SAFÎ

(الصفي)

Hz. Peygamber’in ganimetten seçerek aldığı özel pay anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte “seçilmiş” mânasına gelen safî kelimesi, fıkıhta ganimet bölüştürülmeden önce Resûl-i Ekrem’in seçim hakkına dayalı olarak aldığı payı belirtmek için kullanılır. Hadis ve siyer kaynaklarında Hz. Peygamber’in ganimette safî payının (sehmü’s-safî) bulunduğu bildirilmekte (Wensinck, el-MuǾcem, “śfv” md.), bir rivayette bu pay sâfî (halis, katışıksız) sıfatıyla (sehmün safî) anılmaktadır (Ebû Dâvûd, “İmâret”, 21). Daha yaygın olan safî kelimesi Resûlullah’ın bu payını seçerek aldığını, sâfî ise bunun ganimetler bölüştürülmeden önce alınan özel bir hisse olduğunu ifade etmektedir. Menkul eşya cinsinden olan ve savaş yoluyla ele geçirilen ganimetten alınan safîden ayırmak üzere barış yoluyla elde edilen ve “fey” diye anılan topraklardan Hz. Peygamber’in ayırıp gelirinden faydalandıklarına safâyâ (safînin çoğulu; bk. Ebû Dâvûd, “İmâret”, 19) veya savâfî (sâfiyenin çoğulu; bk. Müsned, I, 208) adı verilmiştir (bk. SAVÂFÎ).

Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre ganimette Resûl-i Ekrem’e has safî payı vardı. Onun konumu gereği ve yüklendiği ağır görev sebebiyle bazı imtiyazlarının bulunması tabii olmakla birlikte bu uygulamada asıl dikkat çeken nokta, onun devlet gelirleri üzerinde keyfî tasarrufta bulunabilen bir peygamber veya mutlak bir yönetici gibi davranmayıp kendisini hukuk kurallarıyla sınırladığını gösteren örnek davranış ortaya koymuş olmasıdır. Nitekim İslâm’ın zuhurunda kabile reislerinin taksim öncesinde savaş ganimetlerinden seçerek pay alması benimsenmiş bir kuraldı ve bu pay safî / safiyye olarak anılıyordu. Ayrıca Hz. Peygamber’in bu hakkını, genellikle sahâbîlerin ondan başkasına uygun görmediği ve başkasına verildiğinde ihtilâfa sebep olabilecek değerli ganimetlerde kullandığı, böylece toplum tarafından kabul edilen geleneği adalet ve hakkaniyet esasları çerçevesinde sürdürdüğü görülmektedir. Hadis ve tarih kaynaklarında Resûl-i Ekrem’in sadece savaşa katıldığı zaman safî payı aldığı ve İslâm’a giren bazı kabilelerden safî payını ödemeleri hususunda söz alındığı belirtilmekte, değişik gazvelerdeki uygulamalardan örnekler nakledilmektedir (Buhârî, “Cihâd”, 74; Ebû Dâvûd, “İmâret”, 21; Tirmizî, “Siyer”, 12; Taberî, II, 481; İbn Hacer, el-İśâbe, IV, 302-303).

Bir görüşe göre safî Hz. Peygamber’in ganimetteki humus payından ayrı iken diğer bir görüşe göre humusun içindedir. İkinci görüşün delili Resûlullah’ın, “Bu malda benim humus dışında hakkım yoktur” meâlindeki hadisidir (el-Muvaŧŧaǿ, “Cihâd”, 22). Bir grup âlim bu hadise dayanarak Resûl-i Ekrem’in safî adında ayrı bir payının bulunmadığını belirtmiştir. Cumhura göre safî payı meşhur ve sahih hadislerle sabit olup bu hadis muhtemelen safî payının meşrû kılınmasından önce söylenmiş veya herkes tarafından bilinmesi sebebiyle safî payının ayrıca zikredilmesine gerek görülmemiştir.

Sünnî kaynaklarında safînin Hz. Peygamber’in peygamberlik sıfatıyla aldığı bir ganimet türü olduğu ve onun vefatıyla birlikte ortadan kalktığı hususunda icmâ bulunduğu belirtilmiş, Hulefâ-yi Râşidîn döneminde böyle bir uygulamanın bulunmaması buna delil gösterilmiştir. Ancak Zeydî


ve Ca‘ferî mezhepleriyle Sünnîler içinde bu konuda farklı görüş belirten tek fakih Ebû Sevr’e göre bu tasarruf peygamberlik sıfatıyla değil devlet başkanlığı (imâmet) sıfatıyla yapılmış olup Resûl-i Ekrem’den sonra gelen halifelerin de safî payı bulunmaktadır (İbn Abdülber en-Nemerî, XX, 44; Şevkânî, IV, 542; M. Hasan en-Necefî, XXI, 195).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “śfv” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 40; Müsned, I, 208; Nesâî, “Ķasmü’l-feyǿ”, 1; Şâfiî, el-Üm, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), IV, 140; VII, 340; a.mlf., Aĥkâmü’l-Ķurǿân (nşr. Ebû Üsâme İzzet el-Attâr), Kahire 1371/1952 → Beyrut 1400/1980, II, 37-38; Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Kitâbü’l-Emvâl (nşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1408/1988, s. 14, 17-19; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 272; II, 75; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 481; Tahâvî, Şerĥu MeǾâni’l-âŝâr, III, 236, 238, 301, 302; Cessâs, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (Kamhâvî), IV, 245; V, 318; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1414/1994, VI, 303-304; VII, 58; İbn Abdülber en-Nemerî, et-Temhîd (nşr. Mustafa b. Ahmed el-Alevî - M. Abdülkebîr el-Bekrî), Mağrib 1387/1967, XX, 42-45; Serahsî, el-Mebsûŧ, X, 9; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1972, II, 405, 406; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1405, VI, 316; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Hatîb), VII, 480; a.mlf., el-İśâbe (Bicâvî), IV, 302-303; Bedreddin el-Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1348 → Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), IV, 85; XIII, 164; Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, Beyrut 1398, III, 397; Şevkânî, es-Seylü’l-cerrâr (nşr. Mahmûd İbrâhim Zâyed), Beyrut 1405/1985, IV, 542-543; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), IV, 151; M. Hasan en-Necefî, Cevâhirü’l-kelâm (nşr. Abbas el-Kūçânî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), XXI, 195; Azîmâbâdî, ǾAvnü’l-maǾbûd, VII, 309; VIII, 128, 134, 156; Ann K. S. Lambton, “Śafī”, EI² (İng.), VIII, 798-800.

Mehmet Boynukalın