SİHR-i HELÂL

(سحر حلال)

Bir beyitte hem önceki hem sonraki kelimelerle anlamı bütünleme sanatı; insanı büyüleyici, olağan üstü güzel söz.

Türk edebiyatında Tanzimat’tan günümüze kadar yazılan edebî sanatlarla ilgili kitaplarda sihr-i helâlin birbiriyle ilgisi olmayan iki ayrı tarifi vardır. Bunlardan ilki bazı klasik belâgat kitaplarında yer almış olsa da üzerinde az durulan, hatta bazı müelliflerin hiç bahsetmediği “güzel ve veciz söz”dür. Nitekim Muallim Nâci Istılâhât-ı Edebiyye’sinde (s. 7) ilk olarak sihr-i helâli ele almış ve onun “kelâm-ı bedî‘” mânasında kullanıldığını söylemiştir. Şemseddin Sâmi de “sihir” maddesinin üçüncü mânasını “şiir ve fesahat gibi insanı meftun eden hüner” diye kaydeder. Sihr-i helâlin bu anlamının kaynağı, “İnne mine’l-beyâni sihren / le-sihren” hadisinden kaynaklanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçen sihir kelimesi, çok defa Hz. Peygamber’in kendisine vahyedilen âyetleri beyan ettiğinde kâfirlerin buna inanmayarak, “Bu sihirden başka bir şey değildir” şeklindeki inkârları dolayısıyla zikredilmektedir. Bakara sûresinin 102. âyetinde ise sihirle ilgilenenlerin ebedî hayattan nasip alamayacakları belirtilmiştir. Buna göre sihir yapmak ve yaptırmak haramdır (bk. SİHİR). Ancak Resûl-i Ekrem’in zikredilen hadisi, aynı zamanda güzel sözün insanı büyüleyici gücü yüzünden helâl bir sihir olduğu şeklinde anlaşılmasına da yol açmıştır. Nitekim Ali Şîr Nevâî, Lâmiî, Ulvî, Nev‘î, Abdülahad Nûri, Re’fet, Ni‘metî, Yârî gibi şairlerin divanlarının dîbâcelerinde bu hadis insana tesir edici ifadeye cevaz ve teşvik olarak telakki edilmiş (bk. Üzgör, bibl.), bunların dışında birçok şiirde bu görüş sanatlı bir şekilde tekrarlanmıştır. Sihr-i helâlin kesin ve ihtilâfsız bir tarifi olmadığı için bir sözün sihr-i helâl sayılıp sayılamayacağı kişiye göre değişmektedir. Belâgatçılar, bu sanata örnek olarak içinde sihr-i helâl ibaresinin geçtiği mısra ve beyitleri zikretmekle yetinmişlerdir. Sünbülzâde Vehbî’nin, “Olmayıp sihr-i helâle meyyâl / Şi‘re sa‘y et ki odur sihr-i helâl” beyti bu anlayışı ifade eder.

Sihr-i helâlin ikinci anlamı ilkinden daha yaygın olup kaynaklardaki örneklerin çoğu bu mâna ile ilgilidir. Buna göre en eski tanımı Muallim Nâci yapmıştır: “Beyit arasında hem kelimât-ı sâbıkanın tetimmesi hem de kelimât-ı lâhikanın mukaddimesi addolunabilecek sûrette bir lafz veya terkip irad etmektir.” Biraz farklı bir tarifi ise Kaya Bilgegil verir: “Bir kelime veya kelimeler grubu bir beytin ilk mısraı sonunda yer aldığı zaman önce o mısrada cümle tamam olacak, aynı zamanda birinci mısraa ait bu son unsur bir ‘enjambement’la ikinci mısradaki ifadeye başlangıç teşkil edecektir.” Bilgegil sihr-i helâli ilk defa yapıya bağlı sanatlar arasında zikretmiş ve bunu bir anjanbuman (enjambement) olarak değerlendirmiştir.

Bazı kaynaklarda bu mânada sihr-i helâlin “eskilerin itibar ettikleri sanatlardan”, diğer bazılarında ise “son dönem Türk şiirinde sıkça başvurulan söz oyunlarından” diye belirtilmesinin doğru olmadığını verilen örnek sayısının sınırlı ve hep birbirinden


alıntı oluşu göstermektedir. Muallim Nâci’ye göre de bu sanat adıyla mütenasip olmayarak fazla itibar görmemiştir. Hatta divan şiirindeki örnekleri de “tesadüfî”dir. Yaygın örnekler arasında Hayâlî Bey’in, “Âkıl isen vahş ü tayrın şâhı ol Mecnûn gibi / Başına mürg âşiyânından külâh-ı devlet al” beytinde ilk mısraın sonundaki “Mecnûn gibi” ibaresi aynı zamanda ikinci mısraın başında yer alabilecek anlamdadır. Hersekli Ârif Hikmet’in, “Sühandır sırr-ı Hak i‘câz-ı Kur’ân / Sühanla sâbit olmuş iddiâdır” beytinde ilk mısraın sonundaki “i‘câz-ı Kur’ân” terkibi ikinci mısraın da öznesi durumundadır. Fuzûlî’nin, “Merhem koyup onarma sînemde gamlı dâğın / Söndürme öz elinle yandırdığın çerâğın” beytinin ikinci mısraındaki “öz elinle” ibaresi hem önceki söndürmek fiilini, hem de sonraki yandırmak fiilini ilgilendirmektedir. Bütün örneklerde sihr-i helâli teşkil eden ibare her iki mısrada da gramer bakımından aynı görevde bulunmaktadır.

Bu bilgilerin ışığında sihr-i helâlin ilk anlamı adıyla uygun ise de ikinci anlamın neden sihr-i helâl sayıldığı yeterince anlaşılamamakta, Tanzimat’tan geriye doğru bu ikinci tasarrufu destekleyen ve sihr-i helâl adıyla anılmış bir söz sanatından bahsedilmeyişi de klasik şairlerin kullandığı ileri sürülen bu söz oyununa sihr-i helâl adının Tanzimat’tan sonra verildiğini düşündürmektedir. Bu mânasıyla sihr-i helâl tertibinin Bakara sûresinin 102. âyetindeki ifade şeklinden çıkarıldığı akla yakın görünmektedir. Bu âyetteki, “Lâkin o şeytanlar küfrettiler, insanlara sihri ve Bâbil’de Hârût ile Mârût adlı iki meleğe indirileni öğretiyorlardı” cümlesine nahvî yapıyı dikkate alarak şöyle de mâna verilebilir: “İnsanlara sihri öğretiyorlardı ve Bâbil’de Hârût ile Mârût adlı iki meleğe indirileni (öğretiyorlardı).” Burada “indirilen” şeyin ne olduğu zikredilmemekteyse de bağlamdan bunun da sihir olduğu anlaşılmaktadır. Bu yorum, “öğretilen şeyin sihir olmayabileceği, fakat öğretildiği ve kötüye kullanıldığı takdirde sihir olabileceği” şeklinde bir anlama da imkân bırakmaktadır. Burada dikkati çeken husus, bir defa geçen sihir kelimesinin âyetin dil bilgisi özelliği sebebiyle iki ayrı cümlenin unsuru olabilmesidir. Buna göre meâl şöyle de olabilecektir: “İnsanlara sihri öğretiyorlardı. Bâbil’de Hârût ve Mârût adlı iki meleğe sihir indirilmişti.”

Böylece bugün sihr-i helâl denilen edebî sanatın bir yoruma göre bu âyette de bulunduğu görülmekte, üstelik sihrin esasında her zaman haram olmadığı, bir gerçeği de ifade edebileceği ve kötüye kullanılmadığı takdirde helâl sayılabileceği mânası da çıkarılabilmektedir. Bu husus, ikinci mânasıyla sihr-i helâl sanatının nereden çıktığını ve neden bu ismi aldığını ifade eden bir delil gibi görünmektedir. Bunu bilinçli olarak ilk defa kimin kullandığı ve bu âyete atıf yapıp yapmadığı şimdilik bilinmemektedir (bk. Okay, bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

Muallim Nâci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 6-8; Kāmûs-ı Türkî, s. 711; Tahir Olgun [Tâhirülmevlevî], Edebiyat Lügatı, İstanbul 1936, s. 118; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 237; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri I. Belâgat, Ankara 1980, s. 298-300; Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 445-446; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara, ts. (Akçağ Yayınları), s. 441; Tahir Üzgör, Türkçe Dîvân Dîbâceleri, Ankara 1990, s. 25, 28; M. A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi Belâgat, İstanbul 2000, s. 208-210; Orhan Okay, “Sihr-i Helâle Dair”, TUBA, XXVIII/1 (2004), s. 169-175; Pakalın, III, 214; “Sihr-i Helâl”, TA, XXIX, 19; “Sihr-i Halâl”, TDEA, VIII, 15-16.

M. Orhan Okay