SÛRE
(السورة)
Kur’ân-ı Kerîm’i oluşturan 114 bölümden her biri.
Sözlükte “sıçramak, duvara tırmanmak” anlamındaki sevr (sevre) kökünden türeyen sûre kelimesi (çoğulu süver) “yüksek ve güzel bina, evin bir bölümü veya katı, yüce mertebe, şan ve şeref, alâmet ve nişan” mânalarına gelir. Terim olarak “Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesi sonucunda oluşan, sınırları vahiy doğrultusunda Resûl-i Ekrem tarafından belirlenen bölüm” demektir. Kur’an’ın belli bölümlerine sûre denilmesi, birbiriyle âhenkli veya mânevî derecesi yüksek parçalardan meydana gelmesi yahut onların her birinin Kur’an binasının bir katını veya bir parçasını teşkil etmesi sebebiyle olmalıdır. Sûre kelimesi Kur’an’da dokuz yerde tekil, bir yerde çoğul olarak zikredilir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “svr” md.). Bunlardan Nûr sûresinin başındakine “dinî hükümlerden ve hikmetli sözlerden bir demet” mânası da verilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “svr” md.). Sûreler kendi içinde bütünlüğü olup Kur’ân-ı Kerîm binasını meydana getiren bölümlerdir. Bununla ilgili en güçlü delil, benzerinin yapılması konusunda meydan okunan (el-Bakara 2/23) en küçük Kur’an birimini sûrenin teşkil etmesidir (Fahreddin er-Râzî, II, 117). Çağdaş müfessirlerden Emîn Ahsen Islâhî, sûrenin Kur’an yorumundaki merkezî konumuna vurgu yaparak her bir sûrenin bir ana konusunun bulunduğunu, kısa da olsa ondaki kelime ve cümlelerin belli bir konuyu destekleyecek özellikler taşıdığını belirtir (Birışık, sy. 11 [2001], s. 71-75).
Yaygın anlayışa göre Kur’ân-ı Kerîm’de 114 sûre mevcuttur (Zerkeşî, I, 349). Aralarında besmele bulunmayan Enfâl ile Tevbe sûrelerini tek sûre kabul eden telakkiye göre bu sayı 113’tür. Ayrıca Kur’an’ın sûre sayısı hususunda ittifak bulunmadığı ileri sürülmüş, Übey b. Kâ‘b’ın mushafında 116, Abdullah b. Mes‘ûd’un mushafında 112 sûre yer aldığına dair rivayetler bunun delili olarak zikredilmiştir. Halbuki bu mushafların ikisi de şahsî nüshalar olup birinde Muavvizeteyn’in bulunmaması, diğerinde Kunut dualarının yer alması Muavvizeteyn’in Kur’an’dan sayılmadığı, Kunut dualarının da Kur’an’dan sûreler olduğu sonucunu doğurmaz. Önemli olan husus, Hz. Osman’ın 114 sûreden oluşan mushafları üzerinde ashabın ittifak etmesi ve bu konuda herhangi bir tartışmaya rastlanmamasıdır (bk. MUSHAF).
Hz. Osman’ın mushaflarındaki sûre tertibinin tevkīfî mi yoksa ictihadî mi olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunların ilki tertibin sahâbenin ictihadı ile meydana geldiği yönündedir. Nitekim Resûl-i Ekrem bir gece namazında kıraate Bakara sûresiyle başlamış, ardından Nisâ ve Âl-i İmrân’ı okumuştur (Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 203). İbn Atıyye el-Endelüsî’nin bazı âlimlerin de katıldığı görüşüne göre sûrelerin büyük bir kısmının tertibi Hz. Peygamber’in sağlığında tamamlanmış, diğerlerininki sahâbeye bırakılmıştır. Üçüncü görüş ise mushafın tamamının tertibinin tevkīfî olduğu, yani Cebrâil’in işaretleri doğrultusunda Resûlullah tarafından yapıldığı şeklindedir. Fahreddin er-Râzî ve daha pek çok âlim bu görüşü benimsemiş, konuyla ilgili naklî ve aklî delillerden söz edilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in Cebrâil’e son arzından sonra vahiy tamamlanmış, aradan fazla bir zaman geçmeden Resûl-i Ekrem vefat etmiştir. Bu son okumada Zeyd b. Sâbit gibi Kur’an konusunda uzman olan sahâbîler de hazır bulunmuştur (Şen, s. 113-123; Tekineş, sy. 56 [2002], s. 51-56). Ayrıca Hz. Osman tarafından nüshalarının çoğaltılmasına kadar Kur’an son tertibe göre okunmuştur. Sahâbenin bu tertibe itiraz etmemesi ve şahsî nüshaların ortadan kaldırılmasına önemli bir itirazın gelmemesi de bunun delillerinden sayılmıştır.
Sûreler Mekkî ve Medenî olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Konuyla ilgili görüşler arasında en fazla kabul göreni hicretten önce nâzil olan âyet ve sûrelerin Mekkî, sonra nâzil olanların Medenî olduğu şeklindedir. Hicretten sonra inen bir âyetin Mekke’de veya Arafat’ta inmesi onun Mekkî sayılmasını gerektirmeyeceği gibi hicretten önce Mekke dışında nâzil olan âyet veya sûre de Medenî olmaz. Zerkeşî’ye göre (el-Burhân, I, 281) sûrelerin seksen beşi Mekkî, yirmi dokuzu Medenî, Süyûtî’ye göre (el-İtķān, I, 33) seksen ikisi Mekkî, yirmisi Medenî, on ikisi ihtilâflıdır. Ancak yaygın telakkiye göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenî’dir. Mekkî bir sûre içinde Medenî âyetlerin, Medenî sûreler içinde Mekkî olanların bulunması mümkündür. Mekke döneminde indirilen sûre ve âyetlerde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş peygamberlerin çağrılarına olumlu karşılık vermeyen ümmetlerin başına gelen ibret verici olaylardan, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu sûrelerde âyetler çoğunlukla kısa ve mensur şiir biçimindedir, âyet sonları (fâsıla) arasında büyük çapta benzerlik vardır. Ancak bazı Medenî sûrelerin Mekkî sûrelerdeki üslûbu taşıdığı görülmektedir. Bunun örnekleri arasında Ra‘d, Rahmân ve Zilzâl sûreleri yer alır. Medenî sûrelerde toplumun inşası, İslâm kardeşliği, içtimaî ve fıkhî konularla ilgili âyetler yer alır; genellikle anlatım üslûbu hâkim olduğundan âyetler ve sûreler uzundur (ayrıca bk. KUR’AN). Sûreler Hz. Peygamber’in hazarda veya seferde olması, gündüz veya gece, yaz veya kış mevsiminde inmesine bakılarak hazarî-seferî, nehârî-leylî, sayfî-şitâî gibi gruplara da ayrılmıştır (Süyûtî, I, 56-76).
Bazı sûreler birden fazla adla anılır. Zerkeşî bu isimlendirmelerin vahye dayalı (tevkīfî) olma ihtimalini daha güçlü bulur (el-Burhân, I, 367). Konuyla ilgili rivayetler ise bu adlardan birçoğunun sahâbe tarafından verildiğini göstermektedir. Sûre adları peygamberler, mümin, kâfir ve münafıklar, önemli tarihî olaylar, âhiret halleri, hayvanlar, tabiatın çeşitli özellikleri, güneş, ay ve yıldızlarla ilgili olup bu durumun bir medeniyet algısı ve inşası için önemli olduğu düşünülmektedir. Sûrelerin sûretü’l-Bakara, sûretü Âl-i İmrân gibi adlarla anılmasının uygun olmadığı, bunun yerine “es-sûretü’lletî tüzkerü fîhe’l-Bakara” (içinde ineğin anıldığı sûre), ”es-sûretü’lletî yüzkerü fîhâ Âlü İmrân” (içinde İmrân ailesinin anıldığı sûre) denilmesinin gerektiğine dair rivayet uydurma kabul edilmiştir. Sûrelerin gruplandırılarak adlandırıldığı da bilinmektedir. Bu adlandırmaların çoğu Resûl-i Ekrem’e dayandırılırken bir kısmı onların uzunluğuna ve kısalığına göre yapılmış, bir kısmında ise başka özellikler göz önünde bulundurulmuştur. Bir hadise göre yapılan tasnifte sûreler tıvâl (tuvel), miûn, mesânî ve mufassal diye anılır (Müsned, IV, 107). Yaygın telakkiye göre Kur’an’ın Fâtiha dışındaki ilk yedi sûresine es-seb‘u’t-tıvâl (yedi uzun sûre) denilmiştir. Ancak bu grubun Yûnus, hatta Kehf sûresiyle sona erdiğini kabul edenler de vardır. Miûn ise tıvâl dışında kalan ve âyet sayısı 100 civarında olan sûreler için kullanılmıştır. Fakat hangi sûrelerin bu gruba girdiğine dair açık bir bilgi yoktur. Zira sûre sıralamasına bakıldığında tıvâlin sonuncusu kabul edilen Hûd’dan itibaren âyet sayısı 182 olan Sâffât’ın sonuna kadar devam eden
sûreler içinde âyet sayısı otuz-doksan dokuz arasında değişen sûrelerin bulunduğu görülür. Buna göre miûnu, peş peşe gelip gelmediğine bakılmaksızın Yûnus’tan Sâffât’a kadar âyet sayısı 100’ün üzerinde olan sûreler teşkil etmektedir. Bunun yanında 100 âyetlik hacme sahip bulunan sûrelerin de bu grup içinde mütalaa edilmesi mümkündür. Mesânî grubunun hangi sûre ile başlayıp hangisiyle bittiği de belli değildir. Ancak bunların Yûnus sûresinden sonra Kāf (veya Hucurât) sûresine kadar âyet sayısı 100’ün altına düşen sûreler olduğu görüşü yaygındır. Bu gruba mesânî denmesinin sebebi miûn ile birlikte meydana gelen çift dizinin ikincisini teşkil etmesi, muhtevalarında yer alan mesellerin ibretler ve geçmişten haberler şeklinde iki yönlü olması veya içerdikleri kıssaların tekrarlanmasıdır. Araları besmele ile sık sık ayrıldığı ya da içlerinde mensuh âyetlerin az bulunduğu için mufassal diye anılan grubun ise Kāf ile başlayıp Nâs sûresiyle bittiği görüşü hâkimdir (Süyûtî, I, 199-200). Bakara ile Âl-i İmrân sûreleri zehrâveyn (çifte güller); “hâ-mîm”le başlayan Mü’min, Fussılet, Şûrâ, Zuhruf, Du-hân, Câsiye ve Ahkāf sûreleri havâmîm (hâ-mîmler) veya Âlü hâ-mîm (hâ-mîmli, hâ-mîmle başlayan); tâ-sîn veya “tâ-sîn-mîm”le başlayan Şuarâ, Neml, Kasas sûreleri tavâsîn; Allah’ı tesbihle başlayan Hadîd, Haşr, Saf, Cum‘a, Tegābün sûreleri müsebbihât; “kul” (söyle) emriyle başlayan Cin, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûreleri kalâkıl; Kâfirûn ile İhlâs ihlâseyn, ayrıca bu ikisiyle Felak ve Nâs sûreleri mukaşkışeteyn (tedavi eden); İhlâs, Felak ve Nâs sûreleri muavvizât, yalnız Felak ve Nâs sûreleri muavvizeteyn diye anılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in sûrelere ayrılmış olmasının bazı hikmetlerinden söz edilmiş, bu arada her yaşta ve seviyede insanın onu öğrenip ezberlemesinin ve ibadetlerde okunmasının kolaylaştırıldığı hususu belirtilmiştir (Fahreddin er-Râzî, II, 117; Zerkeşî, I, 362; Süyûtî, I, 207-208).
Sûreyle ilgili olarak telif edilen eserler oldukça zengin bir literatür oluşturmaktadır. Sûrelerin faziletine dair rivayetler için Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i ile İbn Mâce ve Tirmizî’nin es-Sünen’lerinde bölümler ayrılmış, ayrıca müstakil kitaplar yazılmıştır. Bunun yanında sûrelerin tertibi, başlangıç ve son cümleleri, birbiriyle münasebetleri, adları ve konularına dair kitaplar, makaleler telif edilmiş ve tez çalışmaları yapılmıştır (bk. FEVÂTİHU’S-SÜVER; HAVÂTİMÜ’s-SÜVER; MÜNÂSEBÂTÜ’l-ÂYÂT ve’s-SÜVER; NAZMÜ’l-KUR’ÂN). Ebü’l-Alâ el-Maarrî’nin Nažmü’s-süver (Yâkūt, III, 161), Vâhidî’nin Feżâǿilü’s-süver (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1631, vr. 15-36), İbnü’z-Zübeyr es-Sekafî’nin el-Burhân fî tertîbi süveri’l-Ķurǿân (nşr. Muhammed Şa‘bânî, Rabat 1986), Burhâneddin el-Bikāî’nin MeśâǾidü’n-nažar li’l-işrâfi Ǿalâ maķāśıdi’s-süver (nşr. Abdüssemî‘ Muhammed Haseneyn, I-II, Riyad 1987), Abdülazîz b. Abdülvâhid el-Miknâsî’nin Nažmü süveri’l-Ķurǿân (Zerkeşî, I, 340), Süyûtî’nin Tertîbü süveri’l-Ķurǿân (nşr. es-Seyyid el-Cümeylî, Beyrut 1986), Tenâsüķu’d-dürer fî tenâsübi’s-süver (nşr. Abdullah Muhammed ed-Dervîş, Dımaşk 1983) ve Ǿİlmü’l-münâsebât fi’s-süveri ve’l-âyât (nşr. Muhammed b. Ömer b. Sâlim Bâzmûl, Mekke 1423/2002) adlı kitapları klasik dönem eserleridir.
Modern dönemde yazılanlardan bazıları şunlardır: Rif‘at Fevzî Abdülmuttalib, el-Vahđetü’l-mevżûǾiyye li’s-sûreti’l-Ķurǿâniyye (Beyrut 1406/1986); Abdullah Mahmûd Şehhâte, Ehdâfü külli sûre ve maķāśıdühâ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (I-II, Kahire 1980); Muhammed Halîl Çiçek, Delâlâtü esmâǿi süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm min menžûrin ĥađâriyyin (Beyrut 1421/2001); Seyyid Râşid el-Câbirî, Esmâǿü’s-süveri’l-Ķurǿâniyye: Delâlât ve işârât ([baskı yeri yok], 1423/2002); Richard Bell, The Qurǿan: Translated with a Critical Rearrangement of the Surahs (I-II, Edinburgh 1937-1939); Ahmed Kemâl Muhammed el-Mehdî, Vaĥdetü’l-hedef fi’s-sûreti’l-Ķurǿâniyye (doktora tezi, 1426/2005, Câmiatü’l-Ezher Külliyyetü usûli’d-dîn); Faruk Tuncer, Kur’ân Sûrelerindeki Eşsiz Ahenk (İstanbul 2003); Faik Yılmaz, Âyetler ve Sûreler Arasındaki Münasebet (doktora tezi, 1995, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); İlhami Günay, Kur’ân-ı Kerîm Sûreleri Arasındaki Münasebet (yüksek lisans tezi, 1996, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Abdülkerim Çömçe, Mekkî ve Medenî Sûrelerin Özellikleri (yüksek lisans tezi, 1992, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).
Bu konudaki makalelerin bir kısmı şöylece sıralanabilir: Sakıp Yıldız, “Âyet ve Sûreler Arasındaki Münasebet” (Diyanet Dergisi, XXI/1 [Ankara 1985], s. 35-40; XXI/2, s. 11-15; XXI/3, s. 3-7); Mustafa Çetin, “Âyetler ve Sûreler Arasındaki Münasebet ve İnsicam” (Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VI [İzmir 1989], s. 505); M. Kemal Atik, “Âyet ve Sûrelerin Tevkifiliği Meselesi” (Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 6 [Kayseri 1989], s. 201-218); İbrâhim Abdurrahman Halîfe, “İsmü’s-sûre yümeŝŝilü rûĥahe’l-Ǿâm” (Ĥavliyyetü Külliyeti uśûli’d-dîn, IX [Kahire 1992], s. 33-72); Ahmet Bedir, “Sûrelerin İsimleri” (Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 5 [Şanlıurfa 1999], s. 167-216); Saffet Sancaklı, “Sûrelerin Faziletiyle İlgili Bazı Tefsirlerde Yer Alan Apokrif Hadislerin Kritiği” (İslâmî Araştırmalar Dergisi, XIV/ 1 [Ankara 2001], s. 129-144); D. Frolov, “The Problem of the ‘Seven Long’ Surahs”, Studies in Arabic and Islam (ed. S. Leder v.dğr., Paris 2002, s. 193-203); Hayrettin Öztürk, “Hazreti Peygamber (a.s.) Döneminde Kur’an Âyetlerinin ve Sûrelerinin Tespit ve Tertibi Hakkında Bir Değerlendirme” (Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 20-21 [Samsun 2005], s. 213-236).
BİBLİYOGRAFYA:
Cevherî, eś-Śıĥâĥ, “svr” md.; Lisânü’l-ǾArab, “svr” md.; Müsned, IV, 107; İbn Atıyye el-Endelüsî, el-Muĥarrerü’l-vecîz (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 1422/2001, I, 49-50; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, II, 117; Yâkūt, MuǾcemü’l-üdebâǿ, III, 161; Zerkeşî, el-Burhân fî Ǿulûmi’l-Ķurǿân (nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aşlî v.dğr.), Beyrut 1415/1994, I, 281, 340, 349, 355, 361, 362, 367; Süyûtî, el-İtķān (Bugā), I, 33, 56-76, 166, 194, 199-200, 207-208; M. Abdülazîm ez-Zürkānî, Menâhilü’l-Ǿirfân (nşr. Fevvâz Ahmed Zemerlî), Beyrut 1413/1992, I, 287-291; A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 182; W. Montgomery Watt, Bell’s Introduction to the Qur’ān, Edinburgh 1970, s. 58; Ziya Şen, Kur’an’ın Metinleşme Süreci, İstanbul 2007, s. 113-123; Abdülhamit Birışık, “Kur’an’da İç Bütünlük: Islâhî’nin Tefsir Yöntemi”, Dîvân: İlmî Araştırmalar, sy. 11, İstanbul 2001, s. 71-75; Ayhan Tekineş, “Cibrîl’in Son Dersi Arza-i Ahîra”, Yeni Ümit, sy. 56, İstanbul 2002, s. 51-56; F. Buhl, “Sûre”, İA, XI, 48; A. T. Welch, “Sūra”, EI² (İng.), IX, 885.
Abdülhamit Birışık