SADAKA

(الصدقة)

Gönüllü olarak veya dinî bir vecîbeyi yerine getirmek üzere ihtiyaç sahiplerine yapılan maddî yardım.

Sözlükte “(haber) gerçek olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi (çoğulu sadakat), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddî yardımları, bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Kelime Türkçe’de daha çok dilencilere yapılan küçük para yardımını belirtmek üzere kullanılır. Sadaka vermeye tasadduk denilir. İnsanın doğasında bulunan yardımlaşma ve muhtaç olana yardım etme duygusu yanında dinlerin ve ahlâkî öğretilerin teşvikiyle, devlet tarafından zorunlu biçimde tahsil edilen vergilerden ayrı olarak başkalarına maddî destek sağlamak için özveride bulunma uygulamaları değişik şekiller altında gelişerek sosyal yaraların sarılmasına ve toplumsal barışın sağlanmasına önemli katkılar sağlamıştır. Gerek Eski Ahid’de (Levililer, 19/9-10, 23/22, 25/35; Tesniye, 10/18-19, 14/29, 15/9-11; Eyub, 29/12) gerekse İnciller’de (Matta, 6/2-4; 19/21; Markos. 10/21; 12/41-44; Luka, 11/41) yoksullara karşılıksız yardımın özendirildiği ve bu anlamda sadaka kavramının kullanıldığı görülür.

Kur’ân-ı Kerîm’de sadaka kelimesi değişik anlamlarda olmak üzere beş yerde tekil (el-Bakara 2/196, 263; en-Nisâ 4/114; et-Tevbe 9/103; el-Mücâdile 58/12), sekiz yerde çoğul (el-Bakara 2/264, 271, 276; et-Tevbe 9/58, 60, 79, 104; el-Mücâdile 58/13) şekliyle geçer. Ayrıca sadaka verenleri öven üç âyette (Yûsuf 12/88; el-Ahzâb 33/35; el-Hadîd 57/18) “mütesaddikīn, mussaddikīn” ve “mütesaddikāt, mussaddikāt” kullanılmıştır. Hadislerde de sadaka kelimesi yanında sadaka veren ve sadaka verme anlamındaki isim ve fiillerin çeşitli mânalarda ve yaygın biçimde geçtiği görülür (Wensinck, el-MuǾcem, “śdķ” md.). Kur’an kişinin edindiği malı kendi başarısının ürünü diye görmemesi gerektiğini, bunun gerçek sahibinin Allah olduğunu ve kendisine imtihan amacıyla bir lutuf ve emanet olarak verildiğini hatırlatır (Âl-i İmrân 3/26; el-Enfâl 8/28; en-Nûr 24/33). Birçok âyet ve hadiste zengin müminlerin malında fakirler ve ihtiyaç sahipleri için hak / pay


olduğu bildirilir (meselâ bk. el-Meâric 70/24-25; Buhârî, “Ǿİlim”, 6; Müslim, “Îmân”, 10). Bu telakki ışığında dinen zorunlu kılınan malî vecîbeleri yerine getirme çabası içinde olmak, ayrıca gönüllü olarak hayır yolunda harcama yapmak ideal müslümanın özelliklerinden kabul edilmiştir.

Fakihler âyet ve hadislerdeki kullanımlarını dikkate alarak beş tür sadakadan söz etmişlerdir. 1. İslâm’ın beş şartından ve farz ibadetlerden birini oluşturan sadaka (zekât). Birçok âyet ve hadiste kelime bu anlamıyla geçer. 2. Bedenin zekâtı olmak üzere ramazan ayının sonunda yerine getirilmesi vâcip olan sadaka-i fıtır (fitre). 3. Kişinin kendi iradesiyle üstlendiği yükümlülük anlamındaki nezir gereğince hayır yolunda yapılması vâcip olan harcama (adak sebebiyle tasadduk). 4. Belirli suç veya hataların telâfisi amacıyla Allah hakkı olarak ifası farz olan fidye ve kefâret kapsamındaki sadakalar. 5. Tatavvu sadakası (gönüllü bağış). İlk dört grupta yer alan sadakalar özel terimleriyle fıkıh eserlerinde ele alınmıştır (bk. ADAK; FİDYE; FİTRE; KEFÂRET; ZEKÂT). İslâmî literatürde mutlak biçimde kullanıldığında sadaka kavramının öncelikle belirli bir vecîbe tarzında olmayan gönüllü bağış mânası hatıra gelir. Nâfile ibadet niteliğindeki bu sadakalar genellikle maddî bir değerin ihtiyaç sahibine hibe edilmesi yoluyla gerçekleşir. Bununla birlikte kredi ihtiyacı içinde olan bir kişiye faizsiz borç verme (karz-ı hasen), başkasını bir eşyadan karşılıksız yararlandırma (âriyet) vb. yollarla yapılan iyilikler de bir tür sadaka sayılır. Müslüman toplumlarda sadakanın kurumsal bir hüviyet kazanması yönündeki en önemli gelişme cami, okul, köprü, aşevi, han, hamam gibi sosyal içerikli hizmetler veren hayır tesislerini oluşturup bunlarla ilgili vakıf müessesesinin ortaya çıkmasıdır. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in hadisinde yer alan “sadaka-i câriye” (sürekli, kalıcı hayır) kavramının özel bir öneme sahip olduğu görülür (Müslim, “Vaśiyyet”, 14; Tirmizî, “Aĥkâm”, 16).

İslâm âlimleri, normal şartlarda tatavvu sadakasının dinî hükmünün müstehap olduğunu, bununla birlikte bazı durumlarda bunun dinî bir vecîbe haline gelebileceğini ve yeterli düzeyde tasaddukta bulunulmaması sebebiyle toplumda meydana gelecek olumsuzluklardan bütün imkân sahiplerinin sorumlu olacağını ifade ederler. Öte yandan sadakanın sadece zenginlere düşen bir görev olmayıp muhtaçların da imkânları ölçüsünde kendilerinden daha muhtaç kişileri gözetmeye çalışmasının dayanışma duyarlılığını ve iyi bir müslüman olma bilincini canlı tutma açısından önem taşıdığına dikkat çekerler.

Ahlâk ve fıkıh kitaplarında sadakayla ilgili olarak zikredilen başlıca kural ve tavsiyeler şöylece özetlenebilir: Sadaka verecek kişi niyetinde samimi olmalı, yalnız Allah’ın hoşnutluğunu gözetmeli, gösterişten kaçınmalı (el-Bakara 2/264, 272), sadakayı başa kakmamalı, sadaka alanı rencide etmemelidir (el-Bakara 2/262-263). Sadakayı açıktan vermek güzeldir, ancak gizlice vermek daha iyidir (el-Bakara 2/271). Sadaka verirken ihtiyaç sahibi yakınlar, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar, başkalarına el açma durumuna gelmiş olanlar ve özgürlüğüne kavuşmak isteyenler öncelikle görülüp gözetilmelidir (el-Bakara 2/177). Sadaka olarak verilecek mal helâl yoldan kazanılmış olmalı, verilecek kişiye en faydalı olanı seçilmelidir (el-Bakara 2/267). Kötü, çürük, yardım edilen kişinin ihtiyacını gideremeyecek derece bozuk şeylerin sadaka olarak verilmesi Kur’an ve Sünnet’te hoş karşılanmamış, İslâm âlimleri de bu tür şeylerin sadaka olamayacağını belirtmiştir. Sadakadan dönülmemelidir (Buhârî, “Hibe”, 14, 30, “Ĥiyel”, 14; Müslim, “Hibât”, 5). Ayrıca sadaka veren ve sadaka alanın ehliyet durumları, zengin kimseye sadaka verilip verilmeyeceği, sadaka verilen kişinin vefatı üzerine bunun mirasçılarına intikal edip etmeyeceği, sadaka olarak verilen gayri menkullerin gelirlerinin durumu gibi konular fıkıh eserlerinde işlenmiştir. Hz. Peygamber’in kendisinin zekât ve sadaka alması haram olup Âl-i Muhammed sayılan yakın akrabasının zekât alması da haram kabul edilmiştir. Bunların sadaka alması ise bazı âlimlerce câiz görülmüş, bazılarınca câiz sayılmamıştır (bk. ÂL).

Âyet ve hadisler sadakayı teşvik ettiği gibi bunun insan onurunu kırmayacak biçimde gerçekleştirilmesine de büyük önem vermiş, dilenmeyi insanın saygınlığıyla bağdaşır bulmamıştır (bk. DİLENCİLİK). Türk kültüründe “sadaka taşı” (sadaka çukuru) adıyla bilinen ve Tanzimat dönemine kadar devam etmiş olan yardımlaşma usulü dilenciliğin önlenmesi veya asgari düzeye indirilmesi için alınmış bir tedbir mahiyetindedir. Camilerin herkesin göremeyeceği bir köşesine konulan mermer bir sütunun üstüne bir çukur açılır, isteyenler sadakalarını buraya bırakır ve ihtiyaç sahipleri ihtiyacı olan miktarı alarak sıkıntısını giderirdi.

Öte yandan hadislerde sadaka kavramının Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya vesile olan her türlü hayırlı söz ve eylemi içine alacak geniş bir kapsamda kullanılmasından, özveri ve yardım duygusu ile yapılabilecek işlerin maddî imkânla sınırlı olmayıp samimiyet ve dürüstlük temeline dayalı her davranışla sevap elde edilebileceği anlaşılmaktadır. Nitekim kişinin kendi ailesinin nafakasını temin etmesi, misafirlerine ikramda bulunması, eşiyle birleşmesi, meyvelerinden başkalarının faydalanacağı ağaç dikmesi, kötülüklerle mücadele edip iyilikleri tavsiye etmesi, din kardeşine selâm vermesi, güzel söz söylemesi, güler yüz göstermesi, özürlü kişilere yardım etmesi, cemaatle namaza katılmak için yürümesi, insanlara zarar veren bir nesneyi yoldan kaldırması gibi iyi davranışlar sadaka olarak nitelenmiştir (örnekler için bk. Müsned, V, 154, 167, 178; Buhârî, “Mežâlim”, 24, “Cihâd”, 72, 128, “Śulĥ”, 11, “Edeb”, 34; Tirmizî, “Birr”, 36; Ebû Dâvûd, “TeŧavvuǾ”, 12; ayrıca bk. İNFAK).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “śdķ”, md.; Lisânü’l-ǾArab, “śdķ”, md.; Müsned, V, 154, 167, 178; Şâfiî, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (nşr. Ebû Üsâme İzzet el-Attâr), Kahire 1371/1952, I, 39, 103-104; a.mlf., el-Üm (nşr. Ali Muhammed v.dğr.), Beyrut 1422/2001, II, 318; III, 227; IV, 376; IX, 225-226; Serahsî, el-Mebsûŧ, XII, 92-94; Kâsânî, BedâǿiǾ, II, 3; VI, 218-222, 616; İbn Kudâme, el-Muġnî, V, 649, 684; Elmalılı, Hak Dini, II, 713-714, 821-823, 899-904, 907-914, 933, 938-942, 974-976, 1417-1418; Bilmen, Kamus2, IV, 232-233, 242; M. Revvâs Kal‘acî, el-MevsûǾatü’l-fıķhiyyetü’l-müyessere, Beyrut 1421/2000, I, 602-603; Süheyl Ünver, “Sadaka Taşları”, Hayat Tarih Mecmuası, III/11, İstanbul 1967, s. 12-13; Ahmet Coşkun, “Ayetlerin Işığında Fakirlik ve Açlık Problemi”, EÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 7, Kayseri 1990, s. 47-64; M. Hasan Ebû Yahyâ, “Ĥükmü DefǾu’s-śadaķati’l-ilzâmiyye ve’t-teŧavvuǾiyye ile’l-eķārib”, Mecelletü’ş-şerîǾa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, XIII/36, Küveyt 1419/1998, s. 291-362; Mustafa Öztürk, “Sadaka Kavramının Kur’an’daki Anlam Çerçevesi -Semantik Bir Tahlil Denemesi-”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 12-13, Samsun 2001, s. 457-486; “Śadaķa”, Mv.F, XXVI, 323-343; T. H. Weir - A. Zysow, “Śadaķa”, EI² (İng.), VIII, 708-716; Mustafa Çağrıcı, “Sadaka”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 1711-1713.

Ali Duman