SAFİYYE bint ABDÜLMUTTALİB

(صفيّة بنت عبد المطّلب)

Ümmü’z-Zübeyr Safiyye bint Abdilmuttalib b. Hâşim el-Kureşiyye el-Hâşimiyye (ö. 20/641)

Hz. Peygamber’in halası.

Milâdî 567 yılı civarında Mekke’de doğdu. Annesi Hz. Âmine’nin amcasının kızı Hâle bint Vüheyb’dir. Resûl-i Ekrem’in altı halasından biri olan Safiyye, Câhiliye devrinde Ebû Süfyân’ın kardeşi Hâris b. Harb ile, onun ölümü üzerine Hz. Hatice’nin kardeşi Avvâm b. Huveylid ile evlendi. İlk evliliğinden Safî adında bir oğlu (İbn Sa‘d, VIII, 41) veya Safyâ adında bir kızı (Belâzürî, I, 90), ikinci evliliğinden Zübeyr ile Sâib ve Abdülkâ‘be adlı oğulları oldu. Kocası Avvâm ölünce çocuklarının terbiyesiyle bizzat ilgilendi. Onların cesur birer insan olarak yetişmesi için sıkı bir disiplin uyguladığı gerekçesiyle zaman zaman yakınlarınca tenkit edildi. Ancak aşere-i mübeşşereden olan Zübeyr b. Avvâm ile muhtelif gazvelere katılan Sâib b. Avvâm’ın çok iyi yetişmesini sağladı.

Safiyye ilk müslümanlardan biri kabul edilen oğlu Zübeyr ile birlikte müslüman oldu. “Yakın akrabalarını uyar” meâlindeki âyet nâzil olunca (eş-Şuarâ 26/214) Hz. Peygamber onları toplayarak İslâm’a davet etti; bu arada halasına da, “Ey Resûlullah’ın halası Safiyye! Seni de Allah’ın azabından koruyamam” diyerek onu müslüman olmaya çağırdı (Buhârî, “Menâķıb”, 13; Müslim, “Îmân”, 350). Toplantıda Ebû Leheb’in Resûlullah’a hakaret etmesi üzerine Safiyye’nin ona karşı çıkıp yeğenini savunması (Belâzürî, I, 119) onun ilk müslümanlardan olduğunu göstermektedir. Resûlullah’ın halalarından yalnız Safiyye’nin İslâmiyet’i benimsediği nakledilmekle birlikte (Hâkim, IV, 55) diğer halaları Âtike ile Ervâ’nın da müslüman olduğu belirtilmektedir. İslâm’ın yayılması konusunda Hz. Peygamber’e destek olan Safiyye, Medine’ye oğlu Zübeyr ile birlikte hicret etti.

Safiyye çeşitli savaşlara katıldı, gazâya çıkan ilk müslüman hanım diye anıldı, savaşlarda yaralıların tedavisinde ve geri hizmetlerde önemli görevler üstlendi. Uhud Gazvesi sırasında eline bir mızrak alarak savaşın yapıldığı yere giden Safiyye bazı müslümanların geri çekilmekte olduğunu görünce, “Resûlullah’ı bırakıp nereye gidiyorsunuz?” diye elindeki mızrakla onlara vurmaya başladı. Onun şehidlerin bulunduğu yere geldiğini gören Resûl-i Ekrem, kardeşi Hamza’nın düşman tarafından parçalanmış vücudunu görmemesi için oğlu Zübeyr’e annesini durdurmasını söyledi. Ancak Safiyye’nin kardeşine yapılanlardan haberi olduğunu, Allah rızâsı için buna sabredeceğini bildirmesi üzerine Resûlullah Hamza’nın yanına yaklaşması için ona izin verdi. Uhud (veya Hendek) Gazvesi devam ederken Medine’de sığındıkları eve girmeye çalışan bir yahudiyi öldürmesi, böylece bir kâfiri öldüren ilk müslüman kadın olması da önemlidir (İbn Sa‘d, VIII, 41; Hâkim, IV, 56).

Hz. Peygamber’in, halasına latife yaptığı da nakledilmiştir. Buna göre Safiyye,


Resûl-i Ekrem’den cennete girmesi için kendisine dua etmesini istemiş, Hz. Peygamber’in cennete yaşlıların giremeyeceğini söylemesi üzerine üzüldüğünü görünce, “Biz o kadınları yeni bir yaratışla yaratmış ve onları bâkire yapmışızdır” meâlindeki âyetleri (el-Vâkıa 56/35-36) okuyarak onu sevindirmiştir (İbn Beşküvâl, II, 854). Kendisinden pek az hadis rivayet edilmiş olan Safiyye, başta Resûl-i Ekrem olmak üzere yeğenlerinin ve diğer yakınlarının yanında başını örtmemek suretiyle (Taberânî, XXIV, 319) müslüman hanımların kimlerin yanında örtünmeyeceğini fiilen göstermiştir. Hz. Peygamber’in halası olarak büyük itibar gören Safiyye, torunu Abdullah b. Zübeyr’e biat edilmesi söz konusu olduğunda Abdullah, “Onun ninesi Safiyye’dir” diye övülmüştür (Buhârî, “Tefsîr”, 9/9).

Safiyye Medine’de vefat etti, cenaze namazı Hz. Ömer tarafından kıldırıldıktan sonra Bakī‘ Mezarlığı’na defnedildi. Şiirlerinin mükemmel, mersiyelerinin duygulu olduğu kaydedilen Safiyye’nin Hz. Peygamber’e methiyeleri yanında kardeşi Hamza’nın şehâdeti ve Resûlullah’ın vefatı dolayısıyla söylediği mersiyeleri de vardır. Leylâ Muhammed el-Hayâlî onun kaynaklardan derlediği şiirlerini “Dîvânü Śafiyye” adlı bir makalede yayımlamıştır (bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 165, 231; II, 350, 399, 449; VI, 136, 187; Dârimî, “Riķāķ”, 23; Buhârî, “Tefsîr”, 26/2; Tirmizî, “Tefsîr”, 26/1; Nesâî, “Vaśiyyet”, 6, “Ħayl”, 17; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, II, 327-330; III, 15; VIII, 41-42, 483; Belâzürî, Ensâb, I, 90, 119; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), XXIV, 319-322; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), IV, 55-57; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, IV, 345; İbn Beşküvâl, Ġavâmiżü’l-esmâǿi’l-mübheme (nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid - M. Kemâleddin İzzeddin), Beyrut 1407/1987, II, 854; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), VII, 172-174; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, I, 45; II, 269-271; İbn Hacer, el-İśâbe, IV, 348-349; Şevkânî, Derrü’s-seĥâbe (nşr. Hüseyin b. Abdullah el-Ömerî), Dımaşk 1404/1984, s. 537-538; Ahmed Halîl Cum‘a, Nisâǿ min Ǿaśri’n-nübüvve, Beyrut 1412/1992, II, 249-258; Leylâ M. el-Hayâlî, “Dîvânü Śafiyye, cemǾ ve taĥķīķ”, el-Mevrid, XXVII/1, Bağdad 1419/1999, s. 80-94.

Aynur Uraler