ŞEYH MANSÛR

(ö. 1208/1794)

Kafkaslar’da Ruslar’a karşı direnişi örgütleyen dinî lider.

Çeçenistan’ın Grozniy şehrine yakın Sunca nehriyle Goy çayı arasındaki Aldı (Alda/Elda) köyünde bazı araştırmacılara göre 1722, bazılarına göre ise 1748’de doğdu. Adı Uçermak (Uşurmek) olup Ruslar bunu Uşurma biçimine çevirmişlerdir. Okuma yazma bilip bilmediği hususu tartışmalı olmakla birlikte çocukluğunda Kur’an dersi aldığı ve Kur’an’ı ezberlediği belirtilmektedir. Fakat onun Çeçen değil İtalyan asıllı Giovanni Battista Boetti adlı bir kişi olduğu, Anadolu’ya misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak üzere gönderildikten sonra İslâmiyet’i kabul ederek Kafkaslar’a geçtiği de rivayet edilir. Ayrıca Orenburglu bir Tatar veya Nogay yahut Kafkaslar’a gönderilmiş bir Osmanlı ajanı olabileceği yolunda bilgiler vardır. Karizmatik bir kişiliğe sahip bulunduğu anlaşılan Şeyh Mansûr’un keramet sahibi dinî bir şahsiyet olarak tanınması, rüyasında gördüğü Hz. Peygamber tarafından halkı doğru yola iletmesi için görevlendirildiği şeklindeki bir rivayetin yayılması sonucudur. Hatta Mansûr adını kendisine bizzat Resûlullah’ın verdiği yolunda şâyialar çıkmıştır.

Şeyh Mansûr, Dağıstan’da Nakşibendiyye tarikatına intisap etti; önce Aldı Camii’nde imamlık yaparak vaaz ve hutbeleriyle dikkat çekti. Ele aldığı ana konu bütün Kuzey Kafkasyalılar’ın birleşmesi, birleşmedikleri takdirde bunun Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerine aykırı olacağı ve Allah’ın bu yüzden Ruslar’ın memleketlerini işgal etmesine izin vereceği, halkların özgürlüklerini yitireceği ve dinsiz, vatansız halde yaşayacakları hususu idi. Mart 1785’ten itibaren tütün ve kahve içmenin günah olduğunu, Ruslar’la evlenilmemesi gerektiğini söylemeye başladı. Ayrıca çeşitli Kafkas halklarına gönderdiği mektuplarda onlardan yardım isteyerek oluşturulan birliklere katılmalarını talep etti.

Onun kısa sürede şöhret bulmasına yol açan diğer bir husus da Hz. Ali’den nakledilen bir hadiste Mansûr adlı bir kişinin çağrısına uymanın her müslümana vâcip olduğuna dair rivayettir. Bu durum halk arasında hadiste sözü edilen Mansûr’un ortaya çıktığı kanaatine yol açtı, hatta Osmanlı Padişahı I. Abdülhamid de bundan etkilendi. I. Abdülhamid bir hattında, Dağıstan tarafında ortaya çıkan Şeyh Mansûr olayına türlü türlü mânalar verildiğini belirtip bunun düşmanın bir hilesi olabileceğine dikkat çektikten sonra durumunun araştırılmasını istedi (BA, Ali Emîrî, I. Abdülhamid, nr. 25341). Bir başka hattında hadiste sözü edilen Mansûr adlı kişi hakkında ulemânın araştırma yaparak kendisine bilgi vermesini emretti (BA, Ali Emîrî, I. Abdülhamid, nr. 1735). Bu durum, Osmanlı idarecilerinin Mansûr vak‘asını dikkatli bir şekilde ve endişeyle izlediklerini gösterir. Padişaha sunulan bilgilerde hadiste sözü edilen şahısla Şeyh Mansûr’un bir ilgisinin olamayacağı, esasen onun da böyle bir iddiada bulunmadığı bildirildi (BA, Ali Emîrî, I. Abdülhamid, nr. 1569; Ahmed Vâsıf Efendi, s. 365). Mansûr’un halk arasında mübarek bir kişi olarak şöhretini arttıran bir diğer husus gösterdiği ileri sürülen kerametlerdir. Pişirdiği yemeklerin tükenmemesi, Aldı’daki savaş sırasında yerden aldığı bir avuç tozu düşmanın üzerine atmasıyla onları dağıtması, çaldığı davulun üç günlük yoldan duyulması gibi söylentiler (BA, HH, nr. 21/1011-C) giderek pek çok kişinin onun etrafında toplanmasına yol açtı. Hatta bu rivayetler Osmanlı ulemâsı arasında da etkili oldu ve Antep ulemâsından Seyyid Halil Efendi 200 kadar talebesiyle birlikte ona katıldı. Şeyh Mansûr’la ilgili abartılı rivayetler Osmanlı başşehrine ulaşmaya başlayınca onun hakkında daha sağlam bilgi edinilmesi için Sohum muhafızı Keleş Bey görevlendirildi. Keleş Bey, Hasan Bey adında bir kişiyi hediyelerle Çeçenistan’a gönderdi. Aynı şekilde Soğucak muhafızı Ferah Ali Paşa da Şeyh Mansûr’u görmek üzere Kadıoğlu Mehmed Ağa’yı Çeçenistan’a yolladı. Bunlar Şeyh Mansûr’la görüşerek onun menşei ve yaptığı işler hakkında padişaha bilgi verdikleri gibi kendisinin, “Ben cahilim, ancak ümmet-i Muhammed’e nasihat etmeye memur oldum” dediğini, fakat, “Kâfiri vurup malını yağma ve evlâdu iyâlini esir etmelidir” yolunda bir şey söylemediğini, bunu Dağıstanlı fakihlerin dile getirdiğini bildirdiler (Cevdet, III, 246).

Şeyh Mansûr ve temsil ettiği hareketten çok endişe duyan Ruslar onu ortadan kaldırmak için Kont P. S. Potemkin’in emriyle Albay Pieri kumandasındaki 3000 kişilik bir birliği Aldı’ya gönderdiler. Aldı’yı


ele geçirip ateşe veren Rus birlikleri dönüş yolunda Mansûr taraftarlarınca imha edildi. Ruslar’dan sağ kalan 100 kadar asker Osmanlı Devleti’ne ait Hacılar Kalesi’ne sığındı. Geride bıraktıkları on topu Mansûr, Soğucak Kalesi kumandanına gönderdi. Bu savaşın ardından Ruslar’ın yolladığı ikinci birliği de yendi. Ruslar karşısında üst üste kazandığı zaferler Kafkas halkları arasında büyük yankı uyandırdı. Kabarda (Kabartay), Abaza ve Çerkez halkları ona katıldı. Soğucak muhafızı Ali Paşa, İstanbul’a gönderdiği yazıda olayların gelişiminin Rusya ile bir ihtilâfa sebep olabileceğine dikkat çekti (BA, HH, nr. 21/1011-B). I. Abdülhamid, Şeyh Mansûr’un Ruslar’la yaptığı savaşları ve gelişmeleri takip ederken aynı zamanda onun bu kritik ortamda kendi iktidarına bile rakip olabileceği endişesini taşıyordu. Şeyh Mansûr’un büyük halk kitlelerini arkasına alarak ordusuyla Osmanlı idaresi için bir tehdit oluşturabileceği devlet adamlarınca ciddi şekilde düşünülüyordu. Şeyh Mansûr adına Anadolu’ya ve Hicaz’a gönderilen mektuplarda padişaha karşı halkın zihnini bulandıracak hususlara yer verilmesi, yine padişaha yollanan iki mektupta mütehakkimâne bir hitap tarzı kullanılması, sınır boylarındaki bazı valilere gönderilen mektuplarda Osmanlı toprağına ayak bastığında birlikte harekete geçilmesini talep etmesi buna örnek gösterilebilir. Devlet adamları Şeyh Mansûr’un, Kırım’ın kaybı dolayısıyla itibarı zedelenmiş bulunan Osmanlı idaresine karşı bir alternatif oluşturmasından çekiniyordu. Bu sebeple bazı tedbirler alındı. İstanbul’daki camilerde Mansûr’un yalancı bir peygamber ve tehlikeli bir maceracı olduğu ilân edildi (Zinkeisen, VI, 533). Mansûr’un yolladığı mektupların İstanbul’a ulaşmasının engellenmesi istendi.

Bu sırada Kumuklar’dan yardım alan Şeyh Mansûr, Terek boyunca ilerleyerek 15 Temmuz 1785’te Kızlar Kalesi’ne 5 km. mesafede Karginski tabyasını aldıysa da iyi tahkim edilmiş olan kaleyi ele geçiremedi. Ardından Mozdok ile Vladikafkas kalelerini birleştiren Kumkale’ye (Giorgievsk) saldırdı ve kaleyi aldı (BA, HH, nr. 21/1011-B). Ancak daha sonra gelen Rus kuvvetleri karşısında geri çekildi. Ağustos 1785’te Kızlar’a yaptığı yeni saldırıda ağır bir yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Kabarday ve Kumuklar onu terketti, kendisi de Çeçenistan’ın iç kesimlerine çekildi. Çar nâibi General Potemkin, Ekim 1785’te Albay Nagel kumandasında 5700 kişilik bir kuvveti Kabarda’ya Mansûr’un üzerine yolladı. Mansûr’un yanında Avar, İnguş, Çeçen ve Kabardaylar’dan oluşan birlikler bulunuyordu. 30 Ekim - 2 Kasım’da Terek nehri üstünde bir Oset köyü olan Elkhovoto yakınlarında Tatartup’ta meydana gelen savaşta Mansûr yenilerek geri çekildi ve Kabarda’yı terketmek zorunda kaldı. Ardından bütün Kabarday halkı Ruslar’a boyun eğdi. Şeyh Mansûr, Tatartup savaşından sonra Batı Kafkasya’da Taman yarımadasına giderek kışı burada geçirdi; 1786 ilkbaharında Kırım’a düzenleyeceği sefer için hazırlıklara başladı. Ruslar’a karşı yardımı talep ettiği Avar Hanı Uma Han’dan gelen olumsuz cevap yüzünden desteksiz kaldı. Yanındaki adamların büyük bölümünün kendisini terketmesi sonucu Kırım’a yapacağı seferden vazgeçti. Lezgiler’in 1786 baharında Tiflis’e yönelik saldırılarına destek sağlamak amacıyla geri döndü. Sefer gerçekleşmeyince Buharalı Harris’in kuvvetleriyle birleşmek üzere Kızlar’a gitti. 1786 sonbaharında bir Rus birliğini pusuya düşürerek mağlûp eden Mansûr, Ruslar’ın barış isteğini ilâhî bir görev üstlendiğini, bunun ancak Allah’ın takdiriyle mümkün olabileceğini bildirerek reddetti. Ruslar birtakım yalan haberler yayıp onun halk nezdindeki mânevî gücünü zayıflatmaya çalıştı. Mansûr’un, “Hak yolunda ölmeyi bilmelidir; Allah’ın emri olan cihadı vatanın hürriyeti uğruna kullanmalıdır; kâfirlere göz açtırmamalıdır” şeklindeki beyan-nâmelerine karşı Ruslar da Tatar âlimlerinin, “Moskoflu ile müslümanların halifesi sulh halindedir; müslümanların kendi başlarına harp açmaları câiz değildir, ganimet haramdır” şeklindeki fetvalarıyla karşılık veriyorlardı. Ayrıca II. Katerina bu hususla ilgili olarak Orenburg’da ruhanî bir meclis kurmuştu.

Kırım ve Gürcistan meselesi yüzünden yeni bir Osmanlı-Rus savaşının başlamak üzere olması padişahın Şeyh Mansûr’a bakışını değiştirdi. I. Abdülhamid ona saat ve dürbün gönderdi. 1787 Mayıs ve Haziran aylarında Avar Hanlığı ve Tarku Şamhalı’ndan birliklerin Şeyh Mansûr’a katılacağı haberi Ruslar’a ulaştı. Şeyh Mansûr, Temmuz 1787’de hanlıklara gönderdiği mektupta Osmanlı Devleti’nden asker ve askerî malzeme geldiğini belirtip Güney Kafkaslar’ı Ruslar’dan korumak için birlikte hareket etme talebinde bulundu. Ayrıca sadrazama yolladığı mektupta Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya savaş açtığını duyduğunu, bundan çok memnun olduğunu ve padişahla görüşmek istediğini bildirdi (BA, HH, nr. 27/1305).

Eylül ayında savaşın başlamasıyla birlikte Ruslar’dan ayrılıp Mansûr tarafına geçen kabile ve halklar birleşerek Rus topraklarına saldırdı. Bunun üzerine Potemkin 8000 kişi ve otuz beş topla birlikte Kuban boyunca harekete geçti. O sırada Şeyh Mansûr, Urupa ve Laba ırmakları arasında bulunuyordu. 20-22 Eylül’de vuku bulan ufak çarpışmada Mansûr yenildi ve ekim ayında Anapa’ya ulaştı (Smirnov, s. 155). Daha sonraki birkaç çarpışmada da başarılı olamadı. Ertesi yıl tekrar mağlûbiyete uğrayıp taraftarlarının çoğunu kaybedince (Baddeley, s. 75) Osmanlılar’ın elindeki Anapa Kalesi’ne çekildi; bir daha da buradan ayrılmadı. Anapa’da iken etrafa cihad çağrıları yapmaktan geri durmadı. Anapa’nın 1787 ve 1789 kuşatmalarına şahit olan Şeyh Mansûr, 22 Haziran 1791’de kalenin düşmesiyle kale kumandanı Mustafa Paşa ve yardımcıları Battal Paşa’nın oğlu Tayyar Paşa ile birlikte esir alındı. Önce Petersburg’a, oradan Schülüsselburg’a götürüldü ve 13 Nisan 1794’te vefat etti (Smirnov, s. 158-160). Karizmatik liderliğiyle Kafkasya’da müslüman toplulukları arasında büyük bir ümit kaynağı olan ve efsanevî Kafkas direnişinin öncüsü sayılan Şeyh Mansûr, Rus kolonizasyonuna karşı oluşturmaya çalıştığı ortak İslâm birliği düşüncesini gerçekleştirememiştir. Hakkındaki türlü rivayetler, onun gerçek kimliğinin tesbitini zorlaştırmakla birlikte Nakşibendiyye tarikatı içinde bir dinî ve millî direniş hareketinin ilk önderi olarak kendinden sonra gelecek ve Müridizm bayrağını eline alacak olan İmam Gazi Muhammed (Gimrili Molla Muhammed), İmam Hamza (Hamzat Bek) ve Şeyh Şâmil’e örnek teşkil edip Çeçen millî direnişinin sembolü haline gelecektir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Ali Emîrî, I. Abdülhamid, nr. 1267; Ahmed Câvid, Hadîka-i Vekāyi‘ (haz. Adnan Baycar), Ankara 1998, s. 91-92; Ahmed Vâsıf Efendi, Mehâsinü’l-âsâr ve hakāiku’l-ahbâr (nşr. Mücteba İlgürel), Ankara 1964, s. 364-365; Mütercim Âsım Efendi, Târih, İstanbul, ts., s. 15-18; Cevdet, Târih, III, 238-251; J. von Klaproth, Reise in den Kaukasus und nach Georgien: Unternommen in den Jahren 1807 und 1908, Berlin 1812, I, 379-383; J. Reineggs, Allgemeine historisch-topographische Beschreibung des Kaukasus, Gotha-Petersburg 1795, I, 256-259; Zinkeisen, Geschichte, VI, 529-530, 533, 577-584, 636-639; P. G. Butkova, Materialı dlya Novoy İstorii Kavkaza, Sanktpeterburg 1869, s. 201-204; V. A. Potto, Kavkazskaya Voyna, St. Petersburg 1887, I, 135-152; Mirza Hasan Efendi, Âsâr-ı Dağıstan (trc. Musa Ramazan), İstanbul 2003, s. 99-100; Kadircan Kaflı, Şimalî Kafkasya, İstanbul 1942, s. 79-87; N. A. Smirnov, Politika Rossii ne Kavkaze, Moskva 1958, s. 137-168; İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya,


İstanbul 1958, s. 381-398; Şerafeddin Erel, Dağıstan ve Dağıstanlılar, İstanbul 1961, s. 114-116, 118; L. Blanch, Die Saebel des Paradies (trc. W. Rebhuhn), Hamburg 1965, s. 23; Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti, İstanbul 1979, s. 117-123, 127-130; Aytek Kundukh, Kafkasya Müridizmi (haz. Tarık Cemal Kutlu), İstanbul 1987, s. 30-40; Tarık Cemal Kutlu, İmam Mansur, İstanbul 1987; Hayati Bice, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Ankara 1991, s. 15-17; J. F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil (trc. Sedat Özden), İstanbul 1995, s. 72-79; Zübeyde Güneş Yağcı, Ferah Ali Paşa’nın Soğucak Muhafızlığı: 1781-1785 (doktora tezi, 1998), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 120-127; Fikret Sarıcaoğlu, Kendi Kaleminden Bir Padişahın Portresi: Sultan I. Abdülhamid (1774-1789), İstanbul 2001, s. 99, 224-225; N. Hanif, Biographical Encyclopaedia of Sufis: Africa and Europe, New Delhi 2002, s. 187-189; N. Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (trc. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2005, V, 51-52; “Kafkas Mücahidi Şeyh Mansur”, Kafkas Dergisi, sy. 9, İstanbul 1953, s. 23-24; Vasfi Güsar, “Uşurma-Şeyh Mansur 1722-1794”, a.e., sy. 11-12 (1953), s. 4-6; B. Batırhan, “Şeyh Mansur”, Kafkasya, II/6, Ankara 1965, s. 4-8; II/7 (1965), s. 21-22; Sema Işıktan, “1787-1792 Osmanlı-Rus Harbi Sırasında ve Sonrasında Osmanlı Devleti’nin Dağıstan Hanları ile Münasebetleri”, Kafkas Araştırmaları, I, İstanbul 1988, s. 37-41; A. Knysh, “Uѕћurma, Manśūr”, EI² (İng.), X, 920-922.

Mustafa Aydın