SEMNÛN b. HAMZA

(سمنون بن حمزة)

Ebü’l-Kāsım Semnûn b. Hamza (ö. 298/911 [?])

Tasavvufta Allah sevgisini esas alan ilk sûfîlerden.

Basra’da doğdu. Hayatına dair kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Sülemî babasının adını Hamza, Ömer ve Abdullah olmak üzere üç şekilde kaydeder, künyesinin Ebü’l-Hasan veya Ebü’l-Kāsım olduğunu belirtir (Ŧabaķāt, s. 195). Ebû Nuaym ise Ebü’l-Hasan ile birlikte Ebû Bekir künyesini de verir (Ĥilye, X, 309). Semnûn tasavvuf yolunda Serî es-Sakatî, Ebû Ahmed el-Kalânisî, Muhammed b. Ali el-Kassâb gibi sûfîlerden faydalandı. B. Reinert onun hocaları arasında III. (IX.) yüzyılın ikinci yarısında vefat etmiş olan Ebû Ya‘kūb es-Sûsî’yi de zikreder (EI2 [İng.], IX, 873).


Reinert’ın bunu, Semnûn’un hocalarının kaydedildiği ilk kaynak olan Sülemî’nin Ŧabaķāt’ında (s. 195) hocaların isimlerinden sonra “ve Sûs” diye okunabilecek olan bir kelimeden çıkardığı anlaşılmaktadır. Ancak bunun yanlış bir tesbit olduğu söylenebilir. Nitekim bu kelime eseri neşreden Nûreddin Şeribe tarafından “vesvese” şeklinde okunmuştur. Hakkında verilen bilgilerden Hicaz’da ve Kudüs’te bulunduğu anlaşılan Semnûn hayatının büyük bir kısmını Bağdat’ta geçirdiğinden Bağdatlı sûfîlerden sayılmıştır. Cüneyd-i Bağdâdî, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî ve Ebû Bekir el-Vâsıtî gibi sûfîler onun yakın dostlarıdır. Hem sûfîler hem yöneticiler nezdinde itibar sahibi, aynı zamanda yakışıklı bir kimse olan Semnûn zengin bir kadının evlenme teklifini reddedince zina iftirasına mâruz kalmış, kadın, yöneticilerin itibar ettiği, ancak sûfîlerin sahte zâhid olarak nitelendirdiği Gulâmu Halîl adlı biriyle anlaşıp Semnûn hakkında idam fermanı çıkartılmasına muvaffak olmuşsa da halife gördüğü bir rüya üzerine idamdan vazgeçip ondan özür dilemiş, bu olay onun şöhretini daha da arttırmıştır. Kaynaklarda Semnûn’un vefatıyla ilgili kesin bir tarih verilmemektedir. Sülemî onun Cüneyd-i Bağdâdî’den sonra, Ebû Nuaym ise Cüneyd-i Bağdâdî’den önce vefat ettiğini belirtir. Bu ifadelerden Semnûn’un 297’de (909) vefat eden Cüneyd’in ölümüne çok yakın bir tarihte öldüğü anlaşılmaktadır. Buna göre İbnü’l-Cevzî’den itibaren (el-Muntažam, VII, 424) bazı müellifler tarafından kaydedilen 298 (911) yılının doğru olduğu söylenebilir.

Semnûn, tasavvuf hakkında “hiçbir şeye mâlik olmaman ve hiçbir şeyin sana mâlik olmaması” şeklindeki meşhur tarifin sahibidir (Serrâc, s. 45). Semnûn’dan önce sûfîler arasında insanı hakikate götüren yolun mârifet mi muhabbet mi olduğu tartışılmış, Râbia el-Adeviyye ve Ma‘rûf-i Kerhî muhabbete öncelik verirken Zünnûn el-Mısrî mârifete öncelik tanımıştır. Semnûn, Allah sevgisi (muhabbetullah) konusunda kendine has bir yol benimsemiş ve bu sebeple “Semnûn el-Muhib” (âşık Semnûn) diye tanınmıştır. Ona göre Allah’a giden yolun aslı muhabbettir; sâlik Hakk’a ancak muhabbetle ulaşabilir. Diğer bütün haller ve makamlar değişebilir ya da sona erebilir, ancak muhabbet makamı süreklidir. Kalbin Allah dışındaki her şeyden arındırılması ve Allah sevgisiyle doldurulması demek olan muhabbet sûfînin Allah ile vuslat yaşadığı bir haldir. Bundan dolayı Hakk’ın yanında kendinden geçmek olan gaybet hali huzur halinden daha önemlidir.

Benimsediği muhabbet anlayışına uygun bir hayat sürmeye çalışan Semnûn’un vecd halindeyken Allah’a, “Benim için senden gayri haz ve gaye yok, beni dilediğin şekilde imtihan et!” diye hitap ettiği, bu olayın ardından hastalanınca hata ettiğini anlayıp Allah’tan af dileyerek şifa vermesini istediği, bu sebeple kendisini “Semnûn el-Kezzâb” diye nitelendirdiği nakledilir. Semnûn, Bağdat sûfîlerinden olmakla birlikte Horasan bölgesinde doğup gelişmiş olan melâmet akımının mensuplarında görülen eğilimlere sahiptir. Kaynaklarda bazı sözleri ve şiirleri kaydedilmekle birlikte eser kaleme alıp almadığı belirtilmemiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Serrâc, el-LümaǾ, s. 45, 86, 151, 321, 498-499; Sülemî, Ŧabaķāt, s. 195-199; Ebû Nuaym, Ĥilye, X, 309-311; Hatîb, Târîħu Baġdâd, IX, 234-237; Kuşeyrî, Risâle (Uludağ), s. 146-147, 167-168, 451, 503, 505; Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (Uludağ), s. 239-240, 375, 447-448; İbnü’l-Cevzî, Śıfatü’ś-śafve, II, 426-428; a.mlf., el-Muntažam, VII, 424; Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-evliya (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1991, s. 527-530; İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 115; Câmî, Nefeĥât, s. 100-101; Şa‘rânî, et-Ŧabaķāt, I, 76; Münâvî, el-Kevâkib, I, 427-429; B. Reinert, “Sumnūn”, EI² (İng.), IX, 873; “Melâmiyye”, DİA, XXIX, 28.

Abdullah Kartal