SEVDÂ-yı DİHLEVÎ

(سوداى دهلوى)

Mîrzâ Muhammed Refî‘ (ö. 1195/1781)

Urdu şairi.

Delhi’de dünyaya geldi. Doğumu için kaynaklarda 1100’den (1688-89) 1128’e (1716) kadar farklı tarihler verilmektedir. Bazı kaynaklarda adı Mirza Refîuddin olarak geçerse de çağdaşı Mîr Muhammed Takī’nin Nikâtü’ş-şuǾarâǿ adlı tezkiresinde de kaydedildiği gibi ismi Refî‘ olup “Sevdâ” mahlasıdır. Bunu babasının tüccarlık mesleği dolayısıyla seçtiğini ileri sürenler bulunduğu gibi kelimenin asıl mânası (sevda, aşk) sebebiyle aldığını belirtenler de vardır. Şiir ikliminin şehinşahı, Urduca’nın Hâkānî’si ve Enverî’si, şiir göğünün parlak yıldızı veya güneşi gibi sıfatlarla anılan Mirza Sevdâ’ya “melikü’ş-şuarâ” unvanı da verilmiştir. Bir rivayette bu unvanın kendisine İranlı şair Şeyh Ali Hazîn tarafından verildiği belirtilmişse de bu görüş kabul görmemiştir. Delhi’nin önde gelen tüccarlarından olan babası Mirza Şefî‘ oğluna büyük bir miras bırakmıştı. Sevdâ’nın atalarının Kâbil’den Hindistan’a göç ettiği söylenmekle birlikte dostlarından Nakş Ali onun asıl vatanının Buhara olduğunu belirtmektedir. Sevdâ’nın Kâbil’de yaşayan Moğollar’ı alaya aldığı bir hicviyesi de bu görüşü destekler niteliktedir.

Sevdâ-yı Dihlevî’nin hayatının ilk devresi hakkında fazla bilgi bulunmamakta, Farsça yanında Arapça ve Türkçe öğrendiği kaydedilmektedir. Mûsiki sahasında bilgi sahibi olduğu ve “sitâr” adlı bir enstrüman çaldığı bilinmektedir. Çağdaşı birçok şair gibi o da önce Farsça şiirler söylemeye başladı, ardından şair Sirâcüddin Ali Han Ârzû’nun tavsiyesiyle Urduca’ya yöneldi ve bu dilin en büyük şairlerinden biri konumuna yükseldi. Farsça şiir söylemeyi de sürdürdü. Şiirdeki üstatları arasında Ali Han Ârzû’dan başka Şah Hâtim Selmân Kuli Han Vedâd, Nizâmeddin Ahmed Sânî’nin adları geçmektedir. Mirza Sevdâ babasından kalan mirası tüketince kendine iş aramaya başladı ve önceleri intisap ettiği askerlik mesleğini dönemin şartlarının uygun olmayışı sebebiyle bıraktı. Daha sonra şiiri sayesinde kendisine bazı hâmiler buldu. Şöhretini duyan Bâbürlü Hükümdarı II. Şah Âlem onu himayesine aldı ve şiirde öğrencisi oldu. Saraydaki şiir meclislerine devam eden Sevdâ hükümdarın kendisine karşı bir hareketine kızarak sarayı


terketti. Buna rağmen Delhi’deki dostları sayesinde rahat bir yaşam sürdürdü, bu sebeple Oudh (Evedh / Avad) Nevvâbı Şücâüddevle’nin davetini kabul etmedi. Nâdir Şah’ın Delhi’yi ele geçirip şehirde katliam yapmasından sonra da şehirden ayrılmadı. Fakat Ahmed Şah Abdâlî’nin Delhi’yi zaptetmesinin ardından şehirdeki karışıklıklar ve hâmilerinin ölmesi yüzünden diğer şairler gibi o da Delhi’den ayrılmak zorunda kaldı. Önce Ferruhâbâd’a giderek şehrin yöneticisi Nevvâb Ahmed Han Bengeş ve onun şair veziri Mihribân Han Rind’in himayesine girdi; 1185’te (1771) Nevvâb Ahmed Han’ın ölümü üzerine oradan ayrılarak Feyzâbâd’a geçti. Burada Nevvâb Şücâüddevle’nin nedimleri arasına giren Sevdâ 1189’da (1775) devlet merkezinin Leknev’e nakledilmesiyle bu şehre taşındı. Şücâüddevle’nin ölümünün ardından tahta geçen Nevvâb Âsafüddevle zamanında da sarayla irtibatını sürdürdü. Fakat Oudh nevvâblarının sorumsuz harcamaları ve kötü yönetimi neticesinde ülkenin içine düştüğü ekonomik sıkıntılardan o da etkilenerek geçim sıkıntısı çekmeye başladı. 1195’te (1781) Leknev’de vefat etti.

Eserleri. Urdu edebiyatında Sebk-i Hindî’yi takip eden şairler arasında yer alan Sevdâ’nın mensur ve manzum eserlerinin bir kısmı günümüze ulaşmamıştır; Urdu şairleriyle ilgili tezkiresi bunlardan biridir. Sevdâ, Mîr Muhammed Takī’nin mesnevisi ŞuǾle-i ǾIşķ’ı nesre aktarmıştır. Bir nüshası Pencap Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan (nr. 1499/4549) Farsça mensur çalışması Ǿİbretü’l-ġāfilîn, Külliyyât’la birlikte basılmıştır. Sevdâ’nın Külliyyât’ında kaside, gazel, mesnevi gibi hemen her türden şiirler yer alır (Külliyyât-ı Sevdâ, Leknev 1932; Lahor 1976). Ayrıca şiirlerinden seçmeler yapılmıştır: Münteħabât-ı Meŝneviyyât-ı Sevdâ (Kalküta 1930), İntiħâb-ı Külliyyât-ı Sevdâ (Allahâbâd 1927), Münteħab-ı Ķaśâǿid (Leknev 1868). Sevdâ’nın Farsça şiirlerinden oluşan bir divançesi de bulunmaktadır (Pakistan Karaçi Millî Müzesi, nr. 1958-262/20).

BİBLİYOGRAFYA:

M. Mustafa Han Şîfte, Gülşen-i Bîħâr (nşr. Kalb Ali Han Fâik), Lahor 1973, s. 244-256; M. Hüseyin Âzâd, Âb-ı Ĥayât, Lahor, ts., s. 178-214; R. B. Saksena, A History of Urdu Literature, Allahabad 1940, s. 60-67; Muhammad Sadiq, A History of Urdu Literature, London 1964, s. 82-93; Ralph Russell - Khurshidul Islam, Three Mughal Poets: Mir, Sauda, Mir Hasan, London 1968, s. 37-68; Mahmûd Birelvî, Muħtaśar Târîħ-i Edeb-i Urdû, Lahor 1985, s. 78-80; Selîm Ahter, Urdû Edeb kî Muħtaśar Terîn Târîħ, Lahor 1986, s. 105-108; Cemîl Câlibî, Târîħ-i Edeb-i Urdû, Lahor 1987, II, 649-722; Athar Raz, A Short History of Urdu Literature, London 1999, s. 38; Halîk Encüm, Mirzâ RefîǾ Sevdâ, New Delhi 2003; Tebessüm Kâşmîrî, Urdû Edeb kî Târîħ İbtidâ sey 1857 tek, Lahor 2003, s. 290-310; J. A. Haywood, “Sawdā”, EI² (İng.), IX, 90.

Halil Toker