TÂZİYE

(التعزية)

Hz. Hüseyin ile yakınlarının Kerbelâ’da şehid edilmesini konu alan temsilî gösteriler için İmâmiyye Şîası arasında kullanılan bir terim.

Sözlükte “başa gelene sabretmek” anlamındaki azâ’ kökünden türeyen ta‘ziye “bir kimseyi sabır ve tahammüle teşvik etmek, acılarını paylaşmak” demektir. Terim olarak özellikle İran Şîası arasında Hz. Hüseyin’le beraberindekilerin Kerbelâ’da şehid edilmesi münasebetiyle muharrem ayının ilk on günü içinde icra edilen matem merasimlerini ifade eder. Aslında tâziye matemlerin son safhası olmakla birlikte genelde muharrem ayında devam eden merasimler bu şekilde adlandırılmış veya şebîh diye anılmıştır. İran’da dinî mahiyetteki olayları anmak için komşuluk ve yakınlık esasına dayanan ve “hey’et” diye isimlendirilen bazı gruplar bir din âlimiyle birlikte toplanırlar. Bu toplantılarda çoğu zaman, Hz. Hüseyin ile beraberindekilerin Kerbelâ’da Emevî kuvvetleriyle mücadeleleri sırasında mâruz kaldıkları ıstırapları ve neticede şehâdetlerini ele alan, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin Ravżatü’ş-şühedâǿ adlı eseri okunur. Bu esnasında dinleyenlerin bir kısmı ellerini ritmik hareketlerle göğüslerine vururlar, okuma ilerleyip belirli bir safhaya gelince diğerleri de duydukları acıyı yüksek sesle terennüm ederler. Bu toplantılar evde yahut camide veya bu iş için özel olarak inşa edilen ve “hüseyniyye” denilen mekânlarda yapılır. Sokak ve çarşılarda icra edilen merasimde Hz. Hüseyin’in temsilî tabutu taşınır; “nakil” denilen bu merasim esnasında tabut taşınırken Hüseyin’le ilgili na‘tlar ve mersiyeler okunur. Merasim sona erince tabut defnedilir. Bu sırada halkın hemen her zümresini temsil eden gruplar şişler, zincirler ve hançerlerle baş, sırt ve göğüslerini kan akıncaya kadar ritmik hareketlerle döverler. Bunlardan göğüslerine vuranlar “sînezen”, başlarına vuranlar “serzen”, zincirlerle sırtlarına vuranlar “zencirzen” diye adlandırılır. Hindistan’daki Şiîler merasimleri icra ettikten sonra temsilî tabutu defnederken sahillerdeki Şiîler tabutu denize atarlar.

İran’da Safevîler ve Kaçarlar döneminde geliştirilip Irak ve Güney Lübnan gibi Şiî nüfusun bulunduğu yerlere de intikal eden tâziye Kerbelâ faciasının sunumundan ibarettir. 61 yılı Muharrem ayının


altıncı gününden (6 Ekim 680) itibaren Emevî ordusunda iken Hz. Hüseyin tarafına geçen Hür b. Yezîd’in, yedinci gün Hz. Hüseyin’in damadı Kāsım’ın, sekizinci gün büyük oğlu Ali Ekber’in, dokuzuncu gün üvey kardeşi Abbas’ın ve onuncu gün bütün taraftarlarıyla birlikte Hz. Hüseyin’in şehâdeti tâziye merasimlerinde dramatik bir sahne eseri şeklinde ortaya konulur. Bazan onuncu günden sonra da merasimler devam eder. Bu merasimlerde Hüseyin’in eşlerinin ve çocuklarının Kerbelâ’dan alınıp Şam’da Yezîd b. Muâviye’ye götürülmesi olayı da işlenir.

Büveyhîler dönemine kadar götürülen tâziye gösterileri önceleri umumi yolların kesiştiği mahallerde, çarşılarda ve geniş meydanlarda yapılırken daha sonra birçoğu geçici olarak kurulan, muharrem mateminin ardından safer ayındaki toplantıların da gerçekleştirilmesini takiben sökülüp kaldırılan, hüseyniyye veya “tekye” adı verilen özel mekânlarda icra edilmeye başlanmıştır. Bunların bir kısmı devlet tarafından, çoğu halkın yardımlarıyla inşa edilmiştir. Tâziye için devletin yaptırdığı en meşhur bina, Kaçar Hükümdarı Nâsırüddin Şah tarafından Tekye-i Devlet adıyla 1870’lerde Tahran’da inşa edilmiştir. Pek çok tâziyenin temsil edildiği bu bina 1946 yılında yıkılmıştır.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında İran’ın birçok şehir ve kasabasında çok sayıda tekye yapılmışsa da belirli bir tekye mimarisi geliştirilememiştir. Bununla birlikte hemen hepsinde ortak olan özellik oyuncularla seyirciler arasında herhangi bir engelin bulunmamasıdır. Bu da oyuncularla seyirciler arasında etkileşimi kolaylaştırmaktadır. Tâziyenin icra edileceği mekânın ortasında yuvarlak veya dikdörtgen biçiminde yüksekçe bir mekân bulunur. Bunun etrafı Kerbelâ’yı andırması için genişçe bir kum şeridiyle çevrilir, burası yaya veya at üstünde yapılacak savaş gösterileri için kullanılır. Sahne dekoru oldukça basit, yerleşim ise Kerbelâ çölünün soğukluğunu ve haraplığını ortaya koyacak tarzdadır. Sahne donanımı genelde bir kuyu, Fırat nehrini temsilen içinde su bulunan bir oluk ve birkaç hurma ağacından ibarettir. Sahneden başlayan hareketler kumlarla çevrili mekâna kadar uzanır. Tekye-i Devlet başta olmak üzere tekyelerde rol alan görevlilerden Hz. Hüseyin’i ve beraberindekileri temsil edenlerin elbiseleri cennete işaret ettiğine inanılan yeşil, onları katledenlerin elbiseleri ise zulmü ve cehennemi anlatan kırmızı renktedir. Kadın rolünü üstlenen erkekler vücutlarını baştan ayağa kapatan torba gibi siyah elbiseler giyerler, yüzlerini de peçe ile kapatırlar. Tâziyede her iki tarafın söylediği sözler manzumdur. Bu arada mûsiki icra eden hânendelere davul, trampet ve ney gibi aletleri çalan sâzendeler refakat eder. Omuzlarına kefeni temsilen beyaz bir örtü atan kahramanın görünmesi onun biraz sonra şehid olacağı ve merasimin sona ereceği anlamına gelir.

Tâziye gösterileri, geriye dönüşü anlatan ritüeller konumunda bulunduğu gerekçesiyle 1930’larda Rızâ Şah Pehlevî tarafından şehirlerde yasaklanmıştır. Bu sebeple merasimler kırsal bölgelerde devam etmiş, ancak buraların imkânları sınırlı olduğundan tâziye geleneği tamamen ortadan kalkma noktasına gelmiştir. 1979’da Pehlevî idaresinin yıkılmasıyla birlikte gerek tâziye gerekse diğer matem ritüelleri İran İslâm İnkılâbı’nın yerleşmesi için yardımcı birer unsur kabul edilerek destek görmüştür. 1980-1988 Irak-İran savaşında tâziyeden geniş ölçüde faydalanıldığı bilinmektedir. Günümüzde tâziye faaliyetleri bir toplum geleneği halinde devam ettirilmekte, oyuncular geçimlerini gösterilerden elde ettikleri gelirlerle sağlamaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Kāmus Tercümesi, IV, 1073-1074; Rypka, HIL, s. 682-685; Moojan Momen, An Introduction to Shī‘ī Islam, New Haven-London 1985, s. 238-245; Attârî, “TaǾziye”, Ferhengnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1381 hş., II, 374-379; M. Hasan Recâî, “TaǾziye ve TaǾziyeħânî”, Râhnümâ-yı Kitâb, XVIII/1-3, Tahran 1356 hş., s. 97; Rızâ Hâkî, “TaǾziyehâ ve TaǾziyenâmehâ”, Îrânnâme, IX/2, Bethesda 1370/1991, s. 254-263; P. Chelkowski, “Hengâmî ki ne Zemân Zemân est ve ne Mekân Mekân: TaǾziye-i İmâm Ĥüseyn”, a.e., IX/2 (1991), s. 212-222; a.mlf., “TaǾziya”, EI² (İng.), X, 406-408; a.mlf., “TaǾzia”, EIr., XIV, 358-360; a.mlf., “TaǾziyah”, Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic World (ed. J. L. Esposito), Oxford 1995, IV, 200-202; Dâvûd Hâtemî, “TaǾziye”, DMT, IV, 440-449; Ali Bölûkbâşî, “TaǾziye”, DMBİ, XV, 590-593; Sâdık Hümâyûnî - Mahmûd Sabâhî, “TaǾziye”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tahran 1382 hş./2003, VII, 511-519.

Mustafa Öz