TİLÂVET SECDESİ

(سجدة التلاوة)

Kur’an’da secde âyetinin okunması veya dinlenmesi halinde yapılması gereken secde.

Hz. Peygamber’in sözlü ve fiilî sünnetiyle sabittir. Resûlullah, “Âdemoğlu secde âyetini okuyup secde edince şeytan ağlar ve, ‘Yazıklar olsun bana! Âdemoğlu secdeyle emrolundu da hemen secde etti, cennet onundur; ben secdeyle emrolundum, ama secde etmekten kaçındım, bana da cehennem vardır’ diyerek oradan uzaklaşır” meâlindeki hadisiyle konunun önemine dikkat çekmiş (Müslim, “Îmân”, 133; İbn Mâce, “İķāmetü’ś-śalât”, 70), secde âyetlerini okuyunca secde etmiş, onunla birlikte ashabı da secdeye varmıştır (Buhârî, “Sücûdü’l-Ķurǿân”, 8, 9; Müslim, “Mesâcid”, 103, 104).

Secde Âyetleri. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a secde etmeyi teşvik eden, secde edenleri öven ve secde etmeyenleri kınayan birçok âyet bulunmaktadır. Resûl-i Ekrem’in bunlardan bir kısmının okunması üzerine secde ettiğine ve secde edilmesini buyurduğuna dair rivayetler nakledilmiş, bunların secdeyle ilgili âyetlerin asılları ve önde gelenleri (azâimü’s-sücûd) olduğu söylenmiş, bu sebeple “secde âyetleri” sözü belli sayıdaki âyetleri ifade eden bir tabir haline gelmiştir. Bu âyetlerin ortak özelliği doğrudan emir sîgasıyla veya secde etmeyenleri kınama yoluyla secdenin emredilmiş olması yahut yerlerde ve göklerde bütün varlıkların, müminlerin, meleklerin veya peygamberlerin Allah’a secde ettiğinin haber verilmesidir. Secde âyetlerinin muhtevası da göz önüne alındığında bu âyetleri okuyan veya dinleyen kimsenin secde etmesinin, hem emre uyma hem de secde etmekten kaçınanlara muhalefet etme anlamına geldiği anlaşılır. Kur’an’daki secde âyetlerinin sayısı hakkında erken dönemde farklı görüşler ileri sürülmüşse de rivayetlerin derlenmesinden sonra İslâm âlimleri arasında hâkim görüş bunların on bir-on beş arasında olduğudur (Aynî, VII, 139). Üzerinde geniş mutabakat bulunan en uzun listeye göre on beş secde âyeti şunlardır: el-A‘râf 7/206, er-Ra‘d 13/15, en-Nahl 16/49, el-İsrâ 17/107, Meryem 19/58, el-Hac 22/18 ve 77, el-Furkān 25/60, en-Neml 27/25, es-Secde 32/15, Sâd 38/24, Fussılet 41/37, en-Necm 53/62, el-İnşikāk 84/21, el-Alak 96/19. Bu listeye Hicr 15/98. veya Furkān 25/64. âyetleri ekleyenler de bulunmakla birlikte bu görüş genel kabul görmemiştir. Hanefîler, Şâfiîler, Hanbelîler, Süfyân es-Sevrî, İbn Hazm ve Zeydîler’e göre secde âyetlerinin sayısı on dört, Mâlikîler’de bir rivayete ve Ca‘ferîler’e göre on beş, Mâlikîler’de tercih edilen kavle göre on birdir. Hanefîler, Sevrî ve İbn Hazm biri hariç (el-Hac 22/77) diğerlerini kabul ederken Şâfiîler ve Hanbelîler Sâd sûresinin 24. âyetinin şükür secdesiyle ilgili olduğu görüşündedir. Mâlikîler’de sayıyı on bir kabul edenlere göre secde âyetleri Hanefîler’le aynı olup sadece listedeki son üç âyet secde âyeti değildir. Sonuç olarak Hac sûresinin 77. âyeti ile Sâd, Necm, İnşikāk, Alak sûrelerindeki âyetler hakkında âyetlerin içeriklerinin tilâvet secdesini gerektirip gerektirmeyeceğine dair farklı yorumlar veya Hz. Peygamber’den gelen farklı rivayetler sebebiyle ihtilâf bulunmakla birlikte geriye kalan on âyet üzerinde görüş birliği vardır. Bunun yanında bazılarında secde cümlesinin bitiş yerleri hakkında da görüş ayrılıkları mevcut olup secde yerinin Nahl sûresinin 49. âyeti yerine 50. âyeti veya her ikisinin birden secde âyeti olduğu, İsrâ sûresinin 107. âyeti yerine 109, Neml sûresinin 25. âyeti yerine 26, Fussılet sûresinin 37. âyeti yerine 38. âyetlerde secde edileceği şeklinde görüşler vardır (İbnü’l-Arabî, II, 829-833; İbn Kudâme, II, 352-358).

Hükmü. Tilâvet secdesi Hanefîler’e ve İbn Teymiyye’ye göre okuyana ve dinleyene vâcip, diğer üç Sünnî mezhebe, İbn Hazm’a ve Zeydîler’e göre sünnettir. Ca’ferîler ise Secde, Fussılet, Necm ve Alak sûrelerindeki secdenin farz, diğerlerinin sünnet olduğu görüşündedir (Tûsî, I, 114). Hanefîler, vâcip hükmünü delillendirmek üzere bazı hadislerin yanı sıra, “Böyleyken onlara ne oluyor da inanmıyorlar ve kendilerine Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar?” meâlindeki âyetlerde (el-İnşikāk 84/20-21) tilâvet secdesine işaret edildiğini ve secdeyi terketmenin kınandığını söylerler. Diğer mezheplerde ise Hz. Peygamber’in secde âyetlerinde bazan secde edip bazan etmediğine dair rivayetlerle (Buhârî, “Sücûdü’l-Ķurǿân”, 6; Müslim, “Mesâcid”, 106) Hz. Ömer ve Abdullah b. Ömer gibi sahâbîlerin görüşleri (Buhârî, “Sücûdü’l-Ķurǿân”, 10) delil alınır.

Şartları. Tilâvet secdesinin şartları ve rükünleriyle ilgili hükümler genellikle namaza veya kıraate kıyas yoluyla verilmiştir; dolayısıyla görüş farklılıkları kendisine benzetilen asla göre değişiklik göstermektedir. A) Vücûb Şartları. Secdenin vâcip veya sünnet olmasının sebepleri okuma, dinleme ve iktidâdır. Dolayısıyla okuma, okuyan, dinleyen ve namazda iktidâ ile ilgili bazı şartlar vardır. 1. Okuma. Hanefîler’de bir görüşe göre âyetin çoğunun, tercih edilen görüşe göre ise secdeye delâlet eden kelime ile önceki veya sonraki bir kelimenin birlikte okunması secdenin vücûbu için yeterlidir. Şâfiîler’e göre âyetin tamamının okunması ve okumanın meşrû olması (âyet okumanın mekruh kabul edildiği yerlerde okuma secdeyi gerektirmez), okuma kastının bulunması, Fâtiha’yı okuyamama sebebiyle onun yerine okunmuş olmaması gerekir. Tercümesi okunan veya işitilen secde âyetleriyle ilgili iki farklı görüş vardır. Secde âyetinin hecelenmesi veya sesli okunmadan yazılması, görülmesi yahut gözle takip edilmesi secdeyi gerektirmez. 2. Okuyana secdenin gerekmesi için dinen mükellef sayılması şartı aranır. Dinleyen açısından Hanefîler’e ve Şâfiîler’e göre okuyanın sadece temyiz ehli


olması yeterlidir; Müslümanlık, bulûğ, tahâret gibi şartlar aranmaz; mecnun, baygın, uykudaki kişinin tilâvetiyle vâcip olmaz. Şâfiîler’e göre sarhoşluk ve cünüplük gibi âyet okumanın haram olduğu durumlarda dinleyene hüküm gerekmez; ayrıca okuma kastı da bulunmalıdır. Mâlikîler’e göre dinleyene hükmün gerekmesi için okuyanın mükellef ve dinleyene imamlık yapmaya ehil sayılması, Hanbelîler’e göre bunların yanında okuyanın okumanın ardından secde etmesi gerekir. Radyo ve teyp gibi nakil ve kayıt âletleriyle nakledilen okumaların secdeyi gerektirip gerektirmeyeceği hususunda üç farklı görüş ileri sürülmüşse de bunlar sesi bütün özellikleriyle naklettiklerinden secde yapılacağı görüşü ağır basar. 3. Dinleyene secdenin gerekmesi için mükellef olması şartı aranır. Şâfiîler ile Hanefîler’e göre işitme yeterlidir; diğer mezheplere göre ise dinleme kastı da bulunmalıdır. Tilâvet secdesi ibadet içeriğinin ötesinde bir inanç anlamı taşıdığından abdestsiz olanların ve hayızlı kadınların bile hemen secdeye kapanarak itaat ettiklerini göstermelerinin uygun olacağını söyleyenler varsa da âlimlerin çoğunluğu abdest şartını gerekli görür; abdesti olmayanlar abdest aldıktan sonra secde ederler; hayız veya nifas gibi bir özrü bulunanlardan ise namaz gibi secde de düşer. 4. İktidâ. Cemaat okunanı işitmese bile imama uyarak secde yapar. Namazda olan kişi namaz dışında veya başka bir namazda olanın okumasına uyarak secde yapamayacağı gibi imama uyan kişi namazda okuduğu secde âyeti sebebiyle de kendi başına secde yapamaz.

B) Edâ Şartları. Tilâvet secdesinde namazdaki gibi tahâret, kıble, setr-i avret, vakit ve niyet şartları aranır. Âyet namaz dışında okunmuşsa Hanefîler’e göre vakti geniş olup namaz kılmanın mekruh olduğu üç vakit dışındaki bütün vakitlerde yapılabilir; ancak unutulabileceği için uzun süre ertelememek gerekir. Şâfiîler’e göre mekruh vakitler dahil her vakitte secde yapılabilir; ancak okumadan hemen sonra secde edilmeli, araya uzun süre girmemelidir. Hanbelîler’e göre tilâvetle secde arasında örfen uzun sayılabilecek bir süre bulunmamalıdır. Öte yandan İbn Hazm kıyası reddettiğinden rivayetle desteklenmeyen tahâret, kıble, vakit gibi şartları kabul etmez. İbn Teymiyye’ye göre de tahâret efdal olmakla birlikte şart değildir. Âyet namazda okunursa tilâvet secdesinin namaz içinde yapılması gerekir, namaz dışında kazâsı yoktur; sehven terkedilmişse selâmdan hemen sonra namaza aykırı bir fiil işlenmedikçe yapılabilir; namaz sonrasına ertelenmesi Hanefîler’e göre tahrîmen mekruhtur.

Rükünleri ve Yapılışı. A) Secde âyeti namaz dışında okunursa Hanefîler’e, Mâlikîler’e, İbn Teymiyye’ye ve Hanbelîler’de bir görüşe göre tilâvet secdesinin tek bir rüknü vardır, o da secdedir; elleri kaldırmaksızın bir defa “Allāhüekber” denilerek secdeye varılır; secdede üç defa “sübhâne rabbiye’l-a‘lâ” denildikten sonra yine tekbirle kalkılır. Secdede tesbih, hamd ve dua edilebilir (iki farklı dua için bk. Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 201; Ebû Dâvûd, “Sücûdü’l-Ķurǿân”, 7; ayrıca bk. el-İsrâ 17/108). Secdeden kalkarken “Semi‘nâ ve eta‘nâ gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l-masîr” âyetinin okunması (el-Bakara 2/285) müstehaptır. Otururken âyeti işiten kişi ayağa kalkmadan secdeye gidebilir; secdeden sonra da ayağa kalkması gerekmez; ancak her iki durumda da ayağa kalkmak müstehaptır. Topluluk içinde secde âyeti okunduğunda tek tek veya cemaat halinde secde edilebilir. Cemaat halinde secde edilecekse saf olma zorunluluğu yoktur. Şâfiîler’e göre secdenin yanı sıra niyet, iftitah tekbiri ve selâm vermek de tilâvet secdesinin rükünlerindendir; niyetten sonra eller kaldırılarak iftitah tekbiri alınır, ardından eller kaldırılmadan ikinci bir tekbirle secde yapılır, secdeden sonra herhangi bir dua okunmaksızın kısa süre oturulup selâm verilir. Mâlikîler’den Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre de tekbir ve selâm rükündür (Aĥkâmü’l-Ķurǿân, II, 831). Hanbelîler’e göre ise secdeye varmak, secdeden kalkmak ve ilk selâm rükündür; tek tekbir alınır ve eller kaldırılır. Hatip minberde iken bir secde âyeti okursa minberden iner ve cemaatle birlikte secde eder. Seferde nâfile namaza kıyasla hangi tarafa dönülürse dönülsün binek üstünde secde câizdir; seferîlik dışında ise Mâlikîler’e göre binekten inmek gerekir. Aynı secde âyeti birden fazla okunursa Hanefîler’e göre meclis birliği esastır, hepsi için bir secde yeterlidir; diğer mezheplerde de hepsinin sonunda olmak şartıyla bir secdenin yeterli sayılacağı şeklinde görüşler vardır. Farklı âyetler okunursa aynı mecliste olsa bile her biri için ayrı secde yapılır. B) Namazda okunduğunda kıraatin sonunda ise Hanefîler’e göre rükû secde yerine geçer; diğerlerine göre ayrı bir secde yapmak gerekir. Hanefîler’e göre secde âyetinden sonra en fazla üç kısa âyet daha okunacaksa namazın rükûu veya secdesiyle yetinilir (İbn Âbidîn, II, 586-587). Kıraatin ortasına rastgelirse âyet okunduktan sonra eller kaldırılmadan tekbir alınarak doğrudan secdeye varılır, ardından tekrar tekbir alınarak kalkılır ve kıraate devam edilir. Mâlikîler’e göre farz namazda içinde secde âyeti bulunan bir bölüm okumak mekruhtur. Namaz kılan kişi namaz dışındaki birinden âyet duysa secdeyi namaz dışında yapar. Namazda olmayan birinin namaz kılandan âyeti işitmesi halinde ise secde namaz dışındaki gibidir.

Namazı bozan hususlar tilâvet secdesini de bozar. Ancak Hanefîler’e göre namazdan farklı olarak kadınların erkeklerle aynı hizada namaza durması (muhâzât) secdeyi bozmadığı gibi gülmek de abdesti bozmaz, yalnızca secde iade edilir. Hanefîler’e göre bozulan secdenin kazâsı gerekir. Sünnet hükmünü veren diğer mezheplerde ise ifsat edilen nâfilenin kazâsını gerekli görenlere göre secde de kazâ edilmelidir. Şâfiîler’e göre vakit darlığı vb. bir sebeple secde yapamayacak durumda olan kişi tahiyyetü’l-mescid yerine tesbihte bulunduğu gibi bu durumda da tesbihte bulunabilir.

Mushaflarda secde âyetlerini göstermek için secde işareti koyma uygulamasının ilk defa ne zaman başladığı bilinmemekle beraber erken devirlerden itibaren bu tür işaretlerin konulduğu anlaşılmaktadır. Secde âyetinin yeri, genellikle sayfa kenarına ve âyetin hizasına süslü bir motif içine “سجدة” ibaresi yazılarak gösterilir. “Secde gülü” de denilen bu motifler basit bir daire, bir mescid gibi veya başka bir şekilde olabilir. Bazı mushaflarda secde işareti âyetin bittiği yerde âyet numarasından önce, “سجدة” ibaresi de sayfa kenarına konulmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hazm, el-Muĥallâ, V, 105-111; Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-Mebsûŧ fî fıķhi’l-İmâmiyye (nşr. M. Takī el-Keşfî), Tahran 1387, I, 113-114; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1394/1974, II, 829-833; Kâsânî, BedâǿiǾ, I, 179-194; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-Abdülfettâh M. el-Hulv), Riyad 1417/1997, II, 352-372; Kurtubî, el-CâmiǾ, VII, 357-359; X, 63; Nevevî, el-MecmûǾ, III, 551-569; Şehâbeddin el-Karâfî, eź-Źaħîre (nşr. Saîd A‘râb), Beyrut 1994, II, 410-416; Takıyyüddin İbn Teymiyye, MecmûǾatü’l-fetâvâ (nşr. Âmir el-Cezzâr-Enver el-Bâz), Mansûre 1426/2005, XXIII, 83-105 (bu bölümün müstakil baskısı için bk. Sücûdü’t-tilâve meǾânîh ve aĥkâmüh [nşr. Fevvâz Ahmed Zemerlî], Beyrut 1426/2005); İbnü’l-Murtazâ, el-Baĥrü’z-zeħħâr (nşr. Abdullah b. Abdülkerîm el-Cürâfî), San‘a 1409/1988, I, 342-345; İbn Hacer el-Askalânî, Fetĥu’l-bârî (nşr. Ebû Kuteybe Nazar b. Muhammed el-Fâryâbî), Riyad 1426/2005, III, 439-454; Bedreddin el-Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî (nşr. Abdullah Mahmûd M. Ömer), Beyrut 1421/2001, VII, 136-164; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (nşr. Ali M.


Muavvaz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Beyrut 1415/1994, II, 575-597; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-şerĥi’l-kebîr (nşr. Muhammed İlîş), Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 306-312; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıķhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1405/1985, II, 109-127; H. Yunus Apaydın, “Tilâvet Secdesi”, İlmihal, Ankara 2006, I, 352-354; Fehd b. Abdülazîz el-Fâzıl, “Secedâtü’l-Ķurǿân: Aĥkâm ve tevcîhât”, Mecelletü’l-Buĥûŝi’l-İslâmiyye, sy. 71, Riyad 1424-25/2004, s. 93-193; “Sücûdü’t-tilâve”, Mv.F, XXIV, 212-233; Beşir Gözübenli, “Tilâvet Secdesi”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997, IV, 375-379.

Abdurrahman Çetin