TU‘ME

(الطعمة)

İhtiyaç sahiplerine ve devlet görevlilerine mülkiyeti devlete ait yerlerden ayrılan tahsisat.

Sözlükte “doymak” anlamındaki ta‘m (ta‘âm) kökünden türeyen tu‘me “yiyecek nesne, lutuf, ikram ve ziyafet” gibi anlamlara gelir. Terim olarak Hz. Peygamber’in hanımlarından başlamak suretiyle bazı ihtiyaç sahiplerine ve devlet görevlilerine devlete ait yerlerden belli miktarda gıda tahsisi yapılmasını ifade eder. İbn Abbas’ın rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem’in fıtır sadakasını oruç tutanların gereksiz ve çirkin sözlerinin bir kefâreti ve yoksullar için bir tu‘me yaptığı belirtilmektedir (Ebû Dâvûd, “Zekât”, 18; İbn Mâce, “Zekât”, 21). Sahâbeden Ebû Katâde’nin hac yolunda iken avladığı yabani eşek etinden o sırada ihramlı olanların yiyip yiyemeyeceği hususu kendisine sorulduğunda Resûlullah onun Allah’ın kendilerine yedirdiği bir tu‘me olduğunu söylemiştir (Buhârî, “Cihâd”, 88; Müslim, “Ĥac”, 57).

Terim anlamıyla tu‘menin ilk defa Hz. Peygamber’in Hayber arazisindeki uygulamasında ortaya çıktığı söylenebilir. Burada Ketîbe denilen kale arazisinin beşte birinden ve Fedek’in yarısından Resûl-i Ekrem ve yakınlarının aldığı paylara bazı kaynaklarda tu‘me adı verilmiştir (İbn Hişâm, III, 363-364; İbn Şebbe, I, 211). Ancak Ali b. Muhammed el-Huzâî, Taberî’ye dayanarak 4 (625) yılında ele geçirilen Nadîroğulları yurduna değinirken bu yerin Resûlullah’a ve ailesine ihtiyaçları kadar yiyecek sağlamaları amacıyla tu‘me şeklinde verildiğini, onların da bundan artanı müslümanların güçlenmesi için harcadıklarını kaydeder (Taħrîc, s. 530, 803; ayrıca bk. Semhûdî, II, 155).

Ganimet ve fey hukukuna uygun biçimde gerek Hz. Peygamber’in şahsına kalan yerler gerekse hanımlarına ayrılan paylar hayatta kaldıkları sürece kendilerine ait olmuş, onlardan sonra bu yerler ve elde edilen gelirler bütün müslümanlar için vakıf (sadaka) haline getirilmiştir. Resûl-i Ekrem bir hadisinde Allah’ın peygambere bir tu‘me vermesi durumunda bunun ondan sonra idareyi ele alanın emri altına gireceğini diğer bir hadiste ise kendisini kastederek nebînin bıraktığı bütün malların -ehline tu‘me şeklinde yedirdikleri ve giydirdikleri hariç- sadaka kabul edildiğini ve peygamberlere mirasçı olunamayacağını


ifade etmiştir (Ebû Dâvûd, “Ħarâc”, 18-19; Müsned, I, 4). Resûlullah ve hanımları da yaşadıkları sürece en azıyla yetinip kalanını sadaka olarak dağıtmışlar veya cihad yolunda harcamışlardır.

Hz. Peygamber zamanında tu‘melerin bazı antlaşmalarda, sosyal güvenlik çerçevesinde zaruri ihtiyaçların ve özellikle gıda ihtiyaçlarının karşılanması yanında siyasal bir boyut kazandığı da olmuştur. Hadramut’tan bir heyetin Medine’ye gelip müslüman olması üzerine Resûl-i Ekrem’in o bölgenin meliki olan Vâil’e bir mektup yazdırarak öşür ödemesi şartıyla sahip bulunduğu arazileri kendisine bırakacağını söylediği, heyet içinde rahatsızlıkları olduğu anlaşılan Mıhves adında birine Hadramut’un zekât (öşür) gelirlerinden belli bir tu‘me ayırdığı, Mekke’nin fethinden sonra Hemdân kabilesinin temsilcisi Kays b. Mâlik’in, kabilesinin Müslümanlığı benimsemesini sağlaması dolayısıyla kendisine 300 “farak”lık (Yemen’de kullanılan bir ölçü) bir tu‘me tahsis ettiği bilinmektedir (İbn Sa‘d, II, 104, 112-113). Tu‘me sadece müslümanlara mahsus değildi. Nitekim Hz. Peygamber, Medine’de yaşayan yahudi Ureyz kabilesine her hasat mevsiminde hububat ve hurmadan tu’me vermiştir (Hamîdullah, el-Veŝâǿiķu’s-siyâsiyye, s. 98).

Tu‘me uygulamasının asıl şeklini devam ettirmekle beraber siyasal amaçlar için kullanıldığı da görülür. Muâviye b. Ebû Süfyân, kendisine biat etmesi karşılığında Mısır ve Mağrib’i bu eyaletlerin valisi Amr b. Âs’a tu‘me olarak bırakmıştır. Aralarındaki şartnâmeye göre buralardaki askerlerin maaşları ve eyaletin ihtiyaçları karşılandıktan sonra artan gelirler beytülmâle gönderilmeyip Amr’a ait olacaktı (Ya‘kūbî, II, 197; el-Kindî, s. 31). II. Yezîd de veliahtlıktan çekilmesi için el-Cezîre bölgesini kardeşi Hişâm’a teklif etmişti (Ya‘kūbî, III, 55). Tu‘meler mülk şeklinde yahut işletme olarak verilen iktâlardan ayrı bir statüye sahiptir. Hayat boyunca tahsis edilen tu‘me kişinin ölümü halinde tekrar devlete döner; iktâlarda ise onun mirasçılarına intikal eder. Bir yeri tu‘me şeklinde işleyen kimsenin oranın öşrünü vermekle mükellef tutulduğunu kaydeden Hârizmî tu‘meyi haraç divanı terimleri arasında zikreder (Mefâtîĥu’l-Ǿulûm, s. 86). Tu‘melerin bir nevi içtimaî güvence kurumu halinde önemli işlevler yerine getirdiği söylenebilir. Kurumun bu adla ne zamana kadar devam ettiği bilinmemektedir. Osmanlılar döneminde bazı kişilere maaşları yanında arpalık adıyla verilen tahsisat mahiyetleri itibariyle tu‘meye benzetilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 4; II, 182, 224; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 95-96, “Diyât”, 7; Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Ħarâc, Kahire 1397, s. 96-97; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 363-367; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, II, 104, 112-113; VIII, 127; İbn Şebbe, Târîħu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 211; Ya‘kūbî, Târîħ, Necef 1358/1939, II, 197; III, 55; Kudâme b. Ca‘fer, Kitâbü’l-Ħarâc, Köprülü Ktp., nr. 1076, vr. 86a-b; Kindî, el-Vülât ve’l-ķuđât (Guest), s. 31; Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî, Mefâtîĥu’l-Ǿulûm (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Beyrut 1409/1989, s. 86; Ali b. Muhammed el-Huzâî, Taħrîcü’d-delâlâti’s-semǾiyye (nşr. Ahmed M. Ebû Selâme), Kahire 1401/1981, s. 530, 803; Semhûdî, Vefâǿü’l-vefâ bî-aħbâri dâri’l-Muśŧafâ, Kahire 1326, II, 155; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 589; II, 914, 986; a.mlf., el-Veŝâǿiķu’s-siyâsiyye, Beyrut 1405/1985, s. 98; Celal Yeniçeri, İslâmda Devlet Bütçesi, İstanbul 1984, s. 391 vd.

Celâl Yeniçeri