TIBB-ı NEBEVÎ

(الطبّ النبوي)

Hz. Peygamber’in sağlıkla ilgili değerlendirme ve tavsiyeleri, bunlar üzerine oluşan literatür.

Tıbb-ı nebevî tabiri, hastalıkların tedavisi ve sağlığın korunması hakkında Resûl-i Ekrem’den nakledilen hadislerle bunlara dair literatürü ifade eder. Bu literatüre dahil eserlerde hadislerin yanında âyetlere ve kadîm dönemden başlayarak çeşitli devirlerde yaşamış hekimlerin görüşlerine de yer verildiği halde daha çok ilgili hadisler ele alınarak incelendiği için bu saha “et-tıbbü’n-nebevî” şeklinde anılmıştır. Bugünkü bilim tarihçileri, İslâm dünyasında tarih boyunca gelişmiş tıp ilmini


genellikle “et-tıbbü’l-İslâmî” tabiriyle ifade etmektedir (İslâm dünyasında bu alanda ortaya konan bazı klasik metinler, Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’ne bağlı Institute for the History of Arabic-Islamic Science tarafından Fuat Sezgin’in editörlüğünde Islamic Medicine başlığıyla yeniden neşredilmiştir: I-XCIX, Frankfurt 1995-1998). “Ŧbb” kökü Arapça’da “maharet sahibi olma” anlamını içerdiğinden maharetli ve kabiliyetli kişilere tabip denilmiş, zamanla bu kelime tıp alanındaki uzmanlığı belirten bir terim haline gelmiştir. Aynı kökten türeyen kelimeler “tıp ilmini bilme, tedavi usullerinde uzman olma” mânasında hadislerde geçer (Wensinck, el-MuǾcem, “ŧbb” md.; Miftâĥu künûzi’s-sünne, s. 298-302).

Tıbba dair hadislerde sağlığın önemi, tedavinin meşruiyeti ve koruyucu hekimlikle ilgili tavsiyeler yer almakta, ayrıca tedavi için önerilen bazı ilâçlar zikredilmektedir. Günümüzde hastalığa yakalanmamak için gerekli tedbirleri önceden alıp sağlığı korumayı ifade eden koruyucu hekimlik (hıfzıssıhha) Hz. Peygamber’in tıp anlayışının en önemli yanlarından biridir. Resûl-i Ekrem’in, “Birçok insan şu iki nimetin kıymetini bilmez: Sağlık ve boş vakit” (Buhârî, “Riķāķ”, 1); “Hasta olmadan önce sağlığınızın değerini bilin” (Hâkim, IV, 306); “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyin; bulunduğunuz yerde veba görülmüşse oradan ayrılmayın” (Buhârî, “Ŧıb”, 30); “Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçın” (Buhârî, “Ŧıb”, 19) gibi sözleriyle sağlığın korunmasını tavsiye etmesi modern koruyucu hekimlik ve karantina anlayışıyla uyum halindedir. Bu tür hadisler tıbb-ı nebevî kitaplarının yanı sıra hadis kitaplarının taharet, namaz, oruç, hac gibi fıkıhla ilgili bölümlerinde de incelenmiştir. Hadislerde ilâçla ve dua ile tedavinin tavsiye edildiği de görülmektedir. Buna bağlı olarak tıbb-ı nebevî kitaplarında tedavinin dinî hükmü, tedavi metotları, şifalı bitkiler, hastalıklar, hastalıkların bulaşması, zehirlenme, nazar değmesi ve sihir gibi konularla ilgili hadislere yer verilmiştir. Dinî metinler tıp ilmine kavram ve usul açısından bazı yenilikler getirmekle birlikte özellikle tıbb-ı nebevî eserlerinde hadislerin kaynaklarının ve sıhhat durumlarının gösterilmesi amaçlanmadığından o dönemde yaygın olan tıp anlayışına uyan bazı zayıf ve uydurma rivayetler de bu kitaplara girmiştir.

Tıbb-ı nebevî ile temel unsurları kehanet, sihir, muska ve tılsım gibi şeylerden meydana gelen o dönemin tıp anlayışı arasında bazı farklar vardır. Hz. Peygamber en başta hastalığın da şifanın da Allah’tan geldiğine inanmak gerektiğini bildirmiş, bu konuda toplumda yaygın olan yanlış telakki ve uygulamaları düzeltmiş, şirk alâmeti kabul edilen büyüye başvurmayı yasaklamış, hastalıklardan korunmak için muska ve tılsım kullananları uyarmıştır. Tıpla ilgili hadisler incelendiğinde Resûl-i Ekrem’in tedaviyi bir ilâhî emir olarak gördüğü anlaşılır. Resûlullah şifanın Allah tarafından yaratıldığını vurgulayarak dualarında şifa talep etmiş, ayrıca tedavi için hekimlere başvurulmasını istemiştir. Ashabın, “Biz eğer tedavi olmazsak bundan dolayı mesul tutulur muyuz?” sorusu üzerine, “Ey Allah’ın kulları, tedavi olun! Allah her hastalığın muhakkak çaresini de yaratmıştır; yalnız yaşlılığın çaresi yoktur” dediği rivayet edilmiştir (Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 1). Hz. Peygamber’in tıp alanına yaptığı en önemli katkı bütün hastalıkların tedavi edilebileceğini dile getirmesidir. Her hastalığın bir sebepten çıktığı ve sebep tesbit edildiği takdirde hastalığın giderileceği düşüncesi bir yandan tıp uzmanlarını hastalığın sebeplerini araştırmaya sevketmiş, diğer yandan hastalıkların kökeniyle ilgili bâtıl inançların ortadan kalkmasını sağlamıştır. Hastalıkların Allah tarafından yaratıldığının ifade edilmesi, bazı hastaların ve hastalıkların uğursuz ve lânetli diye kötülenmesi gibi yanlış anlayışları da engellemiştir.

Resûl-i Ekrem tedavinin hukukî yönü üzerinde de durmuştur. O, “Tabâbetten anlamadığı halde hekimlik yapan kişi hastaya verdiği zararı tazmin eder” hadisiyle (Ebû Dâvûd, “Diyât”, 23) hasta haklarını güvence altına almıştır. Hz. Peygamber’in bu uyarısı tıp bilgisinin ve doktorluğun toplumdaki önemini göstermektedir. “Haram olan şeylerle tedavi olmayın” buyurarak (Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 11) ilâç yapımında kullanılması dinen yasak olan haram maddelerin veya bazı hayvanlardan elde edilen habis karışımların kullanılmasını yasaklamış, ilâç yapmak için kurbağaları öldürmek isteyen bir sahâbîye izin vermemiştir (Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 11). Resûlullah bazı bitkilerin, yiyeceklerin ve meyvelerin tedavi edici yönüne dikkat çekerek doğal besinlerden yararlanılmasını öğütlemiştir. Öte yandan kadîm tıp anlayışını bütünüyle yanlış saymamış, onun bazı prensiplerini kabul etmiştir. Meselâ sağlık için perhizin önemine işaret eden ve eskiden beri bilinen, “Her hastalığın sebebi dolu midelerdir” sözünü, “Oruç tutun, sıhhat bulursunuz” ifadesiyle dile getirmiş (Taberânî, IX, 144), belirli hastalıklardan mustarip olan sahâbîlere perhiz yapmalarını öğütlemiştir. Yine o dönemde yaygın tedavi yöntemlerinden biri olan kan aldırmaya (hacamat) ehil eller tarafından yapılması şartıyla izin verip kendisi de kan aldırmış, yararı kadar zararı da olabilen dağlamaya ise mecbur kalınmadıkça başvurulmamasını istemiştir. Tâif şehrinde yaşayan hıristiyan hekim Hâris b. Kelede’nin tıp bilgisine güvenmiş, bazı sahâbîleri ona tedavi ettirmiş, tıp alanında yalnız uzman olanların faaliyette bulunmasını tembihlemiştir. Bu sebeple tıbb-ı nebevî kitapları İslâm dünyasında yaşayan gayri müslim hekimlerin görüşlerini, kadîm tıp geleneklerinin birikimlerini, Hipokrat ve Galen (Câlînûs) gibi eski tıp otoritelerinin tesbitlerini de ihtiva etmektedir. Hipokrat yemini bazı tıbb-ı nebevî kitaplarında zikredilmektedir (meselâ bk. Zehebî, s. 65). Diğer taraftan tabiplerin halk sağlığı açısından yararlı gördüğü bilgilerin âyet ve hadislerle birlikte aktarılması bunların geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesini kolaylaştırmıştır.

Tıp ilminden yararlanılmasını isteyen Resûl-i Ekrem, ilâçla tedavi olan kişinin duayı ihmal etmemesi gerektiğini de söyleyerek duanın tedavi edici gücüne işaret etmiştir. Duanın yalnız Allah’ın isimlerini anarak ya da Kur’ân-ı Kerîm’deki şifa âyetlerini okuyarak yapılması gerektiğini göstermiş, insanların bâtıl inanç ve hurafelere yol açan uygulamalara kapılmasına izin vermemiştir. Bir hadiste, “Size şifalı iki şeyi, balı ve Kur’an’ı tavsiye ederim” buyurduğu rivayet edilmiş (İbn Mâce, “Ŧıb”, 7), böylece bedenin şifası ile ruhun şifasını birlikte zikretmiştir. Hastaların psikolojik açıdan desteklenmesi için hasta ziyaretlerini teşvik etmiş, hastaların yanında onları üzecek hususlardan söz edilmemesini tembihlemiştir. “Hastanın yanına girdiğinizde ecel konusunda onu rahatlatacak biçimde konuşun. Bu, onun ecelinin zamanını değiştirmez, ancak hastayı rahatlatır” demiş (Tirmizî, “Ŧıb”, 35), yine hastaları bakışlarıyla rahatsız edenleri uyarmış, “Cüzzamlı hastalara uzun uzun bakmayın” buyurmuştur (İbn Mâce, “Ŧıb”, 44). Nekahet dönemindeki hastaların yemelerine içmelerine dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayıp hastalık sonrası bakımın önemine işaret etmiştir. Diğer taraftan, “Hastalarınızı yemek yemeye zorlamayın, Allah onları yedirir içirir” sözüyle (Tirmizî, “Ŧıb”, 4) hastaya bakanların hastanın psikolojik durumuna özen göstermelerini istemiştir.


Tıpla ilgili hadisler, Resûlullah’ın sözü olmaları bakımından dinî bir değer taşıdıkları gibi tıp ilminin Asr-ı saâdet’teki seviyesini göstermeleri açısından tarihî ve içtimaî önemi haizdir. Resûl-i Ekrem hastaların tedavi olmasını istediğinden tevekkül ve kadere rıza gibi dinî gerekçelerle tedavinin ihmal edilmesi doğru değildir. Ancak tıpla ilgili hadisler taabbudî emirler değil, ta‘lil edilen diğer ahkâm gibi illetleri ortaya konularak değerlendirilmesi gereken naslardır. Meselâ hadislerde dağlamanın meşruiyetini gösteren ifadeler bulunmakla birlikte kanı durdurmak için başka yöntem uygulamak da câizdir. Hz. Peygamber dağlamaya o dönemde daha iyisi bilinmediği için ve ancak zorunlu hallerde izin vermiştir. Nitekim, “Sizin kullandığınız ilâçlarda bir şifa varsa ya hacamat bıçağının kesiğinde ya ateşin dağlamasındadır; fakat ben dağlama yaptırmayı sevmem” demiştir (Buhârî, “Ŧıb”, 17). Şifalı bitkilerle ilgili bazı tavsiyeleri ise bedevî Araplar arasında bilinen tedavi metotlarının teyit edildiği uygulamalardır. Resûl-i Ekrem’in tıp eğitimi almış hekimlere ve tıp alanında tecrübesi bulunan tabiplere itibar etmesi tecrübî tıbba verdiği değeri göstermektedir.

Literatür. İslâmî ilimlerin teşekkül devrinden itibaren tıbb-ı nebevîye dair eserler telif edilmiştir. İsnâaşeriyye’nin sekizinci imamı Ali er-Rızâ’nın er-Risâletü’ź-źehebiyye’si (nşr. Muhammed Ali el-Bâr, Beyrut 1991), Halife Me’mûn için tıbbî tavsiyeler içeren küçük hacimli bir eser olup bu sahanın en erken örneklerindendir. Ancak Ali er-Rızâ hadislere neredeyse hiç yer vermemiş, daha çok kendi tecrübelerini aktarmıştır. İbn Habîb es-Sülemî’nin eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî diye tanınan Muħtaśar fi’ŧ-ŧıbb’ı ise (Ŧıbbü’l-ǾArab başlığıyla eŧ-Ŧıb ve’l-eŧıbbâǿ fi’l-Endelüsi’l-İslâmiyye içerisinde, nşr. Muhammed el-Arabî el-Hattâbî, Beyrut 1988; nşr. Camilo Álvarez de Morales-Fernando Girón Irueste, Madrid 1992; nşr. Muhammed Ali el-Bâr, Dımaşk 1993) içinde hadislerin bulunduğu ilk tıp eseri olarak bilinir (DİA, XIX, 513). İbn Habîb, Yunan tıbbından bahseden bir bölümün ardından tıpla ilgili hadisleri konularına göre tasnif etmiştir. Tıbba dair hadisler hadis kitaplarında genellikle “Kitâbü’ŧ-Ŧıb” başlığı altında verilmiştir. Mâlik b. Enes’in el-Muvaŧŧaǿı ile Abdürrezzâk es-San‘ânî’nin el-Muśannef’i gibi nisbeten erken tarihli eserlerde bu başlık altında birer bölüm bulunmamakla birlikte göz değmesi, veba, rukye, dağlama, hacamat hakkında bilgi bulunan ilâçlar, hastaların tedavisinin meşruiyeti gibi alt başlıklar vardır. Kütüb-i Sitte’den Buhârî, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce’nin eserlerinde “Kitâbü’ŧ-Ŧıb” bölümü yer almakta, Müslim’in el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde tıpla ilgili rivayetler “Kitâbü’s-Selâm” içinde verilmektedir (Ahmed Muhammed Zebîle, Taħrîcü ve dirâsetü eĥâdîŝi’ŧ-ŧıbbi’n-nebevî fi’l-ümmehâti’s-sitte adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır [1988, Câmiatü Ümmi’l-kurâ [Mekke]). Daha sonra İbnü’s-Sünnî, İbn Habîb en-Nîsâbûrî, Ebû Nuaym el-İsfahânî, Müstağfirî, Alâeddin Ali b. Abdülkerîm el-Kehhâl el-Hamevî, Zehebî, İbn Kayyim el-Cevziyye, Süyûtî, Şemseddin İbn Tolun, Ebü’l-Hasan İbnü’l-Cezzâr ve Kalyûbî gibi âlimler tıbb-ı nebevîye dair eserler yazmıştır. İbn Kayyim’in Zâdü’l-meǾâd’ının tıp bölümünü oluşturan ve eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî adıyla müstakil olarak birçok defa neşredilen eseri tıbb-ı nebevî literatürünün en meşhur örneğidir. Bazı tıbb-ı nebevî kitaplarında zayıf ve uydurma rivayetlerin bulunmasına tepki gösteren bir kısım müellifler sadece sahih tıp hadislerini cemetmek istemişlerdir. Meselâ Ziyâeddin el-Makdisî, eś-Śaĥîĥayn’da geçen konuyla ilgili hadisleri eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî adlı eserinde bir araya getirmiştir. Şemseddin İbn Tolun da eserinde tıpla ilgili uydurma hadislere yer vermediğini söylemektedir (el-Menhelü’r-revî, s. 7). Osmanlı sahasında basılan tıbb-ı nebevî eserlerinden en çok bilineni Hüseyin Remzi’nin Tıbb-ı Nebevî’sidir (İstanbul 1309, 1324).

Günümüzde gerek Batı’da gerek İslâm dünyasında tıbb-ı nebevî üzerine birçok araştırma yapılmıştır. Bunlardan bazıları konuyu genel anlamda (meselâ bk. Irmeli Perho, The Prophet’s Medicine, Helsinki 1995, Studia Orientalia, LXXIV, özel sayı) veya modern bilimsel veriler ışığında (meselâ bk. Mahmûd Nâzım en-Nesîmî, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî ve’l-Ǿilmü’l-ĥadîŝ I-III, Beyrut 1404/1984; Mohammad Ikram, “Tıbb-e-Nabawi and Modern Scientific Research”, HI, XXVI/3 [1983], s. 3-35) değerlendirmektedir; bazıları ise çeşitli hadislerde geçen tedavi yöntemleri, ilâçlar ve tedavi amacıyla okunan dualarla ilgili monografilerdir (meselâ bk. Halîl İbrâhim Molla Hâtır, el-İśâbe fî śıĥĥati ĥadîŝi’ź-źübâbe, Cidde 1405/1985; Ali Mûnis, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî fî Ǿilâci’l-merđa’l-cihâzi’l-ĥazmî ve’l-kebîd, Beyrut 1412/1992; M. Osman Necâtî, el-Ĥadîŝü’n-nebevî ve Ǿilmü’n-nefs, Kahire 1413/1993; Hassân Şemsî Bâşâ, eş-Şifâǿ bi’l-ĥabbeti’s-sevdâǿ, Beyrut 1419/1999; Midhat Muhammed Sâbir Ali, “Min Hedyi’r-Resûl fi’l-viķāye mine’l-maraż”, Mecelletü’l-baĥŝi’l-Ǿilmi ve’t-türâŝi’l-İslâmî, III [Mekke 1400], s. 231-254; Nurdeen Deuraseh, “Al-Ruqyah with the Qur’an and the Du‘a [the Prayer] in Islamic Medical Tradition”, Journal of the International Society for the History of Islamic Medicine, IV/7 [İstanbul 2005], s. 27-32). 5-9 Rebîülevvel 1407’de [9-13 Kasım 1986] Küveyt’te düzenlenen el-Mü’temerü’l-âlemî er-râbi‘ ani’t-tıbbi’l-İslâmî sempozyumunda tıbb-ı nebevî hakkında birçok tebliğ sunulmuştur. Türkiye’de tıbb-ı nebevîye dair tebliğ, makale, lisans, yüksek lisans ve doktora tezi olarak birçok çalışma yapılmıştır. Doktora tezlerinden bazıları şunlardır: Mahmut Denizkuşları, Tıbb-ı Nebevî (1979, UÜ İlâhiyat Fakültesi, Peygamberimiz ve Tıp adıyla İstanbul 1981, Kuran-ı Kerim ve Hadislerde Tıp adıyla İstanbul 1982); Önder Çağıran, Ahmed-i Dâî, Tıbb-ı Nebevî: İmlâ-Fonetik-Morfoloji-Karşılaştırmalı Metin (1992, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1996, Ahmed-i Dâî’nin eseri hakkında bk. DİA, II, 57); Mustafa Dönmez, Ebu Nuaym el-İsfahânî’nin et-Tıbbü’n-nebevi İsimli Eserinin Tahkiki (2005, UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). Yüksek lisans tezleri arasında Abdullah Köşe’nin Hadislerde Flebotomi (1984, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Ahmet Turhanoğlu’nun Hadislerde Koruyucu Hekimlik (1996, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) adlı çalışmaları zikredilebilir. Ali Rıza Karabulut’un Tıbb-ı Nebevî Ansiklopedisi (Kayseri 1994), İbrahim Canan’ın Hz. Peygamber’in Sünnetinde Tıp (Tıbb-ı Nebevî) (Ankara 1995), Celal Yeniçeri’nin Hz. Peygamber’in Tıbbı ve Tıbbın Fıkhı (İstanbul 2009) ile Veli Atmaca’nın Hadislerde Rukye (İstanbul 2010) isimli kitapları da tıbb-ı nebevî konusunda yayımlanmış Türkçe eserler arasında sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Miftâĥu künûzi’s-sünne, s. 298-302; İbn Habîb es-Sülemî, Muħtaśar fi’ŧ-ŧıb (nşr. ve trc. C. Álvarez de Morales-F. Girón Irueste), Madrid 1992, neşredenlerin girişi, s. 19-24; Taberânî, el-MuǾcemü’l-evsaŧ (nşr. Mahmûd Tahhân), Riyad 1415/1996, IX, 144; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 306; Ziyâeddin el-Makdisî, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî (nşr. Mecdî Fethî es-Seyyid), Tanta 1989, neşredenin girişi, s. 19; Ali b. Abdülkerîm el-Hamevî el-Kehhâl, el-Aĥkâmü’n-nebeviyye fi’ś-śınâǾati’ŧ-ŧıbbiyye (nşr. Ahmed Abdülganî M. en-Necûlî el-Cemel), Beyrut 1424/2003; Zehebî, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî (nşr. Ahmed Rif‘at el-Bedrâvî), Beyrut 1410/1990, s. 65; İbn Kayyim el-Cevziyye, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî (nşr. Abdülganî Abdülhâlik v.dğr.), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 10-18; Bedreddin el-Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1972, XVII, 363;


Süyûtî, el-Menhecü’s-sevî ve’l-menhelü’r-revî fi’ŧ-Ŧıbbi’n-nebevî (nşr. Hasan M. Makbûlî el-Ehdel), Beyrut 1406/1986, neşredenin girişi, s. 22, 27-35; Şemseddin İbn Tolun, el-Menhelü’r-revî fi’ŧ-ŧıbbi’n-nebevî (nşr. Züheyr Osman el-Cuayd), Beyrut 1416/1996, s. 7; Mahmud Denizkuşları, Peygamberimiz ve Tıp, İstanbul 1981, s. 113-144; M. Ali el-Bâr, el-İmâm ǾAlî er-Rıżâ ve risâletühû fi’ŧ-ŧıbbi’n-nebevî, Beyrut 1991, s. 5-9; el-Ebĥâŝ ve aǾmâlü’l-müǿtemeri’l-Ǿâlemiyyi’r-râbiǾ Ǿani’ŧ-ŧıbbi’l-İslâmî, Küveyt 1407/1986, tür.yer.; Raşit Küçük, “Tıbb-ı Nebevî Literatürü Üzerine Bir Deneme”, İlim ve Sanat, I/3, Ankara 1985, s. 6-8.

Ayhan Tekineş