TEBLİĞ

(التبليغ)

İmamın tekbir ve zikirlerinin cemaate duyurulması anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte “bir şeyi veya bir haberi ulaştırmak” anlamındaki teblîğ kelâm ilminde “peygamberlerin yükümlü olduğu tebliğ görevi, onların vahiy yoluyla aldıkları bilgiyi insanlara ulaştırması” demektir (bk. DA‘VET; PEYGAMBER). Bir kimsenin irade beyanını diğer bir kimseye tebliğ etmeye fıkıhta “risâlet” adı verilmektedir. Cemaatle kılınan namazlarda imamın aldığı tekbir, verdiği selâm gibi zikirlerin müezzin veya bir başkası tarafından cemaate duyurulmasına da tebliğ, bu görevi yerine getirene mübelliğ denilir. Bu mânayı ifade etmek üzere tesmî‘ (duyurmak) ve müsemmi‘ (duyuran) terimleri Mâlikî fakihlerince kullanılmıştır. Hz. Peygamber son hastalığında imamlık yaparken Ebû Bekir onun aldığı tekbirleri yükses sesle cemaate duyurmuştur (Buhârî, “Eźân”, 67; Müslim, “Śalât”, 96). İmamın sesini cemaate duyuracak şekilde yükseltmesi gerekmekle birlikte sesinin zayıflığı veya cemaatin çokluğu gibi sebeplerle ses cemaate ulaşmıyorsa müezzin veya cemaatten bir kişi bu görevi üstlenir. İhtiyaca göre birden çok kişi de mübelliğ olabilir. Tebliğin cevâzı hususunda icmâ bulunduğu ifade edilmiştir. Ancak Mâlikî mezhebinde tebliğin câiz olmadığı, gerek mübelliğin gerekse ona uyanın namazının bâtıl olacağı yönünde tercih edilmeyen görüşler vardır. Mâlikîler’in çoğunluğu cumhurla birlikte tebliği câiz görmekte, bazı Mâlikîler ise imamın iznini şart koşmaktadır (ayrıca bk. İKTİDÂ).

Hanefî ve Şâfiîler’e göre imam iftitah tekbirini alırken namaza başlamaya ve bunu cemaate duyurmaya niyet etmelidir; yalnız cemaate duyurma niyetiyle tekbir alırsa namaz sahih olmaz. Aynı şekilde


mübelliğin de hem namaza hem tebliğe niyet etmesi gerekir; yalnız tebliğe niyet ederse ne kendisinin ne de cemaatin namazı sahih olur; çünkü cemaat bu durumda namazı sahih olmayan bir kişiye uymuştur. Bunun sebebi iftitah tekbirinin şart ya da rükün sayılmasıdır. Tesmî‘ (semiallāhü li-men hamideh) ve tahmîd (rabbenâ leke’l-hamd) ifadeleriyle intikal tekbirlerinin imam ya da mübelliğ tarafından zikir niyeti bulunmadan yalnız cemaate duyurma amacıyla söylenmesi namazın fesadına yol açmaz; zira namazda olduğunu başkasına bildirmek için “sübhânellah” denilmesi örneğinde görüldüğü gibi cemaate veya başkasına bir şey bildirme kastı doğrudan namazı bozan bir husus değildir. Burada terkedilen şey zikir kastıdır. İftitah tekbiri dışındaki tekbirlerle tesmî‘ ve tahmîdin tamamen terkedilmesi bile namazı bozmadığına göre bu lafızların zikir kastı olmadan söylenmesi de namazı bozmaz. Mâlikîler’e göre mübelliğ yalnız cemaate duyurma niyetiyle bu zikirleri yerine getirse de namaz sahihtir. Hatta Mâlikîler’in bir kısmına göre mübelliğ çocuk, kadın veya abdestsiz bir kişi de olabilir, çünkü mübelliğ imamın kıldırdığı namazı gösteren bir alâmet hükmündedir. Mâzerî ve Lekānî bu görüşü tercih etmiştir. Mâlikîler’in diğer bir kısmına göre mübelliğ imamın nâibi ve vekili konumunda bulunduğundan onda da imamda aranan şartlar aranır. Öte yandan mübelliğin tekbir ve tahmîd lafızlarını teganniye kaçarak düzgün söylememesi ve ihtiyaçtan fazla sesini yükseltmesi mekruhtur. Tahâvî’den gelen bir rivayette imamın sesi cemaate ulaştığı halde mübelliğlik yapan kişinin namazının bozulacağı söylenmişse de bu naklin doğru olmadığı bildirilmiştir. İbnü’l-Hümâm gibi bazı Hanefî fakihleri, gösteriş amacıyla lafızları bozarak ve gereğinden fazla yüksek sesle yapılan tebliğin namazı fâsid kılacağını belirtmiş ve İbn Âbidîn de bu görüşü tercih etmiştir. Bu konuda Ahmed b. Muhammed el-Hamevî’nin el-Ķavlü’l-belîġ fî ĥükmi’t-teblîġ ve İbn Âbidîn’in Tenbîhü źevi’l-efhâm fî aĥkâmi’t-teblîġ ħalfe’l-imâm adlı risâleleri bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hazm, el-Muĥallâ, III, 59; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî - Abdülfettâh M. el-Hulv), Kahire 1406/1986, II, 171; Nevevî, el-MecmûǾ, III, 353; a.mlf., Şerĥu Müslim, IV, 144; Şehâbeddin el-Karâfî, eź-Źaħîre (nşr. Muhammed Haccî), Beyrut 1994, II, 258-259; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Hatîb), II, 204; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr, I, 370-371; Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, Beyrut 1398, II, 121; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, I, 196; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 337; Şevkânî, Neylü’l-evŧâr, II, 271; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), I, 475; a.mlf., MecmûǾatü resâǿili İbn Âbidîn, [baskı yeri ve tarihi yok] (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), I, 138-149; “Teblîġ”, Mv.F, X, 116-119.

Mehmet Boynukalın