TÂCÜ’t-TEVÂRÎH

(تاج التواريخ)

Hoca Sâdeddin Efendi’nin (ö. 1008/1599) Osmanlı tarihine dair eseri.

Kaynaklarda Hoca Tarihi adıyla da geçer. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Kanûnî Sultan Süleyman dönemine kadar gelir. Padişah hocalığı yapan, şeyhülislâmlık makamına yükselen, aynı zamanda siyasî meselelere karışarak dönemin önde gelen simaları arasında yer alan Hoca Sâdeddin


Efendi’nin eserleri arasında en önemlisi olup telif sebebi eserin başında açıklanmaktadır. Burada Osmanlı tarihinin bütün ayrıntılarıyla kaleme alındığı, ancak bu eserlerden çoğunun Farsça parlak cümleler halinde yazıldığından zor anlaşıldığı, ayrıca bazı kimselerin ağdalı ifadeler kullanıp uzun yazmaya çok hevesli oldukları, dolayısıyla kısa yazılacak yerde uzun, konuyu toparlamak yerine dağıtarak yazdıkları belirtilir. Bu eserlerden çoğunun II. Bayezid zamanına kadar geldiğine, onun ardından çok başarılı işler yapan Yavuz Sultan Selim ile oğlu Sultan Süleyman dönemlerinin kaleme alınmamasının önemli bir eksiklik sayıldığına temas edilir. Bu sebeple Yavuz Sultan Selim ile Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerinin yazılmasının düşünüldüğü, fakat müellifin meşguliyetleri yüzünden buna fırsat bulunamadığı açıklanır. Hoca Sâdeddin, Muslihuddîn-i Lârî’nin II. Selim’e takdim ettiği Mir’âtü’l-edvâr adlı, son kısmı Osmanlı tarihine ait genel dünya tarihini Türkçe’ye çevirirken Osmanlılar kısmının tatmin edici olmaktan uzak bulunduğunu görerek başlangıçtan itibaren bir Osmanlı tarihi yazmaya karar verir. Sâdeddin Efendi eserini Yavuz Sultan Selim’in ölümüne (1520) kadar getirmiş ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemini ilâve etmek istemişse de III. Murad’ın arzusu üzerine bu kısmı tamamlayamadan eserini temize çekerek III. Murad’a sunmuştur (992/1584). Her padişaha ait olmak üzere dokuz bölüm halinde düzenlediği eserine padişaha takdim edilmesi dolayısıyla Tâcü’t-tevârîh adını vermiştir.

Hoca Sâdeddin Efendi, eserinde takdirkâr ifadelerle atıflar yaptığı İdrîs-i Bitlisî’nin Heşt Bihişt’ini model olarak seçmiş, belâgatı ön plana çıkaran süslü ve ağdalı nesri benimsemiştir. İran tarihçiliğinin en önemli özelliği olan bu tarz daha önce Atâ Melik Cüveynî, Vassâf ve ŞerefeddinAli Yezdî’nin temsil ettiği bir ekol olup Osmanlı tarihçiliğinde Bitlisî ve Hoca Sâdeddin ile devam etmiştir. Şairliği sayesinde anlatım sırasında metne bazıları Farsça olmak üzere çok sayıda şiir yerleştiren müellif ayrıca çok iyi bildiği Arapça ve Farsça sayesinde bu dillerden pek çok kelime ve terkibi büyük bir ustalıkla kullanmıştır. Tâcü’t-tevârîh’i yazarken İdrîs-i Bitlisî’nin Heşt Bihişt’ini ana kaynak olarak kullanan Hoca Sâdeddin Efendi eserin I. cildinde yaklaşık otuz beş yerde Bitlisî nisbesine yer vermeden Mevlânâ İdrîs’e veya Heşt Bihişt’e atıf yapmaktadır. II. ciltte İdrîs’in adı on beş yerde geçmekteyse de bunlar onun tarihine atıf olmayıp genellikle Yavuz Sultan Selim devrindeki önemli hizmetleriyle ilgilidir (II, 288-312, 322-323). Sâdeddin Efendi’nin Heşt Bihişt’ten ne ölçüde faydalandığı konusunda değişik görüşler bulunmaktadır. Tâcü’t-tevârîh’in Heşt Bihişt’in bazı yerleri kısaltılarak yapılmış bir tercümesi, hatta bir kopyası olduğu iddia edilmiştir. Bunu muhtemelen ilk defa Hammer ileri sürmüş (bk. bibl.), daha sonra yerli ve yabancı birçok tarihçi aynı görüşü benimsemiştir. Gerçekten İdrîs-i Bitlisî’nin eserindeki süslü ifadeler çıkarıldığında geri kalan bilgilerin aktarılış biçimi Tâcü’t-tevârîh ile önemli ölçüde örtüşür. Ancak her ikisinin bir başka ortak kaynaktan yararlandığı bilinmektedir. Nitekim Sâdeddin Efendi ikinci olarak Neşrî’nin Cihannümâ’sına sıkça atıflar yapar. I. ciltte Mevlânâ Neşrî veya Neşrî Tarihi diye yirmi yerde atıfta bulunur. II. ciltte sadece iki yerde atıf vardır (II, 11, 40). Heşt Bihişt’in de ana kaynağı Neşrî’dir. Kemalpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân’ından Lutfi Paşa, Âlî, Solakzâde, Karaçelebizâde gibi Sâdeddin Efendi de istifade etmemiş, sadece bir yerde manzum bir mersiyesini vermiştir (II, 399).

Sâdeddin Efendi ayrıca Şerefeddin Ali Yezdî’nin eserine (I, 186, 214, 215, 217, 221), Hâtifî’nin Timurnâme’sine (I, 153, 186) yer yer atıflar yapmış; İbn Hacer’in ed-Dürerü’l-kâmine’sini (I, 135, 332); Ahmedî’yi (I, 255), Âşıkpaşazâde’yi (I, 346, 365) kaynak olarak kullanmıştır. İsim belirtmemekle birlikte anonim veya müellifi belli Tevârîh-i Âl-i Osmân’lardan geniş ölçüde faydalanıp bu hususu “bazı Türkî tevârihte” (I, 186), “bazı tevârîh-i Osmâniyye’de” (I, 355), “müverrihân-ı Türkî-nüvîs” (I, 374), “bir Türkî tarih” (I, 521), “sâir tevârîh-i Türkiyye’de mastûr olduğu üzere” (I, 308, 332), “tevârîh-i Türkiyye’nin birinde zikrolunmuş ki” (I, 374) gibi ifadelerle belirtmiştir. Ayrıca “bazı tarihlerde” diye bahsettiği kaynakları bulunmaktadır (I, 135, 159, 366, 371). Tâcü’t-tevârîh’in II. cildinde Taşköprizâde’ye (II, 512, 548, 553) ve eş-Şeķāǿiķu’n-nuǾmâniyye’ye (II, 427, 507) atıflar yapılmıştır. II. cildin sonlarında yer alan 264 ulemâ ve meşâyih biyografisinin temel kaynağı eş-Şeķāǿiķu’n-nuǾmâniyye’dir. Başta babası Hasan Can ve dedesi Hâfız Mehmed olmak üzere Taşköprizâde ve diğer bazı kimselerden şifahî kaynak olarak yararlandığı da anlaşılmaktadır.

Hoca Sâdeddin Efendi, olayları ve tarihlerini verirken bazan birkaç kaynaktaki tarihi karşılaştırmakta ve kendisi tercihini yapmaktadır. Meselâ Kadı Burhâneddin olayının tarihinin İdrîs-i Bitlisî’de 794 (1392) olarak gösterildiğini, kendisinin de bunu benimsediğini yazar. Fakat tarih kitaplarının çoğunda 798 (1396) tarihi verilmiştir. İbn Şıhne, Şerefeddin Ali Yezdî ve İbn Hacer ise 799’u (1397) kabul etmişlerdir (Tâcü’t-tevârîh, I, 135). Şerefeddin Ali Yezdî’yi, “Eğerçi Mevlânâ Şerefeddin Ali taassub-ı celî mesleğine zâhib olup ... Timurleng’i ... ayyuka çıkarıp makābih ve mesâvîsini mehâsin sûretinde ibraz” diyerek sert biçimde eleştirmektedir (I, 159). Müellif özellikle ulemâ ve meşâyih biyografilerini verdiği yerlerde kendisinden de bahsetmektedir (II, 389, 424, 427-428, 429, 491, 492, 494). Sâdeddin Efendi’nin ayrıca Kanûnî Sultan Süleyman dönemine ait notlar tuttuğu ve bunların daha sonra oğulları tarafından düzenlendiği bilinmektedir. Bazı Tâcü’t-tevârîh nüshaları Kanûnî dönemine ait fasıllar ihtiva etmektedir. Bunlara kataloglarda Zeyl-i Tâcü’t-tevârîh adı


verilmiştir. Fakat bu nüshalar, oğulları Hocazâde Mehmed Efendi ve Esad Efendi tarafından düzenlenen ve İbtihâcü’t-tevârîh adı verilen, Kanûnî Sultan Süleyman dönemini içeren nüshalarla benzerlik gösterir.

Tâcü’t-tevârîh Osmanlı tarih literatüründe önemli bir yer kazanmış, birçok tarihçi eseri ihtisar ederek, sadeleştirerek, zeyiller yazarak, hatta çok erken tarihlerde Batı dillerine tercüme ederek kullanmıştır. Hasanbeyzâde Ahmed Paşa’nın kaleme almış olduğu iki ciltlik tarihinin I. cildi Tâcü’t-tevârîh’in halkın kolay anlamasını sağlamak amacıyla kısaltılmış şeklidir ve buna Telhîs-i Tâcü’t-tevârîh denilmiştir (Hasanbeyzâde Ahmed, I, s. XLVI). Hasanbeyzâde ikinci cildi de Tâcü’t-tevârîh’e zeyil olarak yazmıştır (DİA, XVI, 364). Solakzâde Mehmed Hemdemî, kaynak zikretmeden Selânikî’den iktibaslar yaptığı gibi Tâcü’t-tevârîh’ten de geniş ölçüde faydalanmıştır. Ancak Tâcü’t-tevârîh’ten istifade ve iktibaslar Hasanbeyzâde telhisiyle yakın benzerlik gösterir (a.g.e., XXXVII, 370-371). Koca Hüseyin Efendi, Bedâyiu’l-vekāyi‘in Osmanlı kısmını yazarken yararlandığı kaynaklar arasında Tâcü’t-tevârîh’i de anmaktadır (a.g.e., XXVI, 131).

Eser daha müellifin sağlığında başlayarak hemen her devirde istinsah edilmiştir. Yurt içinde ve yurt dışındaki kütüphanelerde pek çok yazma nüshası bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Üniversitesi kütüphanelerinde, yurt dışındaki bazı kütüphanelerde minyatürlü nüshaları vardır (İÜ Ktp., TY, nr. 5970, padişah minyatürleri; Berlin nüshası, OTYE, nr. 139). Tâcü’t-tevârîh’in I. cildi, 1279’da (1862), II. cildi 15 Cemâziyelâhir 1280’de (27 Kasım 1863) Matbaa-i Âmire’de basılmıştır. Bu baskıdaki nâşirin önsözünde eserin baskısı için özel bir itina gösterildiği, biri Sâdeddin Efendi’nin sağlığında (1005/1596-97), diğeri ölümünden hemen sonra (1012/1603-1604) istinsah edilen iki nüsha esas alınıp Sâdeddin Efendi’nin kendi el yazısı ile olan üç nüshadaki notlardan da yararlanılarak yayımlandığı belirtilmiştir. İkinci cildin sonuna, müellifin babası Hasan Can’dan naklettiği Yavuz Sultan Selim ile ilgili on iki hikâyeyi ihtiva eden Selimnâme eklenmiştir (II, 602-619; nşr. Ahmet Uğur, bk. bibl.). İsmet Parmaksızoğlu eseri sadeleştirerek beş cilt halinde yayımlamışsa da (İstanbul 1974-1979; Ankara 1992) burada atlamalar ve yanlış anlamadan kaynaklanan hatalar mevcuttur. Eserin tamamını V. Bratutti İtalyanca’ya, Antoine Galland Fransızca’ya ve Heinrich Friedrich von Diez Almanca’ya tercüme etmiş, bazı parçaları Latince, İspanyolca, Macarca ve Rusça’ya çevrilmiştir. Adam F. Kollár (ö. 1783) Tâcü’t-tevârîh’in Latince tercümesiyle Osmanlıca metnini hazırlamıştır (Annales Turcici Taschet-Tavorih sive Corona annalium dicta ab inito gentis Ottomanicae usque ad Muradem primum pertigens, Vindobonae 1755).

BİBLİYOGRAFYA:

Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, İstanbul 1279-80, I-II; Hocazade Mehmed Efendi’nin İbtihâcü’t-tevârîh’i (haz. Ahmet Akgün, doktora tezi, 1995), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Hasanbeyzâde Ahmed, Târih (haz. Şevki Nezihi Aykut), Ankara 2004, I, s. XLV-XLVI; Hammer (Atâ Bey), I, 29, 43-44; Osmanlı Müellifleri, III, 67; Babinger (Üçok), s. 137-141; Abdurrahman Daş, Osmanlılarda Münşeât Geleneği, Hoca Sadeddin Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Münşeâtı (doktora tezi, 2003), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., “Hoca Saadeddin Efendi’nin Hayatı ve Eserleri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sy. 14, Konya 2003, s. 165-207; Münir Aktepe, “Hoca Sadeddin Efendi’nin Tâcü’t-tevârih’i ve Bunun Zeyli Hakkında”, TM, XIII (1958), s. 101-116; a.mlf., “İbtihâcü’t-Tevârih”, TD, sy. 14 (1959), s. 71-84; Ahmet Uğur, “Hoca Sadeddin Efendi’nin Selimnâmesi”, AÜ İlâhiyat Fakültesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, IV, Ankara 1980, s. 225-241; Şefâettin Severcan, “Hoca Sadeddin Efendi ve Tarihçiliğimizdeki Yeri”, EÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 8, Kayseri 1992, s. 73-78; Şerâfeddin Turan, “Sa’d-ed-din”, İA, X, 30-32; Abdülkadir Özcan, “Heşt Bihişt”, DİA, XVII, 271-273; a.mlf., “Koca Hüseyin”, a.e., XXVI, 131; a.mlf., “Solakzâde Mehmed Hemdemî”, a.e., XXXVII, 370-371.

Mehmet İpşirli