SARFE

(الصرفة)

Kur’ân-ı Kerîm’in erişilmez üstünlüğünü kanıtlamayı amaçlayan bir i‘câzü’l-Kur’ân teorisi.

Sözlükte “geri çevirmek, engel olmak” anlamındaki sarf kökünden türeyen sarfe, belâgat yönünden Kur’an’ın benzerini meydana getirme gücünün bulunduğu, fakat inkârcıların bu gücü kullanmasının Allah tarafından engellendiği tezine dayanan i‘câzü’l-Kur’ân teorisini ifade eder. Bazı müellifler, sarfe teorisinin ilk temsilcisi olarak Vâsıl b. Atâ veya Îsâ b. Sabîh el-Murdâr’ı gösterirse de kaynakların çoğunluğu bu teorinin ilk defa Nazzâm tarafından ortaya konulduğunu kaydeder. Bu telakkiye göre Kur’an, içerdiği edebî özellikler bakımından Hz. Peygamber’in nübüvvetini kanıtlayan bir mûcize olmayıp geçmiş ilâhî kitaplar gibi Allah’ın insanlara bildirdiği emirleri ve gayba dair haberleri ihtiva eder. Fesahat ve belâgat itibariyle Kur’an’ın benzerini, hatta ondan daha üstün olan bir kitabı Arap ediplerinin meydana getirmesi aklen mümkündür. Ancak Allah, inkârcılardan Kur’an’la yarışma cesaret ve bilgisini onlardan alarak bu işi gerçekleştirmelerini engellemiştir. Bu sebeple Kur’an’ın mûcize oluşu, Allah’ın aslında yapma gücüne sahip oldukları bu işten inkârcıları geri çevirmesi (sarf) fiiliyle irtibatlıdır ve teori adını bu fiilden almıştır.

Sarfe teorisinin dayandığı ana fikir şöylece özetlenebilir: Bazı sûrelerde de açıklandığı üzere Kur’an’ın Arapça bir kitap olduğu ve Arap ediplerinin o dönemde edebiyatın üstün ürünlerini ortaya koyduğu bilinmektedir. Bu durum, Arap ediplerinin Kur’an’da bulunan metinlerin en azından bir kısmının benzerini üretebileceklerini gösterir. Aslında Kur’an’da insanlar tarafından söylenmiş bazı sözler nakledildiği gibi belâgat üstünlüğü taşımayan beyanlar da mevcuttur. Buna rağmen inkârcı Araplar’ın Kur’an’ın bir sûresinin benzerini yapmak için teşebbüse girişmemeleri kendi iradelerine bağlı bir olay olarak açıklanamaz; çünkü onlar dinlerini terketmeyi istemedikleri gibi Hz. Muhammed’in nübüvvet davasında başarılı olup kendilerini mağlûp etmesini de hiç arzu etmiyorlardı. Şu halde inkârcı Araplar’ın güçlerinin bulunmasına rağmen Kur’an’a nazîre getirmeye girişmemeleri farkına varamadıkları gizli bir müdahalenin sonucu olmalıdır. Bu yönüyle sarfe bir tür hissî mûcize kabul edilebilir. Sarfeyi şöyle bir örnekle de açıklamak mümkündür: Eğer Allah nübüvvetle görevlendirdiği peygamberine elini sağa sola hareket ettirmeyi veya ayağını uzatmayı mûcize olarak verse, peygamber de bu hareketleri kimsenin yapamayacağını söylemesine rağmen insanlar bunları yapmaktan âciz kalsalardı bu hareketler o peygamber için hissî bir mûcize olurdu (Hattâbî, s. 20).

Sarfe teorisinin mahiyeti konusunda iki farklı görüş ileri sürülmüştür. Bir görüşe


göre sarfe, inkârcı Arap ediplerinin aslında Kur’an’ın benzeri bir eser ortaya koymaya güçleri bulunduğu halde amaçlarını gerçekleştirecek iradeyi Cenâb-ı Hakk’ın yok etmesidir. Nazzâm ve Rummânî bu görüştedir. İkincisine göre sarfe, Arap ediplerinin Kur’an’a benzer bir metin üretmeyi düşündükleri ve bunu gerçekleştirmeye çalıştıkları halde amaçlarına ulaşmalarını sağlayacak bilgi ve birikimi kendilerinde bulamadıklarını hayretle görmeleridir. Şiî âlimlerinden İbn Sinân el-Hafâcî bu görüştedir (Salâh Abdülfettâh el-Hâlidî, s. 82-83). Sarfe teorisi başta Vâsıl b. Atâ ve Nazzâm olmak üzere Îsâ b. Sabîh el-Murdâr, Hişâm b. Amr el-Fuvatî, Abbâd b. Süleyman es-Saymerî, Câhiz ve Rummânî gibi umumiyetle Mu‘tezile’ye mensup kelâmcılar tarafından benimsenmekle birlikte Ebû Mansûr el-Eyyûbî, İbn Hazm, İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Gazzâlî, Fahreddin er-Râzî gibi Sünnî ve İbn Sinân el-Hafâcî, Şerîf el-Murtazâ, Yahyâ b. Hamza el-Alevî gibi Şiî âlimlerince de kabul görmüştür.

Kur’an’ın doğrudan değil dolaylı ve izâfî bir mûcize olması sonucunu doğurduğu gerekçesiyle sarfe teorisi Ehl-i sünnet âlimlerince zayıf görülmüş ve Kur’an’ın tezine aykırı bulunmuştur. V. (XI.) yüzyıldan itibaren bu teori başta Ebû Bekir el-Bâkıllânî olmak üzere âlimlerin çoğunluğu tarafından eleştirilmiş ve bu sebeple fazla taraftar bulmamıştır. Yapılan eleştiriler şu noktalarda toplanmaktadır: 1. Kur’an’ın Allah kelâmı değil insan sözü olduğunu ileri süren inkârcı Araplar tehaddî âyetlerinde Kur’an’ın bir benzerini yapmaya açıkça davet edilmiştir. Bu ise iradelerinin kendilerinden alınmadığını gösterir. Aksi takdirde, güçlerinden yoksun bırakılmış insanların Kur’an’la yarışmak üzere bir araya gelmeye, birbirlerine yardım etmeye davet edilmesi tehaddînin mantığı açısından anlamsız olur. 2. Müslümanlar Kur’an’ın i‘câz özelliği taşıdığı konusunda icmâ etmiştir. Eğer onun benzerinin meydana getirilememesi Allah’ın engellemesine bağlı ise bu Kur’an’da bizâtihi i‘câz özelliği bulunmadığı mânasına gelir (Kādî Abdülcebbâr, s. 232-233; Zerkeşî, II, 94). 3. Sarfe bir i‘câz tarzı ve teorisi değil Kur’an’ın i‘câzı etrafında ileri sürülmüş zayıf bir delil olabilir. Çünkü bu telakki, Kur’an’ın gerek dil özellikleri gerekse içerdiği bilgiler açısından beşer sözlerinden üstün bir tarafının bulunmadığı tezini ileri sürmektedir, bu ise inkârcıların temel iddiasıdır (M. Hasan Heyto, s. 79). Halbuki insanların belâgat ve fesahat özellikleri yanında içerdiği bilgiler açısından Kur’an’a denk bir eser meydana getirmeleri mümkün değildir. 4. Kur’an’ın benzeri ve dengi olmasa da Müseylimetülkezzâb, İbnü’l-Mukaffa‘ ve Ebü’l-Alâ el-Maarrî gibi şahısların ona nazîre yazdıklarına ilişkin rivayetler mevcuttur. Bunlar da sarfe teorisinin geçersizliğini gösterir. Çünkü söz konusu rivayetler, en azından bazı kimselerin Kur’an’a denk bir edebî eser yazma girişiminde bulunduğunu kanıtlayıcı niteliktedir (Zerkeşî, II, 95). 5. Hz. Peygamber’in nübüvveti Kur’an’ın, benzeri meydana getirilemeyecek bir kitap olduğu tezinden hareketle temellendirilir. Şayet edebî yönü ve muhtevası itibariyle Kur’an’ın benzerinin ortaya konabileceği ileri sürülürse Resûlullah’ın nübüvveti temel dayanağından yoksun bırakılmış olur ve yalnız sarfe nazariyesi onun tek kanıtı haline gelirdi. Halbuki Kur’an’da sarfe kelimesi geçmediği gibi işaret yoluyla da olsa ona atıfta bulunulmaz, ayrıca bu hususa dair herhangi bir hadis mevcut değildir (Fethi Ahmed Âmir, s. 276). 6. Resûl-i Ekrem döneminde Arap edebiyatının zirvesinde bulunan bazı şair ve ediplerin fesahat ve belâgat yönünden Kur’an’ın kendi ürünleriyle karşılaştırılamayacak bir üstünlük taşıdığını itiraf ettikleri, bazı inkârcıların da cazibesine kapılarak okunan Kur’an’ı gizlice dinledikleri nakledilir. Bu rivayetler de sarfe teorisinin yanlışlığını kanıtlar (Ahmed Cemâl el-Ömerî, s. 258).

Sarfe Kur’an’ın mûciz oluşunu sadece fesahat ve belâgat noktasına indirgeyen bir teoridir. Bu teorinin aslını oluşturan, Allah’ın insan iradesi ve bilgisine müdahale ettiği tezini savunmak oldukça zordur, çünkü iman ve itaatle yükümlü tutulmak düşünce ve irade hürriyetini gerekli kılar. Ayrıca Hz. Peygamber’in gönderilişiyle birlikte nübüvveti kanıtlama aracı olarak hissî mûcize devrinin kapandığı (el-İsrâ 17/59) ve Kur’an’ın fesahat ve belâgatı dışında da i‘câz yönlerinin bulunduğu dikkate alınırsa sarfenin insanların çoğunluğuna hitap etmekten uzak, zayıf bir teori olduğu görülür. Her ne kadar İbn Hazm gibi bazı sarfe taraftarları Kur’an’ın sarfe dışında da i‘câz yönlerinin bulunduğunu söylemişse de bunlara göre i‘câzın merkezinde sarfe yer almaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Rummânî, en-Nüket fî iǾcâzi’l-Ķurǿân (Ŝelâŝü Resâǿil fî iǾcâzi’l-Ķurǿân içinde, nşr. M. Halefullah - M. Zağlûl Sellâm), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 101-104; Hattâbî, Beyânü iǾcâzi’l-Ķurǿân (a.e. içinde), s. 20; Bâkıllânî, İǾcâzü’l-Ķurǿân, Kahire 1349, s. 36-45; İbn Fûrek, el-Ĥudûd fi’l-uśûl (nşr. M. A. S. Abdülhalîm, BSOAS, LIV/1 [1991] içinde), s. 10; Kādî Abdülcebbâr, Tenzîhü’l-Ķurǿân Ǿani’l-meŧâǾin, Beyrut, ts. (Dârü’n-nehdati’l-hadîse), s. 232-233; İbn Hazm, el-Faśl (Umeyre), III, 25-31; Fahreddin er-Râzî, en-Nübüvvât (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Kahire-Beyrut 1406/1986, s. 177-182; Âmidî, Ebkârü’l-efkâr (nşr. Ahmed M. el-Mehdî), Kahire 1423/2002, IV, 73, 102-108; Safedî, el-Vâfî, XVII, 505; Zerkeşî, el-Burhân, II, 94-95; Mustafa Sâdık er-Râfiî, İǾcâzü’l-Ķurǿân, Kahire 1381/1961, s. 162-165; Ahmed Cemâl el-Ömerî, Mefhûmü’l-iǾcâzi’l-Ķurǿânî ĥatte’l-ķarni’s-sâdisi’l-hicrî, Kahire 1984, s. 254-258; Ahmed Muhtâr el-Bezre, Fî iǾcâzi’l-Ķurǿân, Beyrut 1408/ 1988, s. 9; Salâh Abdülfettâh el-Hâlidî, el-Beyân fî iǾcâzi’l-Ķurǿân, Amman 1989, s. 81, 82-83, 108; Fethî Ahmed Âmir, Fikretü’n-nažm beyne vücûhi’l-iǾcâz fi’l-Ķurǿân, İskenderiye 1991, s. 29, 276; Ali Mehdî Zeytûn, İǾcâzü’l-Ķurǿân ve eŝerühû fî teŧavvüri’n-naķdi’l-edebî, Beyrut 1992, s. 49; M. Hasan Heyto, el-MuǾcizetü’l-Ķurǿâniyye, Beyrut 1994, s. 79; M. Ömer Bâhâzık, Şerĥu risâleti Beyâni iǾcâzi’l-Ķurǿân li’l-İmâm el-Ħaŧŧâbî, Dımaşk-Beyrut 1416/1995, s. 31-33.

Yusuf Şevki Yavuz