TEŞEHHÜD

(التشهّد)

Namaz kılarken ka‘dede Tahiyyat duasını okuma anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte “şehâdet getirmek, tahiyyata oturmak; şahitlik istemek” anlamlarına gelen teşehhüd, fıkıh terimi olarak namaz kılarken ka‘dede kelime-i şehâdeti içeren Tahiyyat duasını okumayı ifade eder (Kāmus Tercümesi, I, 630; Serahsî, I, 27). Sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde “tahiyyetü’s-salât, hutbetü’s-salât” adlarıyla anılan tahiyyata (Tecrid Tercemesi, II, 707; Şevkânî, VI, 148-149) daha sonraki dönemlerde bu metnin sonundaki kelime-i şehâdetten dolayı teşehhüd ismi verilmiştir. Hz. Peygamber teşehhüdü namazlarda okumuş ve okunuş biçimini Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi ashabına öğretmiştir (İbn Mâce, “İķāmetü’ś-śalât”, 24). Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer, Abdullah b. Ömer, Hz. Âişe, Abdullah b. Zübeyr, Ebû Saîd el-Hudrî, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Selmân-ı Fârisî gibi sahâbîler tarafından nakledilen ve aralarında küçük farklar bulunan teşehhüd ibarelerinden fıkıh mezheplerince daha çok benimsenenler İbn Mes‘ûd, İbn Abbas ve Hz. Ömer’in rivayetleridir (meselâ bk. Tahâvî, I, 261-266; Muvaffakuddin İbn Kudâme, I, 535; Tecrid Tercemesi, II, 709). Hanefî, Hanbelî ve Zâhirîler tarafından tercih edilen İbn Mes‘ûd rivayetine göre teşehhüd metni şöyledir:

“et-Tahiyyâtü li’llâhi ve’s-salavâtü ve’t-tayyibât es-selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetu’lllāhi ve berekâtüh es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’llâhi’s-sâlihîn eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” التحيّات لله والصلوات والطيّبات السلام عليك أيّها النبيّ ورحمة الله وبركاته السلام علينا وعلى عباد الله الصالحين أشهد أن لا إله إلاّ الله وأشهد أن محمّدا عبده ورسوله (Buhârî, “Eźân”, 148, 150; Müslim, “Śalât”, 55). Başta geçen tahiyyat, salavat ve tayyibat hakkında değişik açıklamalar yapılmış olmakla birlikte (Muvaffakuddin İbn Kudâme, I, 544) İbn Nüceym bunların sırasıyla kavlî, bedenî ve malî ibadetler şeklindeki yorumunu daha isabetli bulur (el-Baĥrü’r-râǿiķ, I, 343). Tahiyyat duasının anlamı şöyledir: “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibadetler Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Kesin olarak bilir ve beyan ederim ki Allah’tan başka tanrı yoktur ve şehâdet ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” Şâfiîler’in benimsediği İbn Abbas rivayetinde ilk cümle şöyledir: “et-Tahiyyâtü’l-mübârekâtü’s-salavâtü’t-tayyibâtü lillâh” التحيّات المباركات اللوات الطيّبات لله (İbn Mâce, “İķāmetü’ś-śalât”, 24; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 178). Mâlikîler’in tercih ettiği Hz. Ömer rivayetindeki farklılık ise şöyledir: “et-Tahiyyâtü lillâh ez-zâkiyyâtü lillâh et-tayyibâtü’s-salavâtü lillâh” التخيّات لله الزاكيّات لله الطيّبات الصلوات لله (el-Muvaŧŧaǿ, “Śalât”, 53; Tahâvî, I, 261). Bazı tefsir ve fıkıh kitaplarında Tahiyyat duasıyla irtibat kurularak Resûl-i Ekrem'in mi‘rac gecesinde tahiyyat, salavat ve tayyibat kelimeleriyle Cenâb-ı Hakk’a tâzimde bulunduğu, O’nun da buna selâm, rahmet ve berekât kelimeleriyle mukabele ettiği, Resûlullah’ın gördüğü bu iltifat karşısında selâmın bütün peygamberler, melekler ve insanlar üzerine olmasını temenni ettiği, bunun üzerine bütün meleklerin kelime-i şehâdeti söyledikleri kaydedilir (meselâ bk. Kurtubî, III, 425; İbn Nüceym, I, 342-343). Bu sebeple teşehhüd duasını okumanın, kulun mi‘racla sıkı bağı bulunan namaz ibadetinin belirli bölümlerinde (ka‘deler) mi‘rac gecesinde gerçekleşen bu olayın hâtırasını yâdetmesi ve bu vesileyle Allah’a tâzimlerini sunması, Resûlullah’a selâmlarını ve bağlılığını bildirmesi, Allah’ın kendisine, cemaate, meleklere ve sâlih kullara rahmetle muamele etmesini dilemesi gibi bir anlam taşıdığı yorumu yapılmıştır.

Tirmizî teşehhüd konusunda nakledilen en sahih hadisin İbn Mes‘ûd rivayeti olduğunu, sahâbe ve tâbiînin büyük çoğunluğunun bununla amel ettiğini belirtir (“Śalât”, 214). Şâfiî, o sırada diğerlerine göre daha küçük yaşta olan İbn Abbas’ın rivayetini Hz. Peygamber’in en son okuduğu teşehhüde daha uygun bulur ve Nûr sûresinin 61. âyetinde geçen “tahiyye”, “mübâreke” ve “tayyibe” kelimelerini içermesini bu tercihi destekleyen bir delil şeklinde zikreder. Bununla birlikte Şâfiî mezhebine mensup bazı fakih ve muhaddisler İbn Mes‘ûd rivayetini daha sahih kabul etmiştir. Mâlik, Hz. Ömer’in teşehhüdünü tercih gerekçesini onu Resûl-i Ekrem’in minberinde okuması ve dinleyen sahâbîlerin itiraz etmeyip hakkında icmâ oluşması şeklinde açıklamıştır. Fıkıh mezhepleri, teşehhüdlerin fazileti hususunda farklı görüşler ileri sürmekle birlikte bunlardan herhangi biriyle namaz kılmanın câiz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Tahiyyat namazın ilk oturuş (ka‘de-i ûlâ) ve son oturuş (ka‘de-i ahîre) denen kısımlarında okunur. Ardından selâmın verildiği oturuşa ka‘de-i ahîre denir. Mesbûk ve lâhiķ bakımından da bu oturuş son oturuş sayılır. İlk oturuşta okunan tahiyyata ilk teşehhüd, son oturuşta okunana ikinci teşehhüd denir. Teşehhüdü okumak Hanefîler’e göre ilk ve son oturuşta vâcip, Mâlikîler’e göre sünnet, Şâfiîler’e göre ilk oturuşta sünnet, Hanbelîler’e göre vâcip ve her iki mezhebe göre son oturuşta farzdır (rükün); ancak Hanefîler’de ilk oturuşta sünnet, Mâlikîler’de son oturuşta vâcip olduğu yönünde birer görüş daha vardır. Buna göre Hanbelî ve Şâfiî mezheplerinde son oturuşta ne şekilde olursa olsun teşehhüdün terkedilmesi namazın bozulmasına yol açar. Hanbelîler’e göre ilk oturuşta, Hanefîler’e göre her iki oturuşta teşehhüdün bilerek terkedilmesi tahrîmen mekruh olup böyle bir namazın iade edilmesi vâciptir, sehven terkedilmesi durumunda sehiv secdesi yapılmak suretiyle namazın eksiği giderilmiş olur. Şâfiîler ilk oturuşta, Mâlikîler her iki oturuşta bilerek de olsa terkedilen teşehhüdün sehiv secdesiyle telâfi edilebileceği kanaatindedir. Bu konuda Hanefîler, Hz. Peygamber’in teşehhüdü namazlarda devamlı okuduğuna dair fiilî ve kavlî sünnetini (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 178; Nesâî, “Śalât”, 15), Şâfiî ve Hanbelîler onun namazlarda teşehhüdü devamlı okuduğuna dair fiilî sünnetinin yanında sahâbîlere teşehhüdü öğrettiği zaman, “Tahiyyat’ı söyle, söyleyin, söylesin, söylesinler” şeklinde emir kiplerini kullanmasını, Mâlikîler ise bu konuda özellikle sehiv secdesiyle teşehhüdün telâfisinin mümkün olduğunu gösteren hadisleri delil göstermektedir. İmam ve tek başına kılan kişi (münferid) namazlarda teşehhüdü terkettiğinde sehiv secdesi yapar, cemaat imama tâbidir. Hanefî ve Hanbelîler sehiv secdesinde teşehhüdün okunmasının vâcip, Mâlikîler ise müekked sünnet kabul etmiş, Şâfiîler okunmayacağını söylemiştir.


Teşehhüdde “lâ ilâhe” derken sağ elin baş parmağı ile orta parmağın halka yapılıp şahadet parmağının kaldırılması ve “illallah” derken indirilmesi sünnet olmakla birlikte bazı âlimler yerli yerince yapmakta zorlanan kişinin bunu terketmesini uygun görmüştür. Şâfiîler’e göre “illallah” denildiğinde şahadet parmağı kaldırılır ve ilk teşehhüdde ayağa kalkıncaya, son teşehhüdde selâm verinceye kadar öylece bırakılır. Teşehhüdün Arapça aslını bilmeyenlerin asıl metni öğreninceye kadar tercümesini okumaları câizdir. Arapça’sını bilen kişilerin tercümesini okuması hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Fıkıh âlimleri İbn Mes‘ûd’un rivayet ettiği, “Teşehhüdü gizli okumak sünnettendir” hadisini (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 180; Tirmizî, “Śalât”,101) delil göstererek teşehhüdün gizli okunmasının sünnet olduğunu, ancak açıktan okunması halinde sehiv secdesi gerekmediğini söylemişlerdir. Şâfiîler’e göre üç ve dört rek‘atlı farz namazların teşehhüdünden sonra Hz. Peygamber’e salât okunması sünnettir. Son oturuşta ise Salli-Bârik dualarını okumak Hanefî ve Mâlikîler’e göre sünnet, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre ise en az, “Allāhümme salli alâ Muhammed” demek farzdır. Namaz kılan kişinin Salli-Bârik dualarının ardından Kur’an ve Sünnet’ten seçilmiş dua metinleri okuması bütün mezheplere göre müstehaptır. Öte yandan klasik İslâm literatüründe nikâh akdi sırasında veya çok önemli başka bir iş sebebiyle yapılan ve hamdele, salvele, kelime-i şehâdet cümlelerini içeren bir konuşma metninin “hutbetü’l-hâcet” diye adlandırıldığı ve teşehhüd kelimesinin böyle bir konuşma metnini, ayrıca cuma hutbesini ve bunların okunmasını ifade etmek üzere kullanıldığı görülür (Buhârî, “CumǾa”, 29; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 223; Tirmizî, “Nikâĥ”, 17; Şevkânî, VI, 148-149).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “şhd” md.; Kāmus Tercümesi, I, 630; Wensinck, el-MuǾcem, “şhd” md.; Şâfiî, el-Üm, I, 101; Tahâvî, Şerĥu MeǾâni’l-âŝâr, I, 257-266; İbn Hazm, el-Muĥallâ, II, 299-301; Bâcî, el-Münteķā, Kahire 1311, I, 197-198; Şîrâzî, el-Müheźźeb, I, 84-86; Serahsî, el-Mebsûŧ, I, 27-28; Kâsânî, BedâǿiǾ, I, 211-214; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, Bulak 1315, I, 220-224; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I, 138-140; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. M. Sâlim Muhaysin - Şa‘bân M. İsmâil), Kahire, ts. (Mektebetü’l-Cumhûriyyeti’l-Arabiyye), I, 534-548; Kurtubî, el-CâmiǾ, I, 363-364; III, 425; Nevevî, Şerĥu Müslim, II, 139; a.mlf., el-MecmûǾ: Şerĥu’l-Müheźźeb, Kahire 1378/1958, III, 455-468; a.mlf., el-Eźkâr, Kahire 1375/1956, s. 60-62; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1313, I, 121-123; Ahmed b. Yûsuf ez-Zeylaî, Naśbü’r-râye, [baskı yeri yok], 1973 (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), I, 418-422; II, 166-171; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr (Bulak), I, 221-224; Ali b. Süleyman el-Merdâvî, el-İnśâf fî maǾrifeti’r-râciĥ mine’l-ħilâf (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Kahire 1378/1958, II, 75-80; İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ, Kahire 1311, I, 342-344; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, I, 172-177; Tecrid Tercemesi, Ankara 1966, II, 700-711; Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muĥtâc, Kahire 1389/1969, I, 510; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, I, 386-388; el-Fetâva’l-Hindiyye, Kahire 1323, I, 71-72; Haskefî, ed-Dürrü’l-muħtâr (İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr [Kahire] içinde), I, 448, 466; Muhammed b. Abdullah el-Haraşî, Şerĥu Muħtaśarı Ħalîl, Bulak 1317, I, 276; Şevkânî, Neylü’l-evŧâr, II, 302-317; VI, 148-149; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr [Kahire], I, 448, 466; Abdülkadir Karahan, “Teşehhüd”, İA, XII/1, s. 197; “Teşehhüd”, Mv.F, XII, 34-36.

Fahrettin Atar