TEÂLÂ

(تعالى)

Allah’a nisbet edilen bir tâzim ifadesi.

Sözlükte “yükselmek, bir şeyin üstünde bulunmak, şeref ve kudret sahibi olmak” anlamındaki ulüv (alâ’) kökünden türeyen ve fi’l-i mâzî olan teâlâ, daha ziyade Allah lafzının ve Hak gibi ilâhî isimlerin geçtiği yerlerde tâzim amacıyla kullanılmakta olup “şan, şeref ve hükümranlığı yüce olsun” mânasına gelir; bu bağlamda “kendi konumunun üstünde başka bir konumun bulunmaması” demektir. Karşıtı “aşağıda bulunmak” anlamındaki süfüldür. Ulüv Allah’ın her yönüyle yüceliğinin anlaşılıp ifade edilmekten münezzeh olduğunu belirtir.

Teâlâ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de tamamı Mekkî olan sûrelerde on dört âyette geçmekte ve bunlarda Cenâb-ı Hakk’ın kendisine karşı şirk koşma, eş, evlât vb. vasıflar nisbet etme gibi şeylerden münezzeh bulunduğu ifade edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “teǾâlâ” md.). Bu âyetlerde teâlânın tâzimin yanı sıra tenzihi de vurguladığı dikkat çekmektedir. Yedi âyette “sübhâne” ve teâlâ kelimeleri birlikte kullanılarak Cenâb-ı Hak her türlü acz ve noksanlıktan tenzih edilmektedir. En‘âm sûresindeki âyette (6/100) müşriklerin Allah’a çocuk, ortak, acz ve noksanlık isnat ettikleri belirtildikten sonra O’nun bunlardan uzak olduğunu bildirmek üzere zikredilen “sübhânehû ve teâlâ” terkibinin “maâzallah” (Allah’a sığınırım) anlamına geldiği kaydedilmektedir (Mâtürîdî, V, 162). Burada Cenâb-ı Hakk’a mecazen yükseklik izâfe edildiği ve O’nun noksanlıklardan tenzihinin yüksekliğe benzetildiği kabul edilmektedir. Zira yere/aşağıya atılan kirli şeylerin yüksekte olana bulaşması söz konusu değildir (İbn Âşûr, VII, 409). Diğer taraftan Allah’ı tenzihte sübhâne ile birlikte teâlânın da kullanılması bu ikisinin farklı anlamlar taşıdığı biçiminde yorumlanmıştır. Nitekim Fahreddin er-Râzî’ye göre sübhâne ile kulların Allah’ı her türlü acz ve noksanlıktan tenzih ettiği belirtilirken teâlâ ile O’nun yüceliği anlatılmaktadır (Mefâtîĥu’l-ġayb, XIII, 117; krş. Ebû Hayyân, IV, 194).

Hadislerde teâlâ kelimesi genellikle tâzim, dua ve niyaz bağlamında geçmektedir. Namazda iftitah tekbirinden sonra okunan Sübhâneke’nin “ve teâlâ ceddüke” cümlesi (Müslim, “Śalât”, 52; Tirmizî, “Mevâķīt”, 65; Nesâî, “İftitâĥ”, 18) “azametin yücedir” anlamına gelmektedir. Hz. Hasan’ın Resûlullah’tan rivayet ettiği, namazda okunması istenen bir duada da “teâleyte” (sen yücesin) sözü yer almaktadır (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 119, 120, “Vitr”, 5; Nesâî, “İftitâĥ”, 17). Gerek Kur’an’da geçen gerekse hadislerden verilen örneklerde bulunan teâlâ ifadesi, tâzim ve tenzih bildirmekle beraber Allah’ın isimlerinden sonra zikredildiği yaygın kullanılışından biçim olarak farklıdır; bununla birlikte bu


şekilde geçtiği bazı örneklere de (yekūlü’llâhu teâlâ) rastlanmaktadır (Müsned, IV, 7; Buhârî, “Tevĥîd”, 15; İbn Mâce, “Edeb”, 58).

Tebâreke kelimesi de teâlâ ile birlikte veya tek başına tâzim ve dua amacıyla kullanılmaktadır. Sözlükte “kişinin bir yerde durup bir işi yapmakta devam etmesi” anlamındaki bürûk kökünden türeyen ve “tefâul” kalıbından fi’l-i mâzî olan tebâreke “hayır, lutuf ve ihsanı her ölçünün üstünde olan, zâtında ve sıfatlarında yüce ve münezzeh olan” demektir. “Yaratılmışlık özelliklerinden münezzeh bulunan” mânasındaki “tekaddese”, “kusur ve ayıplardan uzak olan” anlamındaki “tenezzehe” de Allah’ın isimlerinden sonra teâlâ ile birlikte ya da ayrı şekilde kullanılmaktadır. Bunun yanında benzer fonksiyona sahip başka ifadeler de bulunmaktadır. “Celle celâluh” (azamet sahibi, kadrü kıymeti en yüce olan), “celle şânuh” (şanı yüce olan), “celle ve alâ” (azametli ve yüce olan), “azze ve celle” (daima galip, izzet ve azamet sahibi) bunlardan bazılarıdır. İslâmî edebin gereği kabul edilen bu ifadeler Allah’ın ismini anan müminlerin O’na karşı duydukları içten saygıyı yansıtmaktadır. Teâlâ Allah lafzıyla birlikte (teâla’llah) beğenilen bir şey karşısında “mâşallah, ne güzel!” anlamında da kullanılır. “Teâla’llāh yâ hannân ki zâtına zevâl olmaz/Yüce sultân yâ mennân nüzûle intikāl olmaz” mısraları buna örnek gösterilebilir (Ümmî Sinan Divanı, s. 1).

BİBLİYOGRAYFA :

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿalâ”, “brk” md.leri; Lisânü’l-ǾArab, “Ǿalv” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “Ǿalv” md.; Müsned, IV, 7; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Ertuğrul Boynukalın), İstanbul 2006, V, 162-163; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XIII, 117; XXII, 121; Ebû Hayyân el-Endelüsî, el-Baĥrü’l-muĥîŧ [baskı yeri yok], 1403/1983 (Dârü’l-fikr), IV, 194; Ümmî Sinan Divanı: İnceleme-metin (haz. A. Azmi Bilgin), İstanbul 2000, s. 1; M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, VII, 409; Suat Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 134-139.

Hatice Kelpetin Arpaguş