SAKAL-ı ŞERİF

Hz. Peygamber’e ait saç ve sakal telleri.

Resûl-i Ekrem’in saç ve sakalından günümüze ulaşan teller İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi ile dünyanın çeşitli yerlerindeki cami ve evlerde “lihye-i saâdet, lihye-i şerif, sakal-ı şerif” adı altında muhafaza edilmektedir. Her ne kadar bunlara genelde sakal (lihye) deniliyorsa da büyük bölümü saç telidir. Hz. Peygamber’in tıraşı sırasında kesilen saç ve sakal tellerini bazı sahâbîler alarak saklamıştır. Hudeybiye Antlaşması’nda müşriklerin temsilcileri arasında yer alan Urve b. Mes‘ûd es-Sekafî, Mekke’ye döndükten sonra arkadaşlarına, kendisinin kisrâya, kaysere ve necâşîye elçi gittiğini, onlara halklarından hiç kimsenin ashabının Hz. Muhammed’e gösterdiği sevgi ve bağlılığı göstermediğini, Hudeybiye’de sahâbîlerin Resûl-i Ekrem’in saçından düşen bir tek teli dahi muhafaza ettiklerini söylemiştir (Müsned, IV, 324). Resûlullah tıraş olurken insanlar onun çevresini sarar, berberin kestiği saç tellerini daha yere düşmeden almaya çalışırlardı (Müslim, “Feżâǿil”, 75). Vedâ haccı sırasında Resûl-i Ekrem’i Ma‘mer b. Nadle el-Adevî tıraş etmiş (İbn Hacer, II, 269) ve kestiği saçları bir kısmını sahâbîlere, bir kısmını da kendi ailesine dağıtması için Ebû Talha el-Ensârî’ye vermiştir (Müsned, III, 256; Müslim, “Ĥac”, 323-326). Ebû Talha’nın şahsına ayırdığı saçlar daha sonra üvey oğlu Enes b. Mâlik’e, ondan da çocuklarına ve torunlarına intikal etmiştir.

Ashaptan, tâbiînden ve mezhep imamlarından sakal-ı şerife sahip olanların ondan bereket umdukları bilinmektedir. Enes b. Mâlik, vefatı sırasında talebesi Sâbit el-Bünânî’den öldüğünde bu saç tellerinden birinin dilinin altına konulmasını istemiştir (İbn Sa‘d, VII, 25; İbn Hacer, I, 127). Savaşlarda da bu saç tellerinin zafer kazanmada etkili olduğuna inananlar vardı. Hâlid b. Velîd, Yermük Savaşı sırasında düşürdüğü serpuşunun (kalensüve) ısrarla bulunmasını istemiş, bulunduğunda çok sevinerek Resûl-i Ekrem’le birlikte yaptığı bir umrede insanların onun saçından bir tele sahip olmak için birbiriyle yarıştıklarını, kendisinin de o sırada alabildiği birkaç teli serpuşunun içinde taşıdığını ve o serpuşla girdiği her savaşı kazandığını söylemiştir (Ebû Ya‘lâ, XIII, 106; Taberânî, IV, 104-105; Hâkim, III, 338). Muhtemelen bu rivayetten hareketle Hindistan’da, Bâbürlü ordusunun sefer sırasında en önünde giden ve hükümdarın sancağını taşıyan filin arkasından ikinci bir filin üzerinde küçük bir sandık içinde sakal-ı şerif taşınırdı (ERE, X, 662). Bey‘atürrıdvân’a katılanlardan Ebû Zem‘a el-Belevî’nin Hâlid b. Velîd gibi serpuşunda üç tel sakal-ı şerif bulunduğu, vefatında bunlardan ikisinin gözleri, üçüncüsünün dili üzerine konulduğu söylenmektedir (Ahmed Teymur Paşa, s. 84-85). Aynı şekilde Muâviye b. Ebû Süfyân, Ömer b. Abdülazîz ve Ahmed b. Hanbel’in de vefatlarında sahip oldukları sakal-ı şeriflerle beraber gömüldükleri bilinmektedir (İbn Sa‘d, V, 406; İbnü’l-Cevzî, II, 357). Enes b. Mâlik’in âzatlısının oğlu olan tâbiîn âlimi İbn Sîrîn kendisinde Hz. Peygamber’e ait birkaç saç teli bulunduğunu söylediğinde Resûlullah’ın sağlığında müslüman olan, fakat onu göremeyen Kûfeli fakih Abîde es-Selmânî, onun bir tek saçına sahip olmayı yeryüzünün bütün altın ve gümüşlerine tercih edeceğini belirtmiştir (Buhârî, “Vuđûǿ”, 33).

Evliya Çelebi, Memlük Hükümdarı Kansu Gavri’nin Osmanlılar’ın karşısında yenilmeleri halinde gemilere yüklenerek kaçırılmasını istediği mukaddes emanetler arasında bir tutam lihye-i saâdetin yer aldığını söyler (DİA, XXXI, 109). Ahmed Teymur Paşa da yaşadığı dönemde varlığı bilinen sakal-ı şeriflerin İslâm dünyasının hangi şehirlerinde ve bu şehirlerin nerelerinde bulunduğunu bir liste halinde kaydetmiştir (el-Âŝârü’n-nebeviyye, s. 83 vd.). Ahmed Teymur Paşa, Sultan Mehmed Reşad döneminde Topkapı Sarayı’ndaki mukaddes emanetler arasında kırk üç adet sakal-ı şerif olduğunu ve padişahın bunlardan yirmi dördünü bazı Osmanlı beldelerine gönderdiğini, birini de İstanbul’a yaptığı ziyaret sırasında Sultan Cihan Begüm’e hediye ettiğini bildirmektedir (a.g.e., s. 91, 95).

Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi’nde değerli sandıklar ve bohçalar içerisinde altın, gümüş, kristal ve porselen mahfazalarda korunan sakal-ı şeriflerden bazıları sergilenmektedir (Envanter nr. 21/35, 48, 389, 391, 402, 457, 462). Abdülaziz Bey, İstanbul’da büyük konaklarda muhafaza edilen çok sayıda


sakal-ı şerif olduğunu, bu konaklarda en üst katta yer alan küçük bir odanın mescid gibi düzenlenerek bu odaya “lihye-i saâdet odası” denildiğini yazar ve sakal-ı şeriflerin nasıl ziyarete açıldığını anlatır (Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, s. 248- 250).

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan verilen bilgiye göre 422 tanesi İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de 1818 adet sakal-ı şerif bulunmaktadır. Ramazan ayının on beşinden sonraki gecelerde ve diğer mübarek gecelerde sakal-ı şerif bohçaları ziyaretçilerin hep birlikte okuduğu tekbir ve salât-ı ümmiyye eşliğinde açılır, mahfazalar cemaatin yoğunluk derecesine göre ya önünden geçerken salavat getirilerek ya da öpülerek tâzim edilir. Sakal-ı şeriflerin ramazan gecelerinde camiler arasında dolaştırılması da âdettir.

Mânevî yüceliş ve kurtuluşa erişme, hak dine bağlanmaya, iyi davranışlarda bulunmaya, kusurların telafisi ve eksiklerin tamamlanması azminde bulunmaya bağlıdır. Bu husus Kur’an’da Allah’a ve resulüne itaat, Allah’ı ve resulünü sevme şeklinde ifade edilmiştir. Hz. Peygamber’in hırkası, sakalı vb. şeyler, asıl kurtuluş yolunu hatırlatıcı birer uyarıcı olup bunlar sayesinde müminin gönlünde tazelenen duygular onun davranışlarını olumlu yöne çevirdiği takdirde makbul sayılır. Aslında Kâbe’nin de icra ettiği fonksiyon buna benzemektedir. Bu tür varlıklara izâfe edilen kudsiyet kuddûs olan Allah’a yönlendirmesi mânasına alınmalıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, III, 256; IV, 324; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, III, 505- 506; V, 406; VII, 25; Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, Müsned (nşr. Hüseyin Selîm Esed), Dımaşk-Beyrut 1409/1988, XIII, 106; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, X, 253-255, 260-262; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), IV, 104-105; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), III, 338; İbnü’l-Cevzî, Śıfatü’ś-śafve, II, 357; İbn Hacer, el-İśâbe (Bicâvî), I, 127; II, 269; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ahmed Ebû Müslim v.dğr.), Beyrut 1405/1985, IV, 171; Tecrid Tercemesi, VI, 158, 159, 160, 161; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 326; Ahmed Teymur Paşa, el-Âŝârü’n-nebeviyye, Kahire 1971, s. 81, 82, 83, 84-85, 86, 87, 88, 89 vd., 92, 93, 94, 95, 96; Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri (haz. Kazım Arısan - Duygu Arısan Günay), İstanbul 2002, s. 248-250; Hilmi Aydın, Pavilion of the Sacred Relics Topkapi Palace Museum, Istanbul, The Sacred Trusts (trc. Ali Köse v.dğr.), İstanbul 2004, s. 102 vd.; Vincent A. Smith, “Relic (Muhammadanism)”, ERE, X, 662; Nurhan Atasoy, “Liĥya-yi Sherif”, EI² (İng.), V, 761; Nebi Bozkurt, “Mukaddes Emanetler”, DİA, XXXI, 108, 109.

Nebi Bozkurt