TEVFÎK

(التوفيق)

Allah’ın hayırlı işlerde kişiyi başarılı kılması anlamında kelâm terimi.

Sözlükte “isteğe uygun olmak; isteğe uygun bulmak” anlamındaki vefk kökünden türeyen tevfîk “farklı şeyleri ortak bir ilgi aracılığıyla bir araya getirmek; barıştırmak” mânasına gelir (Kāmus Tercümesi, III, 1031-1033; el-MuǾcemü’l-vasîŧ, “vfķ” md.). Terim olarak “Allah’ın kulların fiillerini sevdiği ve razı olduğu şeye uygun kılması” demektir (et-TaǾrîfât, “vfķ” md.). Benzer anlamlar taşıyan inâyet, nusret ve lutf kelimeleri gibi tevfîk de hayır ve iyiliğe yönelik davranışlara özgü kılınmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vfķ” md.). Tevfîk “Allah’ın isyankâr kullarından yardımını kesmesi” anlamındaki hızlânın karşıtıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de vefk kavramı dört yerde sözlük anlamıyla geçmektedir. Hz. Şuayb kendi ümmetine peygamberlik görevini ve sorumluluklarını anlatırken başarısının (tevfîk) ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleşebileceğini söylemiştir (Hûd 11/88; bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “vfķ” md.). Vefk kavramının Kütüb-i Sitte’nin yanı sıra Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde ve diğer hadis kaynaklarında yer aldığı görülmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “vfķ” md.). Namazda okunan Fâtiha’nın sonunda imamla birlikte “âmin” diyen kimsenin bu fiili meleklerin söyleyişine denk geldiği takdirde (muvâfakat) geçmiş günahlarının affedileceğine dair hadis birçok kaynakta yer almaktadır. Bir hadiste Cenâb-ı Hakk’ın hayır murat ettiği kulunu ölmeden önce sâlih amel işlemeye muvaffak kıldığı bildirilmektedir (Müsned, III, 106, 120, 230; Tirmizî, “Ķader”, 8). Hadislerde ayrıca, “Başarı sadece Allah’tandır” (ve billâhi’t-tevfîk); “Başarıyı sağlayan Allah’tır” (Allāhü veliyyü’t-tevfîk) gibi dua cümleleri bulunmaktadır (Nesâî, “Eşribe”, 25, 48; “Feyǿ”, 1). Resûl-i Ekrem’in hilâli gördüğü zaman yeni ay süresince Allah’ın rızasını kazanmasının nasip edilmesi yolunda dua ettiği nakledilmektedir (Dârimî, “Śavm”, 3).

Kelâm ilminde erken devirlerden itibaren kader ve insan fiilleri, hidayet ve dalâlet gibi konular bağlamında tevfîk kavramı da ele alınmaya başlanmıştır. Kelâm âlimleri, filozofların inâyet teorisine Allah’ın iradesine yeterli derecede vurgu yapmadığı gerekçesiyle karşı çıkıp tevfîk kavramını tercih etmişlerdir. İnsana ihtiyarî


fiillerinde yaratma gücü nisbet eden ve lutuf kavramına özel bir yer veren Mu’tezile tevfîki de bu anlayış çerçevesinde açıklamaktadır. Buna göre Allah’ın tevfîki inanan kimseye verilen mükâfat veya kişinin başarılı olduğuna Allah’ın hükmetmesidir, dolayısıyla kâfirin başarılı kılınması söz konusu değildir. Ca‘fer b. Harb’e göre tevfîk ve “tesdîd” Allah’ın iki lutfudur, ancak bunlar herkes için tecelli etmez. Ebû Ali el-Cübbâî’ye göre ise tevfîk Allah tarafından bilinen bir lutuftur, O bu lutufta bulunduğu zaman kişi iman etmeye muvaffak olur (Eş‘arî, Maķālât, s. 262-263). Kādî Abdülcebbâr, tevfîkin sevap veya mükâfat ya da ilâhî hüküm olduğu biçimindeki yorumu isabetli görmez. Ona göre sorumluluk taşıyan insanın itaati seçmesi halinde lutuf kavramı tevfîk diye isimlendirilir (Müteşâbihü’l-Ķurǿân, s. 735). Mu’tezile’ye ait bu görüşler doğrultusunda tevfîk, Cenâb-ı Hakk’ın insana dinî gerçekleri görüp anlama ve iradesiyle onları benimseme kabiliyeti vermesi, ayrıca söz konusu gerçekleri önceden açıklaması ve kesin delillerini ortaya koymasıdır (Şehristânî, s. 411). İnsanların iradî fiillerini ilâhî bir müdahale olmadan meydana getirme gücüne sahip bulunmadığını kabul eden Eş‘arî kelâmcılarına göre tevfîk kula Allah tarafından fiil anında verilir ve sadece hayır yönünde kullanılabilir, kötülüğe dönüşemez. Diğer bir ifadeyle Allah’ın tevfîki O’nun insanlarda hayra yönelmeye elverişli kudreti yaratmasıdır (a.g.e., s. 412); dolayısıyla tevfîk iman etmeleri konusunda Allah’ın müminlere bir lutfu olup sadece onları kapsar (Eş‘arî, el-İbâne, s. 68; İbn Fûrek, s. 123). Tevfîki hayır işlemesi için kula verilen güç şeklinde açıklayan İbn Hazm hidayetin bir kısmının aynı anlamı taşıdığını, buna “te’yîd” ve “ismet” de denildiğini belirtir (el-Faśl, III, 42, 56, 65). Fiile ilişkin kudretin hayır ve şer olarak iki yönde kullanılabildiğini söyleyen Hanefî ve Mâtürîdîler’e göre tevfîk Allah’ın insanlarda hayırlı amelle onu yapabilme gücünü bir araya getirmesidir. Allah müminin hayra olan isteğini ve yönelişini bildiğinden onu bu yönde davranmaya muvaffak kılar, bir anlamda onu sevkeder (Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, VII, 223; IX, 166). Nitekim Beyâzîzâde Ahmed Efendi tevfîkin insanlar için yardım ve kolaylaştırma demek olduğunu kaydeder (İşârâtü’l-merâm, s. 233). Kelâm âlimleri tevfîk kavramını hidayet ve kader konularıyla ilişkilendirmiş, ilâhî ilim, kudret ve irade sıfatlarını açıklarken bunun yanında kulun sorumluluğunu temellendirmeye çalışmış, onun iradî fiillerdeki rolünün sınırıyla ilgili farklı yaklaşımlar ortaya koymuştur. Ancak İslâm âlimleri, kişinin dünyada ve âhiretteki başarısının ilâhî lutuf ve tevfîkten bağımsız şekilde gerçekleşemeyeceği hususu ile iyiliğe yönelenlerin seçtikleri fiili işleme gücünü Allah’tan aldıkları konusunda görüş birliğine varmıştır. Bu durumda insana düşen görev, iyi ve güzel olana yönelerek bu yolda gayret göstermek ve hayırlı sonucun gerçekleşmesini Allah’tan beklemektir; tevfîk de bu beklentinin yerine gelmesi demektir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 1501; Kāmus Tercümesi, III, 1031-1033; Müsned, III, 106, 120, 230; Eş‘arî, el-İbâne, Beyrut 1418/1998, s. 68; a.mlf., Maķālât (Ritter), s. 262-263; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 420-427; a.mlf., Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Hatice Boynukalın), VII, 223; (nşr. Murat Sülün), IX, 166; İbn Fûrek, Mücerredü’l-Maķālât, s. 36, 106, 109, 123; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XIII, 11-14; a.mlf., Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 519, 780; a.mlf., Müteşâbihü’l-Ķurǿân (nşr. Adnân M. Zerzûr), Kahire 1969, s. 184, 735; İbn Hazm, el-Faśl (Umeyre), III, 42, 56, 65; Cüveynî, el-İrşâd (Temîm), s. 223-224; Şehristânî, Nihâyetü’l-iķdâm (nşr. A. Guillaume), London 1984, s. 411-414; Beyâzîzâde Ahmed Efendi, İşârâtü’l-merâm min Ǿibârâti’l-İmâm (nşr. Yûsuf Abdürrezzâk), Kahire 1368/1949, s. 233, 266, 303; “Tawfīķ”, EI² (İng.), X, 386; İlyas Çelebi, “Hızlân”, DİA, XVII, 419-420; a.mlf., “Lutuf”, a.e., XXVII, 239-241; Meryem Kiyânî Ferîd, “Tevfîķ”, Dânişnâme-i Cihân-i İslâm, Tahran 1383/2004, VIII, 553-557.

Hülya Alper