SEVÂTIU’l-İLHÂM

(سواطع الإلهام)

Feyzî-i Hindî’nin (ö. 1004/1595) Arapça Kur’an tefsiri.

Bâbürlüler dönemi şairlerinden Feyzî-i Hindî’nin Arap alfabesindeki noktasız harfleri kullanarak yazdığı eser, daha sonra Mahmûd Hamza’nın (ö. 1305/1887) kaleme aldığı Dürrü’l-esrâr ile birlikte (İstanbul, ts.) bu türün en meşhur örneğidir. Bazı harfleri kullanmadan yapılan bir söz sanatı olan hazifle onun alt dallarından olup mısra ya da beyit harfleri tamamen noktasız harflerden seçilerek uygulanan mühmele sanatı edebiyatta bilinmekle beraber tefsire uygulanması ilk defa Feyzî-i Hindî tarafından gerçekleştirilmiştir. Bir kısım âlimler bunu bid‘at ve yersiz bir çaba olarak niteleyip karşı çıkarken mühmele sanatının büyük bir mârifet sayılması gerektiğini göstermesi bakımından onun böyle bir eser kaleme almasını olumlu karşılayanlar da vardır.

Feyzî-i Hindî, dönemin meşhur âlimlerinden olan babası Şeyh Mübârek b. Hızır ve kardeşi Ebü’l-Fazl el-Allâmî ile birlikte Hindistan’da “dîn-i ilâhî” adıyla çeşitli dinlerden karma bir din kurmaya teşebbüs eden Ekber Şah’a yardım ettiği (onun 1579’da bizzat okuduğu ve kendisini ilâhî mertebeye yücelttiğini ileri sürdüğü manzum hutbeyi Feyzî kaleme almıştır), hatta onu dinden uzaklaştırdığı, kendisinin de mülhid ve zındık olduğu iddiasıyla döneminde suçlanmıştır. Ders arkadaşı olan ve Feyzî’yi tefsirini sekr ve cenâbet halinde kaleme almakla itham eden Abdülkādir el-Bedâûnî, onun böyle zor bir işe kalkışmasını kendisine yönelik eleştirileri bertaraf etme arzusuyla açıklar. Ancak Şiblî Nu‘mânî gibi âlimler Bedâûnî’nin iddialarını kıskançlık diye nitelerken bunları kişisel rekabetle izah edenler de olmuştur (Khan, VI/2 [1967], s. 148; Kidwai, IX/2 [1978], s. 73). Şahsına yönelik suçlamaların haklı olup olmadığı bir yana, İmâmiyye Şîası’na mensup olduğu bilinen ve serbest fikirliliğiyle tanınan Feyzî-i Hindî’nin tefsirinde İslâm’ın ve Sünnî inancının temel ilkelerine aykırı herhangi bir hususa yer vermediği bilinmektedir.

Tefsirini üç yıldan az bir sürede yazarak 1002’de (1593) tamamlayan Feyzî eserini Ekber Şah’a ithaf etti. Tefsir genellikle takdir topladı, Muhammed Hüseyin eş-Şâmî, Emânullah b. Gāzî Sirhindî ve Kādî Nûrullah Şüşterî gibi dönemin bazı âlimleri eser hakkında methiyeler kaleme aldılar. Feyzî eserine kendi biyografisi, tefsiri ve bazı Kur’an ilimleri hakkında bilgi verdiği bir girişle (dîbâce) başlar ve eserini Allah’tan aldığı ilhamla yazdığını, bu sebeple ona SevâŧıǾu’l-ilhâm (ilham parıltıları) adını verdiğini belirtir. Eserde her yeni bahse geçiş sevâtıın tekili olan “sâtıa” kelimesi kullanılarak yapılır. Girişte Kur’an’ın öncelikle Kur’an’la, sonra hadislerle ve nihayet kâmil ilim ve sâlih amel sahibi âlimlerin görüşlerine müracaatla tefsir edilmesinin en güzel yol olduğu belirtilirse de eserde kısa lugat izahları ile yetinilmiştir. Noktasız harflerin kullanılması müellifi üslûp bakımından sıkıntıya sokmuş, eserin anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Müellif tefsirine noktalı harflere sahip olan besmele ile değil “ الله لا إله إلا هو لا أعلمه ما هو وما أدركه كما هو” ibaresiyle başlamış, Kur’an tefsirinde söz sahibi olan kimseleri sayarken de İbn Mes‘ûd’dan “Veledü Mes‘ûd” şeklinde söz etmiştir. Bazı sûre ve âyetlerin nüzul sebeplerine rivayetlerin aktarılması şeklinde değil ilgili olaya gönderme yaparak işaret etmiştir (meselâ Kevser sûresi, s. 724). Hurûf-ı mukattaalarda bunların Allah ile Hz. Peygamber arasında bir sır olduğu görüşü tercih edilmekle birlikte konuyla ilgili diğer görüşlere de yer verilmiş ve meselâ Bakara sûresinin başındaki “آلم” için şu görüş aktarılmıştır: “Allah kelâmı gönderen, melek getiren ve Muhammed de kendisine gönderilendir” (s. 22). SevâŧıǾu’l-ilhâm tefsir ilmine katkısından çok müellifinin Arap dilindeki kudretini göstermesi bakımından önemli görülmüştür. Çeşitli nüshaları bulunan eser önce Leknev’de basılmış (1306/1889), daha sonra zeylinde Şiî âlimi Abdullah Şübber’in tefsiri olduğu halde Murtazâ Şîrâzî tarafından neşredilmiştir (Kum 1996).

BİBLİYOGRAFYA:

Feyzî-i Hindî, SevâŧıǾu’l-ilhâm, Leknev 1306, s. 1, 4, 9, 11, 22, 724; Al-Badaoni, Muntakhabu’t-tawārīkh (trc. W. Haig), Delhi 1986, III, 414; Manastırlı Mehmed Rifat, Mecâmiu’l-edeb, İstanbul 1308, s. 405-406; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-ħavâŧır, Haydarâbâd 1396/1976, V, 28; AǾyânü’ş-ŞîǾa, II, 402; el-Fihrisü’ş-şâmil: ǾUlûmü’l-Ķurǿân, maħŧûŧâtü’t-tefsîr (nşr. el-Mecmau’l-melekî), Amman 1987, IX, 2352-2359; G. Grobbel, Der Dichter Faiđī und die Religion Akbars,


Berlin 2001, s. 17, 19; Abdülhamit Birışık, Hind Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İstanbul 2001, s. 26-27, 35-37; Rais Ahmad Khan, “Life and Thought of Abd al-Qādir Badauni”, IS, VI/2 (1967), s. 148; M. Salim Kidwai, “Faydi and His Undotted Tafsir of the Qur’an”, Islam and the Modern Age, IX/2, New Delhi 1978, s. 72, 73, 75; Enver Konukçu, “Ekber Şah”, DİA, X, 542; A. S. Bazmee Ansari, “Feyzî-i Hindî”, a.e., XII, 524-525; İsmail Durmuş, “Hazif”, a.e., XVII, 122-124.

Hidayet Aydar