TEMLİKNÂME

(تمليكنامه)

İslâm devletlerinde bilhassa devlete hizmeti geçenlere hükümdar tarafından mülk olarak verilen yerlerin belgesini ifade eden terim.

Sözlükte temlîk “mülk olarak vermek” anlamındadır. Terim olarak bir hükümdarın mîrî araziden veya şahıslardan devlete intikal eden arazi ve binalardan bazı yerleri devlete hizmet etmiş kimselere mülk şeklinde tahsis etmesini ifade eder. Bununla ilgili belgeye temlîk-nâme (mülk-nâme) denilir. Hz. Peygamber döneminden itibaren İslâm devletlerinde hükümdarların kamu otoritesinin tasarrufundaki arazi ve taşınmaz malların mülkiyet, işletme veya faydalanma hakkını kişilere tahsis ettiği (iktâ) bilinmekte ve çeşitli rivayetlerden arazi ve taşınmaz malların iktâı sırasında ilgili kişilere bu durumu gösteren belgelerin verildiği anlaşılmaktadır. Resûl-i Ekrem Temîm ed-Dârî, Avsece b. Harmele el-Cühenî, Bilâl b. Hâris el-Müzenî ve Utbe b. Ferkad es-Sülemî’ye; Hz. Ebû Bekir Uyeyne b. Hısn ve Akra‘ b. Hâbis’e; Hz. Osman Osman b. Ebü’l-Âs’a bu tür iktâ belgeleri vermiştir (Hamîdullah s. 263, 269, 374, 532). İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han, askerlere arazi iktâ edilmesini ve bu durumu gösteren mukātaa senetleri düzenlenmesini emretmiştir (Spuler, s. 444). İktâ belgeleri diğer İslâm devletlerinde de düzenlenmekteydi (Kalkaşendî, XIII, 104 vd.). Kaynaklarda bu belgeler için kitâb kelimesi de kullanılmaktadır.

Selçuklular devrinden kalma sınırlı sayıdaki temliknâmeler Ortaçağ Türk tarihinin toprak rejimi ve idaresi bakımından önemlidir. Osmanlı bürokrasisinde kuruluş döneminde Lala Şâhin, Timurtaş ve Evrenos Bey gibi gazilerle bazı kişilere mülkler verildiği bilinmektedir. Fakat o dönemde ve onu takip eden asırlarda temlik kelimesi sıkça geçtiği halde temliknâme terimine rastlanmamaktadır. Elde mevcut en eski örnek olan Orhan Gazi’nin Rebîülâhir 749 (Temmuz 1348) tarihli Pamucak deresini temlik etmesiyle ilgili belgede temliknâme yerine “mektup” yer almaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde Fâtih Sultan


Mehmed’e ve Kanûnî Sultan Süleyman’a ait çok sayıda temliknâme ve mülknâme bulunmaktadır. Fâtih’e ait mülknâmeler, İstanbul ve Bursa’da şehir içerisinde mevcut devlete ait ev ve binaların bazı kimselere temlikini bildirmektedir. Bunların bir kısmının subaşı tezkiresiyle padişah tarafından temlik edildiği belirtilmektedir (TSMA, nr. E 7224, 7232, 10055, 10737). Bir belgede ise zayi olan temliknâme (berat) yerine yeni temliknâme verildiği ifade edilmektedir (TSMA, nr. E 7230). Topkapı Sarayı’nda mevcut Kanûnî’ye ait on bir temliknâme Hürrem Sultan’ın Kudüs’teki imareti için Filistin’de temlik edilen bazı köy ve mezraalarla Kudüs’teki sabun mukātaasının temlikine dair Kanûnî’nin tezhipli tuğrasını ihtiva eden 957-967 (1550-1560) tarihli belgelerdir (TSMA, E 7816/1-11). Yine Kanûnî’ye ait, Hürrem Sultan’a Vize sancağında temlik edilen yerlerle ilgili celî divanî ile yazılmış 964 (1557) tarihli temliknâmenin altında şahit olarak Sadrazam Rüstem Paşa ile diğer vezirlerin ve kazaskerin imzası görülmektedir.

Osmanlı vekāyi‘nâmelerinden Tâcü’t-tevârîh ve Târîh-i Selânikî’de temlik kelimesi onlarca yerde geçtiği halde temliknâmenin hiç kullanılmaması dikkat çekicidir. Selânikî’nin eserinde (I, 161) İbrâhim Paşa Sarayı’nın Zilhicce 993’te (Aralık 1585) Damad İbrâhim Paşa’ya verilmesiyle ilgili konuda sarayın iç oğlanların bulunduğu kısmın dışındaki yerlerin hibe ve temlik edildiği, buna dair hüccet-i şer‘iyye yazılıp mülknâmenin verilmesini III. Murad’ın emrettiği belirtilmektedir. Yine aynı eserde (II, 558), Lala Mehmed Paşa’nın zevcesine merhum Handan Ağa’nın emlâkinin verilmesiyle ilgili bahiste III. Mehmed bu yerlerin temlik edilmesini ve temessükât-ı şer‘iyye yazılmasını buyurmaktadır. Bu örneklerden anlaşılacağı üzere temliklerde önce hüccet, temessük, tezkire gibi belgeler düzenlenmekte, ardından temliknâme verilmekteydi. XVII. yüzyıldan itibaren mülknâme yaygın biçimde kullanılmış ve bu isim altında resmî belgeler düzenlenmiştir. Feridun Bey’den sonra Münşeâtü’s-selâtîn’in II. cildi olarak düzenlenen XVII. yüzyıl belgeleri arasında çok sayıda mülknâmenin bulunması bunun resmen benimsendiğini göstermektedir.

Diplomatik açıdan değerlendirildiğinde temliknâmenin aslında bir berat veya hüccet olduğu görülmektedir. Bu konuda bilinen, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki Orhan Gazi’ye ait ilk temliknâme davet ve hükümdarın tuğrasından sonra, “Bu mektubun sebeb-i tahrîri oldur kim ...” ibaresiyle başlamakta ve Orhan Gazi bedenî ve aklî melekeleri yerinde olarak Pamucak deresini Allah rızası için temlik ettiğini, bundan sonra asla kimsenin müdahale etmemesini emretmektedir. Ardından sınırları belirlenmekte, başka ihsanlardan söz edildikten sonra âdil şahitlerin mektubun yazılmasında hazır bulunduğu bildirilip yedi şahidin ismi zikredilmektedir. Sonunda Rebîülâhir 749 (Temmuz 1348) tarihi yer almaktadır. Böylece erken döneme ait bu temliknâmede davet, tuğra, sebeb-i tahrîr, nakil ve iblâğ, şahitler ve tarih bulunmaktadır. Temliknâmeler ilk devirlerde nesih veya rikā‘, sonraları divanî yazı ile yazılmıştır.

Padişahların temlik ettiği yerlerin temlik edilen kişiler tarafından vakfa dönüştürülmesi şer‘an ve hukuken ihtilâf konusu olmuş ve bazı şartlara bağlanmıştır. Tanzimat’tan sonra 1847’den itibaren temliknâme şeklinde tasarruf edilen yerlerden şartları elverişli olanlar için mülknâme karşılığında Defterhâne-i Âmire’den matbu tapu senedi verilmeye başlanmıştır. 1858 tarihli Arazi Kanunnâmesi’nin 121. maddesinde, “Bir kimse bâ-tapu mutasarrıf olduğu arazisini taraf-ı pâdişâhîden bâ-mülknâme-i hümâyun kendiye temlîk-i sahîh ile temlik olunmadıkça bir cihete vakfedemez” hükmü getirilmiştir. Bu maddenin şerhinde Âtıf Bey mîrî arazinin rakabesinin beytülmâle ait olduğunu, işleyenlerin mülkü sayılmadığından temlîk-i sahîh ile temlik edilmedikçe mîrî arazinin vakfının mümkün olamayacağını belirtmiş; eğer bu tür mîrî arazi padişahın izniyle ihtiyaçları beytülmâlce karşılanan bir vakfa verilecek olursa bu evkāf-ı gayr-i sahîha ve tahsisat kabilinden bir vakıf olabileceğini, fakat padişah tarafından şer‘î olarak mülknâme-i hümâyunla temlik olunursa bu durumda o kimse bu araziyi dilediği yere vakfedebileceğini ifade etmiştir. Böylece hukuken sahih olan ve olmayan temlikler, buna bağlı olarak tahsisat kabilinden vakıflar ve sahih vakıflar diye iki tür ortaya çıkmıştır. Bunları birbirinden ayıran temel husus padişah tarafından verilmiş bir temliknâmenin bulunup bulunmamasıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Mühimme Defteri 90 (haz. Nezihi Aykut v.dğr.), İstanbul 1993, s. 305, hk. 372; Osmanlı Padişah Fermanları: Imperial Ottoman Fermans (haz. Ayşegül Nadir), London 1986, tür.yer.; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, XIII, 104 vd.; Feridun Bey, Münşeât, II, 358-374; Selânikî, Târih (İpşirli), I, 161; II, 558; Âtıf Bey, Arâzî Kānûnnâme-i Hümâyûnu Şerhi, İstanbul 1319, s. 381-382 (121. madde); Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Kılavuzu, İstanbul 1938, I, vesika nr. 1 (Temliknâme); Spuler, İran Moğolları, s. 444; Muhammed Hamîdullah, el-Veŝâǿiķu’s-siyâsiyye, Beyrut 1405/1985, s. 134, 263, 269, 374, 532; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988, s. 32-33; Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara 1988, s. 449-451; a.mlf., Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, İstanbul 1990, I, 145-146; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, s. 99, 132, 137-138, 290; Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Ankara 2000, s. 271, 415; M. Abdülhay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâtîbü’l-idâriyye (trc. Ahmet Özel), İstanbul 2003, I, 269-271, 296-307; Pakalın, II, 613; III, 455.

Mehmet İpşirli