-i Ġarb bâ Teǿkîd ber MaķŧaǾ-ı Nehđat-i Tenbâkû tâ Meşrûŧiyet”, Faślnâme-i Ǿİlmî, Pejûheşî MüŧâlaǾât-i Inķılâb-ı İslâmî, sy. 49, Tahran 1388 hş., s. 141-162.

Rıza Kurtuluş




FIKIH. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren İslâm dünyasında tütün mâmullerini kullanma alışkanlığının yaygınlaşmasıyla birlikte tütün kullanımının dinî ve hukukî hükümleri konusunda âlimler arasında etkileri günümüze kadar süren yoğun tartışmalar başlamıştır. Bu tartışmalar, özellikle taklidin hâkim olduğu ileri sürülen bir dönemde fıkhî düşünceye belli bir canlılık getirmiş, gerek usul gerek fürû açısından birçok kavramın yeniden ele alınmasına yol açmıştır.

Dinî Hükmü. Konuyla ilgilenen âlimlerin öncelikle, müctehidin bulunmadığının ve daha evvelki müctehidlerin görüşlerinin taklit edilmesinin savunulduğu bir dönemde hakkında âyet, hadis veya seleften bir görüşün mevcut olmadığı bir hususta hangi delil ve yöntemle nasıl hüküm verileceği konusunu tartışmak ve ardından tütün kullanımının dinî hükmüne dair görüşlerini fıkhın geleneksel metodolojisi ve kavramları çerçevesinde delillendirmek durumunda kaldıkları görülür. Tütün kullanımı hakkında hüküm vermemeyi (tevakkuf) tercih edenler bir yana görüş bildiren âlimler temelde tütünü mubah, mekruh ve haram kabul edenler şeklinde üç gruba ayrılabilir. Ancak tartışma esas itibariyle haram ve mubah sayanlar arasında cereyan etmiştir.

a) Tütünün mubahlığını savunanlara göre mubahlığın en önemli delili haram veya mekruh olduğuna dair âyet veya hadisin bulunmamasıdır. Yenilip içilenlerden hakkında açık bir nassın sevkedilmediği maddeler aslî mubahlık ilkesine tâbidir (el-En‘âm 6/145; el-A‘râf 7/32) ve tütün de böyledir. Tütünün haramlığını gerektirecek ölçüde pis olma, sarhoşluk verme, aklı giderme, uyuşturma ve zarar verme özellikleri yoktur. Mubah mallar için yapılan harcamalar israf değildir. Bazı kimselere zarar verdiği, bazılarını sarhoş ettiği kabul edilse bile bundan tütünün herkes için ve her durumda haram sayıldığı sonucu çıkarılamaz, sadece zarar görenler ve sarhoş olanlar için haram kabul edilir. Mubahlık taraftarı âlimler tütünün mutedil mizaçlı kişiler için zararsız olduğunu, hatta bazı faydalarından söz edilebileceğini ileri sürerken bir kısım âlimler de tütün içmenin yaygınlığını göz önüne alarak müslümanlardan zorluğun giderilmesi, onların çoğunluğunun günahkâr olarak nitelenmemesi ve fitneye yol açılmaması gibi sebeplerle mubahlık hükmünü tercih etmişlerdir.

Tütünün pek çok hastalığa iyi geldiği iddiası da mubahlığı savunan âlimlerin dayanaklarından birini teşkil etmiştir. Nitekim tütünün Mağrib’de yayılmasına öncülük ettiği kaydedilen Şeyh Mansûr’un açıklamalarını özetleyen Risâle fî menâfiǾi devâǿin tüsemmâ tebeġa adlı anonim bir eserde, Dâre Kadısı Ebû Abdullah Muhammed el-Huceyl es-Saîdî’ye ait Nažm fî nefǾi varaķı şeceretin müsemmâtin tebaġ adlı benzer içerikli bir manzumede (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1036, vr. 62a-b; Üchûrî de bu manzumeyi nakleder, vr. 152a-153b) ve tütünün ateşli savunucularından Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî’nin övgü dolu sözlerle naklettiği uzunca bir kasidesinde (eś-Śulĥ, vr. 87a-88b; Muhammed Tâlib İbnü’l-Hâc, II, 141-143) çeşitli faydaları sıralanmıştır. Mubahlığını savunan bu gibi eserlerde tütünün iyileştirdiği hastalıkların adı verilmiş, ayrıca birçok ilâve faydasının bulunduğu ileri sürülmüştür. Tütün kullanımının yayılmaya başladığı dönemlerde bu tür iddiaların dikkate alınmasında Batılı hekimlerden aktarılan görüşlerin ve çevreden edinilen bilgi ve gözlemlerin belli bir payından söz edilse de asıl tütün pazarını genişletmek isteyen tüccarların propagandalarının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Zira o dönemde Avrupa kıtasında tütünün birçok hastalığa iyi gelen bir ilâç şeklinde pazarlandığı bilinmektedir. Meselâ yeni keşfedilen Amerika kıtasına giderek orada bitkiler üzerinde araştırma yapan İspanyol hekimi Nicolás Monardes’in Historia Medicinal de las cosas que se traen de nuestras Indias Occidentales adlı eserinin (Sevilla 1571) ikinci bölümünde tütün yaprağının otuz altı hastalığa iyi geldiği anlatılmaktadır ki kısa zamanda birçok Batı diline çevrilen bu bölüm, İbn Cânî el-İsrâîlî (Şa‘bân b. İshak) adlı hekim tarafından bazı açıklama ve eleştirilerle birlikte Arapça’ya tercüme edilmiştir (tercümenin bir nüshası için bk. Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1581, vr. 166a-169a). Tütünün mubahlığını savunan ilk müelliflerden Üchûrî de (vr. 148b-149a) bu tercümeden yararlandığını açıkça belirtmektedir. Tütünün faydalarına dair verilen bilgiler Avrupa kaynaklı olduğundan Nablusî, Frenkler’in kendi memleketlerindeki tecrübelerine dayanarak söylediklerinin kabul edilebileceğini fıkhî örnekler üzerinden izaha çalışmıştır (eś-Śulĥ, vr. 16b-17a). Tütünün mubahlığını savunanlar arasında Hanefîler’den Altıparmak Mehmed Efendi, Şeyhülislâm Bahâî Mehmed Efendi, Ahmed b. Muhammed el-Hamevî, Abdülganî en-Nablusî, M. Murtazâ ez-Zebîdî, İbn Âbidîn (Muhammed Emîn), Abdülhay el-Leknevî; Mâlikîler’den Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî, Nûreddin el-Üchûrî, Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ahmed b. Muhammed es-Sâvî; Şâfiîler’den Ebü’l-Vefâ el-Urzî, Şebrâmellisî, Muhammed eş-Şevberî, İsmâil el-Aclûnî, Abdülkādir b. Muhammed et-Taberî; Hanbelîler’den Mer‘î b. Yûsuf ve Zeynüddin Abdülkādir el-Harîrî ile Emîr es-San‘ânî, Şevkânî gibi âlimler bulunmaktadır.

Bu âlimlerin büyük çoğunluğu kendilerinin tütün kullanmadığını, içilmesini ve özellikle tiryakiliğini hoş karşılamadığını belirtmiş, tütünün helâl diye nitelendirilmesinin mekruh olarak nitelenmesine engel teşkil etmediğini söylemiştir. Tütün içmenin şer‘î delillerle haramlığı ispat edilemeyeceği için mubah, kötü kokması ve içenlerin serkeş takımına benzemesi sebebiyle mekruh olduğunu söyleyen Leknevî kerahetle birlikte mubah sayıldığı şeklindeki görüşü orta yol diye nitelemiş ve kerahetsiz mubahlığını ileri sürenlerin görüşlerinin şâz ve geçersiz sayıldığını kaydetmiştir (Tervîĥu’l-cinân, II, 253, 308-309; ayrıca bk. Mer‘î b. Yûsuf, s. 113-131). Öte yandan tütünün ilke yönünden mubahlığını savunanlar kullanım şeklinde haramlığını gerektirecek bir unsurun bulunmamasını da şart koşmuşlar ve umumiyetle bu şartlara riayet edilmediğine dikkat çekerek tütün kullanımının haramlıktan uzak kalmadığını ifade etmişlerdir. Dinî veya dünyevî kötü sonuçlar doğurması, meselâ kişinin ibadetlerini ve diğer görevlerini yerine getirmesine engel teşkil etmesi, idarenin koyduğu yasağa muhalefet, bedenî bir rahatsızlık, haddinden fazla içmekten dolayı zarar görme, şarap vb. haram bir maddeyle karıştırma gibi durumlarda tütün içmenin haram olacağını belirtmişlerdir. Ayrıca etkilerinin kişilerin mizaçlarına göre değişebileceğini, bu sebeple tütünün beden ve ruh sağlığına zarar verdiği kişiler için az veya çok zarar veren miktarının ve kullanım şeklinin haram sayılacağını kaydetmişlerdir (Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 109; Muhammed Haccî, I, 249).

b) Tütünün haramlığını savunanlar, bir konu hakkında nas bulunmamasının o


konuda hüküm verilemeyeceği anlamına gelmeyeceğini, bu tür meselelerin delâlet veya kıyas yoluyla nasların umumi mânaları kapsamında değerlendirilerek bir hükme varılabileceğini, aslî ibâha ilkesinin mutlak anlamda ele alınamayacağını, faydalı şeylerde mubahlık, zararlı şeylerde haramlık ilkesinin geçerli olacağını söylerler (Ahmed er-Rûmî el-Akhisârî, Mecâlisü’l-ebrâr, s. 586; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 216). Bu prensiplerden hareketle tütünün özellikleri ve yol açtığı olumsuzluklar dikkate alınıp haramlığının gerekçeleri arasında bid‘at olması, pis, zararlı, uyuşturucu, başlangıç aşamasında sarhoşluk verici, özellikle Hanefîler’e göre yararsız bir oyun ve eğlence sayılması, israfa sebebiyet vermesi, sultanlar tarafından yasaklanması sıralanmıştır. Söz konusu gerekçelerden her birinin haramlık için yeterli sayılacağını ileri süren bu âlimler tütün içmenin pis şeylerin kullanımını (el-A‘râf 7/ 157), insanların kendilerini tehlikeye atmalarını (el-Bakara 2/195), israfı (el-A‘râf 7/31; el-İsrâ 17/26-27), şarap gibi sarhoşluk verici maddeleri kullanmayı yasaklayan ve idarecilerin dinî kurallara aykırı olmayan emirlerine uyulmasını emreden (en-Nisâ 4/59) âyetlerle bid‘atlardan sakınmayı emreden, soğan, sarımsak kokusu gibi başkalarını rahatsız eden şeyleri yemeyi, başkalarına zarar vermeyi ve uyuşturucu maddeleri kullanmayı meneden hadislerin (Müsned, VI, 309; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5) genel anlamları kapsamına girdiği görüşündedir. Dolayısıyla tütünün ağzı, elbiseyi, bedeni ve mekânı kokutması, dişleri çürütüp sarartması sebebiyle pis; bağımlılık yapması, bedeni gevşetip uyuşturması, insan sağlığına olumsuz etkileri ve kullanmayanları rahatsız etmesi yüzünden zararlı; dinî veya dünyevî bir faydasının görülmemesi sebebiyle israf; boş bir oyun ve eğlence olması, insanları Allah’ı zikirden ve namazdan alıkoyan, tiryakilik yüzünden oruçtan soğutan bir özellik taşıması bakımından kötü bir bid‘at sayıldığı belirtilmiştir. Bir sünneti ortadan kaldıran yahut bir sünnetin hikmetine aykırı şekilde sonradan ortaya çıkan şeyler dinde kaçınılması gereken bid‘atlar şeklinde nitelendirilir. Bu açıdan bakıldığında tütün kullanımının misvak kullanma (dişleri fırçalama), abdestte ağzı ve burnu yıkama, güzel koku sürünme, kötü kokulu şeylerden uzak durma, bedeni, elbiseleri ve yaşanılan mekânı temiz tutma gibi Hz. Peygamber’in çok önem verdiği hususlara aykırı sonuçlar doğuran bir davranış olduğu görülmektedir (Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 124-125, 131-132).

Haramlığı savunanlar, tütünün faydaları bir yana zararlı bir madde sayıldığını ve insan sağlığını zararlı şeylerden korumanın farz kılınması sebebiyle bu zararlı maddeyi kullanmanın da haram olacağını ifade etmişler, bu zararları kendi zamanlarına göre tıbbî yönden açıklamaya çalışmışlardır (a.g.e., s. 116-117). Meselâ tütünün damarların tıkanmasına, kansere, felce, körlüğe, baş dönmesine, adale ve sinirlerin gevşemesine yol açması, ciğerlere zarar vermesi gibi etkilerini sıralamışlar (tütünün zararlarına dair geniş bir derleme için bk. a.g.e., s. 38-55), bu zararlardan bazılarının görülmemesi veya ortaya çıkmamasının onun haramlığını engellemeyeceğini belirtmişlerdir (a.g.e., s. 212). Bununla birlikte akla veya bedene zarar vermeyen miktarın haram olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır (Muhammed Tâlib İbnü’l-Hâc, II, 141; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 79-81, 90-91, 210, 211; krş. M. Ali b. Hüseyin, I, 217). Ayrıca tütünün bazı hastalıklara iyi geldiği kanaati uzman hekimlerce onaylanır ve yerini tutacak başka mubah bir ilâç bulunamazsa gerektiği kadar kullanılabileceği, tiryakilerin kademeli şekilde terketmelerinin vâcip olacağı da ifade edilmiştir (Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 112-113, 117, 166-167; Alevî b. Ahmed es-Sekkāf, s. 137). Sultanların yasaklayıcı fermanları da özellikle bunların yürürlükte kaldığı dönemlerde tütünün haramlığına dair fetva veren âlimlerin dayanaklarından birini teşkil etmiştir. Zira fıkıhtaki genel anlayışa göre sultanın mubah sayılan bir şeyi kamu yararına emretmesi veya yasaklaması durumunda bunun yerine getirilmesi dinen de gerekli olur. Ancak bu âlimler tütünü diğer şer‘î delillere istinaden haram kabul ettiğinden sultanın yasaklamasını bu konuda müstakil bir delil şeklinde kullanmaz (M. Fıkhî el-Aynî, vr. 24b; krş. Alevî b. Ahmed es-Sekkāf, s. 138-139). Tütünü haram sayanlar arasında Hanefîler’den Haskefî, Şürünbülâlî, Cerrâhî şeyhi İbrâhim Efendi, Ahmed Akhisârî, Şeyhülislâm Atâullah Mehmed Efendi, İsmâil Hakkı Bursevî, Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi, Muhammed Fıkhî, Saçaklızâde Mehmed Efendi; Şâfiîler’den Sâlih b. Ömer el-Bulkīnî, Abdülmelik el-İsâmî, Şehâbeddin el-Kalyûbî, Necmeddin el-Gazzî, İbn Allân, Hatîb eş-Şirbînî; Mâlikîler’den Ebü’l-Gays el-Kuşâşî el-Mağribî, İbn Ebü’n-Naîm el-Gassânî, Sâlim b. Muhammed es-Senhûrî, Kādî Muhammed et-Tinbüktî, İbrâhim el-Lekānî, Ahmed b. Muhammed el-Makkarî, Abdurrahman b. Abdülkādir el-Fâsî, Muhammed b. Abdullah el-Haraşî, Süleyman el-Füllânî ve Hanbelîler’den Abdullah b. Ahmed en-Necdî ile genelde Vehhâbîler sayılabilir. Tütünü Şam Hanefî müftüsü Abdurrahman el-İmâdî, Ebû Saîd el-Hâdimî ve Buhûtî gibi âlimler tahrîmen mekruh, Mer‘î b. Yûsuf, Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, İbn Âbidîn Muhammed Emîn, Mustafa es-Süyûtî gibi âlimler ise tenzîhen mekruh kabul etmiştir.

Tütün kullanımının dinî yönüyle ilgili tartışmalar günlük hayatı yakından ilgilendirdiği ve kamuoyu da konuya farklı seviyelerde dahil olduğu için literatürde her iki görüşün gerekçelerini çoğaltmak amacıyla tartışmanın sınırlarının aşılarak bilimsel bir değer taşımayan birçok açıklama ve rivayetin de ileri sürüldüğü görülür. Meselâ haramlık sebepleri arasında meleklere eza verdiği, yangınlara yol açtığı, çoğunlukla kahvehanelerde yararsız işlerle uğraşanların boş oyun ve eğlencelerinden sayıldığı, tütüne verilen paranın yabancılara gittiği gibi hususlar zikredilmiş (İsmâil Rusûhî Ankaravî, vr. 3b-5a; Muhammed Tâlib İbnü’l-Hâc, II, 143; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 102, 131-146), tütünün haramlığına dair birçok hadis uydurulmuş (Leknevî, el-Âsârü’l-merfûǾa, s. 15-16; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 259-261), bilhassa tasavvuf çevrelerinde haramlığını teyit sadedinde çeşitli menkıbe ve rüyalara yer verilmiştir (örnekler için bk. Leknevî, Zecr, II, 323-325; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 237-242; krş. Ebû Saîd el-Hâdimî, Berîķa, II, 524). Benzer gerekçeleri mubahlığını savunanların eserlerinde de görmek mümkündür. Tütünün yayılmaya başladığı dönemlerde haramlığına dair bazı yanlış ve tuhaf gerekçelerin ileri sürülmesi, özellikle bu konuda hadisler uydurulması işin ciddiyetine zarar vermiştir. Ayrıca idarenin zaman zaman ekonomik, sosyal ve siyasal sebeplerle tütünü yasaklaması tartışma zeminini menfi yönde etkilemiş ve meseleyi idareden memnun olmayanların istismarına açık hale getirmiştir.

Tütünün hükmüne dair her mezhepten ve meşrepten farklı kanaatlere sahip âlimler bulunduğu için bu konuda ileri sürülen görüşleri mezhep görüşü diye anlamamak, hatta mezheplere yapılan genel isnatları ihtiyatla karşılamak gerekir. Nitekim taraflar çoğunluğun görüşü konusunda birbiriyle çelişen açıklamalar


yapmıştır. Ahmed b. Hâlid es-Selâvî fukaha ve sûfiyyenin cumhurunun haramlığı savunduğunu belirtirken (el-İstiķśâ, IX, 193) tütünün ilk yayılmaya başladığı dönemlerde bütün Mağrib ulemâsının ve Mısır’daki âlimlerin ekserisinin haramlığına fetva verdiğini, ancak daha sonraki Hanefîler’in tütünün yayıldığını görünce zamanla hükmü gevşettiklerini, zarar verici ve uyuşturucu özelliğinin sabit görülmediğini iddia ettiklerini söyleyen Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, Mâlikî âlimlerinin belki 300’ü aşkın haramlık fetvası verdiğini ve kendisinin bunların pek çoğunu birkaç ciltte toplanmış halde gördüğünü kaydeder (İǾlânü’l-ĥücce, s. 162-163, 223-225, 226). Buna karşılık Üchûrî tütünün aklı gidermeyen miktarının lizâtihî haram olmadığında dört mezhebin ittifak ettiğini ileri sürer (Ġāyetü’l-beyân, vr. 147b). Mustafa es-Süyûtî ise dört mezhep mensupları arasında farklı görüşler bulunduğunu, Hanefî ve Şâfiîler’in çoğunluğunun mubah veya mekruh, Mâlikîler’in çoğunluğu ile Necidli Hanbelîler’in (Vehhâbîler) haram görüşünü benimsediğini belirtir (Meŧâlib, VI, 219). Tarafların sayısal üstünlükleri bağlamında bir çalışma yapılmamışsa da mevcut bibliyografik listeler ve görüşleri literatüre geçen âlimler dikkate alındığında her mezhepten tütünün haramlığını savunanların çoğunluğu teşkil ettiği söylenebilir.

Geçmiş yüzyıllarda tütün kullanımının dinî hükmü konusunda açıklamalarda bulunan İslâm âlimlerinin görüş ayrılıklarının esasen o dönemdeki geçerli bilgilerden hareket etmelerinden ve tütünün insan sağlığına etkisi konusunda yeterli tıbbî bilgiye sahip bulunmamalarından kaynaklandığı görülmektedir. Nitekim mubahlığını savunanlar, “Bir şeyin zararı sabit olmadıkça eşyada aslolan ibâhadır” kaidesince fetva vermişlerdir. Ancak ilk zamanlarda bazı âlimlerin maddelerin özelliklerini, fayda ve zararlarını bilmenin bir fıkıh meselesi sayılmadığına vurgu yaparak tütünün faydasız ve zararlı olması halinde haramlığına, faydalı bir şey olması halinde helâlliğine hüküm vermek gerektiğini belirttikleri de kaydedilmelidir (Muhammed Haccî, I, 265). Bu bakımdan mubahlığını veya haramlığını savunan pek çok âlim, tütün yaprağının özellikleri ve içenler üzerindeki etkileri hakkında uzman hekimlere müracaat etmenin lüzumundan bahsetmiş, meselâ haramlığını ileri sürenlerden İbrâhim b. İbrâhim el-Lekānî, uzman bir hekimin tütünün kesinlikle zararlı olmadığını söylemesi ve haramlığına sebep teşkil edecek hâricî etkenler bulunmaması halinde içmenin câiz kabul edileceğini belirtirken (Naśîĥatü’l-iħvân, s. 67) mubahlığını savunanlardan Muhyiddin Ahmed el-Cezerî de tütünün sırf zarar verdiği tesbit edilirse haramlığına fetva verilebileceğini belirtmiştir.

Tütünün insan sağlığına verdiği zararların bilimsel yöntemlerle tesbit edilemediği dönemlerde bu konuda farklı kanaatlere ulaşılması tabiidir. Ancak XIX. yüzyılın ortalarından itibaren tıpta sellüler patoloji metodunun kullanılmaya başlanmasıyla birlikte tütünün başta nikotin olmak üzere zehirli birçok kimyasal madde içerdiği kesin biçimde ortaya konmuş, insan sağlığı üzerindeki etkileri ve yol açtığı hastalıklar konusunda daha kesin bilgilere ulaşılmıştır. Bu bakımdan aralarında Reşîd Rızâ ve Muhammed Haseneyn Mahlûf gibi, kişinin kendisine veya başkalarına zarar vermemesi halinde helâl olacağını söyleyen âlimler bulunsa da Ali b. Abdülvehhâb, Muhammed et-Tarâbîşî, Mübârekpûrî, Mahmûd Hattâb es-Sübkî, Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî ve Ezher şeyhi Mahmûd Şeltût gibi modern dönemde yetişmiş âlimler bugün artık haram hükmünün verilmesi gerektiği görüşündedir. Ayrıca tütünün insan sağlığına verdiği zararların henüz ortaya konmadığı bir dönemde mubahlığını savunanların görüşlerini bugün sürdürmenin yanlışta ısrar anlamına geleceği ve içen kişinin günahını düşürmeyeceği ifade edilmiştir.

Diğer Hükümler. Literatürde tütün içmenin dinî hükmünün yanı sıra tütün ziraatı ve ticaretinin meşruiyeti, tedavi için kullanılmasının cevazı, içmenin oruca etkisi, tütün tiryakisi imamın arkasında namaz kılmanın hükmü, kadının tütün masraflarının kocasının nafaka sorumluluğuna dahil olup olmaması gibi konuların da yer yer tartışıldığı görülür. Şeyhülislâm Sun‘ullah Efendi (Sağır Mehmed Efendi, vr. 13b) ve Şâfiîler’den Şebrâmellisî gibi âlimler istisna edilirse dört mezhep ulemâsının büyük çoğunluğu tütün içmenin bir tür beslenme sayıldığı için orucu bozacağını ifade etmiştir (İbrâhim b. İbrâhim el-Lekānî, s. 57-58, 98; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 148, 235). Orucu bozan beslenmeyi “insan tabiatı meyletmese de bedene faydası olan şey” diye yorumlayanlara göre sadece kaza gerekirken “insan tabiatının meylettiği ve kendisiyle mide şehvetinin giderildiği şey” olarak yorumlayanlara göre ise aynı zamanda kefâret de gerekir (Leknevî, Tervîĥu’l-cenân, II, 261; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 209). Leknevî, kendi döneminde bazı kişilerin tütün içmenin orucu bozmayacağını söylemeleri üzerine Zecrü erbâbi’r-reyyân adlı bir eser yazarak konuyu genişçe ele almış ve onların görüşünü reddetmiştir.

Mubahlığını savunanlar dahil âlimler tütün içerken besmele çekmenin, Kur’an okurken veya camide iken tütün içmenin saygısızlık olacağı gerekçesiyle tahrîmen mekruh kabul edildiğini belirtmiş (Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, IV, 227), çiğ soğan ve sarımsak yiyenlerin mescidlere gelip insanları rahatsız etmemesini emreden hadisi (Buhârî, “Eźân”, 160; Müslim, “Mesâcid”, 73-74) dikkate alarak rahatsız edici kokusu sebebiyle içenlerin koku devam ettiği müddetçe cami ve mescidlerden uzak durmalarını tavsiye etmiştir (Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 25). Hatta Ahmed er-Rûmî el-Akhisârî ve Receb Efendi gibi, tütün içenlerin camiden zorla çıkarılması gerektiğini söyleyenler de vardır (Mecâlisü’l-ebrâr, s. 584, 592; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 215, 218). Nablusî’nin cemaatin çoğunluğunun tütün kokusuna alışkın olması durumunda tiryakilerin mescidlerden menedilemeyeceği görüşüne karşı çıkan Leknevî de caydırıcı olması için onların mescidlerden menedilmesini doğru bulur (Zecr, II, 322-323). Âlimler bilhassa Kur’an okunan mahallerde, ibadethanelerde, insanların toplu halde bulundukları meclislerde, çarşı ve pazarlarda, yollarda tütün içilmesini de ağır biçimde kınamışlardır.

Tütünün alım satımı konusundaki görüş ayrılığı, bir malın alım satıma konu olabilmesi için dinen yararlanılabilen (mütekavvim) bir mal olması şartından kaynaklanmaktadır. Tütünün içilmesini haram sayanlar bu şartı dikkate alıp alım satımının da haram olacağını (Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 233), ancak içme dışında faydalı bir alanda kullanmak üzere alım satımının câiz sayılacağını ifade etmişlerdir. Mubahlığını savunan bazı Şâfiî âlimleriyle mekruh olduğunu söyleyen Hanbelîler’den Buhûtî, kocanın tiryaki olan karısının tütün masraflarını karşılamasının nafaka hakları kapsamında yer aldığını ileri sürerken (Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, IV, 226; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 169; Mustafa es-Süyûtî, VI, 217) Hanefîler’den İsmâil b. Abdülganî en-Nablusî’ye göre ağzı kötü kokuttuğu için tütün içmeyen kocanın karısının içmesini engelleme hakkı (İbn Âbidîn, VI, 459;


Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 209), Mâlikîler’den Fas Kadısı İbn Ebü’n-Naîm el-Gassânî’ye göre ise kadının tütün içen kocasından ayrılmayı talep etme hakkı vardır (Muhammed Haccî, I, 260). Şam Hanefî müftüsü Abdurrahman el-İmâdî ısrarla tütün içen kimsenin arkasında namaz kılmanın tahrîmen mekruh olduğunu söylemiş (Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 140, 208, 214) ve pis sayıldığı için üzerinde tütün bulundurmanın namazın sıhhatine engel teşkil edeceği şeklinde bir görüş ileri sürülmüşse de âlimlerin çoğunluğu buna katılmamış, tütün kullanımının imamlığın veya namazın sıhhatine zarar vermeyeceğini söylemiştir (Vezzânî, I, 100, 104-105).

Tütün Yasağı. Çeşitli dönemlerde tütünün kullanımının, ziraat ve ticaretinin yasaklandığı, meselâ Osmanlılar’da I. Ahmed ve IV. Murad devirlerinde tütün için fermanların çıkarıldığı, yasağın Mısır ve Şam gibi Osmanlı hâkimiyeti altındaki bölgelerde de uygulandığı, idarecilerin çarşı pazarları kontrol ettikleri ve ele geçirilen pek çok tütünün yakılıp içenlere idama varan cezaların verildiği bilinmektedir. Abdülganî en-Nablusî bu sert tedbirleri şiddetle kınarken (eś-Śulĥ, vr. 35b-36a) Lekānî bundan dolayı idarecilere dua etmektedir (Naśîĥatü’l-iħvân, s. 85-86; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 163-165). Sultanların yasaklama kararı üzerinde Hocazâde Mehmed Efendi, Hocazâde Esad Efendi, Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi, Ahîzâde Hüseyin Efendi gibi şeyhülislâmlarla Kadızâde Mehmed Efendi ve Nakîbüleşraf Şeyhî Mehmed Efendi gibi Osmanlı âlimlerinin tütünün haramlığına dair fetvalarının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Sultan İbrâhim’in tahta geçmesiyle birlikte Şeyhülislâm Bahâî Mehmed Efendi’den fetva alınarak tütün kullanımı serbest bırakılmış, ancak daha sonra bazı dönemlerde yine kısmî yasaklamalar getirilmiştir. I. Mahmud döneminde caddelerde, dükkânlarda ve evlerin kapılarında tütün içmenin (Cebertî, I, 228), III. Osman devrinde çarşı pazarda tütün çubuğu ile gezmenin yasaklandığı, gizlice ve edebiyle içmenin ise yasak kapsamında olmadığı bilinmektedir. Kuzey Afrika’da özellikle Fas’ta Sa‘dîler’den Ahmed el-Mansûr döneminden başlamak üzere sultanların tütünle mücadelelerinin yakın zamanlara kadar sürdüğü (Selâvî, IX, 192-199; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 122, 160, 162; Hasan el-Yûbî, s. 331-337), Yemen’de ise XVII. yüzyılın ilk yarısında ünlü sûfîlerden İbnü’s-Sekkāf el-Aynâtî’nin gayretleriyle yasak ilân edildiği belirtilmektedir (Muhibbî, II, 80). Vehhâbîler Medine’yi ve ardından Mekke’yi ele geçirdiklerinde sokaklarda tütün ve nargile içilmesini yasaklamışlardır (Cebertî, III, 91, 189). Bir yanda sultanlar fermanlarında şeyhülislâm fetvalarına atıfta bulunurken diğer yanda şeyhülislâmlar da fermanlara atıfta bulunmuş, sultanlar tütün hakkında farklı kararlar verdiklerinde âlimlerden destek fetvaları almakta bir güçlükle karşılaşmamışlardır. Ancak tütün içenlere ulemânın sadece ta‘zîr cezası verilebileceğini söylemesine karşılık bazı sultanlar suçluları siyaseten katil kapsamında ağır şekilde cezalandırmışlardır. I. Ahmed döneminde Mısır’da ele geçirilen tütünler yakılmış ve içen bazı kimseler idam edilmiş (İbrâhim b. İbrâhim el-Lekānî, s. 85-86; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 163), kaynaklar bu konuda en sert uygulamanın IV. Murad döneminde yapıldığını ve bu suçtan dolayı pek çok kimsenin idamla cezalandırıldığını kaydetmiştir.

Mühimme defterlerinden anlaşıldığına göre tütün yasağının arkasında yalnızca dinî sebepler bulunmamaktadır. Hükümdarlar tütün içmenin halka ve saray hazinesine sosyal ve ekonomik etkileriyle de ilgilenmişlerdir. Tütünün Osmanlı topraklarına girme aşamasında I. Ahmed zamanında çıkarılan bir fermanda bal mumu üreten çiftçilerin tütün ekimi yapmaya başladıkları ve bunun sarayda çok kullanılan bal mumunun fiyatının yükselmesine sebep olarak hazineye zarar verdiği ifade edilmektedir. IV. Murad’ın da ülkede bozulan asayişi temin etmek amacıyla tütün içenleri cezalandırma bahanesini kullandığı anlaşılmaktadır. Ancak aynı yüzyılın ortalarında yasağın tütün tüketimini engelleyememesi ve muhtemelen tütünden alınacak vergilerin açık veren devlet hazinesine gelir sağlamadaki öneminin kavranması üzerine bazı âlimlerin muhalefetine rağmen yasak kaldırılmıştır. Bununla birlikte ulemâ arasında tütünle ilgili tartışmalar önemini her devirde korumuş, tütün kullanımı aleyhine veya lehine fetvalar verilip risâleler kaleme alınmış, bu konudaki belgeler ve çalışmalar zengin bir literatür oluşturmuştur (ilgili eserler için bk. Ahlwardt, V, 51-54; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, s. 147-160; Ebû Ubeyde Meşhûr b. Hasan Âlü Selmân, s. 93-108; Abdullah b. Muhammed el-Habeşî, I, 513-515).

Zamanımızda sigaranın ve diğer tütün mâmullerinin kullanımının dinî hükmü hâlâ güncelliğini koruyan bir tartışma alanı olup birçok kitap, makale ve fetvaya konu teşkil etmektedir. Daha da önemlisi günümüzde, tütün ekim ve ticaretinden sigara üretim ve pazarlamasına kadar geniş bir sahayı kontrol eden, ülke siyasetinden uluslar arası ilişkilere kadar birçok alanı etkileyebilen güçte bir sigara sektörü ortaya çıkmış, buna karşılık da fert, toplum ve devlet olarak sigarayla mücadelede eskiye oranla daha güçlü ve kararlı bir bilinç oluşmuştur. Modern toplumlarda sigaranın zararlı etkilerinden bireyi ve çevresini koruma, sigara alışkanlığını önleme, sigarasız hayat konusunda sivil ve resmî inisiyatifin devreye girmesi, kapalı alanlarda sigara içilmesinden sigara ve diğer tütün mâmullerinin reklam ve satışına kadar bu alanda getirilen bir dizi kısıtlama, açılan kampanyalar, adı geçen uluslar arası sigara sektörüne karşı güçlü bir blok teşkil etmekte, sigarayla mücadeleyi kapsamlı ve kalıcı bir ivmeye kavuşturmuş görünmektedir. Bütün bu gelişmelerin yanında tıbbın ve diğer ilimlerin sigaranın insan ve toplum sağlığına verdiği zararlar konusunda ortaya koyduğu açık bilimsel veriler, öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki dönemde sigaranın ve diğer tütün mâmullerinin dinî hükmüne dair bakış açılarını esaslı biçimde etkileyecek ve tartışmaların daha sağlam bir zeminde cereyan etmesine imkân hazırlayacaktır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, VI, 309; Mer‘î b. Yûsuf, Taĥķīķu’l-burhân fî şeǿni’d-duħân elleźî yeşrabühü’n-nâsü’l-ân, Beyrut 1421/2000; Hocazâde Esad Efendi, Fetâvâ, DİB İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 157, I, vr. 7a, 63a, 65b, 68b, 69a, 71a, 72a, 226b; İsmâil Rusûhî Ankaravî, Keffü’l-lisân Ǿan ĥükmi’d-duħân, TSMK, Mehmed Reşad, nr. 190; İbrâhim b. İbrâhim el-Lekānî, Naśîĥatü’l-iħvân bi’ctinâbi’d-duħân (nşr. Ahmed Mahmûd Âlü Mahmûd), Menâme (Bahreyn) 1993; Ahmed er-Rûmî el-Akhisârî, Mecâlisü’l-ebrâr ve mesâlikü’l-aħyâr, Dehli 1283/1866, s. 209-215, 584-593; a.mlf., Against Smoking: An Ottoman Manifesto (nşr. ve trc. Yahya Michot), Markfield-Leicestershire 2010; Ebû Zeyd Abdurrahman b. Muhammed et-Temenârtî, el-Fevâǿidü’l-cemme fî isnâdi Ǿulûmi’l-ümme (nşr. Muhammed b. Abdullah er-Rûdânî el-İdrîsî - Yezîd er-Râzî), Dârülbeyzâ 1420/1999, s. 476-503; Sağır Mehmed Efendi, Mecmûatü’l-fetâvâ, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1067, vr. 13b; Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi, Fetâvâ, Nuruosmaniye Ktp., nr. 2056, vr. 3b, 10b, 343b; Mehmed Bahâî, Mecmûa, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 587, vr. 163a-b; Üchûrî, Ġāyetü’l-beyân li-ĥilli şürbi mâ lâ yüġayyibü’l-Ǿaķle mine’d-duħân, Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 2154, vr. 143b-153b; Kâtib Çelebi, Mîzânü’l-hak: İslâmda Tenkid ve Tartışma Usûlü (s.nşr. Süleyman Uludağ -


Mustafa Kara), İstanbul 1981, s. 63-72; Haskefî, ed-Dürrü’l-muħtâr (İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr [Kahire] içinde), VI, 459-461; Berzencî, İlhâmü’ś-śavâb li-üli’l-elbâb, Millî Ktp., nr. A6758, vr. 155b-157a; Muhibbî, Ħulâśatü’l-eŝer, II, 80; Mehmed Nazmi Efendi, Osmanlılarda Tasavvufî Hayat-Halvetîlik Örneği-Hediyyetü’l-İhvân (haz. Osman Türer), İstanbul 2005, s. 563-564; Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, eś-Śulĥ beyne’l-iħvân fî ĥükmi ibâĥati’d-duħân, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1886; M. Fıkhî el-Aynî, Risâle fi’d-duħân ve’l-ķahve, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 6400, vr. 21b-25a; Muhyiddin Ahmed b. Muhyiddin el-Kürdî el-Cezerî, Risâle fî şürbi’d-duħân, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2144, vr. 113b (İbn Âbidîn el-ǾUķūdü’d-dürriyye fî tenķīĥi’l-Fetâva’l-Ĥâmidiyye [Kahire 1310/1893, II, 365-366] içinde nakletmiştir); Ebû Saîd el-Hâdimî, Berîķatü’l-Maĥmûdiyye fî şerĥi’ŧ-Ŧarîķati’l-Muĥammediyye, İstanbul 1302, I, 134, 166; II, 523-525, 627-628; a.mlf., Risâletân Ǿalâ ĥažriyyeti’d-duħân (MecmûǾatü’r-resâǿil içinde), İstanbul 1302, s. 233-235; Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, Ĥâşiye Ǿale’d-Dürri’l-muħtâr, Beyrut 1395/1975, IV, 226-227; Cebertî, ǾAcâǿibü’l-âŝâr, I, 51, 228, 477-478; III, 91, 189; Mustafa es-Süyûtî, Meŧâlibü üli’n-nühâ fî şerĥi Ġāyeti’l-müntehâ (nşr. M. Züheyr Şâvîş), [baskı yeri yok] 1415/1994, II, 193; VI, 217-219; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), VI, 459-461; Muhammed Tâlib İbnü’l-Hâc, Ĥâşiye Ǿalâ Şerĥi’l-Mürşidi’l-muǾîn, Kahire, ts. (Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî), II, 140-145; Muhammed İlîş, Fetĥu’l-Ǿaliyyi’l-Mâlik, Kahire 1378/1958, I, 118-125, 173, 179, 189-191; II, 181; Leknevî, Tervîĥu’l-cenân bi-teşrîĥi ĥükmi şürbi’d-duħân (MecmûǾatü resâǿili’l-Leknevî içinde, nşr. Naîm Eşref Nûr Ahmed), Meşhed 1382 hş.; a.mlf., Zecrü erbâbi’r-reyyân Ǿan şürbi’d-duħân (a.e. içinde), II, 253-310; a.mlf., el-Âŝârü’l-merfûǾa fi’l-aħbâri’l-mevżûǾa (nşr. Ebû Hâcer M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1405/1984, s. 15-16; Selâvî, el-İstiķśâ, V, 126-129; IX, 106, 192-199; Ahlwardt, Verzeichnis, V, 51-54; Muhammed et-Tarâbîşî, Tebśıratü’l-iħvân fî beyâni ađrâri’t-tebeġi’l-meşhûr bi’d-duħân, Kahire 1328/1910; Abdullah b. Abdullah [Mahmûd Hattâb es-Sübkî] el-Ezherî el-Mâlikî, es-Semmü’l-ķātil fî emǾâǿi’l-fâsıķı’l-muđılli’l-câhil (nşr. M. Halîl Hamzâvî), Dımaşk 1341/ 1923; M. Ali b. Hüseyin, Tehźîbü’l-Furûķ ve’l-ķavâǾidü’s-seniyye fi’l-esrâri’l-fıķhiyye (Karâfî, el-Furûķ içinde), Kahire 1347, I, 148, 216-221; Alevî b. Ahmed es-Sekkāf, ĶamǾu’ş-şehve Ǿan tenâvüli’t-tünbâk ve’l-kefte ve’l-ķāt ve’l-ķahve (MecmûǾatü sebǾati kütübin müfîde içinde), Kahire 1358/1940, s. 135-139; M. Reşîd Rızâ, Fetâvâ (nşr. Salâhaddin el-Müneccid - Yûsuf K. Hûrî), Beyrut 1390-92/1970-72, VI, 2699 (İndeks); Muhammed Haccî, el-Ĥareketü’l-fikriyye bi’l-Maġrib fî Ǿahdi’s-SaǾdiyyîn, Rabat 1396/1976, I, 246-266; Ahmed eş-Şerebâsî, Yesǿelûneke fi’d-dîn ve’l-ĥayât, Beyrut 1980, I, 464; II, 95-98, 258-259; V, 52-53, 278-280; VI, 101; Mahmûd Şeltût, el-Fetâvâ, Beyrut 1403/1983, s. 383-385; Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî, İǾlânü’l-ĥücce ve iķāmetü’l-burhân Ǿalâ menǾi mâ Ǿamme ve feşâ min istiǾmâli Ǿuşbeti’d-duħân, Dımaşk 1411/1990; Vezzânî, en-Nevâzilü’l-cedîdetü’l-kübrâ fîmâ li-ehli Fâs ve ġayrihim mine’l-bedǿü ve’l-ķurâ (nşr. Ömer b. Abbâd), Rabat 1419/1998, I, 100, 104-105; Hasan el-Yûbî, el-Fetâva’l-fıķhiyye fî ehemmi’l-ķażâyâ min Ǿahdi’s-SaǾdiyyîn ilâ mâ ķable’l-ĥimâye, Muhammediye 1419/1998, s. 325-358; Ebû Ubeyde Meşhûr b. Hasan Âlü Selmân, et-TaǾlîķātü’l-ĥisân (Mer‘î b. Yûsuf, Taĥķīku’l-burhân fî şeǿni’d-duħân elleźî yeşrabühü’n-nâsü’l-ân içinde), Beyrut 1421/2000, s. 93-108; Abdullah b. Muhammed el-Habeşî, MuǾcemü’l-mevżûǾâti’l-maŧrûķa fi’t-teǿlîfi’l-İslâmî ve beyâni mâ üllife fîhâ, Ebûzabî 1420/2000, I, 513-515; Fehmi Yılmaz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Tütün: Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Tahlili (1600-1883) (doktora tezi, 2005), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü; N. Krstiæ, “Mustafa ibn Muhammad al-Aqhisari (Prušæanin): Rasprava o kafi, duvanu i piæima”, POF, XX-XXI (1970-71), s. 71-107; Fikret Karaman, “İslâm Dini Açısından Tütün ve Sigara Üzerine Bir İnceleme”, Diyanet İlmi Dergi, XXXV/3, Ankara 1999, s. 117-128; F. Klein-Franke, “No Smoking in Paradise, The Habit of Tobacco Smoking Judged by Muslim Law” (ekinde Abdünnâfi el-Medenî’nin Risâletü Taħlîśi’l-insân min žulümâti’d-duħân ve Kerîmüddin el-Ezherî’nin Risâle fî ĥükmi şürbi’d-duħân adlı risâleleri bulunmaktadır), Le Muséon, CVI/1-2, Louvain 1993, s. 155-192; “Eşribe”, Mv.Fİ, XII, 65-70; “Tebġ”, Mv.F, X, 101-113; R. Matthee, “Tutun”, EI² (İng.), X, 753-756.

Şükrü Özen