TAHKÎM

(التحكيم)

Aralarında hukukî ihtilâf bulunan kişilerin bu ihtilâfı çözüme bağlaması için üçüncü kişiyi hakem tayin etmesi anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte “bir konuda hüküm ve karar vermeyi bir kişiye bırakmak” anlamındaki tahkîm fıkıh terimi olarak “aralarında hukukî ihtilâf bulunan tarafların bu ihtilâ-fı çözüme bağlaması için üçüncü kişiyi ya da kişileri hakem tayin etmesi ve bu hususta yaptıkları sözleşme” demektir. Tahkîmin taraflarına muhakkim, uyuşmazlığı çözmesi istenen kişiye hakem (muhakkem) denir. Kur’ân-ı Kerîm’de hakem kelimesi üç yerde (en-Nisâ 4/35; el-En‘âm 6/114), tahkîm masdarından türeyen fiiller iki yerde (en-Nisâ 4/65; el-Mâide 5/43) geçer. Hadislerde hakem bilinen anlamı yanında “hâkim ve yönetici” anlamında, tahkîm ve yakın anlamlı tehâküm, ihtikâm masdarlarından türeyen fiiller ise “hakem tayin etme, hakeme veya hâkime gitme” mânalarında kullanılmıştır (Wensinck, el-MuǾcem, “ĥkm” md.). Tahkîm konusu fıkıh eserlerinin nikâh, talâk, kazâ ve edebü’l-kādî bölümlerinde ele alınmıştır. Mecelle’nin 1869-1877. maddeleri tahkîmle ilgilidir. Hukukî uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulmasında resmî yargı yoluna nisbetle sınırlı bir kazâî prosedür içeren ve insanlık tarihinde uzun bir geçmişi olan tahkîm usulü İslâm öncesi Arap toplumunda yaygın biçimde uygulanıyordu. İslâm âlimleri, konuya ilişkin âyetlerin delâleti yanında Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarına dayanarak tahkîmin meşruiyeti hakkında görüş birliğine varmış; fıkıh literatüründe tahkîmin değişik hukuk dallarındaki işlevi, hakemde aranacak nitelikler vb. hususlar üzerinde geniş biçimde


durulmuştur. İslâm hukukçuları genellikle hâkim için gerekli görülen müslüman olma, edâ ehliyetine sahip bulunma, adalet sıfatını taşıma ve fıkıh bilgisine sahip olma şartlarının hakemde de bulunması gerektiği görüşündedir (daha geniş bilgi için bk. HAKEM).

Tahkîmin Konusu. İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu tahkîmin bir çeşit sulh olduğu, dolayısıyla sulhun câiz görülmediği durumlarda tahkîmin de câiz olmadığı kanaatindedir. Buna göre tarafların yalnızca kendilerini ilgilendiren haklar söz konusu ise tahkîm geçerlidir. Bir başka anlatımla af ve ibrânın sahih olduğu alım, satım, kefalet, şüf‘a, nafaka gibi takdir ve değerlendirmeye konu olabilen hususlarda tahkîm yapılabilir. Buna karşılık doğrudan kamu otoritesini ilgilendiren, içinde kul hakkının bulunmadığı Allah hakları (kamu davaları) tahkîme konu olamaz. Bu yaklaşımla modern hukukta tahkîm için getirilen kamu düzeni şartı arasında benzerlik görülmektedir. Allah ve kul haklarının birlikte bulunduğu kısas, zina iftirasının cezası, nikâh, talâk, nesep, liân ve âkılenin ödeyeceği diyet gibi hususlarda tahkî-min câiz olup olmadığı tartışmalıdır. Hanbelîler’deki bir görüşe ve diğer üç mezhepteki hâkim kanaate göre kısas ve kazf cezası tahkîme konu yapılamaz. Hanefî mezhebinde nikâh, talâk, kefalet, kefâretler, yaralama bedeli ve diğer takdire açık konularda tahkîme gidilebilir; liân ve âkılenin ödeyeceği diyet konularında ise gidilemez. Bazı ayrıntılarda farklılıklar bulunmakla birlikte Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde genellikle bu tür hakların kapsamına giren hususlarda sadece malî nitelikli olanların tahkîme konu olabileceği benimsenmiştir. Öte yandan Hanbelî mezhebindeki bir görüş, hakemlerin kamu otoritesince tayin edilen hâkimin bakabileceği bütün davalara bakıp karara bağlayabileceği yönündedir (Abdurrahman b. Muhammed en-Necdî, VII, 521). Benzer görüş ayrılıkları modern hukukta da görülmektedir.

Tahkîm Sözleşmesinin Kuruluşu. Genellikle bir usul hukuku sözleşmesi kabul edilen tahkîm kuruluşu bakımından borçlar hukuku hükümlerine tâbidir. Dolayısıyla tahkîm sözleşmesinin kuruluş ve geçerliliği için aranan şartlar, İslâm borçlar hukukunun umumi hükümlerinden ve diğer akid türlerinden pek farklı değildir (ayrıca bk. AKİD; SULH). İslâm hukukunda genelde ihtiyarî tahkîm söz konusu olduğu için hakemi seçme yetkisi taraflara aittir; ancak bazı durumlarda hakem devlet tarafından doğrudan tayin edilebilir. Tarafların kendileri lehine şahitlik yapamayacak bir kimseyi hakem olarak belirlemesi gerekir. Tarafların belirlediği hakeme hâkim tarafından icâzet verilmesi halinde hakem onun nâibi konumunda olur. Karı koca arasındaki anlaşmazlıklarda taraflar meseleyi hâkime intikal ettirmeden aralarında hakem tayin edebileceği gibi durum mahkemeye intikal ettiği zaman hâkim de tahkîme başvurabilir. Uyuşmazlık konusunun tahkîme elverişli olması durumunda devlet yetkilileri gerek iç hukuk ilişkilerinde gerekse milletlerarası ilişkilerde kamu adına tahkîm sözleşmesine taraf olabilir. İslâm hukukunun teşekkül ettiği dönemlerde bugünkü anlamda çok yönlü ticarî ilişkiler bulunmadığından klasik kaynaklarda kurumsal ve milletlerarası ticarî tahkîm gibi tahkîm çeşitlerine yer verilmemekle birlikte fıkhın genel ilkeleri çerçevesinde bu konularda yeni düzenlemeler yapılabilir. Fakihler tarafların uyuşmazlık konusunu, hakemin ve tarafların uyacağı kuralları belirten yazılı belge üzerinde mutabakat sağlamalarını bir zorunluluk olarak görmez; ancak tahkîm sonuç itibariyle bir anlaşma olduğundan tarafların bu hususlarda yazılı kurallar koymasına İslâm hukuku açısından bir engel yoktur. Yine fıkıhta hakeme ücret verilmesinin hükmü üzerinde durulmamakla birlikte hakemlerin taraflar arasındaki uyuşmazlığı karara bağlamak için emek sarfettikleri ve İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren yargı işini yürüten hâkimlere ücret verildiği dikkate alındığında İslâm hukukunun genel ilkelerine göre hakemlerin ücret almasına engel bulunmadığı söylenebilir.

Tahkîm ile Genel Yargı Arasındaki Farklar. 1. Hâkim kendisini tayin eden siyasî otorite adına genel bir velâyet yetkisine sahip olduğundan görev yaptığı yerdeki bütün kişiler hakkında hüküm verebilir. Hakemin yetkisi ise sadece kendisinin hakemliğini isteyen taraflarla sınırlıdır. 2. Hakemin görev yapabilmesi için tarafların rızası gerekir, hâkim için böyle bir şart söz konusu değildir. 3. Hakemlik bir bölge ile sınırlı değildir; hâkimin yetkisi istisnaî durumlar dışında görev yaptığı yerdeki davalarla sınırlıdır. 4. Hâkimin hükmü bazan davaya taraf olanların dışındakileri de ilgilendirir. Tahkîmde ise hakemin kararı taraflardan başkasını etkilemez. 5. Karar öncesinde tarafların hakemi azletme yetkisi vardır, hâkimin ise davacı veya davalılar tarafından azli mümkün değildir. 6. Tahkîm genel yargıya nisbetle daha aşağı konumdadır, çünkü bakabileceği davalar sınırlıdır. 7. Bir hakem karar verme sürecinde hakkındaki suçlama sebebiyle şahitlerden birinin şahadetini reddetse de başka hakem onun şahadetini kabul edebilir. Hâkimin şahadetini reddettiği kimsenin şahadeti ise başka bir hâkim nezdinde de geçerli değildir. 8. Hakem tarafların izni olmadan başkasını hakem tayin edemez; tayin ettiği takdirde o hakemin verdiği hüküm resmî otorite tarafından onaylanmış olsa bile tarafların onayı olmadıkça geçersiz sayılır. Hâkim ise böyle bir izin olmadan yerine başka bir hâkimi vekil bırakabilir. 9. Tahkîmde aynı konuda hüküm vermeleri için birden fazla hakem tayin edilebilir. Genel yargıda ise çok hâkimli mahkeme bazı fakihlerce tasvip edilmez. 10. Hakem hüküm verdiği meclis dağılmadan önce kararını taraflara bildirmek zorundadır; hâkim için böyle bir zorunluluk yoktur. 11. Hakem, sağlıklı hüküm verebilmek amacıyla tarafları ya da şahitleri hapsetme gibi bazı yöntemlerle cezalandırma yetkisine sahip değildir. Onun yetkisi, sadece bu tür yollara başvurmadan elde edebildiği delillerle hüküm vermeye çalışmakla sınırlıdır. Hâkim ise tarafların ya da şahitlerin hapsedilmesine karar verebilir. 12. Hakem taraflardan biri aleyhine malî bir ceza veremez; hâkim ise bu yetkiye sahiptir.

Hakem Kararları. Fıkıhta hakemin uyuşmazlığı çözerken uyacağı özel kurallar konmamıştır. Bu hususta hakem tahkîmin konusunu, genel yargıdan farklarını, İslâm hukukunun genel prensiplerini, örf ve âdeti, tarafların inanç ve uygulamalarına ters düşmeyen yürürlükteki hukuk kurallarını dikkate almakla yükümlüdür. Hakem birden fazla ise kararın ittifakla alınması gerekir. Hakem kararı hâkim tarafından onaylanırsa aynen mahkeme kararı gibi yerine getirilmesi gerekli ve bağlayıcı olur. Hanefîler’e göre hâkim kendisine arzedilen hakem kararını, hükmü hiçbir mezhebe veya kendisinin uyguladığı mezhebe uygun görmemesi halinde bozabilir. Diğer mezheplere göre ise hâkim, açık bir haksızlık ya da İslâm’ın genel esaslarına aykırılık söz konusu olmadıkça başka mezheplere uygun hakem kararını kendi mezhebine uygun olmadığı gerekçesiyle bozamaz.

Tahkîmin Sona Ermesi. Hakemin hükmünü vermesi, taraflar süre belirlemişse bu sürenin dolması, hakemin taraflardan biri veya her ikisince azledilmesi, istifası, ölmesi yahut medenî haklarını kullanma ehliyetini kaybetmesi ve hakeme gitme sebebini oluşturan uyuşmazlığın ortadan kalkmasıyla tahkîm sona erer. Sürenin


bitiminin ardından hakemin vereceği karar geçersiz kabul edilir. Uyuşmazlık konusu malın hakemin kendisi ya da eşi ve çocukları gibi hukuken lehine şahitlik edemeyeceği akrabaları tarafından satın alınması yahut hakemin taraflardan birinin vekilliğini kabul etmesi de hakemliği sona erdirir; çünkü hakem bu durumda davanın tarafı haline gelmiştir. Hakemin kararını açıklamasından sonra taraflar tahkîmden vazgeçemez; bu durumda neticeye razı olmasalar da hakemin kararı bağlayıcıdır. Taraflar, delillerini getirip hakemin huzurunda davalaşmaya başlamakla birlikte hakem henüz kararını açıklamamışsa Hanefîler, Şâfiîler’in bir kısmı ve Ahmed b. Hanbel’den nakledilen bir görüşe göre tahkîmden vazgeçebilir; Mâlikîler’in çoğunluğu, bazı Şâfiîler ve Ahmed b. Hanbel’den nakledilen diğer bir görüşe göre ise vazgeçemez.

BİBLİYOGRAFYA:

Şâfiî, el-Üm (nşr. M. Zührî en-Neccâr), Beyrut 1393, V, 195; VIII, 305; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 29, 210; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, VI, 102; Sahnûn, el-Müdevvene, III, 49; Mâverdî, Edebü’l-ķāđî (nşr. Muhyî Hilâl es-Serhân), Bağdad 1392/1972, II, 379-380; Şîrâzî, el-Müheźźeb, Kahire 1976, II, 372; Serahsî, el-Mebsûŧ, XVI, 111; XXI, 62; Ebü’l-Kāsım es-Simnânî, Ravżatü’l-ķuđât ve tarîķu’n-necât (nşr. Selâhaddin en-Nâhî), Beyrut 1404/1984, I-II, 78-79; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (nşr. Ali M. el-Bîcâvî), Kahire 1394/1974, II, 619; Kâsânî, BedâǿiǾ, VII, 3; İbn Kudâ-me, el-Muġnî, VIII, 166-181, 483-484; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1314, IV, 193; Alâeddin et-Trablusî, MuǾînü’l-ĥükkâm, Kahire 1393/1973, s. 25; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr, VII, 315-320; Mevvâk, et-Tâc ve’l-iklîl, Beyrut 1398, VI, 112; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, IV, 378-387; Derdîr, eş-Şerĥu’ś-śaġīr (nşr. Mustafa Kemâl Vasfî), Kahire 1392, IV, 198-199; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), V, 382-448; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, IV, 805-815; Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Fıķhü’l-İslâmî fî ŝevbihi’l-cedîd, Dımaşk 1964, I, 451, 555; Abdurrahman b. Muhammed en-Necdî, Ĥâşiyetü’r-Ravżi’l-mürbiǾ, Beyrut 1403/1983, VII, 521; Rasim Yeğengil, Tahkim, İstanbul 1974, tür.yer.; Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilâtı, Ankara 1979, s. 27-28; Sâmiye er-Râşid, et-Taĥkîm fi’l-alâķāti’d-devliyyeti’l-ħâśśa, Kahire 1984, tür.yer.; Bilmen, Kamus2, VIII, 250-252; Kahtân Abdurrahman ed-Dûrî, ǾAķdü’t-taĥkîm fi’l-fıķhi’l-İslâmî ve’l-ķānûni’l-vażǾî, Bağdad 1405/1985, tür.yer.; Mes‘ad Avvâd el-Cühenî, et-Taĥkîm fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye ve’n-nüžumi’l-vażǾiyye, Beyrut 1414/1994, tür.yer.; Mustafa Yıldırım, İslâm ve Medenî Yargılama Hukukunda Tahkim, İzmir 2000, tür.yer.; Fâtıma M. el-Avvâ, Aķdü’t-taĥkîm fi’ş-şerîǾa ve’l-ķānûn, Beyrut 1423/2002, tür.yer.; Mahmûd Ebû Leyl, “et-Taĥkîm ve eŝeruhû fî ĥalli’l-ħuśûmât fî đavǿi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye”, Dirâsât, XII/8, Amman 1985, s. 9-55; Mahmûd Osman Şebbîr, “Ĥücciyyetü’l-hüķmi’t-taĥkîmî fi’l-fıķhi’l-İslâmî”, Mecelletü’ş-şerîǾa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, XX/61, Küveyt 1426/2005, s. 85-121; Hüseyin Çeliker, “İslâm Hukukunda Tahkim”, Diyanet İlmî Dergi, XLI/1, Ankara 2005, s. 17-46; “Taĥkîm”, Mv.F, X, 233-247; M. Vefârîşî, “et-Taĥkîm”, el-MevsûǾatü’l-ǾArabiyye, Dımaşk 2002, VI, 122-127.

Mustafa Yıldırım