SAÎD

(السعيد)

İman edip iyi ameller işlemesi sayesinde âhirette mutluluğa erecek mümin anlamında bir terim.

Sözlükte “mutlu ve bahtiyar olmak” anlamındaki sa‘d kökünden türeyen saîd kelimesi “mutlu ve bahtiyar kişi” demektir. Karşıtı olan şakī ise “bahtsız ve mutsuz” mânasına gelir. Saâdet ve şekāvet de (mutluluk ve bedbahtlık) bunlarla irtibatlıdır. Râgıb el-İsfahânî saadeti “hayra ermesi için insana ilâhî yardımın ulaştırılması”, şekaveti de “insanın, hayra ermesini sağlayacak olan ilâhî yardımdan mahrum bırakılması” diye tanımlar (el-Müfredât, “saǾd” md.). Terim olarak saîd “iman etmesi ve iyi ameller işlemesi sayesinde âhiret mutluluğuna erip cennete girecek mümin”, şakî de “inkâr etmesi ve kötü ameller işlemesi yüzünden âhirette bedbaht olup cehenneme girecek kâfir veya fâsık” anlamına gelir.

Kur’an’da âhiretle ilgili olarak saîd ve şakî kelimeleri bir yerde geçer. Âhirette insanlar saîd ve şakî olmak üzere ikiye ayrılır. Saîd olanlar cennete, şakî olanlar cehenneme girecektir (Hûd 11/105-108). Şekavet kavramı “dünyadaki bedbahtlık ve meşakkat” mânasına da kullanılmış, şakî ayrıca “en bedbaht ve en kötü” anlamına gelen eş-kā şeklinde Kur’an’da yer almıştır (el-A‘lâ 87/11). Bu âyette en kötülerin en büyük ateşe atılacağı haber verilmiştir. Hadislerde de saadet ve şekavet kavramları birlikte zikredilir. Bazı hadislerde saîd yerine “ehlü’s-saâde” ve “ehlü’l-cenne” tabirleri kullanılmıştır (Âcurrî, s. 173-174). Hadis rivayetlerinde belirtildiğine göre Cenâb-ı Hak insanı ana rahminde yaratırken bir melek gönderir, ona çocuğun cinsiyeti, ömrü, rızkı ve amellerinin yanı sıra saîd veya şakî olacağını yazdırır; bundan sonra kalemler kurur, defterler dürülüp kaldırılır (Müsned, I, 375, 383, 414; Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 6, “Ķader”, 1; Müslim, “Ķader”, 1). Âhirette insanların bir kısmının saîd, bir kısmının şakî olacağını bildiren âyet indirilince Hz. Ömer, “Ey Allah’ın elçisi! O zaman neye göre amel edeceğiz, yazılıp bitirilene göre mi yoksa henüz yazılıp bitirilmeyene göre mi?” diye sormuş, Hz. Peygamber de şu cevabı vermiştir: “Ey Ömer! Yazılıp bitirilmiş olana göre; kalemler onu yazıp kurumuş, kaderler bitmiştir, fakat herkese yaratılışına uygun olan işler kolaylaştırılmıştır” (Müslim, “Ķader”, 6-8). Diğer bir rivayete göre Resûl-i Ekrem, Allah’ın her insanın cennette veya cehennemdeki yerinin yanı sıra saîd veya şakî olacağını önceden bilip yazdığını anlatınca bu durumda gayret sarfetmeyi bırakmak gerektiğini söyleyen bazı sahâbîlere, “Hayır, öyle değil; siz amel etmeye devam edin, herkese yaratılışına uygun işler kolaylaştırılır” demiş ve ardından da: “Allah yolunda harcama yapan, O’na saygılı olan ve en güzeli tasdik eden kimseye cennetin yolunu kolaylaştırırız. Cimrilik edip kendini Allah’tan müstağni sayan ve en güzeli -cenneti- yalanlayana da en zoru -cehennemin yolunu- kolaylaştırırız” meâlindeki âyeti (el-Leyl 92/5-10) okumuştur (Buhârî, “Ķader”, 4; Müslim, “Ķader”, 7).

Âlimlerin saîd ve şakî hakkındaki tanımları birbirine yakındır. Mâtürîdî’ye göre saîd işlediği hayırlı ameller sayesinde cennete, şakî de işlediği kötü ameller yüzünden cehenneme girecek kişidir (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, VII, 238). Zemahşerî de saîdi “iyiliğinden dolayı cennet kendisine vâcip olan kimse”, şakîyi de “kötülüğü yüzünden cehennem kendisine vâcip olan kimse” diye tanımlar (el-Keşşâf, II, 293). Âlimlerin büyük çoğunluğu hadislerde saîd ve şakî hakkında yapılan açıklamaları Allah’ın ilmi, iradesi ve insanın özgürlüğüyle ilişkisi yani kader açısından değerlendirmiştir. Bu sebeple muhaddisler ilgili hadisleri eserlerinin kader bölümünde zikretmiştir. Ebû Hanîfe, kıyamete kadar vuku bulacak bütün olayların ilâhî ilme göre kayıt altına alındığını söylemiş ve bu görüşüne insanların yaptığı her şeyin defterlerde yazılı olduğunu bildiren âyetle (el-Kamer 54/52-53) kaleme dair hadisleri (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 16; Tirmizî, “Ķader”, 17) delil getirmiştir (Ebû Hanîfe, el-Vaśıyye, s. 90). Ancak Ebû Hanîfe, Allah’ın levh-i mahfûzdaki yazısının verilmiş bir hüküm değil bir niteleme olduğunu belirtmiştir (el-Fıķhü’l-ekber, s. 72). Eş‘arî de insanın ana rahminde saîd veya şakî olarak yazılmasını ilâhî ilmin kesinliği ve kaderin mevcudiyeti bağlamında değerlendirmiştir. Ona göre Allah’ın hadislerde zikredilen hususları meleğe yazdırması O’nun mutlak ilminin olmuş veya olacak bütün nesne ve olayları kapsadığını kanıtlar. Bu sebeple Allah var olacakları olacağı şekilde bilir ve yazar (el-İbâne, s. 202-204). Bazı âlimler her çocuğun fıtrat üzere doğduğunu bildiren hadislerle (Buhârî, “Cenâǿiz”, 80, 93; Müslim, “Ķader”, 6) çocuğun ana rahminde iken saîd veya şakî olduğunun kaydedildiğini açıklayan hadisleri birlikte değerlendirmiş ve insanların daha yaratılışın başlangıcında (bezm-i elest) saadet veya şekavet, iman veya inkâr üzere yaratıldığını ileri sürmüştür. Buna göre şakî bezm-i elestte insanlardan söz alındığı günden beri iman etmeyen, saîd ise iman eden kişidir (a.g.e., s. 207-208; Pezdevî, s. 177; Kurtubî, XIV, 25). Cebriyye’ye mensup olanlar hariç âlimlerin büyük çoğunluğu insanoğlunun bezm-i elestte veya ana rahminde iken saîd yahut şakî olacağının bilinip yazılmasını onun irade hürriyetini yok etmediği kanaatindedir. Zira Allah, kulun neler yapacağını


zaman-mekân ötesi mutlak ilmiyle bilmekle beraber ona fiillerini iradesiyle gerçekleştirme imkânı vermiş, gelecekte vuku bulacak olayları sadece vak‘ayı tesbit etmek anlamında kaydetmiştir (Tecrid Tercemesi, XII, 224-225).

Kaynaklarda insanın ana rahminde saîd veya şakî olarak kaydedildikten sonra bu kaydın değişip değişmeyeceği meselesi de tartışılmıştır. Cebriyye ve Eş‘ariyye âlimleriyle Tahâvî gibi bazı Hanefîler bu kaydın değişmeyeceği kanaatindedir (Pezdevî, s. 173; Abdülganî b. Tâlib b. el-Meydânî, s. 82). Fahreddin er-Râzî saîdin şakîye, şakînin saîde dönüşmeyeceğini şöyle açıklar: “Allah bir insanın içinde bulunduğu duruma göre bir hüküm vermişse buna aykırı bir fiilin o insandan meydana gelmesi imkânsızdır. Aksi bir durum Allah’ın verdiği haberin yanlış olmasını gerektirir” (Mefâtîĥu’l-ġayb, XVIII, 61). Eş‘ariyye âlimlerine göre kâfir iken müslüman olup ölen kişi kâfir iken de saîd, müslüman iken kâfir olup ölen kişi de müslüman iken şakî kabul edilir. Çünkü ameller insanın âkıbetine göre değer kazanır (Pezdevî, s. 173). Ebû Hanîfe ve Mâtürîdiyye âlimleriyle İbn Kayyim el-Cevziyye gibi Selefiyye âlimleri saîdlik ve şakîliğin insana ait bir sıfat olduğu gerçeğinden hareketle bu sıfatın değişmesine bağlı olarak Allah’ın levh-i mahfûzda değişiklik yapmasının mümkün olduğunu söyler. Bu sebeple saîd şakî, şakî de saîd olabilir. Nitekim bir insan kâfir iken müslüman veya müslüman iken kâfir olmaktadır. Aksi bir görüş peygamber göndermeyi ve insanı sorumlu tutmayı anlamsız kılar (a.g.e., s. 172-173; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 90-91). Resûl-i Ekrem’in, ana rahmindeki çocuğun saîd veya şakî vasfı taşıyacağının Allah tarafından bilinip meleğe yazdırıldığını açıklamasından sonra iman ve itaat edenlere cennete girmeyi sağlayan iyi ameller, inkâr ve isyan edenlere de cehenneme girmeyi gerektiren ameller yapmanın kolaylaştırılacağını bildiren âyetleri okuması (el-Leyl 92/5-10), saîd ve şakî olmanın insanın tutum ve davranışlarıyla bağlantılı bulunduğunu ima etmektedir. Bundan dolayı saîd veya şakî olmaya ilişkin kader insanı cebir altında bırakmaz, onu iman ve itaat etmeye teşvik edici bir mahiyet taşır (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 25-26). Saîd ve şakî meselesinin dinden dönme (irtidad), amellerin iptali (ihbât) ve imanda istisna konularıyla ilişkili olduğu kabul edilmiştir (Pezdevî, s. 173-174; Abdülganî b. Tâlib el-Meydânî, s. 82-84).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 29, 375, 383, 414; III, 53, 77; Ebû Hanîfe, el-Fıkĥü’l-ekber (nşr. M. Zâhid Kevserî, trc. Mustafa Öz, İmâm-ı Azam’ın Beş Eseri içinde), İstanbul 1992, s. 72; a.mlf., el-Vaśıyye (a.e. içinde), s. 90; Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, el-İbâne, Medine 1988, s. 201-208; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Hatice Boynukalın), İstanbul 2006, VII, 238; Âcurrî, eş-ŞerîǾa (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1403/1983, s. 170-175, 182-186, 196; Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-dîn (nşr. H. P. Linss), Kahire 1383/1963, s. 172-177; Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), II, 293; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XVIII, 60-61; XXI, 182; Kurtubî, el-CâmiǾ, Beyrut 1960, XIV, 25; İbn Kayyim el-Cevziyye, Şifâǿü’l-Ǿalîl, Kahire 1323, s. 25-26, 90-91; Tecrid Tercemesi, XII, 224-225; Abdülganî b. Tâlib el-Meydânî, Şerĥu’l-ǾAķīdeti’ŧ-Ŧaĥâviyye (nşr. M. Mutî‘ el-Hâfız - M. Riyâz el-Mâlih), Dımaşk 1982, s. 82-84; İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, II, 202-207.

Mustafa Akçay