SÛSE

(سوسة)

Tunus’un Akdeniz sahilinde tarihî bir şehir.

Tunus’un doğusunda Akdeniz sahilinde yer alan şehir küçük bir tepenin eteğinde kurulmuş, kuzey ve kuzeybatıdan Bilîbân ve Harrûb ile güneyden Hallûf vadileri tarafından çevrilmiştir. Başşehir Tunus’a 140 km. uzaklıktadır. Tunus’un sahil bölgesinin tam merkezinde yer alan şehrin çevresindeki arazi alüvyonlu olduğundan verimlidir. Özellikle zeytin, meyve ve sebze üretilir. Sûse’nin konumu Kal‘atülkübrâ, Kal‘atüssuğrâ ve Ekkûde gibi komşu yerleşim merkezleriyle benzer şekilde savunma amaçlı bir karakter göstermekteydi.

Sûse, milâttan önce IX. yüzyıl ortalarında Lübnan’ın Sûr şehrinden geldikleri rivayet edilen ve Kartacalılar olarak da bilinen Fenikeli denizciler tarafından kuruldu. Kartaca yakınında önemli bir mevkiye sahip olması sebebiyle hızla gelişti. Hadrumetum diye adlandırılan şehir milâttan önce 146’da Kartaca’nın Romalılar tarafından ele geçirilmesinin ardından burada kurulan Roma kolonisine tâbi oldu. Milâttan sonra III. yüzyılda Kayrevan ve sahil bölgesini kapsayan Byzacene (Byzacium) eyaletinin merkezi konumundaydı. 439’da Vandallar’ın ele geçirdiği şehir 535’te Bizanslılar tarafından geri alındı ve Iustiniapolis olarak adlandırıldı. Abdullah b. Zübeyr kumandasındaki İslâm birlikleri 27 (647) yılında şehri fethetti. Müslümanlar tarafından imar edildikten sonra Sûse diye anılmaya başlandı. Hz. Ali ile Muâviye b. Ebû Süfyân arasındaki mücadeleler esnasında bütün İfrîkıye ile beraber İslâm hâkimiyetinden çıkan Sûse’yi Muâviye’nin bölgeyi hâkimiyet altına almakla görevlendirdiği Muâviye b. Hudeyc tekrar ele geçirdi (45/665).

158-179 (775-795) yılları arasında Abbâsîler’in Kayrevan valisi olan Yezîd b. Hâtim eski Bizans kilisesinin temelleri üzerinde dört burçlu ilk kaleyi inşa ettirdi. III. (IX.) yüzyılda Ağlebî hâkimiyetinde gelişmeye devam eden Sûse bu dönemde bölgenin Kayrevan’dan sonra en önemli şehirlerindendi. Ziyâdetullah b. İbrâhim, 206’da (821) kalenin güneybatı kulesine şehri sahilden gelecek saldırılara karşı korumak üzere Kasrü’r-ribât adıyla anılan bir ribât inşa ettirdi. İfrîkıye’de İslâm mimarisinin başta gelen örneklerinden olan ulucami ise (el-Mescidü’l-kebîr) Ağlebî Emîri Ebü’l-Abbas Muhammed b. İbrâhim tarafından


236 (850-51) yılında yaptırıldı (bk. SÛSE ULUCAMİİ). Ağlebîler büyük bir liman ve tersane de inşa ettiler. Sicilya’nın fethinde Sûse Limanı ve buradan gönderilen donanma önemli rol oynadı. Sûse’nin Romalılar devrinde yapılan surları Ağlebîler döneminde yenilendi. Şehir dar sokaklarının iki yanında uzanan avlulu evleri, üzeri tonozla örtülü çarşılarıyla Ağlebîler zamanında bir Arap şehri haline geldi.

İslâm coğrafyacılarına göre Sûse bu dönemde çeşitli emtia, tahıl, sebze, meyve, ipek ve tekstil ürünlerinin satıldığı çarşılara sahipti. Ebû Ubeyd el-Bekrî şehrin surlarından, büyük burcundan, sekiz kapısından ve sayısız çarşılarından bahsederken et, meyve ve sebzesinin çok iyi ve ucuz olduğunu kaydeder (el-Mesâlik, II, 688-689). Fâtımîler’in bölgede Şîiliği yayma teşebbüsleri karşısında Sûse Ribâtı muhalefetin ve çıkan isyanların merkezlerinden biri oldu (bk. SÛSE RİBÂTI). Sûse halkı, 332’de (943-44) Fâtımî yönetimine isyan eden Hâricî Ebû Yezîd en-Nükkârî’ye karşı bir hareket başlattı ve yenilmesinde rol oynadı. Endülüs Emevî donanması 335 (946-47) yılında Afrika sahillerine hücum edip Sûse bölgesini tahrip etti. İfrîkıye Zîrî Hükümdarı Muiz b. Bâdîs’in istediği verginin ödenmemesi üzerine Sûse, Mehdiye’den gönderilen donanma tarafından tahribata uğradı (445/1053). Şehir XI. yüzyıl ortalarında bir süre Hammâdî hâkimiyetini tanıdı. Bu yıllarda şehri Normanlar işgal etti. Fâtımîler’in bölgeyi elinde tutan Zîrîler’i cezalandırmak amacıyla Benî Hilâl ve Benî Süleym gibi Bedevî-Arap kabilelerini Kuzey Afrika’ya tehcir etmeye başlamalarının ardından V-VIII. (XI-XIV.) yüzyıllar arasında Sûse Benî Hilâl’in yaptığı yağmalar yüzünden istikrarını kaybetti. VII. (XIII.) yüzyılda Hafsî hâkimiyetine giren şehir hâfız adı verilen valiler tarafından yönetiliyordu. Ancak bedevî Arap kabilelerinin saldırılarına mâruz kalarak sık sık el değiştirdi ve nüfusu bu dönemde oldukça azaldı.

IX. (XV.) yüzyılda tekrar canlılık kazanmaya başlayan Sûse’de özellikle Cenevizliler’e ait “funduk”lar bulunmaktaydı. Hasan el-Vezzân şehir halkının denizci olduğunu ve Doğu ülkelerine gemilerle gidip ticaret yaptıklarını kaydetmekle birlikte XVI. yüzyıl başlarında nüfusunun azaldığını söyler (Vaśfü İfrîķıyye, II, 83-84). XVI. yüzyılda İspanyollar’ın Mehdiye’yi tahrip etmesinin ardından 15.000 civarındaki nüfusuyla Tunus’un Sâhil bölgesinin en önemli şehri olduğu anlaşılmaktadır. Sûse, XVII. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetinde iken tekrar eski istikrar ve canlılığına kavuştu. Bu dönemde pek çok imar faaliyetine sahne oldu. 1675’te ulucami avlusuna eklemeler yapıldı. Ağlebîler devrinde inşa edilen ribâtın bir kısmı 1723’te medreseye çevrildi. XVIII. yüzyılda Fransız ve İtalyan saldırılarına uğrayan şehrin surları yenilendi. 1848’de Driba Camii inşa edildi ve ribât onarıldı. Osmanlı garnizonunun bulunduğu Kasaba ise 1862 ve 1866 yıllarında genişletildi.

XVIII. yüzyıldan itibaren şehri ziyaret etmeye başlayan Avrupalı seyyahlar genel anlamda Sûse’yi bir tarım bölgesi olarak tanımlar. Sanayi ürünleri tarıma dayalı zeytinyağı, sabun atölyeleri, çanak çömlek ve tekstil ürünleriydi. Bunun yanı sıra ticaret de önemli bir yer tutuyordu. İç ticaret daha ziyade şehirdeki çarşılarda yapılmaktaydı. Avrupa ve doğu ülkeleriyle yapılan ticarette Sûse Limanı önemli rol oynamaktaydı ve büyük oranda bölgedeki uluslararası ticaretin merkezi Kayrevan ile irtibat halindeydi. XIX. yüzyıl sonlarında 7000 kişi civarındaki nüfusuna rağmen Tunus şehrinin ardından bölgenin en canlı şehriydi.

Fransız yönetiminin ilk yıllarında XIX. yüzyıl sonlarına doğru diğer sahil şehirleri gibi gelişme gösterdi. 1899’da limanı genişletildi. 1896-1911 yılları arasında demiryolu hattıyla Tunus, Kayrevan, Mehdiye ve Sefâkus gibi şehirlere bağlandı. Bu dönemde gelişen gıda ve hizmet sektörü hem Sûse’ye hem Sâhil bölgesinin diğer şehirlerine yönelikti. Fransız hâkimiyeti altında olduğundan II. Dünya Savaşı esnasında pek çok defa hava saldırısına uğrayan şehir savaşın sona ermesinin ardından tekrar imar edildi.

1956 yılında Tunus’un bağımsızlığını kazanmasıyla Sûse aynı adı taşıyan vilâyetin merkezi oldu ve ülkenin önemli şehirlerinden biri haline geldi. Bu dönüşüm şehrin demografik ve topografik yapısında yeni gelişmelere yol açtı. 1885’te nüfusu 8577 iken 2004 yılında 173.000’e, 2008’de 191.000’e ulaştı. Sûse halkı, Fransız yönetimi süresince sahil kesimi surlarla çevrili olan eski şehirde yaşarken bağımsızlığın ardından eski şehrin etrafında her yönden genişleyen modern Sûse’de iskân edildi.

Şehir çevresinde yetişen tarımsal ürünlerin ticareti ve balıkçılığın yanı sıra tekstil, dericilik, makine ve elektronik cihaz endüstrisi, inşaat ve kimya sanayii gelişmiştir. Hizmet sektöründe eğitim, sağlık, ulaşım, ticaret, iletişim ve bankacılık alanında çalışanların sayısı bir hayli yüksektir. Ticaret hacmi açısından Tunus’un yedi limanının en küçüklerinden olan Sûse Limanı’ndan tuz ve fosfat ihraç edilmektedir. Tunus’un kuzeydoğusundaki Hammâmât bölgesinin ardından en önemli turizm merkezlerindendir. 25.000 öğrencisi bulunan Sûse Üniversitesi üç fakülte ve sekiz enstitüsü ile Tunus’un en büyük üniversitelerindendir. Sûseli âlimler arasında muhaddis Yahyâ b. Hâlid es-Sûsî ile edip Ebü’l-Hasan Ali b. Abdülcebbâr b. Zeyyât, şairler içinde Muhammed b. Hüseyin b. Ebü’l-Feth el-Kureşî (İbn Mîhâîl),


Ebû Mûsâ Îsâ b. İbrâhim es-Sûsî, İbnü’l-Gattâs es-Sûsî, Muhammed b. Abdûn es-Sûsî ile buraya yerleşen Yahyâ b. Ömer el-Kinânî gibi simalar zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ya‘kūbî, Kitâbü’l-Büldân, s. 348; İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, s. 91-92; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), IV, 253-256; Bekrî, el-Mesâlik, II, 688-689; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, III, 281-283; Tîcânî, Riĥletü’t-Tîcânî (nşr. Hasan Hüsnî Abdülvehhâb), Tunus 1377/1958, s. 25-55; Hasan el-Vezzân, Vaśfü İfrîķıyye, II, 83-84; Muhammed et-Tâlibî, ed-Devletü’l-Aġlebiyye (trc. Müncî es-Sayyâdî), Beyrut 1985, tür.yer.; Muhammed el-Cedîdî, Croissance économique et espace urbain dans le Sahel tunisien depuis l’indépendance, Tunis 1986, I-II, tür.yer.; a.mlf., “Nümüvvü’l-ĥađârî li-medîneti Sûse fi’s-sâĥili’t-Tûnisî ve’l-meşâkili’n-nâcime Ǿanh ve ŧuruķu muǾâlecetihâ”, el-Mecelletü’l-coġrâfiyyetü’t-Tûnisiyye, sy. 5, Tunus 1980, s. 5-19; a.mlf., “Sūsa”, EI² (İng.), IX, 901-902; Jamil M. Abu’n-Nasr, A History of the Maghrib in the Islamic Period, Cambridge 1987, s. 57, 65-66, 110, 130, 169, 180, 280; R. Brunschvig, Târîħu İfrîķıyye fi’l-Ǿahdi’l-Ĥafśî (trc. Hammâdî es-Sâhilî), Beyrut 1988, I, 338-339; II, 110; ayrıca bk. İndeks; Hüseyin Mûnis, Târîħu’l-Maġrib ve ĥađâretuh, Beyrut 1412/ 1992, I/1, s. 85, 296-297, 492, 498-499; ayrıca bk. İndeks; Muhammed Hasan, el-Medîne ve’l-bâdiye bi-İfrîķıyye fi’l-Ǿahdi’l-Ĥafśî, Tunus 1999, I, 244-247; ayrıca bk. İndeks; Kadir Pektaş, Tunus’ta Osmanlı Mimari Eserleri, Ankara 2002, s. 19; A. Leynaud, “Les catacombes d’Hadrumète”, RT, XVIII (1911), s. 147-166.

Muhammed el-Cedîdî