TAŞ BASMASI

Taş kalıplarla yapılan baskı ve bu teknikle basılmış eser.

Grekçe lithos (taş) ve graphein (yazmak) kelimelerinden oluşan litografya (İt. lithographia)/litografi (Fr. lithographie) Türkçe’de taşbaskı ile (taş baskısı) karşılanmıştır. Baskılar, kireç taşından hazırlanan levhaların yüzeyine yağlı mürekkeple yazılan yazı, şekil ve resimlerin basılıp birtakım teknik işlemlerden geçirilmesiyle elde edilir. Mekanik baskı makinelerinin aksine burada kimyasal işlem öne çıkar. Siyah-beyaz dışında çeşitli renklerdeki çizimler ve çizimsiz kısımlar aynı seviyede ve düz yüzeylidir, bu sebeple “düz yüzeyli baskı” tabiri oluşmuştur. Taş yerine metal kullanıldığı zaman da basım tekniği aynı isimle anılır (Krause, s. 1). Taş baskısı modern ofset basımının başlangıcı kabul edilir.

Çek asıllı bir Bavyeralı olan Johann Alois Senefelder litografyanın mûcidi kabul edilir. 1818’de bu baskı tekniğiyle ilgili kaleme aldığı kitabı konu hakkında etraflı bilgiler veren ilk eserdir. Eserde bu teknik için ilk defa litografya tanımlamasını kullanır. Senefelder, kendisi gibi müzikle ilgilenen ve notaların daha güzel basımı için yeni yollar arayan Franz Gleissner ile birlikte ilk deneme olarak taşa basılı notalardan 120 adet bastılar (1795). Bunların büyük çoğunluğunun hemen satılması yeni teknolojiye ekonomik bir boyut kazandırdı. Senefelder ilk imtiyaz beratını Bavyera’da 1799’da aldı ve Münih’te kurduğu litografi matbaasında müzik notaları basımına girişti. Taş basmacılığı, XIX. yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında görsel sanat ve resimli kitapların üretiminde gelişimini tamamlayarak eğitim alanında önemli bir işlev görmek üzere kısa zamanda bütün Avrupa’da yaygınlık kazandı (a.g.e., s. 11).

Taş baskıcılığı Osmanlı ülkesine Henri Cayol tarafından getirildi. Fransa’da hukuk tahsili almış olmasına rağmen resme ve el yazmalarına düşkünlüğü, ayrıca yeteneği sayesinde bu sanatı öğrenen Cayol, Doğu dillerine ve arkeolojiye duyduğu merak dolayısıyla kendisi gibi taş basmacılığını bilen yeğeni Jacques Caillol ile beraber Doğu seyahatine çıktı. 1831’de yirmi altı yaşında iken geldiği İstanbul’da kalmaya karar verdi. Hoca tutup Türkçe’yi kısa zamanda öğrendi ve devlet adamlarına taş basması sanatının faydalarını anlattı. Osmanlıca hat sanatının bu teknikle özgün güzelliğinin korunabileceğini gösterdi; kendisine Harbiye Nezâreti’nin ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir atölye kurması izni verildi. Henri Cayol’ün başarısı, bu sırada serasker olan Koca Hüsrev Paşa’nın taş basmacılığına pratik sebeplerden ötürü ilgi göstermesi sayesinde gerçekleşti. Hüsrev Paşa, yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra kurulan ordunun eğitim ve öğretimi için gerekli tâlimnâmelerin bir an önce hazırlanması ve resimli olarak basılıp dağıtılmasını istiyordu. Bu anlamda ilk basılan eser tabur tâlimine dair açık bir nesihle yazılan Nuhbetü’t-ta‘lîm’dir (1247/1831). İçinde yetmiş dokuz tâlim şekli ve bunların açıklaması bulunan eserin ayrıca yetmiş adet şeklin açıklamasını içeren II. cildi vardır. Bu baskının ardından II. Mahmud’un iradesiyle Henri Cayol’e bir ev verilip 500 kuruş aylık bağlandı, ayrıca iâşe bedeli ödenmesi kararlaştırıldı. Cayol’ün hükümet emrinde çalıştığı beş yıl boyunca (1831-1836) kendi matbaasında Ta‘lîm-i Asâkir-i Piyâdegân maa Topçuyân adlı kitap (1835) ve aynı teknikle Dârüttıbâatü’l-âmire’de askerî ağırlıklı ve resimli çeşitli kitaplar basıldı (Çelik, s. 350-357). Bu arada yetişen çok sayıda taş baskısı ustası eyaletlere gönderilerek oralarda taş basımının yaygınlık kazanmasına çalışıldı.

1836’da Henri Cayol, II. Mahmud’un izniyle Beyoğlu’nda Galata Mevlevîhânesi yakınlarında kendi matbaasını kurdu. Burada, aynı yıl içinde seraskerlikten uzaklaştırılmasına rağmen nüfuzunu koruyan Hüsrev Paşa’nın desteğiyle Yorgaki Razizâde’nin Grammaire Français yâni Sarf-ı Fransevî adlı eserini (1254/1838), ayrıca M. Nöel ve M. Chapsal’in Nouvelle grammaire française’ini bastı. 1853’te basılan Tâbirnâme ve Kavâid-i Fârisiyye Nizâmü’l-kalem adlı eserlerin sonunda Kayolzâde Yahyâ Harîrî ve Tâbirnâme’nin ikinci baskısında (1279/1862) Kayolzâde Abdullah’ın litografya tezgâhında basıldığı belirtilmektedir. Razizâde’nin ve Nöel-Chapsal’in lugatları Türkler için basılan ilk Fransızca sözlükler olması bakımından ayrıca önemlidir (Strauss, s. 281). Zamanla Rumca, Ermenice ve Fransızca hurufatla eserler basabilecek duruma gelen Henri Cayol, Journal asiatique de Constantinople adlı bir derginin yöneticiliğini ve nâşirliğini yaptı, bunun ilk sayısını 1852’de çıkardı. Burada taşbaskı halinde Fransızca tercümesiyle beraber güzel bir nesihle Hayrî’nin Daltaban Mustafa Paşa’nın Basra seferine (1701) dair tarihçesi yayımlandı (s. 25-65). Fransızca çevirisi sefâret tercümanı Ch. Schefer tarafından yapılan bu eserin herhalde gözden uzak kalmış olmasından dolayı kullananı pek çıkmamıştır.

II. Mahmud yazma eserlerin basım imtiyazını Henri Cayol’e verdi, ancak onun topladığı pek çok belge ve kıymetli yazma birikimi 1852’de yanan matbaasında zayi oldu. Fransız elçilik binasının alt köşesindeki bir yerde yeni matbaasını kuran Henri Cayol 1855’te gittiği Paris’ten yeni tezgâh, litografik ve tipografik matbaa


takımları satın aldı, fakat bu masrafları zengin sikke koleksiyonunu satarak karşılamak zorunda kaldı (Zellich, IX/5 [1973], s. 27). Henri Cayol, 18 Ağustos 1865’te İstanbul’da büyük çapta ölümlere yol açan kolera salgınında öldü. Zengin bir yazma eserler koleksiyonuna sahipti, bunların taş basması olarak yetmiş sekiz sayfa tutan katalogu ölümünden sonra yayımlandı. Koleksiyonun özgün fişleri 1871 Beyoğlu yangınında zayi olup basılı katalogun bir nüshası Paris’te Doğu Dilleri ve Kültürü Enstitüsü Millî Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Strauss, s. 281). Matbaanın işleri bir süre Cayol’ün yetiştirmesi olan Antoine Zellich tarafından yürütüldü. Zellich 1869’da taş basması atölyesini kurarak kendi işinin başına geçti ve ailesinde matbaacılık babadan oğula devam etti. Antoine Zellich’in oğlu Grégorie Zellich, litografya keşfinin 100. yıl dönümü dolayısıyla 1895’te İstanbul’da Notice historique sur la lithographie et sur les origines de son introduction en Turquie adıyla bir risâle yayımladı. 1890’da ölen Zellich’in matbaası gelişimini II. Abdülhamid dönemine kadar sürdürdü.

Zamanla devlete ait çeşitli taş baskısı matbaaları açıldı. 1850’li yıllardan itibaren sivil girişimciler eliyle İstanbul’da taş basmacılığı yapan atölyeler kurulmaya başlandı ve bunların sayısı otuzu aştı. Bu atölyelerde basılan kitaplar arasında baskı sayısı bakımından ilk sırada yer alan eser, çeşitli yıllarda farklı matbaalarda kırkın üzerindeki baskısıyla Sünbülzâde Vehbî’nin Tuhfe-i Vehbî’sidir. Bunu yirmiden fazla baskısıyla Mızraklı İlmihal, Mevlid-i Şerîf (Süleyman Çelebi), Tecvîd-i Karabaş, Kitâb-ı Muhammediyye, Sübha-i Sıbyân; onun üzerinde baskısıyla Şürûtü’s-salât, İlm-i Hâl, Zübde-i İlmihâl, Risâle-i Ahlâk gibi geniş halk kitlelerine hitap eden eserler izledi. Bunların yanında Hoca Nasreddin Letâifi, Menâkıb-ı Şah İsmâil ve Gülizâr, Lutfi Paşa Târihi, Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne Tevzî-i Mükâfât Cetveli gibi değişik yayımlar yapıldı. Özellikle vilâyet salnâmelerinin önemli bir bölümünün bu teknikle basıldığı görülmektedir.

II. Abdülhamid döneminde fotolitografya (aks-i ziyâ) tekniğiyle mushaf da basıldı (Cevdet, IV, 129). Türk hattatlarının yazdığı, bu teknikle çoğaltılan mushaflar Arap vilâyetlerinde revaç buldu. Ravza-i Mutahhara’da II. Abdülhamid’in bastırdığı büyük boy mushaflar uzun süre muhafaza edildi, gelen hacılara okumaları için bunlar verildi. Mushaf basımında kullanılan 54 × 37, 72 × 50 ve 94 × 63 ebadında 440 taş basması kalıbı İstanbul’da Şer‘iyye Sicilleri Arşivi’nin yan tarafındaki bir binada muhafaza edilmektedir. Bunlardan bazıları kenarında âyetlerin meâlleri de bulunan tezhipli kalıplardır. Taş basımı için gerekli ana malzeme dışarıdan getirtilmekteydi. 1892’de Mihaliç’te litografya taşı bulunmuş ve bu madenin işletme imtiyazını Osmanlı Bankası almıştır. Daha sonra 40.000 lira karşılığında bu iş için kurulan bir İngiliz şirketine devredilmiştir. Çalışmalara başlanmış olmakla beraber mahallî idarecilerle çıkan anlaşmazlıklar yüzünden işletme 1901’e kadar âtıl kalmıştır. Bu arada başka yerlerde de litografya taşı madenleri keşfedilmiştir (Grunzel, s. 82).

BİBLİYOGRAFYA:

A. Senefelder, Vollständiges Lehrbuch der Steindruckerei, München 1818; J. M. Poppe, Die Lithographie oder Steindruckerei im ganzen Umfang und in allen Manieren nach den neuesten Erfindungen, Stuttgart 1833, tür.yer.; Cevdet, Tezâkir, IV, 129; Grégoire Zellich, Notice historique sur la lithographie et sur les origines de son introduction en Turquie, Constantinople 1895, s. 43-53; a.mlf., “Türkiye’de Taş Basmacılığı” (trc. Orhan Yüksel), Hayat Tarih Mecmuası, IX/5, İstanbul 1973, s. 24-27; J. Grunzel, Bericht über die Wirtschaftlichen Verhältnisse des osmanischen Reiches, Wien 1903, s. 82; Selim Nüzhet Gerçek, Türk Taş Basmacılığı, İstanbul 1939; Hasan Refik Ertuğ, Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, İstanbul 1970, s. 127-133; W. Weber, Aloys Senefelder, Erfinder der Lithographie: Daten zum Leben und Wirken, Frankfurt 1981; J. Strauss, “Livre français d’Istanbul (1730-1908)”, Livres et lecture dans le monde ottoman. Revue des mondes musulmans et de la Méditerranée. Série histoire, Cahors 1999, s. 277-301; Yüksel Çelik, Hüsrev Mehmet Paşa: Siyasî Hayatı ve Askerî Faaliyetleri (1756-1855) (doktora tezi, 2005), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 350-357, 364; Helmut H. Krause, Geschichte der Lithographie: Spiegelwelt-Gespiegelte Welt, Mannheim 2007, s. 1-28; “Lithografi veya Litografya”, SA, III, 78; Günay Alpay Kut, “MaŧbaǾa”, EI² (İng.), VI, 802; “Taş Baskı”, TDEA, VIII, 280.

Âlim Kahraman