TECESSÜS

(التجسّـس)

Bir kimsenin öğrenilmesini istemediği özel durumunu merak etme, araştırıp soruşturma anlamında ahlâk terimi.

Sözlükte “araştırmak, dikkatle bakmak” anlamındaki cess kökünden türeyen tecessüs “gözetlemek, bir haberi araştırmak, iyice öğrenmek” demektir. Ahlâk terimi olarak bir kimsenin özel durumunu merak edip öğrenmek için onun bilgisi ve rızası dışında gizlice araştırma yapmayı ifade eder. Düşmanın sırlarını öğrenip bilgi sızdıran kişiye câsûs denir. Tecessüs kavramı her türlü gizli bilgi edinme çabasını içerirse de kaynaklarda daha çok kötü maksatlı araştırmalar hakkında kullanıldığı belirtilir. Hiss kökünden türeyen tahassüs kelimesi de “gizli konuşulanları dinleme, kulak kabartma, bilgi toplama” gibi anlamlara gelmekle birlikte tecessüsün özellikle gizli kalması istenen bir duruma vâkıf olmak için kötü niyetle araştırmayı, tahassüsün ise bir konuda haber toplamaya çalışmayı ifade ettiği, ilkinin kendi adına, ikincisinin başkası adına yapılan araştırmayı belirttiği veya ikisinin aynı mânada olduğu yolunda açıklamalar yapılmaktadır (Lisânü’l-ǾArab, “css” md.; İbnü’l-Esîr, I, 272; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, V, 75).

Kur’ân-ı Kerîm’de tecessüs ve tahassüs masdarlarından birer fiil bulunmakta olup ilkinde (el-Hucurât 49/12) suizan ve gıybetle birlikte tecessüs de yasaklanmış, ikincisinde (Yûsuf 12/87) Hz. Ya‘kūb’un Yûsuf’u ve kardeşini aramak için Mısır’a gönderdiği oğullarına verdiği tâlimat içinde, “Yûsuf ve kardeşiyle ilgili bilgi toplayın” şeklinde bir cümle yer almıştır. Tahassüs kavramının burada iyi niyetle bilgi toplamayı ifade ettiği görülmektedir. Buna karşılık Hucurât sûresindeki tecessüsten insanların gizli kalmasını istedikleri hallerine vâkıf olmak için yapılan kötü niyetli araştırma eylemi kastedilmiştir. Taberî bu âyetteki “velâ tecessesû” ifadesini, “Birbirinizin gizli hallerini gözetlemeyin, kusurlarını ortaya dökmek amacıyla sırlarını araştırmayın. İnsanların bilmediğiniz sırlarını bırakın da görülebilen durumuyla ilgilenin, onları bununla övün veya kınayın” şeklinde yorumlamıştır (CâmiǾu’l-beyân, XI, 394-395). İslâmî edep ve ahlâkın başlıca kurallarının yer aldığı Hucurât sûresinin 9-12. âyetlerinde müslümanlar arasında baş


gösterecek ihtilâf ve çatışmaları gidermenin toplumsal bir görev sayıldığına işaret edilerek, “Müminler ancak kardeştir” buyurulmuş, ardından insanların alaya alınması, aşağılanması, onlara çirkin lakap takılması, suizanda bulunulması, gıybet yapılması ve gizli kusurlarının araştırılması kesin bir dille yasaklanmış, bu davranışların müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarının kopmasına, toplumsal barışın bozulmasına yol açan yıkıcı davranışlar niteliği taşıdığına dikkat çekilmiştir. 13. âyette ise aslında bütün insanların ortak bir soydan geldikleri, dolayısıyla eşit sayıldıkları vurgulandıktan sonra Allah katında yegâne değer ölçüsünün takvâ olduğu bildirilmiştir.

Tecessüs ve tahassüs kavramları hadislerde de geçmekte, bu hadislerde müslümanların birbiri hakkında suizanda bulunması, benlik çekişmesine girişmesi, birbirine haset etmesi, kin duyguları beslemesi, sırt çevirmesi, birbirinden kopması gibi kardeşlik bağlarına zarar veren davranışların yanında birbirinin kusurlarını gizlice araştırıp bilgi toplaması ve konuşulanları izinsiz dinlemesi yasaklanmış ve, “Ey Allah’ın kulları! Rabbinizin emrine uyarak kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir; ona haksızlık etmez, onu aşağılamaz, küçük düşürmez” buyurulmuştur (Buhârî, “Edeb”, 57, 58; Müslim, “Birr”, 27, 30; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 37, 49). Bazı rivayetlerde Resûl-i Ekrem’in bu sözlerin ardından göğsünü işaret ederek iki defa, “Takvâ işte buradadır” dediği, ayrıca, “Bir insana kötülük olarak müslüman kardeşini küçük düşürmesi yeter. Bir müslümanın diğer bir müslümanın kanına, malına, namus ve şerefine zarar vermesi haramdır. Allah sizin bedenlerinize, görünüşlerinize, mallarınıza değil kalplerinize bakar” buyurduğu kaydedilir (Müsned, II, 277, 285, 360; IV, 66, 69; Buhârî, “İkrâh”, 7; Müslim, “Birr”, 32). Sıkça geçen bazı hadislerde (Wensinck, el-MuǾcem, “Ǿavr” md.), bir kimsenin insanların gizli halleriyle ilgili bilgileri saklaması durumunda Allah’ın da kıyamet gününde onun kusurlarını saklı tutacağı, buna karşılık insanların özel hayatıyla ilgili bildiklerini etrafa yayanların kıyamet gününde gizli kötülüklerinin açığa çıkarılıp kendilerinin rezil edileceği belirtilmiştir. İnsanların mahremiyetine saygı duymanın gerekliliği diğer bir hadiste şöyle ifade edilmiştir: “Bir kimseye başkasının evinin içine bakması helâl değildir” (Tirmizî, “Śalât”, 148; ayrıca bk. Wensinck, el-MuǾcem, “Ǿavr” md.). Gazzâlî, İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn’in dostluk ve kardeşlik konularını ele aldığı bölümünde insanların özel hallerini merak edip araştırmaktan, bu konularda sorular sormaktan kaçınmayı müslümanlar arasında gözetilmesi gereken başlıca haklar arasında zikreder. Erdemli bir mümin zihninde kardeşinin güzel yönlerini saklar, böylece gönlünde ona karşı sevgi ve saygı duyguları gelişir. Zira suizannın haram kılınmasının sebebi insanı kardeşi hakkında olumsuz duygu ve eylemlere yönlendirmesidir. İnsan kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe tam iman etmiş sayılmaz. İnsan kendi kusurlarını gizlediği gibi kardeşinin kusurlarını da gizlemelidir. Çünkü kendisi ne ise kardeşi de odur, onlar bir tek kişi gibidir, sadece bedenleri ayrıdır ve işte kardeşliğin hakikati budur (İĥyâǿ, II, 176-179).

Tecessüs kamu yönetimiyle ilgili bir kavram olarak da ele alınmıştır. Harâitî’nin kaydettiği (Mekârimü’l-aħlâķ, s. 152; benzer bir rivayet için bk. Abdürrezzâk es-San‘ânî, X, 232), sonraki kaynaklarda sıkça zikredilen (meselâ bk. İbn Kesîr, VII, 357-358; Âlûsî, XXVI, 157) bir rivayette Hz. Ömer’in Medine sokaklarında dolaşırken bazı seslerin duyulduğu bir evin duvarından atlayarak içeri girdiği, evde içki âlemi yapıldığını görünce ev sahibine çıkıştığı, buna karşılık ev sahibinin Hz. Ömer’e tecessüsü yasaklayan (el-Hucurût 49/12), evlere kapılarından girmeyi emreden (el-Bakara 2/189) ve içeridekilere selâm verip izin almadan evlere girilemeyeceğini bildiren (en-Nûr 24/27) âyetleri hatırlattıktan sonra, “Buna göre ben bir günah işledim, sen üç günah işledin” dediği, bunun üzerine Ömer’in özür dileyip oradan ayrıldığı belirtilmektedir. Bu rivayet, resmî görevlilerin de -bir zaruret olmadıkça- insanların özel hayatlarını kontrol edemeyeceğine delil gösterilir. Nitekim Gazzâlî, muhtesibin yetkilerini kullanabilmesinin şartlarını sıralarken bir kötülüğün soruşturma konusu edilebilmesi için tecessüs yoluyla açığa çıkarılmadan apaçık görünmesi gerektiğini, bir kimsenin evinin kapısını kapaması halinde kötü bir iş yaptığı kuşkusuyla muhtesibin içeriyi gözetlemesinin câiz olmadığını söyler ve Hz. Ömer’le ilgili rivayeti nakleder. “Müslümanların gizli hallerini araştırmaya çalışırsan onların huzurunun bozulmasına yol açarsın” meâlindeki hadisin de (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 37) bilhassa yöneticilere yönelik bir uyarı olduğu belirtilmekte (Vâî, XXXI [1417/1997], s. 201), bu uyarıda yöneticilerin kendi halkını izletmesinin toplumda doğuracağı güvensizlik ve huzursuzluğa işaret edildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Hz. Ömer bir konuşmasında insanları âşikâre yaptıklarına bakarak değerlendireceklerini, saklı tuttukları işlerin Allah ile kendi aralarında kalacağını ifade etmiştir (Buhârî, “Şehâdât”, 5).

Devletin yaptığı gizli denetleme, dinleme ve izlemeler konusunu inceleyen İslâm âlimlerinin dünyevî meselelerde zâhire göre hükmedileceği, gizli hallere dair hükmün ise Allah’a ait olduğu hususunda ittifak ettikleri belirtilmektedir (a.g.e., XXXI [1417/1997], s. 189). Buna göre özel hayatın gizliliği bir haktır; insanların özel hallerini kendilerinin dışarı vurması veya gizledikleri şeylerin aleniyet kazanması gibi durumlar dışında bu hak ihlâl edilemez (Gazzâlî, II, 176; Armağan, VI/3-4 [1966], s. 147, 151-152). Bununla birlikte gizli yapılan işlerin bireyler ve toplum aleyhine ciddi zararlar doğuracak bir nitelik taşıdığına dair başka yollardan edinilen bilgiler ve güçlü karînelerin bulunması yahut gizli bilgi edinme çabalarının ülke güvenliğiyle ilgili olması durumunda gizli bilgi edinme faaliyetleri haram sayılmaz. Nitekim bir hadiste, “Meclisler emanettir (buralarda konuşulan ve yapılanlar mahfuzdur); ancak haksız yere kan akıtılan, gayri meşrû ilişkilerin kurulduğu veya insanların mallarının yasa dışı yollarla yenildiği yerler bunun dışındadır” buyurulmuştur (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 32; Tirmizî, “Birr”, 39). Burada sıralanan fiiller birer örnek olup bu tür kötülüklerle mücadele edilmesi emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker ilkesinin bir gereğidir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, I, 272; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “beyt”, “css” md.leri; Wensinck, el-MuǾcem, “css” md.; Müsned, II, 277, 285, 360; IV, 66, 69; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, X, 231-232; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, XI, 394-395; Harâitî, Mekârimü’l-aħlâķ ve meǾâlîhâ ve maĥmûdi ŧarâǿiķıhâ (nşr. Eymen Abdülcâbir el-Buhayrî), Kahire 1419/1999, s. 143-152; Gazzâlî, İĥyâǿ, II, 176-179, 325; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, VII, 357-358; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1991, V, 75; a.mlf., Neylü’l-evŧâr, VII, 29-31; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, XXVI, 157; Servet Armağan, “İslâm Hukukunda Özel Hayatın Gizliliği (Mahfuziyeti)”, İTED, VI/3-4 (1966), s. 141-168; Tevfîk Yûsuf el-Vâî, “et-Tecessüs ve ifşâǿü’l-esrâr beyne’l-ĥilli ve’l-ĥurmeh”, Mecelletü’ş-ŞerîǾa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, XXXI, Küveyt 1417/1997, s. 157-220.

Mustafa Çağrıcı