SÂDÂBÂD

(سعدآباد)

İstanbul’da Haliç’e akan Kâğıthane deresinin kenarında XVIII. yüzyılın ilk yarısında tanzim edilen saray, köşk, kasır ve bahçeler topluluğu.

Kâğıthane deresinin iki tarafında yer alan ve “uğurlu, mâmur yer” anlamına gelen Sa‘dâbâd, Ahmed Refik tarafından “Lâle Devri” olarak adlandırılan bir dönemin en başta gelen eğlence ve gezinti yeridir. Kâğıthane deresi vadisi Kanûnî Sultan Süleyman döneminden itibaren İstanbul halkının önemli eğlence ve mesire mekânlardan


biriydi. Evliya Çelebi, kuyumcu ve saraç esnafının burada çadırlarını kurarak hem eğlendiklerini hem görüşmeler yaptıklarını belirtir. Ayrıca padişahların kuyumcu başıya on iki keselik hediye vermesinin Kanûnî Sultan Süleyman yasası olduğunu belirtir. İstanbul halkı, ramazan ayını karşılamak için şâban ayı boyunca Kâğıthane çayırlarında çadır kurup çeşitli eğlenceler tertip ederdi. Gündüzleri hokkabazlar ve sihirbazların gösterileri yanında pehlivan güreşleri yapılır, geceleri binlerce kandilin ışığında sazlar çalınıp eğlenceler düzenlenirdi. Burası özellikle bahar aylarında halkın açık havaya çıktığı yerlerin başında geliyordu. Evliya Çelebi de Kâğıthane mesiresinin güzelliklerini övmekte, Lâlezar mesiresinin bulunduğunu ve çevrede 200 kadar bağlı bahçeli ev olduğunu kaydetmektedir.

Bu dönemde iskân sahası olan bir köyü dışında II. Bayezid’in inşa ettirdiği ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın kâgir olarak yaptırıp üzerini kurşunla kaplattığı Baruthâne, Kanûnî’nin şehzadesi Mehmed’i yetiştiren Dâye Hatun adına yaptırılan cami ve hamam, 71. yeniçeri ortası için inşa edilen tekke, İmrahor Çeşmesi, İmrahor Kasrı ve IV. Murad’ın Mîrgûne Yûsuf Han için yaptırdığı kasır yörede Türk dönemine ait bilinen erken örneklerdir. Dere kıyısında kurulan İmrahor Kasrı’nı daha sonra Sultan Abdülaziz yeniden inşa ettirmiş, kasır pek çok fotoğrafa ve yağlı boya resimlere konu olmuştur (bk. İMRAHOR ÇEŞMESİ ve KASRI).

Kâğıthane asıl önemini XVIII. yüzyıl başlarında kazanmıştır. Bölgenin Sâdâbâd adıyla ünlenmesi, Sâdâbâd Sarayı’nın ve çevresindeki saray, kasır, köşk gibi yapıların imarından sonradır (1134/1722). 1717’de Sadrazam Damad İbrâhim Paşa’nın burada verdiği bir kır şöleni III. Ahmed’in çevreyi tanıyıp sevmesine yol açmış, 1722’de Kâğıthane’de padişah için yapılacak sarayın önündeki dere yatağı temizlenip iki tarafı muntazam rıhtımlı düz bir kanal içine alınmıştır. “Cedvel-i Sîm” adı verilen bu büyük kanalın mermerleri Çengelköy’deki Kulelibahçe Kasrı’ndan getirilmiş, çeşitli noktalara başka kanallar açılmış, setler ve çağlayanlar yapılarak küçük şelâleler oluşturulmuş, kanallardan gelen sular bu şelâle ve çağlayanlardan geçerek mermer havuzlarda toplanmıştır. III. Ahmed’in, Sâdâbâd’daki bahçe ve büyük havuzun kenarlarına dikilmek üzere Yoros bölgesi dağlarından 450 çınar, ıhlamur, karaağaç, diş budak ve kestane ağacının kökleriyle çıkarılıp sahile ve oradan gemilerle mahalline nakledilmesi konusunda Zilhicce 1134 (Eylül 1722) tarihli bir fermanı bulunmaktadır. Yine burada III. Ahmed’in emriyle üç yeni havuz inşa edilerek tarhedilen bahçeye de Hüsrevâbâd ismi verilmiştir. Yeni düzenlemeler ve havuzlar yapıldıktan sonra İstanbul halkını köye götüren sandalların geçtiği yerler kapatılıp bunların geçişine artık izin verilmemiştir. Derenin düzenlenmesi tamamlanınca köşklerin inşasına geçilerek çevrede devlet erkânının köşk ve bahçeler kurması teşvik edilmiştir. Burada yapılan saray ve parkların Avrupa’yı da saran Fransız modasının etkisiyle gerçekleştirildiği bilinmektedir. 1719-1720’de Paris’e gönderilen ilk Türk elçisi Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin raporunda özellikle Moudon, Versailles, Fontainebleau, Marly, Trianon saray ve şatolarından geniş bir şekilde bahsedilmekte, getirdiği çizim ve planlarla da padişahı ve İbrâhim Paşa’yı etkilediği anlaşılmaktadır.

Kâğıthane kısa zamanda Kasr-ı Sâdâbâd, Hürremâbâd, Çeşme-i Nevpeydâ, Çeşme-i Nûr, Cedvel-i Sîm, Asr-i Sürûr, Cisr-i Nûrânî, Kasr-ı Cenân, Kasr-ı Neşât, Kovanlı Köprü, Server Kasrı, Beyaz Köprü gibi köşkler, bahçeler, köprüler ve çeşmelerle donatılmış, İbrâhim Paşa buradaki sarayın hemen yanına Hayrâbâd adında bir de cami yaptırmıştır. Çelebizâde Âsım Efendi, Sâdâbâd’dan Baruthane’ye kadar olan mesafe içinde 170 kadar köşk ve kasır inşa edildiğini belirtir. III. Ahmed’in saltanatının son yedi-sekiz yılını kapsayan dönem Sâdâbâd günlerinin en görkemli yıllarıdır. Sâdâbâd safaları saray çevresiyle sınırlı kalmayarak halkın da tatil günlerinde rağbet ettiği bir yer halini alır. Erguvan ağaçlarının gölgeleri altında “meclis-i uşşâk”lar kurulmuş, “sûr-ı bahâr”lar, saz fasılları ve gün boyu süren eğlenceler düzenlenmiştir. Karadan yaldızlı, kafesli arabalarla, Haliç su yolundan çiçeklerle bezenmiş kayıklarla akın akın gelenler konumlarına göre mesirenin farklı yerinde eğlenmeyi âdet haline getirmiştir. Bu âlem ve eğlencelere “Sâdâbâd seyranına çıkma” denilmektedir. Haliç’te yüzme yarışları bu devrin geleneği olarak doğmuştur. Aynı zamanda şairlerin toplanma yeri olan Sâdâbâd’da cirit oyunları, koşu, güreş gibi gündüz eğlencelerinden başka, top, kandil, lâle, söz ve saz sohbetleri gibi gece eğlenceleri düzenlenir, zaman zaman başta İranlılar olmak üzere yabancı devlet temsilcileri de ağırlanırdı.

Bu parıltılı ve görkemli dönem 25 Eylül 1730’da çıkan Patrona İsyanı ile son bulurken Kâğıthane’deki yüzlerce yapı isyancılar tarafından harabe haline getirilmiştir. Hüseyin Ayvansarâyî, Sâdâbâd ve çevresinde 120 kasrın yıkıldığını belirtir. Bu olay III. Ahmed’in saltanatına son verirken Damad İbrâhim Paşa’nın da hayatına mal olmuştur. III. Ahmed’den sonra padişah olan I. Mahmud isyancıları ikna ederek Sâdâbâd Sarayı dışındaki köşk, kasır, çeşme ve köprülerin yakılmasını önlemiş, ancak yıkılmasına engel olamamıştır. Bu olayın üzerinden belli bir süre geçtikten sonra bölgenin eski günlerine kavuşturulmaya çalışıldığı görülmektedir. İran elçisine verilecek ziyafet sebebiyle 1149 (1736-37) yılında Sâdâbâd’da Kurşunlu Köşk’te yapılan tamir masrafına ait belge bunu göstermektedir. III. Osman dönemine ait Receb 1170 (Nisan 1757) tarihli belgede Sâdâbâd Sahilsarayı’nın tamir edildiği kayıtlıdır. I. Abdülhamid, tahta çıktıktan kısa bir süre sonra Sâdâbâd ile yakından ilgilenerek bölgeyi geniş bir onarıma tâbi tutmuştur. 12 Rebîülâhir 1189 (12 Haziran 1775) tarihli belgede Sâdâbâd’daki İmrahor Kasrı’nın tamir edildiği, 24 Rebîülâhir 1189 (24 Haziran 1775) tarihli belgede Kâğıthane’deki Kasr-ı Hümâyun ile havuz ve derelerin onarılarak bunlar için 2600 kuruş


harcandığı belirtilmektedir. 13 Cemâziyelevvel 1190 (30 Haziran 1776) tarihli belgede Karaağaç Sarayı ile Kâğıthane kasırlarının Hassa başmimarı Hâfız İbrâhim tarafından tamiratı öngörülmüş, 19 Cemâziyelevvel 1199’da (30 Mart 1785) Sâdâbâd Kasrı’nın tahtaları ve Küçük Kasır ile padişaha mahsus iskelenin ve kasra giden yolun etrafındaki parmaklıkların onarımı yapılmıştır. Yine I. Abdülhamid dönemine ait 12 Zilhicce 1200 (6 Ekim 1786) tarihli belgede Sâdâbâd ve Karaağaç sarây-ı hümâyunları ile bitişiğindeki Yûsuf Efendi Bahçesi’ne gelen su yolları tamiratının yapılan keşif üzerine 3500 kuruş tuttuğu kaydedilmektedir.

III. Selim döneminde de bölge önemli ölçüde imara tâbi tutulmuştur. Babası III. Mustafa ile askerlerin tâlimlerini seyretmeye giden III. Selim, Sâdâbâd’dan pek hoşlanmış, tahta çıktıktan sonra burayı ihya etmiştir. Sivil mimarinin öne çıktığı III. Selim döneminde Sâdâbâd’daki Çağlayan mahallinde bulunan Kasr-ı Hümâyun’un yeni bir tamir geçirdiğini 23 Zilkade 1206 (13 Temmuz 1792) tarihli belge ortaya koymaktadır. 21 Zilkade 1208 (20 Haziran 1794) tarihli belgede ise Hassa başmimarı Mehmed Ârif Ağa tarafından yapılan onarımda Sâdâbâd-Kâğıthane Sarayı’nın yanı sıra bendlerin de tamir ve inşası belirtilmektedir. 1210 (1795-96) tarihli bir başka belgede Sâdâbâd’daki saray ve havuzların onarımının yaptırıldığı kayıtlıdır.

II. Mahmud, Kâğıthane’nin yenilenmesine karar verdiğinde gerekli inşaat malzemesinin önemli bir kısmını harap durumda olan Karaağaç Sarayı ve Bahçesi’n-den temin etmiştir. Padişah Sâdâbâd Sarayı’nı yıktırarak mimar Krikor Amira Balyan’a yeniden inşa ettirmiştir. Bunun dışında çeşitli kasırların, çağlayanların, Hayrâbâd Camii ve çeşmelerin yenilenmesiyle birlikte çevre tanzimi yapılmıştır. Fakat peşpeşe yaşanan talihsiz olaylar ve çok sevdiği gözdesinin burada ölmesi padişahın Sâdâbâd’dan uzaklaşmasına sebep olmuştur. II. Mahmud Nişantaşı, Atiye Sultan Sarayı (Sarây-ı Hümâyun, Karşı Köşk) ve Yeniçeşme bu dönemde çevrede yapılan eserlerdir. II. Mahmud’un yaptırdığı saray Sultan Abdülmecid devrinde ihmal edildiğinden harap duruma düşmüş, Abdülaziz döneminde bu saray yıktırılarak yerine 1862-1863’te Sarkis ve Agop Balyan’a Batı Avrupa üslûbunda iki katlı Çağlayan Kasrı yaptırılmış, Hayrâbâd Camii de yenilenmiştir (bk. ÇAĞLAYAN CAMİİ; ÇAĞLAYAN KASRI). Daha sonra II. Abdülhamid Çeşmesi, Poligon Çeşmesi, Poligon Kasrı, Koşu Köşkü yapılmıştır. Önceleri şehzadelerin, sultanların, saraylıların dolaştığı bu yerlerde sonraları onların yerini dâmâd-ı şehriyârîler almıştır. Padişahların bazı topluluklara ve yabancı elçilere burada verdikleri ziyafetler I. Dünya Savaşı’na kadar sürmüştür. Kâğıthane mesiresi saray için önemini kaybetmekle birlikte İstanbul hayatındaki önemi XX. yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir. Haliç’ten yüzlerce kayıkla ve karadan arabalarla gelen halk da bu eğlencelere katılıyordu. Burası özellikle İstanbul kadınlarının açık havadaki en büyük eğlence yeriydi. İstanbul’un bu güzel kadınları türlü şiirler, şarkılarla övülmüştür. Adına şarkılar söylenen, şiirler yazılan Rânâ Hanım, Nuhkuyulu Nâciye Hanım, Tekirdağlı İzmaro adı bilinenlerden sadece birkaçıdır.

Sâdâbâd, XVIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren yaklaşık iki yüzyıl boyunca Türk edebiyatını da etkilemiş, önceleri şiirlerde, Tanzimat’tan sonra mensur türlerde adını sık sık duyurmuştur. Dönemin yabancı yazar ve gezginleri dahil pek çok şair, edip ve muharrir İstanbul’daki zarafet, zevk ve neşeyi anlatmak istediğinde hemen daima Sâdâbâd mesire ve eğlencelerinden sahneler tasvir etmiş, buranın tabii güzelliklerinden, tarihe yansıyan hâtıralarından ve sosyokültürel konumundan bahsetmiştir. Ancak hiçbir şair, Sâdâbâd’ı ve oranın zevk ve eğlence dolu ihtişam çağını Nedîm’in coşku dolu mısraları kadar güzel ve etkileyici biçimde anlatamamıştır. Onun, “Seyr-i Sa‘dâbâd’ı sen bir kerre ıyd olsun da gör” veya, “Gidelim serv-i revânım yürü Sa‘dâbâd’a” gibi mütekerrir mısralarla (nakarat) tasvir ettiği şarkılar hiç şüphesiz Sâdâbâd hakkında belge hükmünde edebî eserlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 300; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 480-487; P. G. İnciciyan, XVIII. Asırda İstanbul (nşr. H. D. Andreasyan), İstanbul 1956, s. 95; Gönül Aslanoğlu Evyapan, Eski Türk Bahçeleri ve Özellikle Eski İstanbul Bahçeleri, Ankara 1972, s. 50-52; Sedat Hakkı Eldem, İstanbul Anıları, İstanbul 1972, s. 216-230; a.mlf., Köşkler ve Kasırlar, İstanbul 1974, II, 371; a.mlf., Sadabad, İstanbul 1977; M. Münir Aktepe, “Kağıthane’ye Dair Bazı Bilgiler”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara 1976, s. 335-363; a.mlf., “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Kağıthane ve Sa‘dabad”, TTOK Belleteni, sy. 351 (1984-85), s. 14-19; Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İstanbul 1981, s. 22; Ayda Arel, Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İstanbul 1985, s. 21-29; Metin Sözen, Devletin Evi Saray, İstanbul 1990, s. 112; Banu Bilgicioğlu, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Bulunan Belgelerin Sanat Tarihi Yönüyle İncelenmesi (yüksek lisans tezi, 1998), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 144-145, 208-209; Necla Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde İstanbul, İstanbul 1992, s. 108-117; Betül Bakır, Mimari Rönesans ve Barok Osmanlı Başkenti İstanbul’da Etkileri, Ankara 2003, s. 65-67; Necdet Sakaoğlu, “Lale Devrine Genel Bir Bakış”, İstanbul Armağanı: Lale Devri (haz. Mustafa Armağan), İstanbul 2000, IV, 17-24; Mustafa Armağan, “Lale Devri’nin Siyah-Beyaz Fotoğrafları”, a.e., IV, 25-40; Hüseyin Irmak, Kağıthane’de Geçmiş ile Bugün, İstanbul 2003; Haluk Y. Şehsuvaroğlu, “İstanbul Sarayları”, TTOK Belleteni, sy. 164 (1955), s. 4; Muzaffer Erdoğan, “Osmanlı Devrinde İstanbul Bahçeleri”, VD, IV (1958), s. 166; Süheyl Ünver, “Her Devirde Kağıthane”, a.e., X (1973), s. 435-461; Semavi Eyice, “Kağıthane-Sadabad-Çağlayan”, Taç, I, İstanbul 1986, s. 29-39; a.mlf., “İstanbul’da Bir Eski Eser Cinayeti”, Sanatsal Mozaik, II/23, İstanbul 1997, s. 26-30; Orhan Şaik Gökyay, “Bağçeler”, Topkapı Sarayı Müzesi Yıllık, IV, İstanbul 1990, s. 7-20; “Sa‘dabad”, DBİst.A, VI, 385-386.

Banu Bilgicioğlu