SÖĞÜT

Osmanlı Devleti’nin ilk kurulduğu yer olarak bilinen, bugün Bilecik’e bağlı ilçe merkezi.

Sakarya ırmağının güneyinde etrafı tepelerle çevrili çok derin ve dar bir boğazın (Söğüt deresi) ağzında, denizden yaklaşık 650 m. yükseklikte yer alır. Bilecik ile Eskişehir arasındaki ana yolun dışında kalır, ancak tâli yollarla güneyde Bozüyük ve doğuda orta Sakarya vadisi üzerindeki yerleşim yerlerine bağlanır. Kasabanın adı muhtemelen söğütgiller ailesinden olan ve genellikle su kenarlarında yetişen bir ağaçtan gelir. Söğüd / Söğüt’ün Sagouados adlı bir eski yerleşme yeri olduğu iddiaları ispat edilememiştir. Bununla birlikte buranın Bilecik gibi İznik-Eskişehir-Kütahya yolu üzerinde teşekkül etmiş bir kasaba olabileceği belirtilir. XV ve XVI. yüzyıl kaynaklarında Bey Söğüdü, Söğüdlü, Söğüdcük ve Söğütcük gibi adlara rastlanması (166 Numaralı Muhâsebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri, s. 55; Hüdavendigâr Livası, s. 267-269) yer isminin menşei hakkında belirleyicidir.

Söğüt’ün tarihî süreç içinde bir yerleşme yeri halinde ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Eskiçağ’da orduların geçtiği güzergâh üzerinde olduğu belirtilen Söğüt yöresinin tarihi, Bilecik’i de kapsayacak biçimde Bitinya (Bithynia) bölgesinin genel tarihi içinde yer alır. Fakat buranın bir yerleşme yeri olarak ortaya çıkışı, Osmanlı Beyliği’nin kurulma aşamasının yaşandığı XIII. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiş olmalıdır. Bu hususta ilk Osmanlı tarihçilerinin müşterek rivayetlerinden biri, Kayı aşiretinin beyi olan Ertuğrul Gazi’nin Karacahisar’ın kuşatması sırasındaki başarısı ile Selçuklu Sultanı Alâeddin’i etkilemesi, bunun üzerine Sultan Alâeddin’in Ertuğrul Gazi’ye kışlak olarak Bilecik ve Eskişehir arasında verimli bir dere yatağını içine alan Söğüt vadisini ve yaylak olarak da Domaniç dağlarını vermesidir. Bir diğer rivayet ise Ertuğrul Gazi’nin Selçuklu Devleti sınır boylarına uç beyi olarak yerleşmesi sırasında buraya gelmesi ve mahallî Bizans güçleriyle savaşıp Bilecik’i alması olayıdır. Söğüt’te Ertuğrul Gazi’nin türbesinin bulunması, Şeyh Edebâlî ile Sultan Osman, Orhan ve Murad Hudâvendigâr’ın vakıflarına gelir olarak tahsis edilen yerlerin mevcudiyeti, ayrıca XVI. yüzyıl tahrir verilerine göre burada Kayı aşiretinin yerleşmiş olması, Osmanlılar’ın tarih sahnesine çıktığı ilk dönemlerde Söğüt’ün belirleyici önemini ortaya koyar. Bu durumda Söğüt’ün, Ertuğrul Gazi’nin aşiretinin başında olduğu sıralarda bir uç yerleşmesi ve ardından oğlu Osman Gazi’nin ilk idarî merkezi şeklinde öne çıktığı söylenebilir. Osman Gazi’nin XIV. yüzyıl başlarında batıda Bizanslılar üzerine yapılan gazâ hareketini yayması ve süratle Marmara bölgesine doğru genişlemesi, arkasından oğlu Orhan Bey döneminde Bursa’nın fethi (726/1326) gibi sebepler, Söğüt ve yöresinin giderek idarî ve siyasî bakımdan arka planda kalmasına yol açmış


olmalıdır. İstanbul’un fethinden sonra ise İstanbul’dan Anadolu’ya doğru “sağ kol” veya “hac yolu” olarak bilinen meşhur yolun üzerinde bulunduğundan hacca giden hacıların konakladığı yerlerden biri haline gelmiştir.

Osmanlı döneminde Söğüt, idarî bakımdan Anadolu eyaletine bağlı Bursa (Hudâvendigâr) sancağının kaza veya nahiyeleri arasında yer alıyordu. 892’de (1487) nahiye merkezi muhtemelen bugünkü kasabanın ilk nüvesini oluşturan Bey Söğüdü / Söğüt adlı köydü. Burada yaklaşık elli beş kişi yaşıyordu (dört ellici, iki kesimci, iki bağban, bir haraçgüzâr ve iki kötürüm olmak üzere on bir hâne). Bu tarihte şehirleşmenin işareti olacak şekilde bir merkez konumunda değildi (a.g.e., s. 267, 269, 276). Söz konusu tahrir kayıtlarından buranın bir “ellici yeri” olduğu, yani devlet tarafından toprak işçiliği statüsü tanınmış küçük bir grup tarafından (ortakçı kullar) iskân edildiği anlaşılır. 1530’da bu köyün nüfusu yirmi hâne, dört mücerret (bekâr erkek) olmak üzere yaklaşık 100 kişiye yükseldi (166 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri, s. 55-58, 202). Bu nüfus içinde “cemâat-i ehl-i vezâif” adı altında kaydedilenler de vardı (üç hâne, bir imam ve bir müezzin). Söz konusu vazifelilerin nerede görevli olduklarına dair bir işaret olmamasına rağmen bunların köyde başta Ertuğrul Gazi Türbesi olmak üzere köyde mevcut mescidde vazifeli oldukları söylenebilir. Bu tahrir kayıtları, Osmanlılar’ın erken dönemlerinde Söğüt’ün esasında bir köy yeri olduğunu ve konar göçer grupların geçici (kışlak) iskân birimi halinde bulunduğunu gösterir. Daha sonra buraya toprağı işlemek üzere kul asıllı ortakçılardan oluşan küçük bir grubun yerleştirildiği anlaşılmaktadır.

981’de (1573) Söğüt idarî durumunu korudu. 936’da (1530) otuz sekiz köy, dört konar göçer grubun bulunduğu nahiyede 1573’te otuz yedi köy ve on mezraa kayıtlıydı. Bu tarihte Söğüt yine bir köy statüsündeydi. Fakat merkezin “nefs-i Söğüt” diye geçmesi buranın yavaş yavaş bir kasaba olma sürecine girdiğini gösterir. Bu süreç içinde 1573’te Söğüt’ün vergi veren erkek nüfusu 124’e ulaşmıştı. Bunun 113’ü müslüman (altmış dokuz hâne, kırk dört mücerret), on biri gayri müslimdi. Burada müslüman nüfusun on bir hâne ve on mücerredi muhtemelen Söğüt’teki türbe ve mescidde vazifeliydi. On dört kişiyse sipahi ve sipahizâde statüsünde bulunmaktaydı. Bu nüfus yapılanması içinde Söğüt’ün 1573’te 450-500 arasında nüfusu vardı. Cizye vergisi ödemekle mükellef olan gayri müslimler arasında Karaca, Karagöz ve Kurd gibi Türkçe adları taşıyanların varlığı bunların gayri müslim Türkler olabileceği intibaını uyandırmaktadır (Hüdavendigâr Livası, s. 268; Yinanç, sy. 34 [1985], s. 65-73).

XVII. yüzyıl ortalarında Söğüt’e uğrayan Evliya Çelebi, buranın Bursa sancağında Lefke (bugünkü Osmaneli) kazasına bağlı nahiyeler arasında yer aldığını, bağlı bağçeli, havası ve suyu latif, “... yedi yüz kiremitle mestûr Etrâk hâneli” küçük bir kasaba olduğunu belirtir. Bu durum, Celâlî hareketlerinden sonra Söğüt’ün hızlı bir nüfus artışı sürecine girdiğine işaret eder. Bu artışın normal bir artıştan ziyade daha çok dışarıdan alınan göçlerden ileri geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim XVII. yüzyıl ortalarında Söğüt yöresine yakın, Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın Hân-ı Cedîd adıyla bilinen bugünkü Vezirhan beldesindeki kervansarayına toplam 126 nefer müslüman ve gayri müslim halkın ormanda yer açmak üzere yerleştirilmesi dikkat çekicidir (Hüdavendigâr Livası, s. 268). 1736’da Söğüt’ün dört mahallesinin olması da bu nüfus artışının bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. Söğüt, XIX. yüzyılın ilk yarısında Hudâvendigâr (Bursa) vilâyetine bağlı Ertuğrul (Bilecik) sancağının bir kazası oldu. Tanzimat’tan sonra düzenlenen temettuât kayıtlarına göre 1840’lı yıllarda burada altı müslüman mahallesi bulunuyordu (Câmi-i Kebîr, Hacı Hüseyin, Çora Bey, Hüseyin, Balaban, Çimenlik). Gayri müslim nüfus da ayrı bir mahalle teşkil etmişti. Toplam erkek nüfus 1500 dolayındaydı. Gayri müslimler 434 erkek nüfusa sahipti. Bu durumda kasabanın toplam nüfusunun 5-6000 dolayında olduğu anlaşılmaktadır. XIX. yüzyılın sonlarında kasabanın nüfusu yine 6000 civarındaydı. Bu nüfusun önemli bir kısmını Türkler teşkil ediyordu. Genel nüfusun üçte birinden az olan gayri müslimler Rum ve Ermeniler’den oluşuyordu. V. Cuinet ise Söğüt’te toplam nüfusun 17.845 olduğunu, bunun 14.838’ini Türkler, 1488’ini Ortodoks Rumlar, 1472’sini Gregoryen Ermeniler ve 47’sini yahudilerin teşkil ettiğini yazar. Bu tarihten sonra merkez kasabanın nüfusunda düşme görüldü. Millî Mücadele yıllarında burası iki defa Yunan saldırısına uğradı. İlki İkinci İnönü Savaşı sırasında oldu. Fakat Yunanlılar burada ancak altı gün kalabildi (26 Mart - 1 Nisan 1921). Aynı yılın temmuzunda ikinci işgal dönemi on üç ay sürdü. 4 Eylül 1922’de tahrip edilmiş bir şekilde işgalden kurtarıldı.

Osmanlı Beyliği’nin ilk dönemlerine beşiklik etmiş olan Söğüt kuruluş döneminin izlerini yansıtan bazı tarihî ve kültürel eserlere sahiptir. Bu eserlerin başında Söğüt ile âdeta bütünleşmiş olan Ertuğrul Gazi Türbesi gelir. Muhtemelen Orhan Gazi döneminde inşa edilen ve XVI. yüzyılda görevli olarak birer türbedarla muslukçunun bulunduğu bu türbe XVIII ve XIX. yüzyıllarda onarım gördü. Geleneğe göre türbeyi çevreleyen avlu içinde Osman Gazi’nin kardeşlerinden Saruyatu veya Savcı Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin yanında medfun olduğu söylenir. Hatta Osman Gazi vefat ettiğinde önce bu türbeye, sonra da Bursa’ya nakledildiği hâkim bir görüş olarak ileri sürülür. Bugün türbenin önünde tarih boyunca kurulan on altı büyük Türk devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin


kurucularının büstleri yer almaktadır. Ayrıca Söğüt’ün güneybatısında çevreye hâkim bir tepede Ertuğrul Gazi adıyla bir mescid vardır. Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra inşa edildiği anlaşılan bu mescidin XIX. yüzyıl sonlarında yeniden yapıldığı bilinmektedir (bk. ERTUĞRUL GAZİ CAMİİ ve TÜRBESİ). Bu eserlerden başka Söğüt’ün merkezinde Çelebi Mehmed adıyla bilinen bir cami yer alır. Bu caminin masraflarının Orhan Gazi vakfınca karşılanmasından dolayı esasında Orhan Gazi’ye ait olduğu ve Çelebi Mehmed tarafından yeniden inşa edilmesi sebebiyle onun adını taşıdığı ileri sürülür (bk. ÇELEBİ SULTAN MEHMED CAMİİ).

Osmanlılar’ın kuruluş döneminden sonra imara ve kültürel faaliyetlere pek sahne olmayan ve uzun süre gözlerden uzak kalan Söğüt’ün, XIX. yüzyıl sonlarında II. Abdülhamid’in imparatorluğu ayakta tutabilmek için pratiğe dayalı çok yönlü siyaseti çerçevesinde Osmanlı Devleti’nin kuruluş noktası olarak yeniden yorumlanmaya ve ön plana çıkarılmaya başlandığı görülmektedir. II. Abdülhamid döneminde iki önemli tarihî eser inşa edilmiştir. Bunlardan biri 1889’da yaptırılan Hamidiye Camii, diğeri 1901’de inşa edilen idâdîdir. İdâdînin yanında 1919 yılında yapılan bir de yetimhane mevcuttur. Bundan başka kasabada Çelebi Mehmed Camii’nin önündeki küçük meydanda Kaymakam Said Bey tarafından inşa ettirilen bir de çeşme vardır. Bu eserlerin dışında XIX. yüzyıl sonlarında Söğüt’te eğitim ve öğretim alanında iki kütüphane, iki medrese, bir rüşdiye ve ibtidâî mektebin olduğu dikkati çekmektedir.

Ertuğrul Gazi Türbesi’nin Söğüt’te olmasından dolayı Ertuğrul Gazi’ye mensup olduklarına inanılan Poyrazlı, Tolazlı, Özbekli, Sazlı, Akçini (Akçainli), Hacı Halil obası, Veliler, Karabağlı, Softalı ve Akçakoyunlu adlarıyla bilinen yörük gruplarının zamanla burasını bir ziyaret ve tören yeri haline getirdikleri, ancak 1863’te Ahmed Vefik Efendi’nin (Paşa) Anadolu’nun sağ kol müfettişliği döneminde bunlar iskân edildikten sonra yavaş yavaş bu geleneği unutmaya başladıkları, II. Abdülhamid döneminde ise zayıflayan aidiyet bağının tekrar kuvvetlendirilmesi düşüncesiyle bunun yeniden canlandırıldığı bilinmektedir. Bu geleneksel ziyaret ve törenler çerçevesinde yörük beyleri erkek evlâtları dünyaya geldiğinde, çocuklarını Ertuğrul Gazi Türbesi’ne götürüp kurban keserek isim verirler, yılda iki defa 300 atlı ile türbeyi ziyarete gelerek üç dört gün kalırlar, yine kurban keserler ve cirit oynarlardı. Ziyaret ve törenlerde geleneksel kıyafet olarak başlarına keçe külâh giyerler ve ihtiyarları külâhın etrafına ağabani denen sarık, gençleri ise kırmızı Trablus sarık sararlardı (BA, Yıldız, ts., Kısım nr. 18, Evrak, nr. 553/368, Zarf nr. 93, Karton nr. 36). Bugün yörük bayramı kapsamında yapılan bu törenler dolayısıyla kendilerini Ertuğrul Gazi’ye nisbet eden Karakeçili aşireti mensupları her yıl eylül ayının ikinci haftasının cumartesi ve pazar günleri Söğüt’e gelmekte ve mahallî kıyafetleriyle törenlerini icra etmektedir. Bu gelenek her yıl düzenlenen resmî bir organizasyona dönüşmüş bulunmaktadır.

1927’de 2446 kişilik nüfusuyla geçirdiği işgal yıllarının izini taşıyan Söğüt ancak 1975 sayımında 5000 nüfusu aşabildi (5329 nüfus). 1980’li yıllardan sonra ciddi bir gelişme gösterdi, bazı yeni sanayi tesisleri kuruldu. 1990’da nüfusu 10.000’e yaklaştı (9470), 2000 sayımında 10.000’i (12.644 nüfus) ve 2007 sayımında 15.000’i (15.761) geçti. Önceleri pamuk üretimi ve ipek dokumacılığı ön planda iken bugün seramik ve mermercilik başlıca endüstri alanını oluşturur. Günümüzde Söğüt’te beş mahalle bulunmaktadır (Orta, Kayhan, Cumhuriyet, Balaban, Türkmenbaşı).

BİBLİYOGRAFYA:

166 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri: 937-1530 (nşr. BA Dairesi), Ankara 1995, s. 55-59, 202; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), III, 10; Cuinet, IV, 176-179; Hüdavendigâr Livası Tahrir Defterleri (haz. Ömer Lutfi Barkan - Enver Meriçli), Ankara 1988, s. 267-291; İbrahim Hakkı Konyalı, Söğüt’de Ertuğrul Gazi Türbesi ve İhtifali, İstanbul 1959; Taylan Akkayan - Mehmet H. Aydın, Ertuğrul Gazi’den Bugüne Söğüt, İstanbul 1983; Sait Öztürk, “Ondokuzuncu Yüzyılda Söğüd Kazası’nın Sosyal ve Ekonomik Özellikleri”, Söğüt: VIII. Osmanlı Sempozyumu, İstanbul 1995, s. 51-64; I. Beldiceanu-Steinherr, “Bitinya’da Gayrimüslim Nüfus (14. Yüzyılın İkinci Yarısı - 15. Yüzyılın İlk Yarısı)”, Osmanlı Beyliği: 1300-1389 (trc. Gül Çağalı Güven v.dğr.), İstanbul 1997, s. 10-13; R. P. Lindner, Ortaçağ Anadolusu’nda Göçebeler ve Osmanlılar (trc. Müfit Günay), İstanbul 2000, s. 52-53; Filiz Yenişehirlioğlu, “Söğüt: Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşu ve Tarihi Coğrafyanın Çevre Düzenlemesi”, Tarih Yazımında Yeni Yaklaşımlar, Küreselleşme ve Yerelleşme, İstanbul 2000, s. 92-112; Refet Yinanç, “XVI. Yüzyılda Söğüt ve Köyleri”, TDA, sy. 34 (1985), s. 65-73; Kāmûsü’l-a‘lâm, IV, 2587-2588; Besim Darkot, “Söğüt”, İA, X, 761-763; J. H. Kramers, “Sögüd”, EI² (İng.), IX, 706.

İlhan Şahin