SÂMÎLER

(الساميّون)

Hz. Nûh’un büyük oğlu Sâm’a nisbet edilen kavimler.

Sâmî (Semitic) terimi başta Arabistan, Suriye, Irak ve Afrika’nın bazı bölgeleri olmak üzere geniş bir coğrafyada benzer özelliklere sahip diller konuşan Akkadlar,


Bâbilliler, Asurîler, Amurîler (Amurrular), Ârâmîler, Süryânîler, Ken‘ânîler, Nabatîler, Fenikeliler, İbrânîler, Araplar ve Habeşler gibi kavimleri kapsar. Günümüzde dünyadaki en kalabalık Sâmî kavmi Araplar’dır. Tevrat’a dayandırılan terim (Tekvîn, 10/1, 21) Batı’da ilk defa Semitic şeklinde 1781’de Avusturyalı bilim adamı August Ludwig Schlözer tarafından kullanılmıştır. Hz. Peygamber de bir hadisinde Araplar’ın babasının Sâm olduğunu söyler (Müsned, V, 9-11; Tirmizî, “Tefsîr”, 37; “Menâķıb”, 69). Sâmîlik kavramı esasen kültürel çevreyi ifade eder. Bu sebeple Sâmî toplulukları arasındaki yakınlık, daha çok konuştukları diller ve kültürleri arasındaki benzerliklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Sâmîler arasındaki akrabalık, ancak XIX. yüzyılda bazı yazılı belgelerin çözülmesi ve Sâmî kabul edilen kavimlerin dilleri arasında karşılaştırmalı çalışmalar yapılmasıyla anlaşılmaya başlanmıştır.

Sâmîler’in anavatanının neresi olduğu hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bunların bir kısmı Tevrat’ta yer alan beşeriyetin menşeiyle ilgili ifadelere, bir kısmı ise Sâmî dilleriyle ilgili çalışmalara dayanmaktadır ve başlıcaları söz konusu anavatanın Arap yarımadası, Irak, Suriye, Afrika, İrmîniye, Avrupa, Kafkasya veya Akdeniz’de batmış bazı adalar olduğu yolundadır. İleri sürülen tezlerden Arap yarımadasını savunanlar çoğunluktadır. Ancak bunlar arasında da yarımadanın hangi bölgesinden çıktıkları hususunda Necid, Arûz, özellikle Bahreyn ve karşısındaki sahiller yahut Güney Arabistan gibi görüşler vardır. Anayurdun Arabistan olduğunu kabul edenler, Sâmîler’in buradan Bereketli Hilâl’e göç ederek oraya kendi damgalarını vurduklarını, oradan da başka bölgelere gittiklerini savunur. Aralarından bazıları kesin deliller bulunmamakla birlikte burasının milâttan önce X. binyıla, bir kısmına göre V. binyıla kadar çok verimli bir yer olduğunu söylerler. Onlara göre Tevrat’ta tasvir edilen Aden cenneti Arap yarımadasındadır. İklimin değişmesiyle birlikte toprakların yapısı değişmiş ve bahçeler çöllere dönüşmüştür (Cevâd Ali, I, 243-244). Sâmî göçlerinin Arap yarımadasından kuzeye doğru yapıldığına dair ileri sürülen görüşlerin yanında bazı Sâmî topluluklarının kuzeyden güneye gittikleri, meselâ İbrânîler’in Irak’tan Suriye’ye, oradan Mısır’a ve sonra tekrar Suriye’ye, Adnânîler’in atası kabul edilen Hz. İsmâil’in Filistin’den Hicaz’a ve yine bazı yahudilerin de Filistin’den Hicaz’a göç ettikleri bilinmektedir. Dolayısıyla Sâmî göçlerinin yalnız Arap yarımadasından dışarıya yönelik olmadığı, ayrıca bunun kabileler arasında ortaya çıkan savaşlar sebebiyle ya da dinî, siyasî ve ekonomik sebeplerle gidiş gelişler şeklinde meydana geldiği düşünülmektedir.

Sâmî dilleri arasındaki benzerlikler bu dillerin bir ana dilden (proto-Semitic) türediğini göstermektedir. Mevcut belgelere göre bu ana dilden türeyen en eski dil milâttan önce III. binyılın ortalarında Mezopotamya’da (Irak) çivi yazısıyla kil tabletler üzerine yazımına başlanan Akkadca’dır. Akkad İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra siyasî gelişmelere bağlı olarak bu dil II. binyılın başlarında kuzeyde Asurca ve güneyde Bâbilce adlarıyla iki ana lehçeye ayrılmıştır. 1975 yılında Halep yakınlarında Ebla (Tel Mardih) kazılarında 15.000 tabletlik bir arşiv bulunmuş ve bu keşif Kuzey Suriye’de Akkadca ile çağdaş Ebla dili denilen eski bir Sâmî dilinin daha varlığını ortaya çıkarmıştır.

Bugün kabul edilen son tasnife göre Sâmî dilleri ailesi ölü dillerle birlikte şu grup ve dallara aırılmaktadır:

A) Batı Sâmî Dilleri Grubu

1. Kuzeybatı Dalı

a) Ebla dili

b) Ugaritçe

c) İbrânîce

d) Amurîce

e) Fenikece

f) Ârâmîce-Süryânîce

g) Moabca

h) Edomca

2. Güneybatı Dalı

a) Kuzey Arapçası

b) Güney Arapçası

c) Habeşçe (Tigre dili, Tigrinya [Tigrina] dili, Amhara dili)

B) Doğu Sâmî Dilleri Grubu

Akkadca (Asurca + Bâbilce).

Arap âlimleri Hz. Âdem’in, Hz. Nûh’un ve oğlu Sâm’ın konuştukları dilin hangi dil olduğu konusuyla ilgilenmişler, bazıları bunun Süryânîce, bazıları Arapça (Dîneverî, s. 2-3) olduğunu ileri sürmüşlerdir (başlıca Sâmî dilleri için bk. ÂRÂMÎCE; ARAP [Dil]; İBRÂNÎCE; SÜRYÂNÎCE).

Sâmî topluluklarının sosyal yapısında temel öğeyi ortak çıkar sahibi kan bağına dayalı akrabaların oluşturduğu kabileler teşkil eder. Kabileler ataerkil aile yapısına sahiptir. Miras genelde erkeklerin hakkıdır; çok kadınla evlilik geleneği vardır. Kabilenin başında eşit düzeydeki ileri gelenlerin kendi aralarından seçtikleri bir lider bulunur. Mutlak bir otorite yoktur; lider sınırlı yetkilere sahiptir. Ekonomik durum hayvancılık, tarım ya da ticarete bağlıdır (bk. KABİLE).

Bazı şarkiyatçılar, Avrupa’da Batı aklının Doğu aklından üstün olduğu tezinin ileri sürülmesinden sonra Sâmî aklın özellikleriyle ilgili tasvirler ortaya koymuşlardır; başlıcaları şunlardır: Sâmîler göç etmeyi severler; savaşa ve intikam almaya meyillidirler; duygusallığın hayatları üzerindeki etkisi büyüktür; çabuk kızar ve kızgınlıklarında aşırı giderler, ancak öfkeleri çabuk geçer; sevgilerinde de aşırıya kaçarlar; ferdiyetçidirler ve bu sebeple kabileler halinde yaşarlar; hukuk mantıkları kabilevî esaslara ve kısas fikrine dayanır. Uzun bir dönem göçebe hayatı yaşadıkları için düşünceleri yüzeyseldir; meselâ Yunanlılar gibi eşyayı derinlemesine incelemeye, künhüne ve özüne ulaşmaya yönelmezler. Karmaşık işleri anlama yetenekleri yoktur; düşüncelerinin basitliğinden dolayı kararları da basittir. Bu anlayışları dolayısıyla birden çok ilâha inanmayı içeren Ârî dinlerden farklı olarak tek tanrı inancına sahiptirler (Cevâd Ali, I, 256-259).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, V, 9-11; Dîneverî, el-Aħbârü’ŧ-ŧıvâl, s. 2-3; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), I, 201; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, I, 222-260; Şevkī Dayf, Târîħu’l-edeb, I, 22-29; Ali Abdülvâhid Vâfî, Fıķhü’l-luġa, Kahire 1973, s. 6-24; Mustafa Murâd ed-Debbâğ, Bilâdünâ Filisŧîn, Amman 1393/1973, I, 378-381; Hitti, İslâm Tarihi, I, 23-30; S. Moscati, An Introduction to the Comparative Grammar of the Semitic Languages: Phonology and Morphology, Wiesbaden 1980, tür.yer.; Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara 1982, s. 2-4; Osman Sa‘dî, ǾUrûbetü’l-Cezâǿir Ǿabre’t-târîħ, Cezayir 1982, s. 12-17; Şemseddin Günaltay, Türk Tarihinin İlk Devirlerinden Yakın Şark: Elâm ve Mezopotamya, Ankara 1987, s. 282-292; a.mlf., Yakın Şark III: Suriye ve Filistin, Ankara 1987, s. 52-62, 134-141; Tevfîk Burrû, Târîħu’l-ǾArabi’l-ķadîme, Dımaşk 1988, s. 38-48; Faruk Bozgöz, “Dil-Toplum İlişkisi ve Ari-Sami Polemiğinde Dil ve Sami Dilleri”, EKEV Akademi Dergisi, VIII/20, Erzurum 2004, s. 277-294; A. Rippin - W. P. Heinrichs - J. Huehnergard, “Sām”, EI² (İng.), VIII, 1007-1011; G. B. Gragg, “Semitic Languages”, The Oxford Encyclopedia of Archaeology in the Near East, New York 1997, IV, 516-527.

Adnan Demircan