SÂKIB DEDE

(ö. 1148/1735)

Mevlevî şeyhi, şair.

1062’de (1652) İzmir’de doğdu. Asıl adı Mustafa, babasının adı İsmâil, annesinin adı Halime’dir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin müridlerinden, Endülüs’ten İzmir’e göç eden bir mutasavvıfın soyundan geldiği rivayet edilir. İlk öğrenimini İzmir’de yaptı. On beş-on altı yaşlarında İstanbul’a giderek Mustafa Fâzıl Paşa’nın himayesinde tahsiline Fâtih Medresesi’nde devam etti. Bu sırada 1678’de paşanın maiyetinde Çehrin Seferi’ne katıldı. Bu sefer esnasında bir Mevlevî dervişinin etkisinde kalarak Mevlevîliğe ilgi duymaya başladı. Öğrenimini tamamladıktan sonra Bursa’ya gidip İshak Hocası Ahmed Efendi’den Farsça öğrendi, ardından Konya’da Kûseç Ahmed Dede’den Fuśûśü’l-ĥikem okudu. Bir süre sonra İstanbul’a dönüp Fâtih Camii’n-de altı ay kadar dersiâmlık yaptı. Edirne’ye giderek Edirne Mevlevîhânesi şeyhi Neşâtî’nin yetiştirmesi Seyyid Mehmed Dede’nin yanında çile çıkarıp dede unvanını aldı. İstanbul’a dönüşünde Galata Mevlevîhânesi şeyhi Gavsî Ahmed Dede’ye intisap etti, ondan bir yıl kadar Meŝnevî okudu. Ardından Nesîb Dede, Hasîb Dede, Lebîb Dede, Vehbi Dede ve Müneccimbaşı Ahmed Dede ile birlikte Mısır’a gidip üç ay kadar Siyâhî Dede’nin hizmetinde bulundu. Mısır’dan dönünce Galata Mevlevîhânesi’nde şeyhi Gavsî Dede’ye hizmet etmeyi sürdürdü.

Beşiktaş Mevlevîhânesi’ndeki mukabelelerde bulunan ve zaman zaman buradaki mukabelelere katılan IV. Mehmed ile sohbet etme imkânına kavuşan Sâkıb Dede’nin bu sohbetlerde padişahla kurduğu yakınlık Müneccimbaşı Ahmed Dede’nin onu kıskanmasına yol açtı. Bu dönemde İstanbul’dan ayrılıp Edirne’ye gitti. Serez, Filibe, Selânik ve Bosna başta olmak üzere bütün Rumeli’yi dolaştı. Mevlevîlik tarihinde önemli bir yere sahip olan Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân adlı eserini bu sırada yazmaya başladı. Dönüşte Sucu Mehmed Dede ile birlikte Konya’ya gitti. Burada Mevlevî Âsitânesi postnişini II. Bostan Çelebi tarafından Kütahya Mevlevîhânesi şeyhliğine tayin edildi (1102/1690). Kütahya Mevlevîhânesi’nde kırk altı yıl şeyhlik yapan Sâkıb Dede’nin vefatında mevlevîhânenin hazîresine defnedildiği kaydedilmekteyse de hazîrede kabrine dair bir işaret bulunmamakta, sandukası bugün cami olarak kullanılan mevlevîhânenin camekânla ayrılan kısmında yer almaktadır. Vefatına Şeyh Galib, “Mâtemin güç eyleyip Gālib gürûh-ı âşıkān / Dediler târîh-i fevtin hay hatm-i Mevlevî” beytini tarih düşürmüştür. Sâkıb Dede, uzun yıllar süren şeyhlik döneminde aralarında önemli şahsiyetlerin de bulunduğu çok sayıda derviş yetiştirmiş, bunlar Esrar Dede tarafından “hânedân-ı Sâkıbiyye” diye anılmıştır. Osmanlı modernleşmesinde büyük payı olan şeyh ailelerinden en önemlisinin başındaki Seyyid Ebûbekir Dede onun dervişidir. Sâkıb Dede’den Seyyid Ebûbekir Dede’nin oğlu Ali Nutkî Dede’ye ve Şeyh Galib’e uzanan mânevî ve fikrî bir köprü kurmak mümkündür.

Şeyh Galib ve Esrar Dede’nin övgü dolu ifadelerle andığı Sâkıb Dede, düzenli bir medrese tahsili gördükten sonra bilinçli bir şekilde Mevlevîliği kendine tarikat olarak seçmiştir. Bu bakımdan onun Mevlevîliği diğer Mevlevî şairlerinden farklı bir durum arzeder. Onlarda genellikle bir neşve, bir etki, bir kaynak olan Mevlevîlik Sâkıb Dede’de bir amaçtır. Sanatı bir vasıta olarak gören ve bütün gücüyle Mevlevîliği


işlemeye çalışan Sâkıb Dede bu sebeple çok uzun şiirler söylemiş, şiirlerinin büyük çoğunluğunu Mevlevîlik ve Mevlevîler’den bahisle bitirmiştir. 164 beyte ulaşan kasideleri ve ortalama on dokuz beyitlik gazelleri (en uzunu elli bir beyit) onun şiirlerinin vurgulanması gereken önemli bir özelliğidir.

Sâkıb Dede, divan şiirinde Nâbî’nin temsilciliğini yaptığı hikemî tarza uyan şiirleriyle de dikkat çeker. Tamamı nasihat ve hikmetli söyleyişe ayrılmış şiirleri bulunduğu gibi değişik konuları ele aldığı şiirlerinin pek çoğunda da öğüt vermekten kendini alamaz. Bu doğrultuda söylemiş olduğu “hizmet” redifli kasidesi devrinde çok beğenilmiş ve ondan bahseden kaynakların hemen hepsinde yer almıştır. Şiirleri çoğunlukla didaktik özellikler taşımakla birlikte zaman zaman fikirlerini duygu planına yükseltmeyi başarmıştır. Sâkıb Dede’nin edebî şahsiyetiyle ilgili özelliklerden biri de kimseye methiye söylemeyişi ve şiir sunmayışıdır. Hiçbir devlet görevi almayan Sâkıb Dede, bu tür ilişkilerden elde edilecek menfaatin el etek öpmeye dayalı olduğunu şiirlerinde vurgulamış, her ne olursa olsun bir eserin hak ettiği değeri sonunda bulacağını söylemiştir.

Eserleri. 1. Divan. Mevlevîliğin divan edebiyatı içerisindeki en önemli temsilcilerinden biri olan Sâkıb Dede 5689 beyitlik hacimli bir divana sahiptir. Beş yazma nüshası bulunan eserin tenkitli neşri Ahmet Arı tarafından doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Bu neşirde otuz yedi kaside, iki müsemmen, beş müseddes, iki tahmis, 165 gazel, bir müstezad, yirmi iki tarih kıtası, kırk sekiz rubâî, altmış bir kıta, elli bir nazım, bir mülemma‘ bulunmaktadır. 2. Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân (I-III, Mısır 1283). Sâkıb Dede, Mevlevîlik tarihine dair eserinin ilk cildinde Menâķıbü’l-Ǿârifîn’in bittiği tarihten kendi zamanına kadar Konya Mevlevî Âsitânesi’nde postnişin olan çelebilerin biyografilerine yer vermiştir. Karahisar (Afyon) ve Kütahya mevlevîhânelerinin kurucuları olan, anne tarafından Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin soyuna mensup çelebilerin biyografileriyle başlayan cildin sonunda Mevlânâ’nın soyundan ileri gelen kadınların biyografileri yer almaktadır. Eserin II. cildi çeşitli mevlevîhânelerde şeyhlik yapanlara ayrılmıştır. III. cilt yetmiş sekiz ünlü Mevlevî’nin biyografisini içerir. Sâkıb Dede, bu konuda kendisinden önce yazılan eserlerden faydalanarak meydana getirdiği çalışmasında şifahî kaynaklara da yer vermiş, bu durum eseri zenginleştirmekle beraber bazı yanlışlık ve tutarsızlıklara yol açmıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, Sefîne’nin bu yönüne dikkat çekerek sıkı bir tarihî tenkide tâbi tutulmadan eserden faydalanmaya imkân olmadığını belirtir. Son derece ağır ve ağdalı bir üslûpla yazılan kitap bu iki kusuruna rağmen Mevlevîlik tarihinin önemli kaynaklarından biridir.

BİBLİYOGRAFYA:

Safâyî, Tezkire, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2549, vr. 51a; Sâlim, Tezkire, İstanbul 1315, s. 197; Esrâr Dede, Tezkire, Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp., nr. 1502, vr. 23b-25a; Hâlis Ahmed Dede, Tufeylü Menâkıbi’l-kibâri’l-Mevlevî fî Menkabeti Hazret-i Şeyh Sâkıb el-Ma‘nevî, Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 1186; Sahih Ahmed Dede, Mecmûatü’t-tevârihi’l-Mevleviyye, Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp., nr. 5446, vr. 27a; Fatîn, Tezkire, s. 38, 39; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 26; Osmanlı Müellifleri, I, 50; Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyahat, İstanbul 1328, s. 236-238; a.mlf., Yenikapı Mevlevîhânesi (haz. Murat A. Karavelioğlu), İstanbul 2005, s. 143, 158; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 15-16, 111-114; Ahmet Arı, Mevlevîlikte Bir Hanedanlık Kurucusu: Sâkıb Dede ve Dîvânı, Ankara 2003; Kadir Atlansoy, “Kütahyalı Mevlevî Şairler Üstüne”, Kütahyalı Şairler Sempozyumu-I (4-5 Haziran 1998), Kütahya 2000, s. 371-387; a.mlf., “Bursa’dan Konya’ya Seyahat’te Kütahya”, Yedi İklim, X/68, İstanbul 1995, s. 71-77; Bilal Kemikli, “Kütahya Mevleviliği: Mevleviliğin Önemli Merkezlerinden Biri Olarak Kütahya”, İSTEM: İslâm, San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, I/1, Konya 2003, s. 109.

Ahmet Arı