SÜHREVERDÎ, Şehâbeddin

(شهاب الدين السهروردي)

Ebû Hafs Şihâbüddîn Ömer b. Muhammed b. Abdillâh b. Ammûye el-Kureşî el-Bekrî es-Sühreverdî (ö. 632/1234)

Sühreverdiyye tarikatının kurucusu, müfessir ve muhaddis.

1 Şâban 539’da (27 Ocak 1145) İran’ın Irâk-ı Acem bölgesinin Cibâl eyaletinde Zencan’a bağlı Sühreverd’de doğdu. Hz. Ebû Bekir’in soyundan geldiği için Bekrî, Teymî ve Kureşî nisbeleriyle anılır. Lakap ve nisbelerindeki benzerlik sebebiyle zaman zaman Sühreverdî el-Maktûl diye tanınan Şehâbeddin Yahyâ b. Habeş ile karıştırılır. Birçok âlim ve sûfî yetiştiren seçkin bir aileye mensuptur. Babası Ebû Ca‘fer Muhammed, amcası Ebü’n-Necîb Ziyâeddin Abdülkāhir ve büyük dedesi Ammûye lakabıyla meşhur Abdullah b. Sa‘d, Sühreverdî nisbesiyle anılan âlim ve sûfî kişilerdi. Bağdat Nizamiye Medresesi’nde okuyup bir süre aynı medresede müderrislik ve Kasr Camii’nde vâizlik yapan babası Sühreverd kadısı iken bir iftira sonucu idam edildiğinde Sühreverdî henüz altı aylık bir çocuktu. Sühreverdî on altı yaşlarında Bağdat’a amcası Ebü’n-Necîb’in yanına gitti. Burada ondan ve çeşitli hocalardan ders okudu. Şâfiî fıkhını amcasının arkadaşı Ebü’I-Kāsım b. Fadlân ve Ebü’l-Muzaffer Hibetullah b. Ahmed eş-Şiblî’den tahsil etti. Ebü’l-Feth İbnü’l-Battî, Ma‘mer b. Fâhir, Ebû Zür‘a el-Makdisî, Ebü’l-Fütûh et-Tâî gibi âlimlerden hadis, fıkıh ve diğer ilimleri öğrendi. Önceleri kelâm ilmine meylettiyse de amcasının arkadaşı olan Kādiriyye tarikatı pîri Abdülkādir-i Geylânî’nin tavsiyesiyle bundan vazgeçti. Abdülkādir-i Geylânî (ö. 561/1165-66) ve amcası Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî’nin (ö. 563/1168) vefatından sonra bir mürşid arama amacıyla Basra’ya gitti. Burada bir müddet Ebû Muhammed Abdullah el-Basrî’nin sohbetlerine devam eden Sühreverdî’nin Basra körfezinde Abadan’da abdal diye anılan erenlerle görüştüğü ve Hızır’la sohbetlerde bulunduğu rivayet edilir. Yine orada Ebü’s-Suûd el-Bağdâdî’nin sohbetlerine katıldı. Uzunca bir süre halvete girdi. Daha sonra Bağdat’ta amcasının Dicle nehri kenarındaki tekkesinde ve 590 (1194) yılında Makber mahallesinde vaaz ve irşada başladı. Etkili konuşmaları sayesinde geniş bir kitlenin ilgisini çekti ve birçok kişi kendisine intisap etti. Halife Nâsır-Lidînillâh’ın onu ziyaret ettiği ve Merzübâniyye Tekkesi’nde baş başa görüştükleri kaydedilmektedir. Halife onu kendi adına yaptırdığı tekkeye şeyh tayin etti. Bu dönemde Nâsıriyye, Bistâmiyye ve Me’mûniyye tekkelerinin şeyhliği de şeyhü’ş-şüyûh unvanıyla anılan Sühreverdî’ye aitti.

Halife Nâsır-Lidînillâh döneminde fütüvvet teşkilâtının organize edilmesi çalışmalarında öncülük eden Sühreverdî hilâfet merkeziyle beylikler arasında bazı elçilik görevlerinde bulundu. Dımaşk’a Eyyûbî Sultanı el-Melikü’l-Eşref Mûsâ’ya elçi olarak gittiğinde çok iyi karşılandığı ve


kendisine büyük bir saygı gösterildiği söylenir. 614’te (1217) 400.000 kişilik bir orduyla Bağdat’ı almak üzere yola çıkan Hârizm Sultanı Muhammed b. Tekiş’i bu fikrinden vazgeçirmeye muvaffak olamadı, fakat yağan kar yüzünden Hârizm sultanının ordusu telef oldu. Bunun üzerine Bağdat’ı işgal etmekten vazgeçip geri döndü. Sühreverdî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin babası Bahâeddin Veled’in 617 (1220) yılında Bağdat’a gelişinde kalabalık bir halk kitlesiyle onu karşılamaya çıktı. 618’de (1221) halifeden aldığı menşûru Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’a götürdü. Bu yolculuğu sırasında Malatya’da Necmeddîn-i Dâye ve Konya’da Bahâeddin Veled ile görüştü. 628’de (1231) hac için Mekke’de bulunduğu sırada sultânü’l-âşıkīn lakabıyla tanınan mutasavvıf şair İbnü’l-Fârız ile tanıştı. Bu esnada İbnü’l-Fârız’ın oğullarına ve Mısırlı Ziyâeddin Îsâ b. Yahyâ el-Ensârî es-Sebtî’ye tarikat hırkası giydirdi. Son zamanlarında gözlerini kaybetmesine ve kötürüm olmasına rağmen müridlerinin yardımıyla cuma vaazlarına çıkmaya devam eden Sühreverdî, 1 Muharrem 632’de (26 Eylül 1234) vefat etti, cenazesi ertesi gün Verdiye semtindeki türbeye defnedildi. Tarikatların kuruluş döneminde yaşayan Sühreverdî gençliğinde Abdülkādir-i Geylânî’den feyiz almış, çağdaşlarından Evhadüddîn-i Kirmânî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile görüşmüştür. Evhadüddîn-i Kirmânî’yi Ahmed el-Gazzâlî ve Aynülkudât el-Hemedânî’nin fikirlerini benimsediği için bid‘atçı sayan Sühreverdî ilim ve irşad faaliyetini birlikte yürütmüş, eserleriyle muhafazakâr Sünnî tasavvuf anlayışının temellendirilmesinde önemli katkılarda bulunmuştur.

Hüccetü’l-muhaddisîn lakabıyla meşhur Muhammed b. Saîd el-Ma‘dûl, İbn Nukta, Ziyâeddin el-Makdisî, Ebû Abdullah Zekiyyüddin Muhammed b. Yûsuf el-Birzâlî el-İşbîlî ve İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî onun talebeleri arasındadır. Ebü’l-Ganâim İbn Allân, Ebü’l-Mehâmid Şehâbeddin İsmâil b. Hâmid el-Ensârî el-Hazrecî ile Ebü’l-Abbas el-Eberkûhî kendisinden hadis rivayet etmiştir. et-Terġīb ve’t-terhîb müellifi Münzirî, Sühreverdî’den icâzet aldığını ve bu icâzetlerden birinin 618 (1221) tarihini taşıdığını belirtmektedir. Ebü’l-Abbas el-Vâsıtî, Ebü’l-Fazl el-Hılâtî, Sa‘d b. Muzaffer el-Mutahhar, İbn Meymûn el-Kaysî gibi âlimler ondan fıkıh ve hadis okumuş veya sohbetine katılmıştır. Sühreverdî’nin sohbetlerine katılıp tarikat hırkası giyen ve ondan feyiz alanların sayısı binlerle ifade edilmektedir. Sühreverdiyye’nin Hindistan ve Pakistan taraflarında yayılmasını sağlayan Bahâeddin Zekeriyyâ el-Mültânî, tarikatın Büzgaşiyye kolunun kurucusu Necîbüddin Ali b. Büzgaş eş-Şîrâzî onun en önemli müridleridir. İranlı şair Kemâleddîn-i İsfahânî, Sühreverdî’ye intisap ettikten sonra uzun bir süre inziva hayatı yaşamış, Sühreverdî’nin vefatı üzerine tekrar İsfahan’a dönmüştür. Şâfiî fakihi İzzeddin İbn Abdüsselâm da onun müridlerindendir. Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Moğol zulmünden kaçmak ve tahsil yapmak maksadıyla Bağdat’a geldiğinde Sühreverdî’yi ziyaret ettiği rivayet edilmektedir.

Vefatından sonra tarikatını sürdüren oğlu Ebû Ca‘fer İmâdüddin Muhammed b. Ömer es-Sühreverdî, İbnü’l-Cevzî, İbn Asâkir, İshak b. Nehhâs gibi âlimlerden hadis okumuş, babası gibi diplomatik seyahatler yapmış, babasının ǾAvârifü’l-maǾârif ve amcası Ebü’n-Necîb’in Âdâbü’l-mürîdîn adlı eserlerinden faydalanarak kaleme aldığı, tarikatın âdâb ve erkânına dair Zâdü’l-müsâfir ve edebü’l-ĥâđır adlı eser (Köprülü Ktp., nr. 1603/2, vr. 11b-58a) Sühreverdiyye mensupları arasında ǾAvârif’ten sonra önemli bir kaynak olmuştur.

Eserleri. 1. ǾAvârifü’l-maǾârif*. Tarikatlar döneminde yazılan ilk eserlerden olup Sühreverdî’nin en önemli kitabıdır. Çeşitli baskıları ve tercümeleri bulunan eser son olarak Edîb el-Kemdânî ve Muhammed Mahmûd Mustafa tarafından neşredilmiş (I-II, Mekke 1422/2001), Farsça’ya (trc. Ebû Mansûr İsfahânî, Tahran 1985) ve Türkçe’ye (trc. Yahya Pakiş - Dilâver Selvi, İstanbul 1988) tercüme edilmiştir. 2. Nuġbetü’l-beyân fî tefsîri’l-Ķurǿân. Sühreverdî bu eserinde zâhirî mânaya ağırlık vermekle birlikte yer yer işârî tefsire de girişmektedir. Eserde Fâtiha’dan başlamak suretiyle âyetlerin belli bir sıra içinde, fakat yer yer atlanarak tefsir edildiği görülmektedir. Eserin müellifi hayatta iken istinsah edilen 610 (1213) tarihli, baş tarafında Sühreverdî’nin el yazısıyla bir icâzetnâme bulunan nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Beşir Ağa, nr. 24). Nuġbetü’l-beyân üzerine Yaşar Düzenli tarafından doktora tezi yapılmıştır (Şihâbuddin Sühreverdî ve Nuğbetü’l-Beyân fî tefsîri’l-Kur’ân Adlı Eserinin Tevbe Suresine Kadar Tahkiki, 1994, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). 3. Reşfü’n-neśâǿiĥi’l-îmâniyye ve keşfü’l-feżâǿiĥi’l-Yûnâniyye. Sühreverdî’nin Gazzâlî’nin yolunu izleyerek filozofları tenkit için kaleme aldığı eser muhteva ve üslûp bakımından Tehâfütü’l-felâsife’ye benzemekle birlikte onun kadar güçlü değildir. Devrin


halifesi Nâsır-Lidînillâh’ın bu eserden çok istifade ettiği söylenir. Angelika Hartmann 1982’de yaptığı doçentlik teziyle bu eseri neşre hazırlamış ve bir makalesinde 1986 yılında basılacağını haber vermişse de (bk. bibl.) henüz yayımlanıp yayımlanmadığı bilinmemektedir. Sühreverdî üzerine Ezher Üniversitesi’nde yüksek lisans tezi yapan (1985) Âişe Yûsuf el-Mennâî daha sonra Reşfü’n-neśâǿiĥ’i neşretmiştir (Kahire 1999). Eser Muînüddîn-i Yezdî (ö. 789/ 1387) tarafından Farsça’ya çevrilmiştir (nşr. Necîb Mâyil-i Herevî, Tahran 1365 hş./1986). 4. İrşâdü’l-mürîdîn ve mecdü’ŧ-ŧâlibîn (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1397/1). 5. İǾIâmü’l-hüdâ ve Ǿaķīdetü erbâbi’t-tüķā. Tasavvuf ve ilm-i kelâma dair on bölümden oluşan eserin Mekke’de yazıldığı belirtilmektedir (nşr. Abdülaziz es-Seyrevân, Dımaşk 1996). 6. er-Raĥîķu’l-maħtûm li-źevi’l-Ǿuķūl ve’l-fühûm. İlâhî sırlara dair bir eserdir (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2682/1, Hâlet Efendi, nr. 814/8, Şehid Ali Paşa, nr. 1377/3; Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1821). 7. Risâletü’s-seyr ve’ŧ-ŧayr. Tecellî, seyr, tayr ve sülûk konularının anlatıldığı küçük bir risâledir (Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 428/3, Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2023/ 9; Köprülü Ktp., nr. 1589). 8. Veśâyâ. Sühreverdî’nin oğluna ve müridlerine yaptığı vasiyetlerden oluşan birkaç varaklık bir risâle olup (Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 428/4, Şehid Ali Paşa, nr. 1396; Köprülü Ktp., nr. 329/5). Muhammed Şirvânî tarafından Farsça’ya çevrilerek Arapça’sıyla birlikte neşredilmiştir (Câvidân-ı Ħıred, Tahran 1396 hş., II/2, s. 31-37). 9. Ceźbü’l-ķulûb ilâ muvâśalâti’l-maĥbûb (Halep 1328). 10. Evrâdü’s-Sühreverdî. Talebelerinden Ali b. Ahmed el-Gūrî’nin şerhettiği bir nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir (nr. 550/2). 11. Sünûĥu’l-fütûĥ bi-źikri’r-rûĥ. Dört beş varaklık bu risâlenin Köprülü Kütüphanesi’ndeki nüshası (nr. 1605/6, vr. 3b-41a) Risâle fi’s-sülûk diye kayıtlıdır. 12. Fütüvvetnâme. Murtazâ Savvâf ve Henry Corbin tarafından Resâǿil-i Civânmerdân içinde neşredilmiştir (İran 1353/1973, s. 89-166). 13. el-Maķāmâtü’ś-śûfiyye (nşr. Emil Me’lûf, Beyrut 1993). 14. Ǿİdâletü’l-Ǿiyân Ǿale’l-bürhân (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 1447, vr. 131-150; Bursa Ulucamii Ktp., Tasavvuf, nr. 1597). Sühreverdî’nin diğer bazı eserleri de şunlardır: el-Esǿile ve’l-ecvibe, Risâle fî ġureri’l-ħalķ ve istidrâcihim, Risâle fi’l-faķr.

BİBLİYOGRAFYA:

Sem‘ânî, el-Ensâb, VII, 197; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, X, 255; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, III, 289-290; a.mlf., MuǾcemü’l-üdebâǿ, XIX, 311-320; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, II, 159; İbnü’l-Kıftî, İħbârü’l-Ǿulemâǿ, s. 2-6; Necmeddîn-i Dâye, Mirśâdü’l-Ǿibâd (nşr. M. Emîn Riyâhî), Tahran 1365 hş., s. 22-23; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 201-205, 345; III, 446, 448; İzzeddin el-Kâşî, Miśbâĥu’l-hidâye (nşr. Celâleddin Hümâî), Tahran 1323 hş., s. 23; Zehebî, Târîħu’l-İslâm: sene 631-640, s. 96-99; a.mlf., AǾlâmü’n-nübelâǿ, XIII, 48-49; XX, 420, 481-487; XXII, 195, 197, 233, 347, 348, 374, 375, 377; XXIII, 55-57, 68-70, 126-134, 288-289; a.mlf., el-Ǿİber, IV, 181; Ahmed b. Aybek ed-Dimyâtî, el-Müstefâd min Źeyli Târîħi Baġdâd (nşr. Kayser Ebû Ferah, Târîħu Baġdâd içinde), Haydarâbâd 1978, IV, 209, 210; Eflâkî, Menâķıbü’l-Ǿârifîn, I, 14, 45; Sübkî, Ŧabaķāt (Tanâhî), VII, 322 vd., 339; VIII, 6-15, 43, 80, 147, 209-256, 338, 340, 370-371; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1982, XII, 244; XIII, 138 vd.; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, VI, 285; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 472, 513, 514, 528-530, 583, 670-674; Keşfü’ž-žunûn, II, 1177; Dârâ Şükûh, Sefînetü’l-evliyâǿ, Kanpûr 1884, s. 114-115; İbnü’l-İmâd, Şeźerât, IV, 153-154, 290; V, 154; Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 152a-b; M. Mustafa Hilmî, İbnü’l-Fârıż: Sulŧânü’l-Ǿâşıķīn, Kahire 1963, s. 70-71; Süleyman Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, Ankara 1974, s. 160-162; Abdülhüseyin Zerrînkûb, Cüstücû der Taśavvuf-i Îrân, Tahran 1369 hş., s. 172-178, 281, 287; Âişe Yûsuf el-Mennâî, Ebû Ĥafś ǾÖmer es-Sühreverdî, Devha 1412/1991; Kamerul Huda, Şihabeddin Ömer Sühreverdî: Hayatı, Eserleri, Tarikatı (trc. Tahir Uluç), İstanbul 2004; E. Stefan Ohlander, Abū Hafs Umar al-Suhrawardī (d. 632/1234) and the Institutionalization of Sufism (doktora tezi, 2004), The University of Michigan; A. J. Arberry, “The Teachers of Shihāb al-Dīn ǾUmar al-Suhrawardī”, BSOAS, XIII (1949-51), s. 339-356; A. Hartmann, “Sur l’édition d’un texte arabe médiéval: Le Rašf annaśaǿiĥ al-īmānīya wakašf al-fađāǿiĥ al-yūnānīya de ǾUmar as-Suhrawardī”, Isl., LXII (1985), s. 71-97; a.mlf., “al-Suhrawardī, Shihāb al-Dīn Abū Ĥafś ǾUmar”, EI² (İng.), IX, 778-782; a.mlf., “Nâsır-Lidînillâh”, DİA, XXXII, 400-401.

Hasan Kâmil Yılmaz