TECRÎDÜ’l-İ‘TİKĀD

(تجريد الاعتقاد)

Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (ö. 672/1274) kelâma dair eseri.

Kitabın adı mukaddimede Tecrîdü’l-iǾtiķād şeklinde kaydedilmiş (Âyetullah el-Mar‘aşî Kütüphanesi nüshasında Tecrîdü’l-Ǿaķāǿid [bk. Tecrîdü’l-iǾtiķād, neşredenin girişi, s. 96, 101]), daha çok Sünnî âlimleri arasında Tecrîdü’l-kelâm diye şöhret bulmuştur. Bazı nüshalarında Taĥrîrü’l-Ǿaķāǿid ismiyle zikredilmesi muhtemelen “tecrîd” kelimesinin yanlış yazılmasından kaynaklanmıştır (neşredenin girişi, s. 75). Otuz sayfalık bir risâle olan eser altı bölüm (maksad) halinde düzenlenmiş, bölümler de fasıllara ayrılmıştır. Genel konulara ayrılan birinci bölümde vücûd ve adem, mahiyet, illet-ma‘lûl bahislerine temas edilmektedir. Cevher ve arazlara dair ikinci bölümde ilk cevherler, cisimler, akl-i faal ve nefisten oluşan mücerret cevherler, arazlar konu edinilmekte, ayrıca beş duyu alanı ile kategorilere değinilmektedir. Allah’ın varlığı ve sıfatlarıyla ilgili üçüncü bölümde Allah’ın varlığına imkân delili çerçevesinde işaret edildikten sonra kudret, ilim, hayat, irade ve idrak sıfatları kısa ifadelerle ispat edilmekte, tenzîhî sıfatlar liste halinde verilmekte, bu arada rü’yetullahın vuku bulmayacağı belirtilmektedir. Ehl-i sünnet’e ait kelâm kaynaklarında “haberî” diye anılan yed, vech, kadem gibi sıfatlar tenzîhî-selbî grubu içinde zikredilmektedir. Ardından fiilî sıfatlara geçilmekte, burada kâinatın yaratılış ve işleyişinin insana yönelik bir amacının bulunduğu, fakat amacın bu sisteme ihtiyaç duyması anlamında Allah’a nisbet edilemeyeceği anlatılmakta, Mu‘tezilî bakış açısıyla irade, cebir, kazâ ve kader, hidayet ve idlâl, lutuf ve ivaz gibi konulara kısaca değinilmektedir. Dördüncü bölümde Cenâb-Hak tarafından peygamber gönderilmesinin lüzumuna ve faydalarına işaret edildikten sonra nebînin sıfatlarından, mûcize ve kerametten bahsedilmekte, ardından Resûlullah’ın en büyük mûcizesi olarak Kur’an’ın i‘câzına geçilmekte, ilâhî dinlerdeki hükümlerde neshin meydana geldiği ve Hz. Peygamber’in nübüvvetinin bütün insanları kapsadığı vurgulanmaktadır.

İmâmete ayrılan beşinci bölümde Hz. Peygamber’den sonra devlet başkanı olacak kişinin Allah tarafından belirlenmesinin gerekliliği üzerinde durulmakta, bu makama gelecek şahsın günahlardan


korunmuş, Resûlullah’tan sonra en faziletli insan vasfını taşımasının zarureti belirtilmekte, ardından Hz. Ali’nin imâmetine sünnetten, bazı âyetlerin işaretinden ve Ali’nin olağan üstü davranışlarından deliller getirilmektedir. Fiilen imâmete geçirilen ilk üç halifenin Câhiliye döneminde puta tapması yüzünden zulme bulaştığı ve bunun ilâhî bir emanet olan imâmetle bağdaşmadığı ileri sürülmektedir. Daha sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın hilâfet dönemlerinde -müellife göre- işledikleri hatalar zikredilmektedir. Beşinci bölümde Hz. Ali’ye gaybdan haber verme, “mûcize”ler gösterme, peygamberlere eşit bir konumda bulunma gibi özellikler nisbet edilmekte, on iki imamın diğer on birinin imâmetine dair mütevâtir naslar bulunduğu ve onların da mâsum kabul edildiği, Hz. Ali’ye karşı savaşanların kâfir, ona muhalefet edenlerin fâsık sayıldığı iddia edilmektedir. Altıncı bölümde müellif âlemin fâni oluşunu, cismanî ikinci bir âlemin meydana getirilmesinin aklen mümkün, naklen vâcip olduğunu kaydedip mükâfat, azap ve tövbe kavramlarını açıklamaktadır. Kabir azabının da aklen mümkün ve naklen sabit görüldüğünü, mîzan, sırat ve hesaba çekilme hususunun naslarda yer aldığını, cennetle cehennemin halen mevcut bulunduğunu zikretmektedir. Daha sonra iman, küfür, nifak ve fıskın tanımı yapılmakta, fâsıkın mümin niteliği taşıdığı söylenmekte ve eser emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münkerin kısa açıklamasıyla sona ermektedir.

Tecrîdü’l-iǾtiķād, İmâmiyye Şîası’nın akaid konularına ilişkin düşüncelerini felsefî açıdan ele alan ilk eserdir. Eserde “nas” anlamında “sem‘” kelimesi kullanılmışsa da imâmetle âhirete dair bölüm dışında âyet ve hadislere atıf yapılmamıştır. Muhtevanın yarısını oluşturan felsefî-mantıkî konularla imâmet bölümü nisbeten geniş tutulmuştur. Temel İslâmî ilimlerin yanı sıra felsefe ve astronomi alanında da önemli çalışmaları bulunan Nasîrüddîn-i Tûsî’nin imâmet konusunda duygusal davranması erken dönemlerden itibaren yadırganmıştır. Ekmeleddin el-Bâbertî’nin Tecrîdü’l-iǾtiķād’a yazdığı şerhin sonunda hocası Kutbüddîn-i Şîrâzî’den naklen belirttiğine göre onun döneminde Tecrîd metninin Tûsî’ye aidiyeti tartışılmış, Şîrâzî, Tûsî’nin oğlu Asîlüddin’e sormuş, o da imâmet bahsine kadar olan kısmı babasının kaleme aldığını, ardından gelen iki bölümünün İbnü’l-Mutahhar el-Hillî (ö. 726/1325) tarafından ilâve edildiğini söylemiştir. Ancak Taşköprizâde Kemâleddin Mehmed Efendi ile babası Ahmed Efendi âlimler çoğunluğunun kanaatine uyarak bu rivayeti benimsememiş ve Tûsî’nin kendisine yakışmayan başka davranışlarının da olduğuna işaret etmişlerdir (Mevzûâtü’l-ulûm, I, 344-345). Kitapta asıl akaid konularını oluşturan meselelerde anlaşılması güç çok kısa ifade veya işaretlerle yetinilmiştir. Tecrîdü’l-iǾtiķād’ın birçok yazma nüshasından 669 (1270) tarihli Tahran nüshasının müellife aidiyeti kuvvetle muhtemeldir (Tahran, Kitâbhâne-i Meclis-i Şûrâ; mikrofilmi Tahran Üniversitesi Ktp., nr. 5066). Köprülü Kütüphanesi ile (Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1589, vr. 121-126, istinsah tarihi 754 [1353]) Yezd Ali Ulûmî Kütüphanesi’nde (nr. 447, istinsah tarihi 859 [1455]; mikrofilmi Tahran Üniversitesi Ktp., nr. 5825) bulunan nüshalar da önemlidir (nüshaları ve baskıları için bk. Tecrîdü’l-iǾtiķād, neşredenin girişi, s. 76-78). Eserin ayrıca İstanbul’da on üçü Süleymaniye’de olmak üzere Nuruosmaniye, Beyazıt Devlet, Köprülü ve Râgıb Paşa kütüphanelerinde yirmi nüshası mevcuttur.

Şiî ve Sünnî âlimlerinin dikkatini çeken Tecrîdü’l-iǾtiķād üzerine şerh ve hâşiyeler yazılmıştır (Abdullah Muhammed el-Habeşî, I, 531-540). Bunlardan Keşfü’ž-žunûn’da kaydedilenlerin sayısı elli civarındadır. Tûsî’nin özellikle astronomi alanındaki çalışmalarıyla şöhret bulması, risâlenin açıklanmaya muhtaç şekilde veciz yazılması, Sünnî âlimlerinin eserde imâmet konusundaki tarafgir görüşleri eleştirme arzusu, şerh ve hâşiye yazarlarının kendi aralarında imâmet hususunda tartışmaya girmeleri eserin uzun zaman gündemde kalmasını sağlamıştır. Eserin şerhlerinden İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’nin Keşfü’l-murâd fî şerĥi Tecrîdi’l-iǾtiķād’ı (Bombay 1310; nşr. İbrâhim Mûsevî Zencânî, Beyrut 1399/1979; nşr. Hasan Hasanzâde Âmülî, Kum 1407; Âyetullah Ebü’l-Hasan Şa‘rânî’nin Farsça tercümesi, Tahran 1376), Şemseddin Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî’nin Teşyîdü’l-ķavâǾid fî şerĥi Tecrîdi’l-Ǿaķāǿid’i (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2276), Ali Kuşçu’nun eş-Şerĥu’l-cedîd Ǿale’t-Tecrîd’i (Tahran 1285; Tebriz 1301) ve Abdürrezzâk b. Ali el-Lâhîcî’nin Şevâriķu’l-ilhâm’ı (Tahran 1280) önemli kabul edilmektedir (Tecrîdü’l-iǾtiķād, neşredenin girişi, s. 79-81). Bunlardan Şemseddin el-İsfahânî’ye ait şerh eş-Şerĥu’l-ķadîm diye meşhur olmuş, eserde Tûsî’nin imâmet anlayışı eleştirilmiştir. eş-Şerĥu’l-ķadîm için de hâşiyeler kaleme alınmış, bunların arasında Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin Ĥâşiyetü’t-Tecrîd’i yaygınlık kazanmış ve özellikle Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ali Kuşçu’nun şerhi eş-Şerĥu’l-cedîd adıyla şöhret bulmuş, bununla ilgili birçok hâşiye ve ta‘likāt yazılmıştır. Celâleddin ed-Devvânî’nin telif ettiği hâşiyeye karşılık Mîr Sadreddîn-i Şîrâzî tarafından kaleme alınan ve eleştiriler içeren şerhe Devvânî cevap yazmış, Şîrâzî cevap mahiyetinde bir hâşiye daha yazmış, Devvânî’nin buna yönelik reddiyesine ise o sıralarda Şîrâzî vefat ettiğinden oğlu Mîr Gıyâseddin Mansûr karşılık vermiştir. Tecrîdü’l-iǾtiķād’ın muhtevasına dair ilmî tartışmaları Mîr Gıyâseddin Mansûr Muĥâkemât Ǿalâ şerĥi’t-Tecrîd’inde (DİA, XXX, 127) ve Osmanlı âlimlerinden Hâfız-ı Acem Muĥâkemetü’t-Tecrîd adlı eserinde değerlendirmiştir (a.g.e., XV, 82-83).

BİBLİYOGRAFYA:

Nasîrüddîn-i Tûsî, Tecrîdü’l-iǾtiķād (nşr. M. Cevâd Hüseynî), Kum 1407, tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 41, 71-97, 101; Taşköprizâde, Mevzûâtü’l-ulûm, I, 344-345; Keşfü’ž-žunûn, I, 346-351; Serkîs, MuǾcem, II, 1250-1251; Îżâĥu’l-meknûn, I, 228; Abdullah Muhammed el-Habeşî, CâmiǾu’ş-şürûĥ ve’l-ĥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, I, 531-540; Metin Yurdagür, Bibliyografik Bir Kelâm Tarihi Denemesi, İstanbul 1989, s. 57-59; Mustafa Sait Yazıcıoğlu, “XV. ve XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreselerinde İlm-i Kelâm Öğretimi ve Genel Eğitim İçindeki Yeri”, AÜ İlâhiyat Fakültesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, IV, Ankara 1980, s. 276-277; M. Hüseyin Rûhânî, “Tecrîdü’l-kelâm fî şerĥi Ǿaķāyidi’l-İslâm”, DMT, IV, 119; Ömer Faruk Akün, “Hâfız-ı Acem”, DİA, XV, 82-83; H. Daiber, “al-Ŧūsī, Naśīr al-Dīn”, EI² (İng.), X, 748, 749; Rıza Muhammedzâde, “Tecrîdü’l-iǾtiķād”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tahran 1380/2002, VI, 577-579; Ahad Ferâmerz Karamelikî, “Tecrîdü’l-iǾtiķād”, DMBİ, XIV, 579-582.

Bekir Topaloğlu