TUNUS

(تونس)

Tunus Cumhuriyeti’nin başşehri.

Akdeniz sahiline 7-8 km. uzaklıkta, Tunus körfezinin bir girintisi olan ve “deniz kulağı gölü” (lagün) denilen Tunus gölünün kenarında göle doğru hafif eğilimli tepelerin üzerinde yer alır. Kartacalılar tarafından Tînâs (Thynes) adıyla askerî üs olarak kurulmuş olup tarihi milâttan önce IV. yüzyıla ulaşır. Ayrıca tarihi milâttan önce IX. yüzyılın başlarına kadar giden Kartaca şehrinden az önce veya az sonra kurulduğu da söylenir. Roma ve Kartaca arasındaki savaşlarda önemli rol oynayan şehrin adı milâttan önce 508 tarihinde yapılan barış antlaşmasında zikredilir. Yunanlı tarihçi Diodore de Sicile, Berberî asıllı 200.000 Libyalı’nın milâttan önce 395’te Kartacalılar’a karşı isyan ettiğini ve bu isyanın Denkon Tuneta diye adlandırdığı Tunus şehrinin bulunduğu yerde bastırıldığını yazar. Şehrin adını Strabon Tynis, çağdaşı Polybe Tunes diye zikreder. Bu dönemde ziraatla uğraşanlar, balıkçılar ve zanaatkârların yaşadığı Tunus’un sağlam surlarla çevrilmiş olmakla birlikte Kartaca’nın gölgesinde kaldığı bilinmektedir. Buna rağmen Kartaca’ya giden kara ve deniz yolunun girişinde yer alması dolayısıyla büyük önem taşıyordu. Milâttan önce 146 yılında Romalılar’ın eline geçen şehir Hıristiyanlığın yayılmasının ardından piskoposluk merkezi haline getirildi. Milâttan sonra 411’de yapılan Kartaca Konferansı’na Tunus piskoposu da katıldı. 440’ta Vandallar tarafından işgal edilen şehir 535’te Bizans hâkimiyetine geçti ve müslümanların fethine kadar onların idaresinde kaldı.

Hassân b. Nu‘mân 82 (701) yılında Kartaca ve Tunus şehirlerinin kalıcı olarak İslâm hâkimiyetine girmesini sağladı. Topraklarını denizden gelecek saldırılara


karşı korumak için bir donanma oluşturmak amacıyla kadîm Tînâs şehrinin bulunduğu yerde yeni bir şehir kurdu ve Tunus gölünü denize bağlayan kanalı açtırarak bir liman ve tersane inşa ettirdi. Bu tarihten itibaren Tunus’un stratejik önemi arttı, gölü sayesinde sahilden gelecek Bizans saldırılarına karşı korunaklı bir liman özelliği kazandı. Ayrıca Akdeniz’deki adalara düzenlenen seferler için kuvvetli bir üs haline geldi. Halka Müslümanlığı öğretmek ve onların dinî meseleleriyle ilgilenmek üzere fakihler tayin eden Hassân’ın Kartaca halkından bir kısmını Tunus’a yerleştirdiği söylenir. Akdeniz, Mısır ve Mağrib ile Büyük Sahrâ arasındaki yolların kavşağında yer alan Tunus şehri Kayrevan’ın rakibi olarak ortaya çıktı ve Kartaca’nın yerini aldı. VIII. yüzyılda müslümanlar çok sayıda deniz seferine buradan çıktılar. İbnü’l-Habhâb, İfrîkıye valiliği sırasında (116/734) tersaneyi tamir ettirdi, Medine isimli tarihî mahallenin ortasında Zeytûne Camii’ni yaptırdı. Bunun yanında Tunus şehri önemli bir ilim merkezi oldu, şehirdeki âlimlerin sayısı giderek arttı ve Ali b. Ziyâd el-Absî (ö. 183/799) gibi Mâlikî mezhebini bölgeye taşıyan önemli fakihler yetişti.

II. (VIII.) yüzyılda önceki surlarının yıkıldığı anlaşılan şehrin etrafına Bizans saldırılarına karşı dairevî bir hendek açıldı ve bir sur yapıldı. Kalıntılarına rastlanmakla birlikte sur büyük oranda tahrip olmuştur. Tunus, Abbâsîler döneminde bölgenin önemli bir ilim merkeziydi. Kuzey Afrika’da Mâlikî mezhebinin öncülerinden İbn Ziyâd’ın kabri Kasba’daki kabristandadır. Esed b. Furât da bir süre burada tahsil görmüştü. 184 (800) yılından itibaren Ağlebîler’in idaresine bırakılan Tunus bu hânedanın Kayrevan’dan sonra ikinci önemli şehri oldu. Zeytûne Camii, II. Ziyâdetullah tarafından günümüze ulaşan şekliyle tamamen yenilendi (250/864); şehirde emîrlere ait köşkler yapıldı. Akdeniz’in batı havzasına açılan ticarî üs durumundaki Tunus’un bilhassa deniz yoluyla ticarî ilişkileri gelişti. Zeytûne Camii, Kayrevan Camii’nin ardından bölgenin ikinci ilim merkezi haline geldi. Tunus 281’de (894) II. İbrâhim tarafından Ağlebîler’in başşehri yapıldı, ancak iki yıl sonra tekrar Kayrevan’a dönüldü. II. İbrâhim, bu süre içinde Tunus’ta en büyükleri Bâbüssüveyka’nın dışında kuzey tarafında yer alan saray olmak üzere birkaç saray inşa ettirdi. Yerine geçen oğlu II. Abdullah da ülkeyi Tunus’tan yönetmek istediyse de kendi yaptırdığı sarayında oğlu III. Ziyâdetullah tarafından öldürüldü.

Tunus, Ağlebîler’in ardından Fâtımîler’in hâkimiyetine geçti. Ebû Yezîd en-Nükkârî 334’te (945) şehri işgal ve tahrip etti. Şehrin en büyük velîlerinden Sîdî Muhriz b. Halef, Şiîlik’le Hâricîliğin şiddetle mücadele ettiği bir sırada şehir halkına cesaret verdi, onları şehrin etrafına sağlam bir sur yapmaya teşvik etti. Zâviyesi Dokumacılar Çarşısı’nın karşısındadır. 947-951 yılları arasında Tunus’u ziyaret eden İbn Havkal şehrin güzelliğine, ürünlerinin bolluğuna, bahçelerine hayran kalmış, sakinlerinin zenginliğine dikkat çekmiştir (Śûretü’l-arż, I, 75-76). 441 (1049) veya 443’te (1051) Kayrevan Valisi Muiz b. Bâdîs’in Fâtımîler’den ayrılıp Bağdat’taki Abbâsî halifesine tâbi olması bölgeye büyük sıkıntılar getirdi. Fâtımîler’in sevkettiği Benî Hilâl ile Benî Süleym kabilelerinin saldırıları sırasında 1054’te Benî Hilâl’in Riyâh kolundan Abîd b. Ebü’l-Gays, Tunus şehrini ele geçirdi. Onun zulmünden kaçan şehir halkı Kal‘atü Benî Hammâd’da hüküm süren Hammâdî emîrine sığındı.

Hammâdî Emîri Nâsır b. Alennâs’ın vali tayin ettiği Abdülhak b. Abdülazîz b. Horasân’ın 454’te (1062) bağımsızlığını ilân etmesiyle Tunus’ta Horasânîler dönemi başladı. Temîm b. Muiz 458’de (1066) ve 491’de (1098) Tunus’u kısa aralıklarla eline geçirdiyse de şehir yaklaşık bir asır Horasânîler’in başşehri olarak kaldı (1062-1159). Ahmed b. Abdülazîz surları onartarak şehri tahkim ettirdi ve etrafta güvenliği sağladı. Ailenin adını taşıyan bir saray ve Câmiu’l-kasr’ı yaptırdı. Çevresiyle geliştirdiği ticarî münasebetler sayesinde kısa zamanda refah seviyesini yükseltti. Burası 1128-1148 yılları arasında zaman zaman Hammâdîler’in ve Zîrîler’in eline geçtiyse de Horasânîler varlıklarını devam ettirdiler. Ayrıca Kayrevan ve Mehdiye’deki yahudiler Tunus’a gelerek Hârâ denilen mahalleye yerleştiler. Şehrin kuzey ve güneyindeki Süveyka ve Cezîre adlı iki kenar mahallesi önem kazandı. Son bedevî göç dalgasıyla artan Arap nüfusu bir müddet sonra yerli Berberîler’le karıştı. Horasânîler, Tunus’un gelişmesine büyük katkılarda bulundular. Tunus ekonomik açıdan bölgenin en önemli şehri haline geldi; İfrîkıye’nin hıristiyan Batı’ya açılan penceresi konumuna yükseldi. Piza, Cenova gibi İtalyan şehir devletleriyle ticarî antlaşmalar imzalandı, şehrin limanı canlandı ve Avrupa ülkeleriyle ticarette yeni bir dönem başladı. Horasânî emîrleri şehrin imarına, özellikle Zeytûne Camii başta olmak üzere mimari eserlerin tamir ve bakımına itina gösterdiler. Horasânîler’den kalan bir eser de Emîr Ahmed’in yaptırdığı Câmiu’l-kasr’dır. Eserini 460 (1068) yıllarında yazan Bekrî’ye göre Tunus o sırada İfrîkıye’nin en meşhur şehirleri arasına girmişti, en güzel meyve ve sebzelerin yetiştiği yerlerden biriydi. Çok sayıdaki çarşısıyla zengin bir ticaret merkeziydi. Şehrin çarşıları Zeytûne Camii’nin civarında yer


alıyordu. Ayrıca önemli bir ilim merkeziydi; orada yetişen çok sayıda fakih bölgedeki şehirlerde kadılık görevini yürütüyordu (el-Mesâlik, II, 697-699).

Tunus şehri 553 (1158) yılında Horasânî hânedanına son veren Muvahhidler’in eline geçti ve İfrîkıye bölgesinin idarî merkezi yapıldı. Şehrin batı kısmında vali ile diğer yöneticilerin ikameti için geniş bir alanı kaplayan, müstakil küçük bir şehir görünümünde, sağlam duvarlarla tahkim edilmiş, şehrin tamamına hâkim Kal‘atü’l-Kasba inşa edildi. Muvahhidler’in yıkılışı üzerine onlara ait topraklarda kurulan üç devletten biri olan Hafsîler de Tunus şehrini merkez edindiler (625/1228). Şehir 1329’da Abdülvâdîler, 1347-1350 ve 1357’de Merînîler tarafından kısa sürelerle işgal edildiyse de Osmanlı hâkimiyeti dönemine kadar Hafsîler’in başşehri olarak kaldı. Bu arada önemli bir ticaret merkezi haline geldi; deniz ticareti sayesinde bütün İfrîkıye bölgesinin önde gelen metropolü konumuna yükseldi. Aynı zamanda bölgenin birinci ilim merkezi sayılan Kayrevan’ı ikinci sırada bıraktı. Belensiye (Valencia), Şâtıbe (Javita), Mürsiye (Murcia), Ceyyân (Jean), Kurtuba (Cordoba) ve İşbîliye (Sevilla) şehirlerinden çıkarıldıktan sonra Tunus’a gelen çok sayıdaki Endülüslü müslüman göçmen şehrin sosyal, ekonomik ve bilimsel hayatını etkileyen önemli bir unsur oldu.

Saray, hükümet divanları, önde gelen devlet adamlarının köşkleri ve muhafız birliklerinin bulunduğu Kasba’da oturan Hafsî sultanları şehri değerli eserlerle donattılar. Hânedanın kurucusu Ebû Zekeriyyâ devrinde çok sayıda cami, saray, çarşı ve medrese inşa edildi. Ebû Zekeriyyâ’nın yaptırdığı Câmiu’s-sultan (Câmiu’l-Kasba), zevcesinin yaptırdığı Câmiu’l-hevâ (Câmiu’t-Tevfîk), buna bitişik el-Medresetü’t-Tevfîkiyye bu döneme ait eserlerdendir. Daha sonraki sultanlar da çeşitli eserler inşa ettirdi. Şehrin güney kısmında XIII. yüzyılda Câmiu’l-Cezîre ve XIV. yüzyılda Bâbü’l-cedîd çıkışında Câmiu’l-Halak yapıldı. XIV. yüzyılda yapılan camilerden biri de Câmiu Sîdî Yahyâ olup bunun bitişiğinde aynı isimle bilinen bir de medrese vardı. Câmiu’t-tebânîn XV. yüzyılda inşa edilmişti. Bunlardan Câmiu’l-Kasba, Câmiu’t-Tevfîk, Câmiu’l-Halak ve Câmiu’t-tebânîn günümüze ulaşmıştır.

Ebû Zekeriyyâ Kasrü’l-benât’ı, oğlu Müstansır-Billâh Re’süttâbiye’deki sarayı inşa ettirdi. Müstansır’ın hayranlık uyandıran Ebû Fihr adlı bir sarayı daha vardı. Müstansır ayrıca, Cebelüzağvân’dan Kartaca’ya ulaşan Roma döneminden kalma su kemerini tamir ettirerek Tunus’a kadar getirdi ve bir taraftan Câmiu’l-Kasba’ya, diğer taraftan Ebû Fihr Sarayı’na ulaştırdı. Yaklaşık bir asır sonra Sultan Ebû Fâris Abdülazîz zamanında Bardo Sarayı yapıldı. Kuzey Afrika’da ilk medreseyi de (Şemmâiyye Medresesi) Ebû Zekeriyyâ Tunus’ta inşa ettirmişti. Bu medreseyi aynı asır içinde Muarradiyye, Tevfîkıyye, XIV. yüzyılda Ebû Zekeriyyâ’nın kızı Emîre Fâtıma’nın yaptırdığı Unukıyye, nahiv âlimi İbn Usfûr el-İşbîlî’ye nisbetle anılan ve zengin bir kütüphanesi olan Usfûriyye medreseleri takip etti. İnşaatını IV. Muhammed el-Müntasır’ın başlattığı, kardeşi Ebû Ömer Osman’ın tamamlatıp çok sayıda vakıf tahsis ettiği Müntasıriyye Medresesi’nin 366 odası vardı. Ebû Ömer, Osmâniyye adını taşıyan ikinci bir medrese daha yaptırdı. Bu dönemde Zeytûne önemini yine devam ettirdi. Böylece Tunus bütün bölgeden talebe ve âlimlerin yöneldiği zengin bir ilim merkezi oldu. Ebû Fâris Abdülazîz’in inşa ettirdiği hastahane (mâristan), Ebû Ömer Osman’ın inşa ettirdiği şadırvan da bu döneme ait eserler arasındadır. Hafsîler zamanında önce “Medine” denilen Kal‘atü’l-Kasba’yı çevreleyen ilk sur inşa edildi. Surların Bâbülkartâcenne, Bâbüssûkıyye, Bâbülmenâre (Bâbülarda), Bâbülcezîre, Bâbülbahr, Bâbülbenât ve Bâbülcedîd adlarını taşıyan yedi kapısı vardı. Şehrin ana kapısı kabul edilen Bâbülbahr tersanenin bulunduğu yere açılıyordu. III. Muhammed Ebû Darbe el-Müstansır, Medine’yi ve sonradan oluşan iki yeni mahalleyi içine alacak ikinci bir sur yaptırdı (1317). Yeni surun altı kapısı vardı, Osmanlı döneminde dört kapı daha eklendi. Bu kapılardan Bâbüsâdûn, Bâbülhadra, Bâbülbihâr, Bâbülcedîd ve Bâbüsîdîkāsım hâlâ ayaktadır.

Barbaros Hayreddin Paşa, Tunus limanının müstahkem kalesi Halkulvâdî ile birlikte Tunus şehrini ele geçirdi (1534). Ancak ertesi yıl İspanyollar Tunus’u Osmanlılar’dan geri alarak Hafsî Sultanı Mevlây Hasan’ı yeniden tahtına oturttular ve Halkulvâdî’yi kendilerine üs edindiler. Osmanlılar 1569’da tekrar şehre girdilerse de 1573’te İspanyollar ikinci defa şehri ele geçirdiler ve kuvvetli bir savunma hattı oluşturdular. Buna rağmen 1574’te Osmanlı donanması önce Halkulvâdî’yi, ardından Tunus’un istihkâmı konumundaki Bastiyûn’u alıp şehri ele geçirdi. Osmanlılar burayı aynı adı taşıyan eyaletin merkezi yaptılar ve bir beylerbeyi tayin ettiler. 1594 yılından itibaren Tunus’ta


merkezden gönderilen valilerin gölgede kaldığı dayılar devri başladı. 1705’ten itibaren ortaya çıkan üçüncü dönem ise 1881’de Fransızlar’ın Tunus’u işgaline kadar sürdü. 1957’de bağımsız Tunus Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beylik dönemi tarihe karıştı.

XVI. yüzyılda İspanya işgali pek çok âlimin Tunus’tan ayrılmasına yol açsa da şehirdeki ilmî canlılık devam etti. Osmanlı döneminde Endülüs’ten gelen çok sayıda müslüman ve yahudi Tunus’a yerleşti. Bu göç XVI. yüzyıl boyunca sürdü; XVII. yüzyılın ilk yarısında yoğunluk kazandı. Tunus halkı içinde önemli bir unsur haline gelen Endülüslü muhacirlerle birlikte iktisadî hayatta yeni bir canlanma yaşandı; ziraat, ticaret, endüstri gelişti ve refah düzeyi yükseldi. Endülüslü göçmenler şehrin ilmî hayatına da katkı sağladılar. Bu dönemde İstanbul’dan ve diğer Osmanlı şehirlerinden gelen âlimler de vardı. Bunlardan Molla Ahmed, Zeytûne’de müderrislik görevine getirildi ve çok sayıda talebe yetiştirdi. Dayılar devrinde Tunus şehrinde cami ve medreseler inşa edildi. Yûsuf Dayı’nın kendi adını taşıyan camisi, medrese ve türbesinden oluşan külliyesi (Yûsuf Sâhibü’t-tâba‘), Endülüslü muhacirlerin inşa ettirdiği Sübhânellah Camii, Laz Mehmed Dayı’nın yaptırdığı Kasr Camii, Mehmed Bey el-Murâdî ile kardeşi Ramazan ve Murad beylerin yaptırdığı Sîdî Mahrez Camii, Tunus’ta ikinci Hanefî camii olarak inşa edilen Hammûde Paşa Camii, Osmanlı tarzındaki Muhammed Bây Camii, Hammûde Paşa’nın oğlu Murad Bey’in inşa ettirdiği Murâdiye Medresesi, Endülüslüler’in yaptırdığı Endelüsiyye Medresesi bu dönemin önemli eserlerindendir.

Hüseynîler devrinde özellikle eğitim ve mimari gelişti, şehirde çok sayıda cami, medrese ve saray inşa edildi. Hüseyin b. Ali, içinde medresenin de bulunduğu el-Câmiu’l-cedîd külliyesinin dışında Medresetü’n-Nahle ve Medresetü’l-Hüseyniyye es-Suğrâ adıyla iki medrese daha yaptırdı. Kardeşi Ali Paşa, Medresetü nehci’l-Bâşâ, Süleymaniye Medresesi ve Ali b. Hüseyin el-Hüseyniyyetü’l-kübrâ adıyla bir medrese inşa ettirdi. 1840 yılında Ahmed Paşa tarafından Bardo Harbiye Mektebi, 1875’te Muhammed Sâdık Bay tarafından dinî ilimlerin yanı sıra tabii bilimler ve yabancı dillerin okutulduğu el-Medresetü’s-Sâdıkıyye (Sâdıkī Koleji) yaptırıldı. Bu dönemde inşa edilen sarayların başında Dâr Osman (XVII. yüzyıl), Dâr Abdullah (XVIII. yüzyıl), Dâr Hüseyin ve Dâr Şerif, Hayreddin Sarayı, Mustafa b. İsmâil Sarayı, Haznedar Sarayı, Zerrûk Sarayı anılabilir. 1970’li yıllarda hazırlanan bir envantere göre şehirde 100’ün üzerinde köşk mevcuttu. Hüseynîler devrinde Hammûde b. Ali şehirde beş kışla inşa ettirdi. Hüseyin b. Mahmûd ve kardeşi Mustafa Bey tarafından yaptırılan Birinci Alay Kışlası da önemlidir.

1830’da Cezayir’in Fransa tarafından işgalinden sonra Tunus’a Avrupa’dan çok sayıda göçmen geldi ve şehrin nüfusu arttı. 1860 yılından itibaren önemli bir kısmı yıkılan surların dışında yeni mahalleler oluştu. 1881’de başlayan Fransız işgali döneminde Avrupa’dan gelenlerle şehrin nüfusu ikiye katlandı. Müslümanlar sur içinde yaşamaya devam ederken Avrupalılar daha ziyade sur dışındaki semtlere yerleştiler. Sömürge döneminde Katolikler için Saint Vincent de Paul, Sainte Jeanne d’Arc, Protestanlar için Saint Georges kiliseleri inşa edildi. Ortodokslar için de bir kilisenin yapıldığı şehirde yahudilerin yedi havrası bulunuyordu. II. Dünya Savaşı sırasında 1942-1943 yıllarında Almanya tarafından işgal edilen Tunus şehri Amerikan ordusunca kurtarılıp Fransa’ya geri verildi. II. Dünya Savaşı’nın ardından şehirde sanayileşme hızlandı. 1956’da Tunus’un bağımsızlığını kazanmasından sonra Avrupalılar şehri terketmeye başladı. Buna karşılık kırsal kesimden gelen göçlerle Tunus şehrinin etrafında yeni varoşlar oluştu, nüfus tekrar iki katına çıktı. Şehir XX. yüzyılın ikinci yarısında büyük gelişme gösterdi.

Tunus günümüzde birbirinden çok farklı iki şehirden meydana gelmektedir. Merkezi Zeytûne Camii olan tarihî şehir Medine, tepelerin doğu kısmında Bâbüssüveyka ve Bâbülcezîre semtlerinin bulunduğu kesimdir. Tarihî eserlerle bir müze niteliği taşıyan eski şehir denizden yaklaşık 10 km. içeride Buhayre denilen sığ göle 1 km. mesafede yer alır. Geleneksel yapısını en iyi koruyan şehirlerden olan Medine 1979’da UNESCO tarafından dünya kültür mirası eserleri arasına alınmıştır. Şehri çevreleyen iki tarihî surdan sonradan yapılan ikincisi üzerinde birkaç kapı hâlâ ayaktadır. Tunus’un tarihî dokusunda Osmanlı türbeleri önemli yer tutmaktadır. Türbetü’l-Fellârî, Türbetü’l-azîze Osmane ve özellikle çok sayıda Tunus beyinin medfun bulunduğu Türbetü’l-bey anılmalıdır. Ali b. Ziyâd, Ahmed b. Nefîs ve Muhriz b. Halef’in kabirleri önemli ziyaret yerlerindendir. İkinci şehir, sömürge döneminde XIX. yüzyılın sonlarından itibaren yüksek bir arazi üzerinde kurulan ve Avrupa tarzı binalarla donatılan, XX. yüzyılın ortalarından itibaren büyük gelişme gösteren modern şehirdir. Afrika başşehirlerinin birçoğunda görülen Avrupaî şehir örneklerinin en moderni ve en gelişmişi Tunus’takidir. 1888 yılında Tunus gölünün içinden açılan 7,5 m. derinliğinde, 30 m. genişliğinde ve 10 km. uzunluğunda bir kanalla gölün güneyindeki Tunus Limanı, Halkulvâdî Limanı’na bağlandı. Modern bir hava limanına da sahip olan Tunus ülkenin en önemli siyaset, ticaret, sanayi ve kültür merkezidir. Şehirde dokumacılık, bakırcılık, demircilik, seramikçilik, inşaatçılık gibi meslek kolları büyük gelişme gösterdi. Tunus 1979’da Mısır ile İsrail arasında imzalanan Camp David Antlaşması’ndan sonra Arap Birliği’nin merkezi yapıldı ve 31 Ekim 1990 tarihine


kadar bu konumunu sürdürdü. Ülkede iktidarı elinde tutanlar ve orta sınıfın önemli bir bölümü modern Tunus’ta yaşar; kenar semtlerde ise yoksul kitleler bulunur. 200 kadar cami ve mescidin bulunduğu şehrin en meşhur camisi Zeytûne’dir. XIX. yüzyılın sonlarında İslâm dünyasının tanınmış medreselerinden biri olan Zeytûne, Tunus Cumhuriyeti’nin ilk yüksek eğitim kurumu Zeytûne Üniversitesi’nin çekirdeğini teşkil etmiştir. Şehirde dört üniversite daha vardır.

Fransa işgali öncesinde şehrin nüfusu 100.000 civarındaydı ve halkın çoğunluğunu müslümanlar oluşturuyordu. Şehirdeki yahudiler Kasba’daki mahallelerinde, hıristiyanlar şehrin güney kısmında, tüccarlar ise Bâbülbahr denilen kapının hemen önünde ve surun dışında kalan mahallelerde ikamet ediyordu. Fransız himayesiyle birlikte Tunus’ta Avrupalı nüfus arttı. 1911’de nüfusu 150.000 civarında olan şehirde 17.875 Fransız, 44.237 İtalyan, 5986 Maltalı ve 1381 Yunanlı, İspanyol ve diğer milletlerden olmak üzere 70.000’e yakın Avrupalı yaşıyordu. Şehrin yerli nüfusu 65.000’i müslüman ve geri kalanı yahudi olmak üzere toplam 85.000 idi. 1956 yılında bağımsızlık elde edildikten sonra Tunus’taki Avrupalı nüfusu giderek azaldı ve tamamına yakını burayı terketti. Ardından hızlı bir şekilde büyüyen ve önemli miktarda göç alan şehrin nüfusu arttı. 2004 yılı itibariyle başşehir Tunus’un 740.000 olan nüfusu çevresindeki banliyölerin nüfusuyla birlikte hesaplanan metropoliten Tunus’un nüfusu 1 milyona ulaşmıştı.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, HAT, nr. 457/22528 (1230); nr. 2/61 (1254); BA, A.DVN, nr. 93/59, 07/S/1270; BA, Y.PRK.HR, nr. 5/60 (19/Ra/1298); İbn Abdülhakem, Fütûĥu Ifrîķıyye la conquête de l’Afrique du nord et de l’Espagne (nşr. ve trc. A. Gateau), Aljires 1948, s. 115; İbn Havkal, Śûretü’l-arż, I, 75-76; Bekrî, el-Mesâlik, II, 697-699; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik: l’Afrique moins l’Egypte (trc. Gaudefroy-Demombynes), Paris 1927, s. 96-136; Seyyid Murat Reis, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hâtırâtı (haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul, ts. (Tercüman Gazetesi), II, 135-159; Aziz Samih İlter, Şimali Afrikada Türkler, İstanbul 1936-37, I-II, tür.yer.; Abdülazîz ed-Devlâtlî, Medînetü Tûnis fi’l-Ǿahdi’l-Ĥafśî (trc. Muhammed eş-Şâbbî-Abdülazîz ed-Devlâtlî), Tunus 1981; Mohamed el-Aziz Ben Achour, “Islam et controle social à Tunis aux XVIIIe et XIXe siècle”, La ville arabe dans l’Islam (ed. Abdelwahab Baudiba-Dominique Chevallier), Tunus 1982, s. 137-149; Hasan el-Vezzân, Vaśfü İfrîķıyye, II, 70-78; Jellal Abdelkafi, La médina de Tunis, Paris 1989, tür.yer.; J. Ganiage, Histoire contemporaine du Maghreb, Paris 1994, s. 44-60, 265-320; P. Sebag, Tunis: Histoire d’une ville, Paris 1998, tür.yer.; a.mlf., Tunis au XVIIe siècle: une cité barbaresque au temps de la course, Paris 2000; a.mlf., “Les travaux maritimes de Hassân b. Nu’mân”, IBLA, sy. 125 (1970), s. 41-56; a.mlf., “Tunis”, EI² (Fr.), X, 676-686; Tunis, cité de la mer (ed. Alia Baccar-Bournaz), Tunis 1999, tür.yer.; Mohamed Sadek Messikh, Tunis: la mémoire, Paris 2000; Ahmed Saadaoui, Tunis ville ottomane, Tunis 2001, tür.yer.; Kadir Pektaş, Tunus’ta Osmanlı Mimari Eserleri, Ankara 2002, tür.yer.; Ahmed et-Tavîlî, Târîħu medîneti Tûnis eŝ-ŝeķāfî ve’l-ĥađârî, Tunus 2002; G. Goussaud-Falgas, Tunis, la ville moderne, Saint-Cyr-sur-Loire 2005; Ph. di Folco, Le goût de Tunis (ed. M. de France), Paris 2007, tür.yer.; M. Habîb el-Hîle, “Tûnis ve’t-târîħ”, Fayśal, XXXVIII, Riyad 1980, s. 35-47; Neji Jelloul, “Les fortifications de Tunis à l’époque ottomane”, Arab Historical Review for Ottoman Studies, sy. 9-10, Zaghouan 1987, s. 95-135; Robert Brunschvig, “Tunus”, İA, XII/2, s. 60-68; Muhammed Razûk, “Hafsîler”, DİA, XV, 125-128.

Ahmet Kavas