TEŞRÎK

(التشريق)

Kurban bayramının son üç gününü kapsayan zaman dilimine ve zilhicce ayının belli günlerinde farz namazların ardından söylenen tekbire verilen ad.

Sözlükte “doğuya doğru gitmek; eti parçalayıp kayalar üzerine sererek güneşte kurutmak; yüksek sesle tekbir almak, bayram namazını kılmak için musallâya (müşerrak) çıkmak” anlamlarındaki teşrîk, terim olarak zilhiccenin muayyen günlerinde farz namazların ardından özel lafızlarla tekbir getirmeyi ifade eder. Bu tekbirlere “teşrîk tekbirleri” (tekbîrâtü’t-teşrîk), tekbirlerin alındığı günlere “teşrîk günleri” (eyyâmü’t-teşrîk) denilir. Tekbîrü’t-teşrîk lafzını daha çok Hanefîler ile Zeydîler ve bir kısım Mâlikîler, eyyâmü’t-teşrîki fıkıh mezheplerinin tamamı kullanır. Şâfiîler ve Hanbelîler bayram günlerinde bayram namazı ve hutbesi dışında söylenen tekbirlerden çarşı, pazar, cami, ev gibi yerlerde namazlara bağlı olmadan alınanlara “mürsel/mutlak tekbir”, namazların arkasından alınanlara “mukayyed tekbir” adını verirler (Şirbînî, I, 314).

Zilhiccenin 9-13. günleri arasında yoğun bir şekilde icra edilen hac menâsikinin çeşidi, mekânı, vakti gibi hususlar dikkate alınarak bu ayın 8. günü “terviye”, 9. günü “arefe”, 10. günü “nahr/zebh” günü, 11-13. günleri teşrîk günleri diye adlandırılır. Ayrıca dört gün olan kurban bayramının ilk üç gününde kurban kesilebildiği için bu günlere “eyyâmü’n-nahr” adı da verilir. Bayramın birinci gününden sonraki üç güne teşrîk denmesi yaygın olmakla birlikte arefe ve nahr günlerini ilâve etmek suretiyle bunun sayısını beş güne çıkaranlar da vardır. Hacılar zilhiccenin 11-13. gecelerini Mina’da geçirirler ve bu günlerde tekbirle cemrelere taş atarlar. Bu üç güne ve namazların ardından alınan tekbirlere teşrîk isminin verilmesinin sebepleri hakkında, eskiden bayramın ilk günü kesilen kurbanların etlerinin taşlara serilerek güneşte kurutulması, bayram namazının bayramın ilk günü işrak vaktinde kılınmaya başlanması ve farz namazların arkasından okunan tekbirlerin çoğunun bu günlere denk gelmesi gibi açıklamalar yapılmıştır (Lisânü’l-ǾArab, “şrķ” md.; Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, s. 185). Buna bağlı olarak arefe ile bayramın birinci günü de teşrîk günlerine dahil olmuştur. Bazı âlimler, kelimenin “tekbiri yüksek sesle söylemek” anlamıyla bağlantı kurup tekbirlere bundan dolayı teşrîk isminin verildiğini söylemişlerdir (Serahsî, II, 44; Kâsânî, I, 198; Şevkânî, III, 357).

Kur’ân-ı Kerîm’de teşrîk kelimesi geçmemekle birlikte bu tekbirlere ve teşrîk günlerine delâlet eden âyetler yer almaktadır (el-Bakara 2/198-203; el-Hac 22/27-37). Fakihlerin çoğunluğuna göre belli günlerde Allah’ın zikredilmesinin istendiği âyetlerde (el-Bakara 2/203) kastedilen günler teşrîk günleri, zikirden maksat teşrîk tekbirleridir. Bu tekbirler, Allah’ın konukları sayılan hacıların Kâbe’den yükselen tekbir ve zikirlerine bütün dünya müslümanlarının katılıp Allah’ın yüceliğini ilân etmelerini anlatır. Söz konusu âyetlerle ilgili çeşitli yorumlar bulunmakla birlikte İbn Abbas’ın, “Allah’ı sayılı günlerde zikredin” âyetindeki (el-Bakara 2/203) “sayılı günler”i eyyâmü’t-teşrîk, “Bilinen günlerde Allah’ın ismini zikretsinler” âyetinde geçen (el-Hac 22/28) “bilinen günler”i de zilhiccenin ilk on günü diye yorumladığı nakledilir. Hz. Peygamber zilhicce ayının ilk on gününde yapılacak ibadetlerin faziletçe üstün olduğunu, teşrîk günlerinin yeme içme ve zikir günleri sayıldığını (Müslim, “Śıyâm”, 144-145), dolayısıyla bu günlerde oruç tutulmayacağını belirtmiş, aynı günlerde tekbir, tehlîl ve tahmîdlerin çoğaltılmasını istemiş (Şevkânî, III, 354), kendisi de teşrîk tekbirlerini okumuştur (Dârekutnî, II, 49). Çeşitli mezheplere göre teşrîk günlerinde oruç yasağının istisnaları bulunmakla birlikte en önemlisi hacda ihsâr durumuyla ilgilidir (Vehbe ez-Zühaylî, III, 290, 298, 302; bk. İHSÂR). Bazı hadislerde teşrîk kelimesi kısmen tekbir ve bayram namazı anlamında kullanılmıştır (Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, II, 195). Kaynaklarda sahâbîlerin teşrîk günlerinde namazların ardından tekbir getirdiklerine dair pek çok rivayet mevcuttur (Serahsî, II, 43; Bedreddin el-Aynî, VI, 292).

Fakihler ilgili âyet ve hadisler ile sahâbe görüş ve uygulamalarını dikkate alarak teşrîk tekbirlerinin lafzını, hükmünü, başlangıç ve bitiş vakitlerini belirlemeye çalışmışlardır. Hanefî, Hanbelî, Zâhirî ve Zeydî mezheplerine göre teşrîk tekbirleri “Allāhüekber Allāhüekber lâ ilâhe illallāhü vallāhü ekber Allāhüekber ve lillâhi’l-hamd” şeklindedir. Bazı kaynaklarda bu lafızlar Hz. İbrâhim’e nisbet edilmiştir (İbn Âbidîn, II, 178-180; ayrıca bk. es-Sâffât 37/100-110). Mâlik ve Şâfiî teşrîk tekbirlerinin üç defa “Allāhüekber” denilerek yerine getirileceğini söylerken sonraki dönem Şâfiî ve Mâlikî fakihleri diğer mezheplerce belirlenen tekbir ibaresinin okunmasını da uygun görmüştür. Şâfiîler ayrıca buna, “Lâ ilâhe illallāhü vallahü ekber Allāhüekber ve lillâhi’l-hamd; Allāhüekber kebîren ve’l-hamdü lillâhi kesîren ve sübhânellāhi bükraten ve asîlâ” lafızlarının eklenmesinin uygun olacağını, ardından, “Lâ ilâhe illallāhü ve lâ na‘büdü illâ iyyâhü muhlisîne lehü’d-dîne ve lev kerihe’l-kâfirûn; Lâ ilâhe illallāhü vahdeh sadaka va‘deh ve nasara abdeh ve hezeme’l-ahzâbe vahdeh; Lâ ilâhe illallāhü vallāhü ekber” ibarelerinin katılmasının müstehap olduğunu söylemişlerdir (Şirbînî, I, 315). Osmanlı bestekârı Buhârîzâde Mustafa Itrî Efendi’nin teşrîk tekbiri için yaptığı segâh makamındaki beste İslâm âleminde geniş kabul görmüştür. Teşrîk tekbirleri Hanefîler’e göre vâcip, Hanbelîler, Şâfiîler ve Zeydîler ile bazı Hanefî âlimlerine göre sünnet, Zâhirîler ve Mâlikîler’e göre mendup, Ca‘ferîler’e göre müstehaptır. Fakihler, arefe gününden önce ve bayramın dördüncü gününden sonra tekbir alınmayacağı ve cemaatle kılınan farz namazların arkasından tekbir alınması gerektiği hususunda ittifak etmiştir.

Teşrîk tekbirlerinin başlangıç ve bitiş vakitleri hususunda Hanefî mezhebinde tercih edilen ve günümüze kadar uygulanan Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed’in görüşlerine göre arefe günü sabah namazı ile bayramın dördüncü günü ikindi namazı arasında yirmi üç vakit farz namazdan sonra, Ebû Hanîfe’ye göre ise sadece arefe günü sabah namazı ile bayramın birinci


günü ikindi namazı arasında sekiz vakit farz namazın ardından tekbir alınır. Mâlikîler’e göre teşrîk tekbirleri, bayramın birinci günü öğle namazından dördüncü günü sabah namazına kadar on beş vakit farz namazın arkasından alınır. Hanbelîler ve Şâfiîler, teşrîk tekbirlerinin vaktini kişinin hac görevini ifa edip etmemesine göre belirlemişlerdir. Şâfiîler’de tercih edilen görüşe göre hacda bulunan kişi, telbiye görevinin bitimini izleyen bayramın birinci günü öğle namazı ile dördüncü günü sabah namazı arasında tekbir getirir; hacı olmayanlar da bu konuda onlara tâbidir. Hacı olmayanların arefe günü akşam namazı ile bayramın dördüncü günü sabah namazı veya arefe günü sabah namazı ile bayramın dördüncü günü ikindi namazı arasında tekbir getirecekleri şeklinde iki görüş daha bulunmaktadır; Şâfiî çevrelerinde uygulama bu son görüş doğrultusundadır. Hanbelîler’e göre hacılar bayramın birinci günü öğle namazı ile dördüncü günü ikindi namazı, hacı olmayanlar arefe günü sabah namazı ile dördüncü günü ikindi namazı arasında tekbir getirir. Zâhirîler’e ve Zeydîler’e göre arefe günü sabah namazı ile bayramın son günü ikindi vakti, Ca‘ferîler’e göre ise bayramın birinci günü öğle namazı ile üçüncü günü sabah namazı arasında tekbir alınır.

Bu tekbirlerin vaktinde cemaatle eda edilen farz namazların ardından alınacağı hususunda görüş birliği varsa da diğer namazların arkasından tekbir alınıp alınmayacağı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hanefî mezhebinde tercih edilen görüşe göre cemaatle veya tek başına kılınan bütün farz namazların ardından, Ebû Hanîfe’ye göre ise sadece cemaatle kılınan farz namazların arkasından tekbir alınır. Hanefî mezhebinde teşrîk günlerinde kazâya kalan namazın bugünler içinde kazâ edilmesi durumunda tekbir alınacağı, daha sonra kazâ edilmesi halinde alınmayacağı görüşü benimsenmiştir. Farz namazların dışındaki namazlarda tekbir getirilmeyeceği kabul edilmekle birlikte Belhli fakihler bayram namazlarında bu tekbirlerin getirilmesini câiz görmüş, bu görüş Hanefî çevrelerinde uygulanmış ve günümüze kadar devam etmiştir. Mâlikîler’e göre sadece vaktinde edâ edilen farz namazların ardından tekbir alınır, kazâ namazları ile nâfile namazların arkasından alınmaz. Şâfiîler’de tercih edilen görüşe göre teşrîk günlerinde nezir ve nâfileler dahil bütün namazların arkasından tekbir getirilir. Hanbelîler, edâ veya kazâ suretiyle cemaatle kılınan farz namazlardan sonra tekbir getirileceği görüşündedir. Öte yandan Hanbelî fakihlerinden bazıları tek başına namaz kılanların tekbir almasının sünnet olduğunu ve cuma namazı gibi cemaatle kılındığı için bayram namazında da tekbir alınması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Zâhirîler’e ve Zeydîler’e göre farz ve nâfile namazların ardından tekbir getirilir.

Fıkıh mezheplerinde genel kabul gören görüşe göre namaz kılmakla mükellef olan herkes, yolcu veya mukîm, kadın veya erkek teşrîk tekbirlerini alır. Ebû Hanîfe ise yalnız cuma ve bayram namazlarını kılmakla yükümlü olanlara cemaatle namaz kılmaları halinde tekbirin vâcip olduğu, ayrıca cuma ve bayram namazları ile yükümlü tutulmayanların cemaatle namaz kılmaları halinde tekbir alacakları kanaatindedir. Teşrîk tekbirlerinin selâmdan sonra bir kere alınması yeterlidir. Hanbelî ve Zeydî mezheplerine göre bunun üç defa tekrarlanması menduptur. Erkekler tekbiri açıktan, kadınlar gizlice alır. Cemaatle kılınan namaza sonradan yetişen kişi lâhik gibi namazını tamamlayınca tekbir getirir. Bir namazda sehiv secdesiyle teşrîk tekbiri bir araya gelirse önce sehiv secdesi yapılır, ardından teşrîk tekbiri alınır. İmam unutursa cemaat tekbir getirir. Tekbiri unutan kişi, konuşma gibi namaza aykırı bir davranışta bulunmadıkça veya camiden çıkmadıkça tekbir alabilir. Tekbirin araya fâsıla girmeden selâmdan hemen sonra alınması menduptur. Selâmdan sonra tekbir getirmeden konuşulması halinde tekbir yükümlülüğü düşer ve bu şekilde davranan kişi günahkâr olur. Teşrîk tekbirlerini almak için abdest şart değildir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, İstanbul 1317, I, 843; Dârekutnî, es-Sünen (nşr. Abdullah Hâşim el-Yemânî el-Medenî), Kahire 1386/1966, II, 49-50; İbn Hazm, el-Muĥallâ, V, 91; VII, 28-29, 275-276; Bâcî, el-Münteķā, Kahire 1311, III, 42-48; Şîrâzî, el-Müheźźeb, I, 128-129; Serahsî, el-Mebsûŧ, II, 42-45; Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, Şerĥu Edebi’l-kâtib, Kahire 1350/1931, s. 185; Kâsânî, BedâǿiǾ, I, 195-198; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. M. Sâlim Muhaysin - Şa‘bân M. İsmâil), Kahire, ts. (Mektebetü’l-Cumhûriyyeti’l-Arabiyye), II, 393-399; Nevevî, el-MecmûǾ: Şerĥu’l-Müheźźeb (nşr. M. Necîb el-Mutîî), Riyad 1423/2003, V, 26-35; Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, Naśbü’r-râye, [baskı yeri yok] 1393/1973 (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), II, 195, 222-224; Şemseddin İbn Müflih, Kitâbü’l-FürûǾ (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Beyrut 1405/1985, II, 146-148; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1388/1969, I, 244-245; İbnü’l-Murtazâ, el-Baĥrü’z-zeħħâr, San‘a 1409/1988, II, 66-69; Bedreddin el-Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Beyrut, ts. (Dâru İhyâi’t-türâsi’l-Arabî), VI, 289-293; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 80-83; Hattâb, el-Mevâhibü’l-celîl, Kahire 1328, II, 185, 198; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, I, 314-315; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, II, 57-60; Şevkânî, Neylü’l-evŧâr, III, 354-358, 386-389; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), II, 177-181; Mehmet Cemal Öğüt, Tekbir: Tekbiri Teşrik, İstanbul 1947, s. 38-80; Tahir Olgun [Tâhirülmevlevî], Müslümanlıkta İbadet Tarihi (haz. Abdullah Işıklar), İstanbul 1963, s. 84-85; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıķhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1405/1985, II, 381-386; III, 290, 298, 302; Ahmed b. Kāsım es-San‘ânî, et-Tâcü’l-müźheb, San‘a 1414/1993, I, 153; Abdülkadir Karahan, “Teşrîk”, İA, XII/1, s. 201-202; “Eyyâmü’t-teşrîķ”, Mv.F, VII, 320-326; “Śalâtü’l-Ǿîdeyn”, a.e., XXVII, 249-250.

Fahrettin Atar