SEGEDİN

Macaristan’da tarihî bir şehir.

Macarca Szeged, Latince Segedin şeklinde anılan şehir Tisza ve Maros (Mureş) ırmaklarının birleştiği yerde Macaristan, Romanya, Sırbistan sınırı yakınında yer alır. Macaristan’ın dördüncü büyük şehri olup (2001 sayımına göre 168.271 kişi) Csongrád ilinin merkezidir. Bulunduğu topraklar Paleolitik çağdan beri bir yerleşim yeridir. Arkeolojik bulgulara göre Macarlar’ın yerleşmesinden önce şehir dolayında İskitler, Keltler, Germenler, Hunlar ve Avarlar yaşamıştır. Romalılar çağında Maros ırmağının kıyısında Partiskon adlı bir ileri karakolun varlığı tesbit edilmişse de şehrin Macarlar’ın gelişinden sonra kurulduğu belirtilir. Yazılı belgelerde adı ilk defa 1183 yılında Cegeddin biçiminde geçer. Ortaçağ boyunca üç yerleşim biriminden oluşuyordu; bunlar Szeged, Alszeged (aşağı Szeged) ve Felszeged (yukarı Szeged) idi (bu üç bölge 1469’da birleşmiştir). Moğol saldırısı sırasında (1241) şehrin çevresinde henüz bir


sur yoktu, ancak yanında taştan yapılmış bir kale vardı. Kalenin güneyinde Palánk adı verilen bir ön kale (palanka) uzanıyordu. Moğol istilâsının ardından Kral IV. Béla şehri yeniden iskân etti. Burada Ortaçağ boyunca önemli dinî kuruluşlar, kiliseler ve tarikatlar oluştu. 1405’te Segedin Kalesi ve palankası güçlendirildi; o tarihten sonra Osmanlılar’a karşı yapılan seferler buradan başladı. Varna Savaşı’ndan önce II. Murad’ın elçilerinin Segedin’e gelip kral tarafından kabul edildiği ve 1444 Temmuzu sonlarında burada antlaşma yapıldığı belirtilir (bazı tarihçilere göre antlaşma Nagyvárad’da tasdik edilmiştir). 860’ta (1456) Fâtih Sultan Mehmed, Belgrad’ı kuşattığında János Hunyadi’nin ve Ciovanni de Capestrano’nun yönettiği hıristiyan yardım ordusu burada örgütlenmişti. Kral II. Ulászló şehre “özgür krallık kenti” (civitas libera regia) rütbesi verdi. Ekonomisinin canlanması İtalya’ya yönelik sığır ticaretinin önemli bir merkezi olması üzerine XV. yüzyılın sonlarında başladı. Zengin Segedinli tüccarlar ve sığır yetiştiricileri, Macar Krallığı’nın o zamanki en iyi şarap üretiminin yapıldığı Srem’de (Szerémség [Srem]) üzüm bağları satın almış ve şarabı ticarî amaçla Segedin’e göndermişlerdir.

1526’da Macar Kralı II. Lajos, Kanûnî Sultan Süleyman ile çarpışmaya hazırlanırken Erdel Voyvodası János Szapolyai’yi yardıma çağırdı, fakat voyvoda savaşa yetişemedi ve birlikleri Segedin dolayında karargâh kurdu. Mohaç zaferinin ardından Budin’den (Buda) geri dönen Osmanlı birliklerinin bir kolu Sadrazam İbrâhim Paşa yönetiminde şehri yağmaladı. Macar Krallığı’nın güney sınırının yanında oturan Sırp kökenli asker köylüler köylerinin Osmanlılar’ın eline geçmesi üzerine daha kuzeye kaçtılar ve Kral János Szapolyai’nin hizmetine girdiler. Kral onları Segedin’in güneyine düşen yerleşim bölgelerine yerleştirdi; bu durum bölgenin Macar toprak ağalarıyla aralarında sorun çıkmasına yol açtı. Sırp ordusunun kumandanı olan Černi Jovan bölgede egemenliği üstlendi ve kendini çar ilân etti. Szapolyai’den yana olan beylerle arasındaki anlaşmazlık yüzünden Habsburglar’ın tarafına geçti. Üzerine gönderilen üçüncü orduya yenilince Segedin’e kaçtı, orada yaralandı ve bir süre sonra kendini izleyen Bálint Török’ün eline düşerek öldürüldü (1527). Şehir 1530-1541 yılları arasında János Szapolyai’nin egemenliği altındaydı. Budin’de 948’de (1541) Osmanlı idaresinin tam olarak kurulmasının ardından Segedin ileri gelenleri I. Ferdinand’ın hâkimiyetini benimsediler ve silâhlı savunma yapmak için hazırlandılar. Bunun üzerine Budin Beylerbeyi Küçük Bâlî Paşa 1543 başlarında şehrin yöneticilerini yanına çağırdı ve ihanet ettikleri gerekçesiyle başlarını vurdurdu. Daha sonra Segedin’i ele geçirmek için birlikler gönderdi. Bu arada Segedin livâsı teşkil edildi ve ilk sancak beyliğine Küçük Bâlî Paşa’nın oğlu Derviş Bey tayin edildi. Bu livâ başlangıçta Tuna-Tisza (Tisa) arasına düşen bütün bölgeyi kapsıyordu. Segedin Kalesi kötü durumda olduğu için Osmanlılar’ın ilk işi kaleyi yenilemek oldu ve bunun masrafları hazine gelirlerinden karşılandı. 951 Zilkadesinde (Ocak 1545) Segedin sancak beyliğine getirilen Mihaloğlu Yahyâ Bey oğlu Hızır Bey’in 954 Zilkadesine (Aralık 1547) kadar süren idareciliği döneminde şehirde bazı problemler çıktı. Şehir kadısı çan çalınmasını yasaklayıp bazı dinî ve cezaî işlere müdahale etmek isteyince huzursuzluk baş gösterdi ve kadı yeni hukukî uygulamaları tedrîcî şekilde yapması konusunda uyarıldı.

1541’den beri Osmanlı vesayeti altında bulunan Erdel’in I. Ferdinand’ın birliklerince 1551’de işgali üzerine Segedin’in de geri alınması planları yapıldı. Bunun gerçekleştirilmesi işiyle eski Segedin yargıcı haydut (hajdú) kumandanı Mihály Tóth ve İspanyol kumandanı Bernando de Aldana görevlendirildi. Macar haydutları gizlice palanka arazisine girdiler ve kaleye ulaşmayı denediler, ancak Türk muhafızları bunu engelledi (24 Safer 959 / 20 Şubat 1552). Ardından Macar ve İspanyol birlikleri gelip şehri kuşattı. Kuşatmanın ilerlememesinin sebebi sur yıkan toplarının kalenin eteğine getirilememesiydi. Saldırganlar kuşatma için beklerken Segedinli Türk ve Macar tüccarlarının depolarını yağmaladılar. Budin Beylerbeyi Hadım Ali Paşa’nın olayla ilgili raporuna göre Mihaly Tóth 2000 piyade ile gece Tisza’yı geçip iç parkanın bir köşesini yıkmış ve buradaki beşli denilen muhafızlarla sivil müslümanlardan 300 kişiyi öldürmüştü (TSMA, Emanet Hazinesi, nr. 1098). Hadım Ali Paşa hızlı bir yürüyüşle şehrin önlerine geldi ve yapılan çarpışmada hıristiyan ordusunu bozguna uğrattı (1 Mart 1552). Saldırganlarla iş birliği yapan bazı Segedinliler ile iki Fransisken rahip idam edildi.

959’da (1552) şehri geri alma girişiminden sonra hıristiyan halk palankanın dışına çıkarıldı. Şehri ve kaleyi çevreleyen banliyölerde yine Macarlar yaşıyordu, ancak palankadan çıkarılanlar başka şehirlere yerleştiler. Türkler’in fethettiği yerler arasında bulunan şehirlerde ve fetih arazilerinin uç bölgelerinde zengin Segedinli zanaatkâr ve tüccarların bir nevi diyasporası oluştu. Segedin’de 1546 yılı kayıtlarına göre vergi ödeyen 1322 aile reisinin adı geçmektedir; bu sayı 1552’deki Segedin savaşı dolayısıyla 1554’te 1054 kişiye düştü. XVI. yüzyılın sonlarına doğru şehirdeki hıristiyan nüfusu azalmaya devam etti. 1599 yılı vergi kayıtlarına göre yalnızca 523 hâne kalmıştı. Kaynakların belirttiğine göre göç bundan da fazlaydı, çünkü nüfusun terkibinde aile adları 1546-1554 yılları arasında yaklaşık % 60 değişti ve Güney Slavlar’ın buraya göçü başladı.

Segedin’de önceleri askerî garnizon dışında sivil müslüman yoktu, ancak kısa bir süre sonra bunların aileleri şehirde oturmaya başladı. Kalede 952’de (1545) 323 askerî görevli vardı. Bunlar aile fertleriyle ve buradaki memur ve tüccarlarla birlikte 1000-1500 kişiyi buluyordu. Segedin’in askerî önemi Kanûnî Sultan Süleyman’ın vefatından sonra önemli ölçüde azaldıysa da müslüman sivil nüfus artış gösterdi. Buraya imparatorluğun başka yerlerinden sürekli olarak sanayici esnaf ve tüccarlar geldi. Sancak beyinin konağı palankadaki Boldogasszony mahallesinde idi, bu sebeple bu kesime “mahalle-i mîr-i mîrân” deniyordu. Szent Demeter mahallesindeki Aziz Demeter Kilisesi camiye dönüştürüldü (Câmi-i Şerîf-i Hâssa). Bunun dışında iki mescid daha vardı. Sokullu Mustafa burada bir de hamam yaptırdı.

Şehir Osmanlılar’ın fethinden önce “özgür bir krallık kenti” olarak çevrenin


ekonomik merkeziydi. Segedin sınırlarında geniş otlaklar bulunuyordu ve burada boynuzlu sığır yetiştirmek üzere yerleşimler oluşturulmuştu. Şehirde bunun dışında demircilik, dokumacılık, sepicilik, marangozluk, yiyecek, giyecek ve inşaat sektöründe çalışan işçiler ve çömlekçiler vardı. Şehir önemli bir pazar yeriydi. Srem şarabı, Erdel tuzu ve Balkanlar’dan getirilen deri ve kumaş burada pazarlanıyordu. Türkler’in eline geçtikten sonra da sanayi bakımından önemli bir değişikliğe uğramadı. Bu durum kasaplık loncasının dışında ötekilerin tamamıyla ortadan kalkmasına kadar (1552) böylece sürdü. Kuyumcuların Kecskemét’e taşındığı ve mesleklerine burada devam ettikleri bilinmektedir. Şehirdeki Türk esnafı 1578’de şu meslekleri icra ediyordu. Çilingir, mumcu, nalbant, saraç, kasap, hayyât, başmakçı, mestçi, dülger, mücellit. Şehrin hıristiyan nüfusu yalnızca kasaplık loncasını ayakta tutabilmişti ve bu onlar için bir imtiyazdı. Bunlar kendilerinin seçtiği bir yargıcın yönetimindeydi.

Segedin’in cizye geliri hazineye gidiyordu, diğer şehir gelirleri ise sancak beyinin geliri olarak kalıyordu. 1570’ten başlayarak burası padişah hassına katıldı. XVII. yüzyılda Macaristan’ın bütün bölgesinde olduğu gibi burada da Macar krallık yetkililerinin nüfuzu giderek arttı. 1631’de Vác piskoposluğu kilise için bu bölgeden ondalık vergisi toplamak istedi, ancak halk buna yanaşmadı. 1671 yılına kadar Macar vergisinin toplamı Türk vergisinin % 10’u olarak kaldı. Şehirde Protestanlık da yayıldı, uluslararası üne sahip pek çok Protestan vâiz buradan çıktı. Fakat Protestanlık halkın Katolik inancını unutturacak ölçüde kök salamadı. Osmanlı idaresi döneminde şehrin dinî yapısı renklendi; büyük Katolik çoğunluğa Protestanlar, müslümanlar ve giderek daha büyük bir sayıda Ortodokslar (Güney Slav halkı) eklendi.

XVII. yüzyılda Segedin’in durumu öncesine göre çok fazla değişmedi. Nüfus 10.000 dolayındaydı, bunun yarısını artık Balkan Slavları ve müslüman nüfusu oluşturuyordu. II. Viyana Kuşatması’ndan sonraki savaşlar sırasında Kutsal Birlik kuvvetleri Segedin bölgesinde faaliyetlerini hızlandırdı. Kumandan Peter Ernst Mercy ve Johann Donatus Heissler’in Habsburg birlikleri önce Segedin’den Budin’e giden erzak kafilesine saldırdı, ardından 23-24 Nisan 1686 gecesi şehri kuşattı. Serdar Cigala Ahmed Paşa ve Orta Macaristan’ın prensi Imre Thököly de burada karargâh kurmuştu. Gece yarısı yapılan saldırıda Türk ordusunun büyük bölümü kaçtı, yaklaşık 1000 kişi esir düştü. Kale 2000 kişilik Mısır kökenli askerlerle güçlendirildi. Budin’in düşmesinin ardından kumandan yardımcısı De la Vergne, Segedin’e yeniden saldırdı. Habsburg birlikleri palankayı 5 Ekim’de ilk saldırı sonrasında ele geçirdi. De la Vergne bir top güllesiyle ağır biçimde yaralandı ve öldü. Yerine İskoç kökenli kumandan George von Wallis geçti. 13 Ekim’de surlar yıkıldı. Yardıma gelen Osmanlı birlikleri de yenilgiye uğratıldı. Bunun üzerine Segedin Kalesi muhafızları teslim oldu ve 23 Ekim’de şehirden 600 kişi ailesiyle birlikte ayrıldı, yanlarında 200 arabaya yüklenmiş eşyaları da vardı. Kalede bulunan Türk topları 1720’ye kadar kullanıldı.

Segedin, 1686’dan 1716’da Tımışvar düşünceye kadar Tisza-Maros ırmakları kavşağının en önemli uç kalesi olarak önemini korudu. Viyana Savaş Konseyi büyük inşa işlerine izin vermedi, yalnızca Türkler zamanından kalma kale ve palanka güçlendirildi. 1703’ten 1711 yılına kadar devam eden, Habsburg aleyhtarı Prens II. Ferenc Rákóczi’nin yönettiği özgürlük savaşı sırasında Rákóczi’ye bağlı Kuruc birlikleri pek çok defa buraya saldırı düzenledi. 1704 yazında prensin kendisi de burayı kuşattı. Macar yöneticilerinin amacı Türk askerlerinin Segedin yakınlarındaki sınır bölgesine gelişini beklemekti. Fakat askerî destek gelmedi ve bu durumda Kuruclar kaleyi ele geçiremedi.

XVIII. yüzyılda Segedinliler özgür krallık kenti haklarını elde etmek için sıkı bir mücadele vermek zorunda kaldılar; onların bu hakkı nihayet Macar Kralı III. Karl’ın düzenlettiği bir belgeyle 21 Mayıs 1719’da kabul edildi. Segedin bu yüzyılda yeniden sakin bir döneme kavuştu. Habsburglar’a karşı yürütülen Macar özgürlük savaşı sırasında Macar hükümeti kısa bir süre burada çalıştı ve Lajos Kossuth ile Nikolai Balcescu, Romen-Macar barış antlaşması planını 1849 Temmuzunda burada imzaladı. Şehrin uğradığı en büyük felâket 1879 kışında Tisza’nın taşması ve bütün yerleşim bölgelerini mahvetmesi oldu. Şehir bugünkü görünümüne bundan sonra kavuştu. I. Dünya Savaşı’na nihayet veren Trianon Barış Antlaşması sonucunda Segedin’in güneyindeki bölgeler yitirildi ve bu durum şehrin ekonomisine ağır bir darbe indirdi. Fransız işgalinin gölgesindeki karşı devrimci hükümet de başlarında bakanlarından biri olan ve sonra da Macaristan’ın yöneticisi olacak olan Miklós Horthy olmak üzere burada kuruldu. Romanya sınırları içinde kalan Erdel’in en önemli kültürel merkezi Kolozsvár (Cluj) şehri üniversitesi buraya taşındı.

BİBLİYOGRAFYA:

J. Reizner, Szeged története, Szeged 1899-1900, I-IV; P. Z. Szabó, A török Pécs 1543-1686, Pécs 1941; E. Vass, A Szegedi és Csongrádi náhije 1548. évi török adóösszeírása, Szeged 1979, s. 5-80; Szeged története I. A kezdetektöl 1686-ig (ed. Gy. Kristó), Szeged 1983; Szeged története II. 1686-1848 (ed. J. Farkas), Szeged 1983; F. Szakály, Mezõváros és reformáció, Budapest 1995, tür.yer.; a.mlf., “Szeged török uralom alá kerülésének történetéhez”,


Kelet és nyugat között. Történeti tanulmányok Kristó Gyula tiszteletére (ed. L. Koszta), Szeged 1995, s. 451-569; G. Csíkos, A szegedi mészároscéh a török hódoltság alatt, Szeged 2002; A. Molnár, Katolikus missziók a hódolt Magyarországon I. (1572-1647), Budapest 2002; S. Papp, “Die Osmanische Diplomatie des Rákóczi-Freiheitskampfes (1703-1711)”, Studii şi cercetari de Turkologie contemporana. Omagiu Professorului Mihai Maxim, Cluj-Napoca 2004, s. 73-87; a.mlf., “Kárrendezési kísérletek a hódoltságban az 1547. évi békekötés után”, Keletkutatás, Budapest 1996. Ösz-2002/Tavasz, s. 141-160; I. Petrovics, “Dél-dunántúli és dél-alföldi városok kapcsolata Felsö-Magyarországgal a középkorban”, Bártfá-tól Pozsonyig (ed. E. Csukovits - T. Lengyel), Budapest 2005, s. 131-158; G. Dávid, “Kászim vojvoda, bég és pasa”, Keletkutatás, (1995/Ösz), s. 53-66; a.mlf., “Az elsõ szegedi bég, Dervis életpályája”, Aetas, XIV/4, Szeged 1999, s. 5-18; a.mlf. - P. Fodor, “Magyar ellenállás a török berendezkedéssel szemben”, Keletkutatás (1996/ Ösz - 2002/Tavasz), s. 277-279; L. Blazovich, Szeged rövid története. Dél-alföldi századok 21, Szeged 2005.

Sándor Papp